Barış Bıçakçı kitaplarından Baharda Yine Geliriz kitap alıntıları sizlerle…
Baharda Yine Geliriz Kitap Alıntıları
&“&”
aşkın nakaratı: “Seni bir tek o anlar, seni bir tek o anlar…”
Bir kitap yazmak istediğimi söylemiştim. “İçinde öyle bir cümle olsun istiyorum ki, kitabı okuyan biri o cümleye denk geldiğinde kitabı birden kapatıp sımsıkı göğsüne bastırsın.”
“Kendi içini göremeyen, orada ne rezil şeyler olduğunu bilmeyen, kendi içinden çıkamaz.”
Güzel bir kitap okumak ve ömrümün geri kalanını o kitabı okuduğum yerde geçirmek istiyorum," demişti o. sonra da bana dönüp sormuştu: "İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?"
Şimdi şurada bir sevgilimiz olsaydı, bize şiir okusaydı.”
İçinde öyle bir cümle olsun istiyorum ki, kitabı okuyan biri o cümleye geldiğinde kitabı birden kapatıp sımsıkı göğsüne bastırsın."
Şimdi şurada bir sevgilimiz olsaydı, bize şiir okusaydı!"
Kendi içini göremeyen, orada ne rezil şeyler olduğunu bilmeyen, kendi içinden çıkamaz."
“Kendi içini göremeyen, orada ne rezil şeyler olduğunu bilmeyen, kendi içinden çıkamaz.”
“Manav, elmaları tarttıktan sonra yıkayıp bize uzatmıştı. Tam mevsimiydi. Sokaklarda dolaşıyorduk. O da bana aşık mı, bilmiyordum.”
Şehrin yüksek binalarından birine çıkıp aşağıya bakıyorum, şehirde rastlanabilecek bir manzarayla karşılaşıyorum: Yüzlerce insan, bazen birbirlerinin yolunu keserek oradan oraya gidip geliyor… Ölümsüz gibi görünüyorlar. Nedir bu? diye soruyorum kendi kendime, anlamlandırmak gerekiyor, kabus mu, şenlik mi? Arka arkaya bir sürü karşıt anlamlı sözcük geçiyor aklımdan. Eksilerle artıların birbirini götürmesi gibi kalabalığın da bir matematiği var. Sıradanlık bu olmalı: Bütün karşıtlar birbirini götürüyor. Başka ne söyleyebilirim ki size?
Her şey gün gibi ortada değil mi? diye sordu gülümsemeye çalışarak. Evet dedim, ortada. Ben de gülümsemeye çalıştım ama olmadı galiba.
Akşam güneşi herkesi, her şeyi bir gülümsemeye dönüştürüyordu. Onun ince uzun gölgesini seyrediyordum. Bazen bana çok yakın.
Güzel bir kitap okumak ve ömrümün geri kalanını o kitabı okuduğum yerde geçirmek istiyorum,” demişti. Sonra da bana dönüp sormuştu: “İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?
Bu güzel havada içeri girmek olmaz. Çayımı içerken bahçenin çitine yaslanıp gökyüzünü seyrediyorum: Alabildiğine gri. Yağmur öncesi. Rüzgar; tozu dumanı almış götürmüş, gri bulut tabakasına rağmen her şey berrak; ileride gölün ötesinde kuzeye doğru uzanan şehir bile. Göl renksiz bir pırıltıyla ürperiyor. Çay bardağının sıcaklığı avucumda.
İstediğim hayat bu değil. Böyle bir hayat için mi uğraştık onca yıl!
Sevgililer miydi yoksa? Hiç el ele kol kola görmemişti onları. Ama durmadan birbirlerine bir şeyler anlatıyor, birbirlerini güldürüyorlardı. Bazen kadının şen kahkahasını odasında yatarken bile duyabiliyordu.
Bazen yağmur şimdiki bir yağmur olarak yağar şehrin üzerine, bazen de daha önceki bir yağmur olarak.
Bir kitap yazmak istediğimi söylemiştim. İçinde öyle bir cümle olsun istiyorum ki, kitabı okuyan biri o cümleye geldiğinde kitabı birden kapatıp sımsıkı göğsüne bastırsın."
Güzel bir kitap okumak ve ömrümün geri kalanını o kitabı okuduğum yerde geçirmek istiyorum," demişti. Sonra da bana dönüp sormuştu: "İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?"
Kendi içini göremeyen, orada ne rezil şeyler olduğunu bilmeyen, kendi içinden çıkamaz.
İnsanoğlunun içinde her türlü duygu var. Güzeli de var iğrenci de!
İstediğim hayat bu değil. Böyle bir hayat için mi uğraştık onca yıl!
