Onat Kutlar kitaplarından Bahar İsyancıdır kitap alıntıları sizlerle…
Bahar İsyancıdır Kitap Alıntıları
–
bekleyelim yarını.
Yarın her zaman güzeldir.
–
bekleyelim yarını.
Yarın her zaman güzeldir.
–
–
Burada ölüyor her şey . . .
Burada da her şey çürüyor ve kokuşuyor.
İnsanlar, evler, sokaklar ve kentler.
–
Burada ölüyor her şey . . .
Burada da her şey çürüyor ve kokuşuyor.
İnsanlar, evler, sokaklar ve kentler.
–
–
Zaten hep
tuhaf zamanlarda karşılaştık seninle.
Boğulmaya çok yakın.»
–
Zaten hep
tuhaf zamanlarda karşılaştık seninle.
Boğulmaya çok yakın.»
–
–
«lşığı önce kendi vicdanına tut.
Belki hata’nın bir bölümü sendedir»
diyordu yaşlı ve bilge Hintli.
–
«lşığı önce kendi vicdanına tut.
Belki hata’nın bir bölümü sendedir»
diyordu yaşlı ve bilge Hintli.
–
–
Yağan yağmur ulaştı yasemin’in kucağına
ve dedi ki:
N’olursun hep yüreğinde tut beni
Yağan yağmur ulaştı yasemin’in kucağına
ve dedi ki:
N’olursun hep yüreğinde tut beni
‘Tagore’
–
–
Anlatılması uzun sürer ve ayrıca
yararsızdır.
Kim ilgilenir masallarla, çocuklardan
başka?
–
Anlatılması uzun sürer ve ayrıca
yararsızdır.
Kim ilgilenir masallarla, çocuklardan
başka?
–
–
Bir çakıl parçası bile değildim
kum saatini tıkayan.
Bir toprak testi, bir avuç kil bile.
–
Bir çakıl parçası bile değildim
kum saatini tıkayan.
Bir toprak testi, bir avuç kil bile.
–
Yaşadığımız şu karabasan, bir gerçeğin yansımasından başka bir şey değilse, ölümsüz gençlik ve bahar düşlerimiz nedir? Gerçek değil mi onlar? İstersen şimdi yalnızca bunu düşünelim ve bekleyelim yarını. Yarın her zaman güzeldir.
Tarihi düzeltmek elimizde değil. Ama hiç olmazsa geleceğin de kurban edilmesine razı olmayalım. Ne dersin?
«nerede ışığın semti?»
Zaten hep tuhaf zamanlarda karşılaştık seninle. Boğulmaya çok yakın..
Hani tüm çirkinlikleri unutmak ve mavi bir uykuya dalar gibi dalmak istiyordun bir dost konuşmasının serinliğine. İşte geldi. Ne bilge, ne öğretmen, ne kahraman ne de kurban..
ikimiz de ürkek, birer piyon sürdük, ikimiz de yenilmek istiyorduk.
Kim ilgilenir masallarla, çocuklardan başka? Kim merak eder, niçin lale sularıyla her gün yıkandığını İsfahan sokaklarının? Yaşlı Hafız, yeryüzünün en büyük mücevherini sonunda kime sattı Şiraz’da? Niçin Tebriz’de güneş, dağların tepesinden de önce rüzgârla sallanan bir kamışa vurur? Rey’de bir nakkaş, şarap testisinin üstüne yaşlı bir adama şarap sunan ve elinde mavi gündüz safası tutan genç kadını çizerken resimdeki testinin de üstüne içiçe aynı resimleri sonuna kadar nasıl nakışlar?
Bir çakıl parçası bile değildim kum saatini tıkayan. Bir toprak testi, bir avuç kil bile.
Gördüğü şeyin yalnızca bir düş olduğunu düşünerek avunmaya çalıştı. Ama bir gerçeğin düşte görülmüş olması neyi değiştirirdi?
Dilsiz konuşmak istiyordu kendi kendisiyle. Aynaya bakmadan görmek kendi toprağını. Aralamak dilin perdelerini. Ama korkuyordu işte
Pencerenin ince ses tellerinden dokunmuş tülüne dilin işlediği tuhaf bir manzaraydı yaşam.
Mümkün mü hem ölçen hem de ölçülen olmak?
Diyordu ki okul sırasına kollarını dayamış, dalgın bir çocuk, nasıl olurdu acaba başkalarının bilincinden geçenleri kendiminkiler gibi bilme gücüm olsaydı?
