İçeriğe geç

Bağlanma Korkusu Kitap Alıntıları – Stefanie Stahl

Stefanie Stahl kitaplarından Bağlanma Korkusu kitap alıntıları sizlerle…

Bağlanma Korkusu Kitap Alıntıları

Savaşmanın bir anlamı olmadığı zaman bunu anlamak akıllılıktır.
Çaresizce tüm duygularınızı
partnerinizin davranışlarına teslim etmek yerine, kendi yaşam
kalitenizin kontrolünü yeniden ele geçirin.
Bağlanma korkusu yaşayan kişi karşınızdaki ve bu düğümü ancak o çözebilir. Yeryüzünde hiç bir eş onların sorunlarını çözemez. Şu karşılaştırmayı bilinçli olarak yapın:
Eşiniz sizin için ne kadar çok şey hissediyorsa, kaçma dürtüsü de o kadar güçlüdür!
Duygularının yoğunluğu sana aşkının gücünü değil, bağımlılığının derecesini gösteriyor
Bağlanma fobisi olanlarla kurulan ilişkiler eşler için bir
dizi tehlike yaratırlar. Bunlar, duygusal kontrolün kaybedilmesinden depresyona ve bağımlılığa benzeyen psikolojik karmaşalara kadar varan, madde bağımlılığına benzeyen çeşitli
rahatsızlıklardır. Kişi, eşinin bağlanmaktan kaçındığını, ilişkilerinin asla mutlu ve dengeli olamayacağını çoktan fark etmiş
olsa bile bundan kurtulması çok zordur.
Birisinin size aşık olup olmamasının genellikle zannedildiği gibi sizin kişiliğinizle bir ilgisi yoktur. Bu, diğerinin eğilimleri, zaafları, güçlü yanları ve psikolojik hasarları ile ilgilidir.

İnsanın değeri, başkalarının beğenileri ile ölçülemez.

Bir
hisse senedini zarar ettiğinizi kabullenip doğru zamanda elden
çıkarmazsanız yatırım yapmaya devam etmek zorunda kalırsınız. İşte aynı bunun gibi mutsuz bir aşka ne kadar çok yatırım yaparsanız, hatanızı anlamanız o kadar zorlaşır. Bu dram içinde dramdır.
Neden onunla birlikte olduğumu anlayamıyordum. Duygusal olarak ondan kopamıyordum ama aynı anda mantığım bana bu ilişkinin uzun vadede yürümeyeceğini söylüyordu.
İnsan ancak korkularını anlayarak bunların bir kısmından kurtulduğunda, duyguları bastırmanın ve kaçmanın ne kadar fazla enerji gerektirdiğini fark eder. Bu, yaşamlarında hep eksikliğini duydukları enerjidir. Birdenbire başkalarına da başka gözle bakmaya başlarlar. Ancak bu yolla bağlanma korkusu olan birisinin asla yaşayamadığı, diğer insanlarla gerçek anlamda bağlılıklar yaşayabilirler.
Daha işin başından kartlarınızı açık oynamak ve sevgilinize ciddi ilişkiler konusundaki duygularınızı itiraf etmek isterseniz, önce kendinizi değiştirmeyi ciddi olarak isteyip istemediğinizi düşünün. Çünkü sadece benim bağlanma korkularım
var demek tüm sorunluluğu karşınızdakine yüklemektir. Yani,
Seni bu konuda uyardım. Hala benimle olmak istiyorsan bu
senin sorumluluğun demektir.
Lütfen sadece kurban değil, aynı zamanda bir suçlu
olduğunuzu da unutmayın. Bu yüzden sadece kendinizin değil,
karşınızdakinin de duygularını ve gereksinimlerini dikkate alın.
Bağlanma fobisi olanlar, Bakalım beni
hala isteyecek misin? diye düşünerek ilişkilerini ve eşlerini devamlı denemeye tutarlar.
Sürekli kaçarak yaşamak fazlasıyla enerji gerektirir, her an cinlerinin tehlike yaratmalarını engellemek, kendilerini kontrol altında tutmak ve çevrelerindeki insanlarla aralarındaki mesafeyi korumak zorundadırlar. Ayrıca bunları yönetebilmek de çok zahmetli ve güç gerektiren bir iştir. sürekli kendinden ve
başkalarından kaçmanın en sık rastlanan sonuçları bağımlılık,
psikomatik rahatsızlıklar ve depresyondur.