Şehrin yüksek binalardan birine çıkıp aşağıya bakıyorum, yüzlerce insan, bazen birbirlerinin yolunu keserek oradan oraya gidip geliyorlar… Ölümsüz gibi görünüyorlar. Nedir bu;? Kabus mu, Şenlik mi?" Arka arkaya bir sürü karşıt anlamlı sözcük geçiyor aklımdan. Eksilerie artıların birbirini götürmesi gibi kalabalığın da bir matematiği var. Sıradanlık bu olmalı: Bütün karşıtlar birbirini götürüyor. Başka ne söyleyebilirim ki size?
#BahardaYineGeliriz #BarışBıçakçı
#BahardaYineGeliriz #BarışBıçakçı
Kendi içini göremeyen, orada ne rezil şeyler olduğunu bilmeyen, kendi içinden çıkamaz."
Kendi içini göremeyen, orada ne rezil şeyler olduğunu bilmeyen, kendi içinden çıkamaz."
Caddelerde ki otomobillerin uğultusu o zaman,fren,klakson sesleri ,bağrışmalar ,İzmir treninin uzaklardan gelen kalkış düdüğü ve tabii bir de aşkın nakaratı.
Bir kitap yazmak istediğimi söylemiştim.İçinde öyle bir cümle olsun istiyorum ki, kitabı okuyan biri o cümleye geldiğinde kitabı birden kapatıp sımsıkı göğsüne bastırsın.
Güzel bir kitap okumak ve ömrünün geri kalanını o kitabı okuduğum yerde geçirmek istiyorum,demişti o.Sonra da bana dönüp sormuştu:İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir ki?
Kendi içini göremeyen,orada ne rezil şeyler olduğunu bilemeyen,kendi içinden çıkamaz.
Çılgın diye kırılıyor iki insan.Bir vakit kıyamadıkları yerden .Kimse duymuyor.Arabalar geçiyor sokaktan.Çocuklar koşuyor.Küfrediyor biri.Bir kadın camdan bağırıyor mahalle bakkalına:Kadir,iki ekmek!Tamam ,abla!Hemen …Kimse duymuyor o incecik kırılma sesini, hayatın gürültüsü patırtısı içinde.Bir tek ikisi.
Fareler cirit atıyor ortalıkta.
Öyle böyle değil.
İri lağım fareleri.
Öyle böyle değil.
İri lağım fareleri.
Ben yıllardır yalnızca seninle konuşuyorum.
Her şey alabildiğine tatsızdı.
İnsanın geçmişi uysal bir köpek gibi peşinden gelse tamam.
Şehrimizdeki yoksulların tam sayısını bilmiyoruz ama çoklar.
Şehir tiyatrosunda onlar için, temizlik imandan gelir" adlı oyun ücretsiz sergilendi. Bu oyunda, Türk askerlerinin misvaklarıyla dişlerini fırçaladıklarını gören düşman gözcüsünün, "Türkler bizi çiğ çiğ yiyecek" diye bağırarak saklandığı yerden fırlayıp kaçtığı sahne, yoksullar tarafından çılgınca alkışlandı.
Şehir tiyatrosunda onlar için, temizlik imandan gelir" adlı oyun ücretsiz sergilendi. Bu oyunda, Türk askerlerinin misvaklarıyla dişlerini fırçaladıklarını gören düşman gözcüsünün, "Türkler bizi çiğ çiğ yiyecek" diye bağırarak saklandığı yerden fırlayıp kaçtığı sahne, yoksullar tarafından çılgınca alkışlandı.
Yakışıklı bir işçiye aşık oluyor, bağlanıyor.
Benim üzerimde çok emeğiniz var.
Güzel bir kitap okumak ve ömrümün geri kalanını o kitabı okuduğum yerde geçirmek istiyorum," demişti.
Sonra da bana dönüp sormuştu: "İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?"
Sonra da bana dönüp sormuştu: "İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?"
Bir kitap yazmak istediğimi söylemiştim. İçinde öyle bir cümle olsun istiyorum ki, kitabı okuyan biri o cümleye geldiğinde kitabı birden kapatıp sımsıkı göğsüne bastırsın."
İstediğim hayat bu değil. Böyle bir hayat için mi uğraştık onca yıl!"
Şaşkınlığı geçmiş.
Şimdi yalnızca kederli.
Şimdi yalnızca kederli.
İstediğim hayat bu değil.
Böyle bir hayat için mı uğraştık onca yıl!
Böyle bir hayat için mı uğraştık onca yıl!
İnsan iyilik yaparken hiç yorulmuyor biliyor musun!
Konuşmadan, gülümseyerek birbirlerine baktılar."
Sıradanlık bu olmalı: Bütün karşıtlar birbirini götürüyor. Başka ne söyleyebilirim ki size?