Gerçekten ne kadar az sorulur bu soru! Kimim ben? Soruyor ve yanıtını bulamıyordu. Yeryüzünün bilgileri, insan benliğinin derin sularını karıştıran kitaplar ve hiç bir peygamber yardımcı olamıyordu ona. Yaşadığını aracısız bilmek istiyordu
Yalnızca kendine ait olan bir yaşam sürdürüyordu. Benliğinin gizli haritasını kavramaya çalışarak. Orada derin ve karanlık çukurlar, kaynağı ve ağzı belirsiz ırmaklar, bilincinin sisli bulutlarını acıtan tepeler ve ağaçlar görüyordu. Ama bir türlü bilemiyordu, kendisine ait olmanın dışında ne anlama geliyordu bütün bunlar?
..ilk sıçrayışta, üstüne çoktan atılmış bir ağın ilmeklerine dolaşarak uzun bir tutsaklığa yakalanmak. Çok derinden bir itilimle, zaman zaman ürpe- riyordu gergin kaslan. Dur! Ama nereye kadar? Şiddetle duyuyordu bir gücü kullanamamanın acısını.
Yakında, biliyorum, tüm «normal» ve «uysal» vatandaşlar gibi alışarak kurtulacağım bu karabasandan.
Ama gene de bir kaygı yok değil içimde. Herkes unuttuğunda kim hatırlayacak o örtünün altındakileri?
Ama gene de bir kaygı yok değil içimde. Herkes unuttuğunda kim hatırlayacak o örtünün altındakileri?
Ama gene de tuhaf bir durumdaydım. Sanki eski bir filmden söz ediyordum, aynı zamanda onun gösterdiği gerçekliği de yaşayarak.
Oysa ben korkuyordum. Geceye ya da savaşa giden çocuklar gibi korkuyordum.
Deniz, unutuşa başkaldıran her ateşe iyi gelir, biliyorum.
Dupduru, bakıyor gözlerime. «Belki de budur zaten yaşamın anlamı» diyor. «Bilmiyorum. Daha niceleri gibi benim de aradığım bu.»
Her kadının içinde vardır o ağaç diyor. Ama diyorum, çoğu kez tüm bir yaşam boyu baharı beklerler. Çiçeğe durmak için. Dallarının çoğu kırıktır. Geçen günleri ve mevsimleri, bir şiirin bir türlü bir araya getirilmemiş dizeleri gibi hatırlarlar.
Kadının içinde her zaman taşıdığı, günün birinde serpilip yeşermeyi bekleyen güzel bir ağaç vardı.
Burada, bu dört duvar arasında, içimdeki o öbür adamı düşünmek fırsatını buldum. İçimdeki o derin değişim isteğini. Günlük hay huyun dalgaları arasında bile hiç unutmadığım, ama gerçekleştiremediğim öbürünü.
Unutulmuş ozanlara ulaşmanın şiirden başka yolu yoktur. Herhangi bir şiirden. Çünkü her şiirde biraz aşk vardır ve biraz isyan.
Beni en çok şaşırtan olay, günün birinde, iki insanın sözlerini aynı dilde birbirine çevirirken, benim kullandığım sözlerle yeni ve “üçüncü bir dil oluştuğunu görmem oldu. Çünkü eninde sonunda iki taraf arasında bulunan ben de, bir “dil le konuşuyordum. Ve bu dil, öbür ikisinden farklıydı. İki insan, iki topluluk, ya da yeryüzü ile insan arasında yeniden üretilen bir dil.
Çevirmenlik, bilinen bir iştir. Güçlükleri olduğu doğrudur. Ama, eninde sonunda, yaptığınız iş, bir dilde yazılan ya da söyleneni bir başka dile aktarmaktır. Benimki ise bambaşka bir olaydı. Aynı dili konuşan insanların söylediklerini gene aynı dile çevirmek.
Bu insanların hepsi aynı dili konuşuyorlar, ama birbirlerinin söylediklerini anlamıyorlardı.
Yeryüzünü anlamakta güçlük çekiyordum.
Bir türlü bastıramıyorum yüreğimdeki ozanın sesini: Bahar isyancıdır..
Geleceğimiz diye umutla baktığımız yerdeki insanların geleceği bizdik.
Boyun eğmeyi biraz daha öğrenirdik. Öğrenirdi tenimiz günün renklerine uymayı.
Nedense hep başka bir şey olacağını sanırdık.