Sevginin en kötü kösteği olan kıskançlık onları boğacak ölçüde tehdit eder.
İnsan asla kendini başkasına
emanet etmemelidir, ettiğinizde er veya geç, şöyle ya da böyle
sonunda mutlaka çökmenize sebep olacaktır. Bağlanma korkusu olan kişiler bu düşünceyi içselleştirmişlerdir. Bağımlılık
öldürücü, bağımsızlık ise daha güvenlidir.
Peki, özdeğerinizi saklanmak yerine başka nasıl koruyabilirsiniz? Reddedilmeyi ve başarısızlığı göze alarak onu nasıl
güçlendirebilirsiniz? İyileşmek için atılan tüm adımların temelinde, yolun yarısı demek olan kendinizi tanımak yatar.
Özgüveninizin yara almasından korktuğunuzu ve insanları
kendinizden uzaklaştırarak onu sürekli korumaya çalıştığınızı
itiraf etmeniz atacağınız ilk adım olmalıdır.
İkinci adım ise bu korkuyu kabullenmeniz ve onu anlamanızdır. O, sığınağına saklanarak kimseyi kabul etmek istemeyen içinizdeki çocuktur. Her zamanki gibi hakaret edilmeye
ve azarlanmaya değil, teselliye, sevgiye ve ilgiye gereksinim
duyar.
içindeki çocukla konuşmak sorunların çözümünde
en etkili yollardan birisidir.
bilin ki
asıl endişe duyan yetişkin parçanız değil, olayları net olarak
görebilmenizi engelleyen içinizdeki çocuktur.
Kendini tanımak, bağlanma
korkularını biraz açığa çıkaracağı için iyileştirici bir unsurdur.
Ayrıca insan, ilişkiler konusunda asıl kendisinin sorunları olduğunu algıladığı anda, suçu eşinde aramaktan vazgeçer.
çocuk, bağlanma
yapısının geliştiği bir buçuk yaşına kadar hep aynı bakıcı tarafından büyütülmelidir.
İnsanlar, bilinçli ve özgüven sahibi olsalar bile daha önce yaşadıkları hayal kırıklıkları onları yaralayarak derin izler bırakır. Bu yüzden güvensizlik duyarlar. Hayal kırıklıklarındaki asıl sorun, içindeki yanılma payıdır. Peşinden kendi
kararlarınızdan şüphe etme duygusu gelir.
Ebeveynleri ile aralarındaki ilişki iyi ve sevgi dolu olsa bile, sürekli kavga edilen bir ortamda büyüyen çocuklar aşk ilişkilerinin mutsuzluk getirdiğini içselleştiriyorlar.
Alınan derin ruhsal yaralar gençlerde ve yetişkinlerde bağlanma korkuları oluşmasına neden olur. Doğuştan gelen yalnız yaşama eğilimi özgürlük tutkusuyla birleştiğinde de insanlar başkalarına yakın bağlarla bağlanmaktan kaçınırlar.
Kayıtsız bağlananlar, çocukluktan kalan tecrit ve terk edilme korkularını tetikleyen tüm içsel duygularını bilinçlerinden
uzaklaştırmayı öğreniyorlar. Bilinçaltlarına atılmış olan yalnızlık ve korku, psikolojik savunma mekanizmaları sayesinde artık bilinç düzeylerine çıkmaz. Nörolojik araştırmalar bu tarzda bağlanan çocukların ve yetişkinlerin duygusal uyarımlarının güçlü olduğunu gösteriyor. Duygusal stres altına girdiklerinde, örneğin önem verdikleri birisinden ayrıldıklarında duygularını aşırı yoğun yaşarlar. Bu uyarımlar daha bilinç düzeyine gelmeden hemen bastırılır. Korkularını, artık hiç bir şey hissetmeyene kadar bastırmayı öğrenmişlerdir. Korku yerine kendilerini az ya da çok yara almayacak kadar güçlü hissederler. Bu, bebeklik dönemlerinde hayatta kalabilmelerini sağlayan bir stratejidir, aksi halde her şey onlar için ölümcüldür.