Yolculuk…" diyorum.
Mahir başını sallıyor, " İçimizdeki taşlar yerine oturuyor," diyor.
Mahir başını sallıyor, " İçimizdeki taşlar yerine oturuyor," diyor.
Bir kitap yazmak istediğimi söylemiştim. İçinde öyle bir cümle olsun ki, kitabı okuyan biri o cümleye geldiğinde kitabı birden kapatıp sımsıkı göğsüne bastırsın."
Güzel bir kitap okumak ve ömrümün geri kalanını o kitabı okuduğum yerde geçirmek istiyorum," demişti o.Sonra da bana dönüp sormuştu:"İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?"
Ben…Yıllardır yalnızca seninle konuşuyorum.
“Güzel bir kitap okumak ve ömrümün geri kalanını o kitabı okuduğum yerde geçirmek istiyorum,” demişti o. Sonra da bana dönüp sormuştu: “İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?”
Acelesiz, tadını çıkararak yürüyorduk.
Bazen yağmur şimdiki bir yağmur olarak yağar şehrin üzerine, bazen de daha önceki bir yağmur olarak.
Güzel bir kitap okumak ve ömrümün geri kalanını o kitabı okuduğum yerde geçirmek istiyorum," demişti o. Sonra da bana dönüp sormuştu: "İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?"
Kendi içini göremeyen, orada ne rezil şeyler olduğunu bilmeyen, kendi içinden çıkamaz.
Aklıma estiği zaman aklıma esen yere gideyim… Aslında hoşnudum hayatımdan. Ama kim daha fazlasını istemez ki!
Ona asıl dokunan aralarında böyle insanların olduğunu bilmekti.
“Yürüyelim istersen, iyi gelir“
Kendi içini göremeyen, orada ne rezil şeyler olduğunu bilmeyen, kendi içinden çıkamaz.
Doğu-batı doğrultusunda uzanan demiryolu hattı şehrimizi ikiye böler. İşyerlerinden yorgun argın çıkanlar, demir köprüleri zangır zangır titreten, hemzemin geçitlerde çanlar çaldıran trenlere bakarak düşlere dalar: Sevgiliye kavuşmalar, büyük yolculuklar, alıp başını gitmeler. Önce bozkır boyunca dümdüz, sonra yeşillikler içinde kıvrılarak. Ama işte düştür bütün bunlar ve belediye otobüsleri tıklım tıklımdır! Zor bela bindikleri otobüslerde itiş kakış eve dönerken, nefeslerinin sayılı olduğunu düşünür, Allah’tan korkarlar. Akşam eve girer girmez de perdelerin kapalı olup olmadığını denetleyip gereksiz yanan lambaları söndürürler…
Çıkıp bir sokakta yürüsek, şehrin boğazına kaçmış gibi oluruz.
Bir hayalin altında kaldık biz.
İnsanoğlunun içinde her türlü duygu var. Güzeli de var iğrenci de!
Kendi içini göremeyen, orada ne rezil şeyler olduğunu bilmeyen, kendi içinden çıkamaz.
Güzel bir kitap okumak ve ömrümün geri kalanını o kitabı okuduğum yerde geçirmek istiyorum,” demişti o.
Sonra da bana dönüp sormuştu:
– “İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?”
Sonra da bana dönüp sormuştu:
– “İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?”
Güzel bir kitap okumak ve ömrümün geri kalanını o kitabı okuduğum yerde geçirmek istiyorum," demişti o. Sonra da bana dönüp sormuştu: "İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?"
Sevgiliye kavuşmalar, büyük yolculuklar, alıp başını gitmeler…
İnsan iyilik yaparken hiç yorulmuyor biliyor musun?
Güzel bir kitap okumak ve ömrümün geri kalanını o kitabı okuduğum yerde geçirmek istiyorum.
Kendi içini göremeyen, orada ne rezil şeyler olduğunu bilmeyen, kendi içinden çıkamaz.
İstediğim hayat bu değil. Böyle bir hayat için mi uğraştık onca yıl?
“İstediğim hayat bu değil. Böyle bir hayat için mi uğraştık onca yıl!”
Güldü, bardağını kaldırıp, &”Ne var bunda?&” diye sordu.&”Bunu içmezsem dünya siyah beyaz, içersem rengarenk.”
İş yerlerinden yorgun argın çıkanlar, demir köprüleri zangır zangır titreten, hemzemin geçitlerde çanlar çaldıran trenlere bakarak düşlere dalar: Sevgiliye kavuşmalar, büyük yolculuklar, alıp başını gitmeler… Önce bozkır boyunca dümdüz, sonra yeşillikler içinde kıvrılarak… Ama işte düştür bütün bunlar ve belediye otobüsleri tıklım tıklımdır..