Ve gelecek, gülümseyerek bekliyor kapıda. Elinde altın renginde bir kadeh şarap. Doğu’nun tüm tatları ile yüklü hafif ve buruk. Onu hep birlikte, yazgıya başkaldırmak için içelim
Bedreddin’i düşünüyordum. Göl kıyısında, gecenin henüz sabaha çok uzak bir köşesinde ak bir koyun postu üstüne/oturmuş /Hattı talik (hat türü) ile yazıyor /Teshil’i ve derin sulara bakarak zulümden arınmış, mutlu, özgür bir dünya düşlüyor.Yüreğimde gizli bir fitil öylesine yandı ki binlerce meşaleyi kavradım
Güz yasalarına boyun eğmeyeceğiz.Aşacağız duvarlarını geleceğin.Biz çok eski ve çok genç bir halkız.Kimse durduramaz ırmağını zamanın
Çünkü hep böyle olur. Bir an gelir, kopar film. Umulmadık bir anda tutulur güneş. Gece vakitsiz iner.Ağır ve karanlık bir kapak gibi iniyordu gökyüzü
Sabahın bilinmeyen bir saatinde birden açarlar. Karanlık toprağın beyaz kabuğunu çıtırtılarla kırar, bir silkinişle kaldırırlar başlarını. Durur, şaşkınlıkla dünyamıza bakarlar. Karlı kıyılarda, uçsuz bucaksız yaylalarda, dağ göllerinin kıyılarında
Geleceğin duvarı önünde duruyorum, kaygılı, sabırsız. Üstümden küçük kuşku tohumları karışmış altın renkli polenler uçuşuyor. Bir türlü bastıramıyorum yüreğimdeki ozanın sesini:Bahar isyancıdır
Oysa biz basit insanlarız. Ve ölümlü. Yaşamayı ve baharı bu yüzden severiz. Doğan her şeye inanırız. Çocuklara, güneşe, bize düşler sunan ay ışığına. Şarap, acılarla da mayalanmış olsa sarhoş eder bizi
– ( ) Oysa biz basit insanlarız!
Ve ölümlü
Yaşamayı ve baharı bu yüzden severiz.
Doğan her şeye inanırız.
Çocuklara, güneşe, bize düşler sunan ay ışığına
Ve ölümlü
Yaşamayı ve baharı bu yüzden severiz.
Doğan her şeye inanırız.
Çocuklara, güneşe, bize düşler sunan ay ışığına
Korkudan daha etkilidir sevgi. Korku, kaynağından uzaklaştıkça unutulur, sevgi ise unutulmaz. Korku kin doğurur, sevgi ise saygınlık
Yarın her zaman güzeldir.
Kapa gözlerini ve gel benimle
Yaşam uzun süredir zorla durduruldu benim için. İçimde yol bulamayan çoşkun bir suyun acısını duyuyorum.
Her şiirde biraz aşk vardır ve biraz isyan.
Bu insanların hepsi aynı dili konuşuyorlar, ama birbirlerinin söylediklerini anlamıyorlardı.
Güz yasalarına boyun eğmeyeceğiz. Aşacağız duvarlarını geleceğin.
Sakın! Uçuşu unutma kuş ölümlü bile olsa
Bir an şaşırdım, yarına mı gidiyorum düne mi?
Güzelliklerin geçici oluşuna kızarlardı ve zulmün kalıcılığına
Neden hep yitip gidiyor Neden kararıyor çocukların gülüşü? Ölüm neden
Tarihi düzeltmek elimizde değil. Ama hiç olmazsa geleceğin de kurban edilmesine razı olmayalım. Ne dersin ?
Işığı önce kendi vicdanına tut. Belki hatanın bir bölümğ sendedir.
Geleceğin duvarı önünde duruyorum, kaygılı , sabırsız..
Konuşmaları garip bir tedirginlikle dinliyordum. Bu insanların hepsi aynı dili konuşuyorlar, ama birbirlerinin söylediklerini anlamıyorlardı.
Diyor ki Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, “Uyuyan kimse ancak uyanık iken bildiği, gördüğü, işittiği ve izlediği veya onlara uygun bir şeyi görebilir Hasılı düş denilen şey, uyuyan kişinin bir takım suretlere benzeyen kendi zihninin anılarından başka bir şey değildir.”
Korkudan daha etkilidir sevgi. Korku, kaynağından uzaklaştıkça unutulur, sevgi ise unutulmaz. Korku kin doğurur, sevgi ise saygınlık
Üstüste iki kazak giyerdim ceketin altına. Polis coplarına karşı.
Bir kar bulutu ardında kaybolan Tolstoy bağırıyordu: İsa özgürdü. Buda da öyle. İkisi de dünyanın günahlarını yüklendiler. Kendi istekleriyle yaşamın hapishanesine girdiler. Ve hiç kimse daha fazlasını yapamadı. Hiç kimse
Işığı önce kendi vicdanına tut. Belki hata’nın bir bölümü sendedir.
Gandhi
Gandhi
Rabindranath Tagoredan bir şiir okudum, “İzin ver yanıbaşına oturayım bir an’ diye başlayan şiiri. “İşte yaz, iç çekişleri ve fısıltılarla penceremde ”