Başak Sayan kitaplarından Bağlanma Korkusu kitap alıntıları sizlerle…
Bağlanma Korkusu Kitap Alıntıları
İnsanın ne hissettiğini,ne düşündüğünü kendisi bile fark etmeden önce bilen birilerinin varlığından daha güzel şey yok bu hayatta.
İnsanın ne kadar sevdiğini anlaması için önce kaybetmesi mi gerekiyordu?
Aşkın içinde huzur yoktur Huzur geldiği zaman aşk çoktan gitmiştir.
Herkes günlük hayatında maskeler takmaya alışmıştır ama kimsenin gözleri gerçeği saklamayı beceremez.
Unutmamak, insana verilmiş en büyük ceza olduğuna göre, belki de o herkesten mutluydu bu haliyle.
Görüşmesek de aşkımız bitmez bence.Çünkü aşkın devam edebilmesi için gözlere ihtiyacı yoktur.
Birini hem bu denli sevip hem nefret etmek mümkün mü acaba?
Aşk planlanan değil,içine düşülen bir durum.
Ne demişler;Tanrı insanı dostlarından korusun,çünkü düşmanlarıyla başa çıkabilir.
Seni sevmek için sana yakın olmaya, seni görmeye ihtiyacım yok.
Hayatta bazı gerçekleri kaldırmak yaşamaktan daha zor olabiliyordu.
Çok sevip de ayrılmak zorunda kaldıklarımızın en kötü tarafı, onları hatırladığımızda, bizi tekrar tekrar terk etmeleridir.
Herkes hayatta kendi payına düşen acıyı yaşıyor.
Zamanında sizi sinir eden küçük ayrıntılar gün geliyor en çok aradığınız şey olabiliyordu.
Aşk öyle bir şeydi ki en umulmadık anda, en olmaz dediğin insan bile içine düşürüyordu.
Birinde kızdığın ya da sinir olduğun şeyleri gün geliyor sana onu hatırlattığı için kendin yapmaya başlıyorsun.
Sevgiye boyun eğmek utanılacak bir şey değildir ama gururu yok ettiği için zordur onunla yaşamak.
Aşk dediğin nedir ki ? Altı üstü birkaç kalp çarpıntısı, bir iki dokunma arzusu,kaçmaktan çok kovalamak isteği.
Birine seni seviyorum demekten korkar hale gelmek mi korurdu insanı karşılaşacağı sorunlardan?
İnsan yaşam enerjisini kaybederse eğer hayatta hiçbir şey ona anlamlı gelemezdi.
Zaman kimi insan için su gibi akıp geçer, kimi insan içinse bir asır gibi sürebilirdi.
Aşkın görmeye, görüşmeye ihtiyacı yoktur.
Aşk insanın tüm duygularını kör edip gerçeği görmesinin önünde bir engel miydi?
İnsan gerçek sevgiyi her an yakalayamıyor. Elindekilerin kıymetini o anda bilmek gerek. Çünkü son pişmanlık fayda etmiyor.
İnsanlar hayatlarındaki gerçeklerle kendi kişisel doğru zamanlarında yüzleşebiliyorlardı.
Vicdan diye bir şey vardı gerçekten. Er ya da geç yapışıyordu yakana
Belki insanların hayatlarında yaşadıkları her kötü deneyim, aslında onları hiç bilinmeyen gelecek bir tarihteki o kaçınılmaz kadere hazırlıyordu.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Aşk, kendini engelledikçe, o engellerle mi büyüyen bir şeydi?
Yaşanan en kötü olayın bile bizim bilmediğimiz , büyük resme hizmet eden bir yanı vardı.
Aşk planlanan değil, içine düşülen bir durum.
Yaşanan ama milyonlarca kez tekrar tekrar hayal edilen her olay bir süre sonra gerçekliğini yitirmeye başlardı.
Bazı gerçekler vardır, onu bilseniz bile başka türlü davranamazdınız.
Aşkın içinde uyanacağı anı bekleyerek gizlenir miydi kıskançlık dedikleri? Aşkı var eden, yol almasını sağlayan neden kıskançlık mıydı? Kıskançlık olmadan aşk büyümüyor muydu? Hatta var olmuyor muydu?
Ne de olsa gülümsemek en ölümcül şeyleri söylerken bile karşısındakinin içine bir tür ferahlık duygusu verirdi.