Küçük yaşlarda edinilen tüm çocukluk özellikleri gibi bunu da yetişkinliklerine taşırlar. Kayıtsız-kaçınmacı bağlanma tarzını benimseyenlerin hepsi aşk konularını aştıklarını düşünürler.
Ama aşık olmaya karşı güvende sayılmazlar. Yakınlaşmaya daha az gereksinim duyarlar ama bu arzuları tamamen kaybolmaz. Bir aşk ilişkisine girdiklerinde ruhsal yapıları gereği köşeye sıkışırlar. Çünkü bir ilişkide yakınlaşmanın yoğunlaştığı ölçüde bastırdıkları bağlanma arzuları güçlenerek çocukluktan kalan dehşet verici korkularını uyandırır. Korkular savunma mekanizmalarını delerek su yüzüne çıkmaya ve eskiden yaşadıkları ümitsiz bağlanma deneyimlerini hatırlatmaya başlar.
Duygularını, kendileri için bile bir şey
hissetmeyecek şekilde bastırırlar. Akıl ve mantıklarını kullanarak yaşarlar. Davranışları değiştirmek için gerekli olan duygusal coşkuya sahip değillerdir. Ne derin bir yas ne de coşkulu bir
sevinç duyarlar.
Bu tipler (tedirgin-kaçınmacı bağlananlar), kayıtsız bağlanan kişilerin aksine
insanlarla yakınlaşmaktan ölesiye korkarlar. Derin bir bağlılığa duydukları özlem yüzünden yalnız da yaşayamazlar. Hayat arkadaşları olsun veya olmasın, bu çelişkinin üstesinden
gelmeyi başaramazlar. İçlerindeki birlikte oldukları kişilerle
yakınlaşma korkusunun büyüklüğü yüzünden çok acı çekerler.
İlgi ve şefkat eksikliğinin nedeni ne
olursa olsun etkileri hep aynıdır. Çocuklar kendilerinin kabullenilmediklerini ve sevilmediklerini hissederler. Annelerinin
davranışlarını etkileyemediklerini de çok erken yaşlarda öğrenirler. Ne yaparlarsa yapsınlar annelerini memnun edemezler.
Anneleri mesafeli davranarak onları dışladığı için de onunla
yakınlaşamazlar. Büyüdükçe sürekli eleştirildiklerini ve kendileriyle ilgilenilmediğini fark ederler. Bu yüzden reddedilmekten aşırı şekilde korkarlar. Ayrıca düşük özdeğer duyguları ve insan ilişkileri konusunda kuşku duymaları yüzünden hep acı çekerler.
Sadece reddedilmeleri onları fazlasıyla yaralayacağı için aşk ilişkilerinde bu korkularını kontrol
altına alamazlar.
Kurtulduktan ve hatalarınızı hoş görmeyi başardıktan son­ra hala kendinize, Hakikaten beni sevdi mi, yoksa bana mı öyle geliyor? diye sorarsınız. Tüm ilişkiniz boyunca size ezi­yet eden bu soru sonrasında da peşinizi bırakmaz. Soruyu şu şekilde cevaplamak istiyorum: Evet, partneriniz sizi becere­bildiğince sevdi. Size söylediği ve belli ettiği her şey doğruy­du. Ama korkusu aşkına hasar verip onu alaşağı etti. Bu çok acımasız olsa da, eski partneriniz korkuları yüzünden kimseyi gerçekten sevmeye muktedir değildi.
Bağlanmaktan kaçınanlar karar vermekten korkarlar.
Bağımlı insanların içlerindeki yetişkinin yeteri kadar özgür davranamamaktan dolayı fazla gelişememesi bu so­runun doğasında vardır.
Partnerinin onun yeter­sizliğinden dolayı değil, sadece korktuğu ve hissettiği diğer sıradan dürtüler yüzünden kaçtığını kendine ispat etmesi gerekiyordu. Çoğu insan itiraf etmek istemese de gurur, part­nerinin peşinden koşmaya sebep olan güçlü bir iç güdüdür
Gururun kırılmasının çaresizlikle yakın bir bağlantısı var­dır.
Çaresizce tüm duygularınızı partnerinizin davranışlarına teslim etmek yerine, kendi yaşam kalitenizin kontrolünü yeniden ele geçirin.
İçinizdeki çocuğa, bir yetiş­kin olarak sizin daima onu koruyacağınıza ve asla yalnız bırakmayacağınıza dair söz verin.
Herkes eşinde ebeveyn­lerinden bir parça arar, kendisine ilgi ve sorumluluk gösteril­mesini bekler. Bu ihtiyaç biyolojik olarak doğamızda vardır. Terk edilme ve yalnız kalma korkuları da işte bu derin düzey­de beslenirler. Annemizden ayrılmak bizi korkunç bir yalnızlığa ittiği, hatta ölümle sonuçlanması bile mümkün olduğu için içimizdeki ço­cuk ayrılığı atlatamayacağına inanır.
Bağlanma korku­su olan eşiniz korkudan ölüyor ve bir ayağı her an kaçmak üzere hep kapıda. Onlar hem beraberlikten hem de yalnızlık­tan korktukları için her an ilişkilerini bırakıp bir sonraki mace­raya koşmaya hazır beklerler. Kıskançlığın pençesine düşmeyin! En kötü kabusunuzun gerçekleşmeyeceğini size garanti edebilirim (Yine her şey güzel olacak!). O veya siz bir sonraki ilişkinizde daha mutlu olmayacaksınız.
Yoğun olarak hissettiğiniz aşk değil korkudur. Daha doğrusu, aşkınızı bu derece devleştiren sebep korkunuzdur.
Bağlanma sorunları yaşanan ilişkinizde duygularınızın kontrolünü kaybetmenizin en kötü yan etkisi kaybetme kor­kunuzun değişime uğrayarak büyük bir aşk duygusuna dönüş­mesidir.
…olaylar sonradan bakıldığında her zaman farklı görünür.
Ha­yalperestler dürtülerinin verdiği güçle kendi dünyalarında çok mutludurlar. Çevrelerindeki arkadaşları ve dostları, hayalpe­restlerin anlattıklarıyla kendi gözlemlerinin arasında bu kadar büyük farklar olmasına çok şaşırırlar.
Eşler sürekli çaresizlik duygusu ile yaşamaya dayanamazlar ve içlerinde bir süreliğine de olsa bu duyguya karşı yardımcı olacak bir şey bulma dürtüsü uyanır. Sigara­ya, alkole sarılmak, alış verişe çıkmak, yemek, çalışmak veya oyun oynamak insanı kısa süreliğine teselli edebilir.
İnsanın bakımlı olması, yeteneklerini geliştirmesi, huylarının bilincine var­ması ve kişisel olarak gelişmeye çalışması güzeldir. Ama bunlar başkalarının sizi beğenmesi için yapılmamalıdır. İnsa­nın değeri, başkalarının beğenileri ile ölçülemez.
Birisinin size aşık olup olmama­sının genellikle zannedildiği gibi sizin kişiliğinizle bir ilgisi yoktur. Bu, diğerinin eğilimleri, zaafları, güçlü yanları ve psi­kolojik hasarları ile ilgilidir.
Birisi size aşık oldu­ğunda bunu kendi hanenize bir başarı olarak kaydeder ve ken­dinizi olduğundan daha değerli görürsünüz. Kendine güvenen insanlar bunu bir onay olarak kabul eder. Özgüven sahibi in­sanların çok azı, Bu insan bana aşık olduğuna göre herhalde bende bir şey var diye düşünür. Bu düşüncenin psikolojik sonucu, birinin size aşık olmasının özgüveninizi arttırmasıdır. Aşkın başarısızlığa uğraması kişisel başarısızlık olarak değer­lendirildiğinden bu aşkı kaybetmek kişinin özgüven duygusu­nu derinden sarsar. Birçok kişinin özgüveni eşlerinin gösterdi­ği yakınlık yüzünden bir azalıp bir çoğalır.
… çoğunlukla çocukluklarından beri varsaydıkları zaafları yü­zünden kimsenin onlara uzun süreli ilgi göstermesine alışık olmayan insanlardır. Bağlanmaya en çok eğilimi olan eşler, tedirgin ve saplantılı bir bağlanma tarzını içselleştirmiş olanlardır.