Ciddi bir üzüntü yaşamadan da hayatı kendine zindan edebilirdi insan. Başkalarına önemsiz gelen sıkıntılardan kendine dört başı mamur bir cehennem yaratabilirdi.
İnsan nedense kötü şeylerin kendisinin de, yakınlarının da başına gelmeyeceğini düşünüyordu.
İnsan yarasının yıllar sonra kapanacağını düşünür ama orada öylece durur o yara.
Hastanelerin tüm iyimserliğinizi alıp götüren, insanın içini ürperten bir havası ve kokusu vardır. İlaç kokusunun temizlik kokusuna karıştığı koridorlarda, insanların derilerinin altına işlemiş bir korkunun kokusunu da duyarsınız. Hastalık korkusu.
Sevdiklerinle mümkün olduğunca çok vakit geçir, onları ne kadar çok sevdiğini söyleyebildiğin kadar söyle ve asla yaşam konusunda aç ve arsız olma.
Gelecek, senin önem vermediğin ya da önemsemediğin detayları seçişinde gizliydi. Seni mutlu eden bir yolun sonunda seni asıl neyin beklediğini bilemiyordun. Bildiğindeyse iş işten çoktan geçiyordu. Eğer şanslıysan hayat sana toparlanmak için fırsat sunardı.
İnsan hayatta her zaman yarının gerçekten neler getirebileceğini düşünmeden yaşıyordu. Planlar yapıyor, geleceği şekillendirdiğini sanıyordu ama nihayetinde hepsi boş bir uğraştı.
Hani bazı anlar vardır, tüm hayatınızı o kısacık zaman dilimine sığdırırsınız.
Üzerinden ne kadar uzun zaman geçerse, hatıralar o kadar silikleşir. Geriye sadece o hatıranın öznesi ve hissedilen duygular kalır. Tüm detaylar siliniverir.
O güne dek korumak için savaştığı yalnızlığı artık ona acı veriyordu.
Ciddi bir üzüntü yaşamadan da hayatı kendine zindan edebilirdi insan. Başkalarına önemsiz gelen sıkıntılardan kendine dört başı mamur bir cehennem yaratabilirdi.
İnsan, ömrünün uzunca bir süresini belli bir durumda geçirirse ona alışıyordu. Bir süre sonra o insan için hayat o oluyordu. Bu durum esaret bile olsa
Gelecek, senin önem vermediğin ya da önemsemediğin detayları seçişinde gizliydi.
Kimse anlamayacakken anlatmaya ne gerek vardı?
“Aşkın gizemi ölümün gizeminden daha büyüktür.”
“Ne garip, birinde kızdığın veya sinir olduğun şeyleri gün geliyor sana onu hatırlattığı için kendin yapmaya başlıyorsun.”
Insan ne hissettiğini,ne düşündüğünü kendisi bile fark etmeden önce bilen birilerinin varlığından daha güzel şey yok bu hayatta
Elbette yoldan geçen biri başka bir gülün benim gülümden daha güzel olduğunu söyleyebilir.Ama benim gülümü daha önemli kılan şey başka.Benim gülümü önemli kılan onun için harcamış olduğum zaman
Çok sevip de hiçbir zaman geri döndüremeyeceklerin belki de en kötü tarafı,onları hatırladığında seni tekrar tekrar terk etmeleridir.
Bir şeyi söylememekle yalan söylemek aynı şey değildir
Zamanında sizi sinir eden küçük ayrıntılar gün geliyor en çok aradığınız şey olabiliyordu.Sonunda en çok da bu küçük ayrıntıları hatırlıyordunuz.Nasıl iz bıraktıklarını anlayıp şaşırarak Ve aslında hayatı güzelleştiren şeyin o küçük kusur,noksanlıklar ve ayrıntılar olduğunu fark ediyordunuz.Yaşamın ironisi değil de neydi bu?Sevmediğini düşündüğün yığınla ayrıntı bir bakıyorsun aslında en çok aradıkların oluvermiş
Genelde insanlar ya geçmişte ya da gelecekte yaşadıkları için,o anda onu mutlu edebilecek şeylere odaklanamıyorlarmış.Bu da en büyük mutsuzluk kaynağıymış.
Mutluluk acı hep yan yanaydı.Biri sahneye çıktıktan hemen sonra diğeri de ona yetişiyordu.
Yüzyıllar da geçse de üzerinden aşkın doğası hiç değişmiyordu.Çünkü aşk böyle bir şey.Dünyanın en büyük mutluluğu ile en derin acısından yaratılmış
Yemek yapmak parfüm yapmak gibidir.O kadar çok pişirdiğinde tüm malzemeler eriyecek ve içinde sadece lezzetleri kalacak.Tıpkı bir parfümün alt notalarında hangi çiçeğin olduğunu anlamaya çalışanlar gibi yiyenler de içinde neler olduğunu tahmin etmeye çalışacaklar
Vicdan azabı,hesabını kapamadan yok olmuyordu
Aşk planlanan değil,içine düşülen bir durum
Üzüntüye en iyi ilacın hep zaman olduğunu söylerler ya,Bahar hiç öyle düşünmüyordu.Zaman sadece acıya alışmasınü sağlıyordu
Uzun yıllara yayılmış bir azap.Umutken savaşa dönmüş bir ilişki.Insan yarasının yıllar sonra kapanacağını düşünür ama orada öylece durur o yara.Oradadır,bilirsin.Belki artık acıtmıyordur.Onunla yaşamaya alışmışsındır.Sadece bir an gelir o yaranın üstü çizilirse,tekrar hissedersin.Belki aynı şiddette değildir ama içine pişmanlık gibi başka duygular da karıştığı için daha yakıcı duyumsarsın yarayı.Pişmanlık ve vicdan azabı Insanın kendi kendine acımasızca yarattığı cellatlar
Çok sevip de ayrılmak zorunda kaldıklarımızın en kötü tarafı, onları her hatırladığımızda, bizi tekrar tekrar terk etmeleridir.
Hatta belkide aşk dediğin şey budur. Hiç gelmeyeceğini düşündüğün birini beklemekten hiç vazgeçmemek.
Belki aşk denilen şey buydu,
hiç gelmeyeceğini düşündüğün birini beklemekten hiç vazgeçmemek.
hiç gelmeyeceğini düşündüğün birini beklemekten hiç vazgeçmemek.
Insan ölmeden once uğrunda ölmeye değer bir hayattı sözüne kendini ikna etmeye mi çalışırdı..??
Yolun sonuna gelenler yolun basindakileri her zaman kıskanırdı. Ama kıskançlıkları gencliklerine değildi çoğu zaman. Yaptıkları hataları geri alabilecek zamana sahip olabilmelerini kıskanırlardı. Cem bazı şeylerin daha erken farkına varmayı ne çok isterdi, kendiyle daha erken yuzlesebilmeyi
Ben seni sevmekten hiç vazgeçmedim ki ne affetmesi! Insan seviyorsa eğer ne yaşanırsa yaşansın, başlarına ne gelirse gelsin sevmeye devam eder! Seni çoktan affettim!
Durdu birden. Uzanıp göz pınarlarından süzülen damlaları almak istedi ama yapamadı. Ben seni bırakıp görmedim, sadece bu ağır, acı veren bedeni bıraktım demek istedi ama sesini duyuramadı. Hem ben bırakabilir miyim seni? Ömrüm seni beklemekle geçti. Belki de beklemek yaşattı beni. Insan sevdiğini bırakıp gidebilir mi hiç? Küçük prensi unutma! Ölmeyeceğim ben. Sadece olmuş gibi görüneceğim sana. Geceleri gökyüzündeki yıldızlardan birinden sana gülümseyeceğim. Hangi yıldız olduğunu bilemediğinden tüm yıldızlar gulumsuyormus gibi gelecek sana.
Bu öyle bir acı ki, hayata devam edemiyorsun. Içinde kocaman bir yara. Zamanla gececegini söylüyorlar ama geçmiyor. Orada öylece kalıyor. Unutmuyorsun
Geçeceğini sanmıyorum. Sadece bu acıyla yaşamayı öğreniyorum, o kadar.
Sevdiği adamın sadakatini değil, bağlılığını istiyordu.
Herkes günlük hayatında maskeler takmaya alışmıştır ama kimsenin gözleri gerçeği saklamayı beceremez. En neşeli anlarda bile gelip geçen hüzün bulutu belli eder gerçeğini