Ne yazık ki ruhu­muz, bu senin suçun değil uyarısına değil, hissettiği isten­miyorsun sinyaline cevap verir.
Paniğe dönüşen terk edilme korkusu uyumlu olma baskısını arttırır.
Bastırılan öfke ge­nellikle üzüntüye, depresyona ve yakınmaya dönüşür.
Bağlanma korkusu olanların katılığı, eğilip bükülmemeleri eşlerini uyum sağlayacak kadar esnek davranmaya yöneltir. Tartışma çıkmasını istemedikleri için öfkelerini yutmak zorunda kalırlar. Haklı taleplerini net ve açık olarak söylerlerse bağlanma korkusu olan eşlerinin korkup kaçacağından endişe duyarlar. Kendilerini onlardan daha değersiz ve yaralanmaya müsait görürler. Tek arzuları eşlerinin sevgisini kazanarak garantiye almaktır.
Duygularını kontrol edemeyenler aşırı şekilde çaba göstermeye hazırdırlar. Bağlanmaktan kaçınan eşlerini yola getirebilmek için kendilerinden en iyisini yaratmaya çalı­şırlar. Kendilerini biraz daha parlak gösterebilmek için gayret gösterirler. En şık elbiselerini giyerler, en zor yemekleri ya­parlar, yapacakları akıllı ve esprili yorumları önceden plan­larlar. Zihinlerinde buluşmanın nasıl gideceği üzerine çeşitli senaryolar yazarlar.
Özellikle kadınlar eşleri uğruna kendi hobilerini arka plana atmaya çok meyillidirler.
Bağlanma korkusu olanların eşleri duydukları aşkın eşsiz ve benzersiz olduğuna inanırlar. Bu aşk, günlük hayatta karşı­laşılan hiç dramatik olmayan, sıradan ve can sıkıcı ilişkilerden çok farklı, dramatik, karmaşık ve romantik bir aşktır. Sarhoş eden tutkularını ve endişeli çöküşlerini, aşklarının gizemi olarak tanımlarlar. Bu idealleştirme, bağlantı korkusu yaşa­ yanların eşlerinin aslında zayıf olan hafızaları tarafından da desteklenir. Acı çektikleri dönemler, uğradıkları sayısız hayal kırıklıkları ayrıca sevdiklerinin küstah ve saygısız davranışları hafızalarından silinir, ama çok daha nadir yaşadıkları tutkula­rın doruk noktalarını hatırlarlar.
Bir hisse senedini zarar ettiğinizi kabullenip doğru zamanda elden çıkarmazsanız yatırım yapmaya devam etmek zorunda kalır­sınız. İşte aynı bunun gibi mutsuz bir aşka ne kadar çok yatırım yaparsanız, hatanızı anlamanız o kadar zorlaşır.
Büyük aşk kav­ramıyla karıştırılan aslında güvensizlik ve öngörü eksikliği, yani korkudur. Bu yüzden insanlar, eşlerinin ve ilişkilerinin değerini inanılmaz şekilde gözlerinde büyütürler. Aşık olma duygusu yüksek adrenalin yüzünden uzun zaman devam eder. Eşler çok özel, eşi benzeri olmayan aynı zamanda trajik bir büyük aşk yaşadıklarına inanırlar. İşte bu yanlış yargı, sonunda her şeyin iyi olacağına dair duydukları sarsılmaz inançla sıkı sıkıya bağlantılıdır.
Bağlanma korkusu olan kişilerle ilişkiye giren özgü­vensiz insanlar, kendileri için duydukları endişe ve suçluluk duyguları içinde kaybolup gitme tehlikesiyle karşılaşırlar.
İlişki korkusu olmayan taraf kural olarak daima diğerinden daha bağımlıdır.
Duygusal kontrol kaybının, bağlanma fobisi yaşanan bir ilişkinin en temel belirtisi olduğu söylenir.
Kendilerini uzun süre eşlerinin kötü mua­melesine ve morallerini bozmasına maruz bırakarak çocuk­luklarında öğrendikleri ilişki modelini sürdürürler. İlişkilerin­de çocukluk travmalarını tekrarlayarak yeniden yaşarlar. Bu fenomen psikolojide tekrarlama zorlantısı olarak adlandı­rılır ve bağlanma korkusu olanların eşlerinin davranışlarının yegane tipik açıklamasıdır. Örneğin, babası tarafından hiç bir zaman kabul görmeyen ve onaylanmayan bir kız çocuğu yetişkin olduğunda kendisine aynı babası gibi davranan bir er­keği eş olarak seçer.
Kim sevdiği insanı kay­betmek ve terk edilmek ister? İşte bu düşünce insanda kor­ku ve acı uyandırır. Korku ve acı tutkuyu en fazla ateşleyen duygulardır, özlem duymaya, daha doğrusu sapkın bir özlem duygusuna sebep olurlar.
Ve lütfen güvenilir biri olun. Randevularınıza sadık kalın, bir­den ortadan kaybolmayın ya da randevu saatinden beş dakika önce mazeret bildirmeyin.
Seni kendime çok yakın hissediyorum ama biraz daha zamana ihtiyacım var gibi cümleler ciklet gibi uzaya­bilen cümlelerdir. Biraz daha zaman ne demektir? Doğru za­manın asla gelmeyeceğini bildiğiniz halde belli ki sevgilinizi motive etmek istiyorsunuz. Seni seviyorum ama sana aşık değilim cümlesi de çok sevimlidir. Sizce sevgiliniz bundan ne anlamalı? Tabii ki aşk duygusu zamanla sevgiye dönüşür diye düşünecektir. Peki, sorun nerede? Sorun, söyleminizin Sana karşı hissettiğim duygular değişti, artık seni yeterince sevip sevmediğimden emin değilim şeklinde olmamasında.
Sevgilinizin eksik yönleri olduğunu düşünüyorsanız, Bunun seninle bir ilgisi yok demeyin.
Bugüne kadar her zaman ilişkiler ciddileştiğinde kaçtığınızı biliyorsanız birlikte bir gelecek kurmayı beklemeyin. Sevgili­nizi çok özel, olağanüstü ve arzulanmaya değer biri olduğuna ikna ederek onu kandırmayın.
Çoğu insan öfkeyi beynin­den önce midesinde hisseder.
İçinizdeki çocuğun elinden tutarak ona, ihtiyacı olan güven ve emniyeti bu şekilde davranarak elde edemeyeceğini anla­tın. Çocuk, öfkelendiğinde kendine hakim olmayı bir yetişkinin yardımıyla öğrenmelidir. İyi bir yetişkin içindeki çocuk­la konuşurken daha olgun, daha mantıklı ifadeler kullanarak onun korkusunu ve endişelerini yenmesini sağlamalıdır.
Bağlanma fobisi olanlar, Bakalım beni hala isteyecek misin? diye düşünerek ilişkilerini ve eşlerini devamlı denemeye tabi tutarlar. Onların bu sınavı asla başa­ramayacaklarını tahmin ederler. Bunun sebebi eşlerinin değil kendilerinin bağlanma korkularıdır.
İçinizdeki çocuk inatla küser ve saklandığı kovuğa çekilir. Aptalca duygularını ben­den uzak tut, onları istemiyorum! der. Suçluluk duygularında da, İstemiyorum, yapamıyorum, zaten bir işe yaramaz, defol başımdan, beni rahat bırak! diyerek kovuk politikasını yürü­tür. Aslında direnmesine rağmen söylediklerinin tam tersini arzular. Birisinin gelip, duvarların ve dikenli tellerin üstün­den atlayarak onu özgür kılmak için mücadele vermesini ister. Ama bu gizli umut ile hiç kimsenin onun uğruna savaşmaya­cağı kuşkusu birleşerek şiddetli savunma taktiklerinden birine yol açar.
Kendini sevebilen insanlar başkalarının sevgisine daha kolay dayanabilir, Tabii ki, neden olmasın? diyebilir­ler. Kendileri ile barışık olmayan insanlar ise, başkalarının on­ları kendilerinden daha iyi değerlendirmelerine dayanamazlar. Bunu yanlış bularak hak etmediklerini hissederler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir