İçeriğe geç

Babamın Tanrı Olduğunu Sandım Kitap Alıntıları – Kolektif

Kolektif kitaplarından Babamın Tanrı Olduğunu Sandım kitap alıntıları sizlerle…

Babamın Tanrı Olduğunu Sandım Kitap Alıntıları

Kedim Simon’ı da özlüyorum. Karşıma bir kedi çıkmasını ümit etmeye devam ediyorum, özellikle de kış bastırmadan önce. Tüylü bir bedenle uyumak ve ona sokulmak çok hoş olacaktır.
Ama bir çocuğu en ufak şeyler etkiler.
Gördüğüm her şeyi okurum, sözcükler benim için gıda ve hava gibi.
Bazen terk edilmek iyi şanstır. Kayıplarımızın arkasından bakarken benliğimiz kendi içimize geri döner.
Ama anlatabileceğim hiçbir ölüm yok, tekrarlanmaya değecek hiçbir gezim olmadı. Çılgın bir şans ya da inanılmaz bir felaket denk gelmedi bana. Yalnızca ortalama bir hüznüm var.
Yalnızların da bağışlanmaya ihtiyacı vardır.
Ama çoğu zaman bunlar unutulur, kilometreleri aşmak gerekir çünkü.
Bir kez daha yalnız geçirilen zamanı, yayılacağım bir şey yerine, harcanacak ya da miras bırakılacak bir şey olarak düşünmeye başladım.
Ve şimdi, artık unuttuğuma göre, her şey yeniden çökmeye hazırlanıyor, bir aşk daha beni terk ediyor.
Âşık oldum.
Âşık olmak kendinizi bir köşeye resmetmek gibidir. Etrafınızı boyadığınız renkle coşarken arkanızda azalıp giden özgürlüğü unutursunuz.
Onunla bir buçuk yıl boyunca konuşmayı bıraktım. Sonra yeniden konuşmaya başladığımızda yalnızca en yüzeysel konulara odaklandım.
Sanıyorum ki anlamak zorunda kalmadan bir şeye inanabilirsiniz.
“Seni seviyorum,” ya da, “Elveda,” demeye bile fırsatımız olmadı. Öylece gitmişti, sonsuza dek.
Anladım ki Peter’ın acısının insan ruhunun nesnel bir görüntüsüyle karşılaşmakla ilgisi yoktu. Bu kendisiyle ilgiliydi.
Piyanodaki melankolik blues ezgileriyle ve tatlı sert saksofonla iyice karıştırın, elinizde daha önce hiç kimsenin yudumlamadığı hiç kimsenin yudumlamayacağı ve zamanın başından beri herkesin yudumlamış olduğu bir içki olacak.
Ses bana hiçbir yerde olmadığımı söyleyen gürültülü, saldırgan ve hemen o anda uzaklaşan bir hatırlatıcı.
O zamanlar gençtim ve kendim için düşünmeye henüz başlamamıştım.
Dönüşürsün. Yaşarsın. Sen olursun.
Ama şimdi kelebeğin uçuştan önce kanatlarını kurutmuş olduğunu anlıyorum.
İçimden bir ses, “Bu kız çok ilginç,” diyordu, ama hiçbir zaman onu tanıma cesaretim olmadı. Beynim bu tartışmaya giremedi bile.
Dik durur, mesafeli ve bağımsız görünürdü. Ama yine de bazı şeyler zırhını delip geçerdi, çünkü onda ara sıra bir gözyaşına rastlardım.
Nesnel olarak bilme ya da anlama becerimizi aşsalar da gerçekler yine de gerçektir.
Bana duyguların ve düşüncelerin ona ayrı ayrı değil, birlikte, tek parça olarak geldiğini anlattı.
Hayatı zaten araftaydı ve biz de onu cehenneme çevirmeye ant içmiştik.
Doğarsınız, yaşarsınız, yaşlanırsınız ve ölürsünüz. Bu yolculuk boyunca hayatı çekilir ya da çekilmez yapan ailenizi, arkadaşları ve aşkı kazanıp kaybedersiniz.
Bütün sandalyeler güneşin okyanusun üzerindeki yükselişini izlemek için doğru açıdaydı.
Coğrafyadaki değişikliklere karşın, hayalî manzaram sonsuz ve hep güneşli.
Hangisi daha büyük bilmiyorum; alenen çektiğimiz acı mı, yoksa sevdiğiniz birini korumak için tek başınıza katlandığınız acı mı?
Pek dikkatli bakmıyordum. Bir sisin içindeydim ve sohbetinin durağan akışına fazla tepki vermiyordum.
Şaşırmadım, ama umursamamam gerekse bile duygularım biraz incindi.
Onu kaybetmek hayatımdaki en önemli olaylardan biriydi. O benim dünyamın merkezindeydi ve benliğimi oluşturan her şey onun benliğiyle ilgiliydi.
Akıcı olsa da, sözcük dağarcığının kendisini bir durumun gücünü anlatmaktan alıkoyduğuna inandığında zorlanıyor. Kaygılanmamalı. Olaylar basit; anlamları açık.
Hüzünlü ve korkutucu bir “bilmiyordum” yılı geçirmiştim. Hüzün geçmemişti, ama içimin derinliklerinde hâlâ gülebiliyordum. Kahkaha beni daha güçlü yaptı.
O yıl aynı zamanda “bilmiyordum” yılıydı. (…) Bilmediğim şeyler tarafından her düzeyde tehdit edildiğimi hissediyordum.
Cıvıldayan kuşların sesi hayatta oluşuma şükretmemi sağladı.
Bu genç kadının ortama epey rahat uyum sağladığını; ama benim paramparça olduğumu ve sarsıldığımı fark etmeye başladım.
Zamanla öğrendim ki biri yas tutarken gerçekten acayip bir şey söylemektense hiçbir şey söylememek çoğu zaman daha iyidir.
Annem birinci sınıftaki dayımın çok zaman harcayıp ayrıntılı bir pembe ev çizdiğini ve Myrtle teyzenin, “Evler pembe olmaz,” diyerek ona zayıf not verdiğini söyledi. Büyüyüp evlendiğinde dayım bir çiftlik arazisi alıp kendi evini yaptı, seçtiği tuğlalar da hafif pembemsi bir renkteydi.
Hayatın bazen tekdüze, yinelenen ve yer yer acımasız olduğu bir dünyada içim sihirle doluyor.
O sözcükler benimle her yere gitti. Her gece onlara geri döndüm.
Benim güldüğüm şeye gülen bir kıza rastladım. Aynı şeye gülmek güvenilir bir tanışma yoluydu.
Sonra da yoluna devam etti. Biz de orada sessizlik içinde uzaktaki karanlık onu yutana dek bekledik.
Aramızda, iletişim kurmamayı seçen ama yine de birbirine saygı duyan insanlar arasındaki sessiz anlaşmalardan biri vardı.
Genellikle yabancıları engelleyen çatlaklar ve boşluklardan içeri girmeme izin vererek adım adım hayatını bana açıyordu.
Bütün bu yıllar boyunca bugünü beklemiştim. Ama bu kadar ani olacağını sanmıyordum. Şimdi arkamda bıraktığım şeyler, hatıralarımdı.
Çakılmak üzere olan bir uçakta yere yaklaştıkça birbirine çarpan yolcular gibi birbirimize tutunduk.
Yalanlar söylendi. Gerçekler söylendi. Yalanlar ve gerçekler eşit derecede yaralayıcıydı.
Evimize vardığımızda da karanlık pencereler tarafından karşılanacağımızı, kapıdan içeri girdiğimizde bir arada ama nihayetinde yalnız olacağımızı, her birimizin artık içimize yerleşen adeta elle tutulur boşluğa dalacağını biliyordum.
Bazıları tanıdıktı; ama yalnızca tek başına yaşanan uçsuz bucaksız aşinasızlık denizindeki yüzlerdi çoğu.
Kendimi çözerken düğüm olduğumu nasıl bilebilirdim ki?
Sanki tepemdeki yıldızlarda, her ışıklı pencerede, taşıdığım ağaçta o vardı.
İnsanların kitabı bir damla gözyaşı dökmeden, bir kez bile olsun kahkaha atmadan baştan sona okuyabilecek olmalarını hayal etmek benim için çok güç.
Gözlerini yüzüme dikmemişti ama benden kaçırmıyordu da. Kalbime sapladığı hançerden pişman olup hiçbir şey yokmuş gibi mi davranmayı umuyordu?
Bir sokağın her iki ucunun neredeyse tam ortasındaydık, arkamızda körfez, karşımızda tepeler vardı. Her iki yönde de ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Bu 1980’deydi, yirmi yıl önce. İnanmakta zorlanıyorum; çünkü hepimizin, suyun akışında bir ileri bir geri hareket edip sallanarak hayatın daha iyi olması beklentisiyle zamanı akışına bırakarak hâlâ orada olduğumuzu biliyorum.
Başka herhangi biri için sıkıntıdan patlamış görünebilirdik, ama aslında derin düşüncelere dalmıştık. Derin düşünceler.
Ama sözcükleri ellerinizle tutamazsınız. Kitap elle tutulur bir şey ve elinizden bıraksanız bile yeniden bıraktığınız yere dönüp devam edebilirsiniz.
Bütün yanıtlara sahip olmadığınızı kabullenmeyi istemeniz gerekir. Yanıtlara sahip olduğunuzu düşünüyorsanız hiçbir zaman söyleyeceğiniz önemli bir şey olmaz.
Hepimiz kendi varlığımızın alevlerinde kavruluyoruz. İçimizdekileri anlatmak için sözcükler gerekli.
Hiçbir zaman kusursuz olmadım, ama ben gerçeğim.
Bazen terk edilmek iyi şanstır. Kayıplarımızın arkasından bakarken benliğimiz kendi içimize geri döner.
Hiç bir zaman kusursuz olmadım, ama ben gerçeğim
Ama ilişkimizin çok erken dönemlerinde her şey için zorbaca talebi goncayı açmadan koparmıştı.
Bu yüzden, Doris her neredeysen ve her kime dönüştüysen sana erken yaşta aldığım aşk dersi için teşekkür ediyorum, daha da önemlisi, aşk ve ekonomi denklemindeki netameli denge için. Ayrıca bilmeni isterim ki zaman zaman, uyuklarken seni hâlâ o okul bahçesinde siyah ve dans eden buklelerine uzanarak kovalıyorum.
Bu nereden aklıma geldi, bilmiyorum. Tek bildiğim, bu doğum gününün bir şekilde başka türlü olması gerektiğiydi. Benimle kutlama yapmak isteyen arkadaşlarım olmadığından değil. Ailemden uzak olduğumdan değil. Hatta bir erkekten daha yeni ayrıldığımdan bile değil. Tek bildiğim arabayla uzaklaşmak istememdi. Kendimi tek başıma ve ayrı olarak onurlandırmak istedim. Herkese bunun kişisel olmadığını açıklamıştım, yalnızca doğum günüm için uzaklaşıyordum.
“Seni seviyorum,” ya da, “Elveda,” demeye bile fırsatımız olmadı. Öylece gitmişti, sonsuza dek.
***
evimiz dört kişilik hareketli ve mutlu bir aileden donuklaşmış iki kişinin dingin bir yas içinde yaşadığı bir yere dönmüştü.
***
Kaybının getirdiği acı ve yalnızlıkla başa çıkmakta zorlandım, ama aynı zamanda annem için çok kaygılıydım. Babam için ağladığımı görürse acısının daha da yoğunlaşacağından korkuyordum.
***
onu daha çok yara almasından koruma sorumluluğu hissediyordum.
***
karanlık çalılıkların gölgesinde saklanırdım; ağlamaktan tükenene dek kaldığım yer, burası olurdu.
***
Babamın eriyip gittiğini görmek bana acı veriyordu.
***
Onu öptüm ve vedalaştım. Ertesi gün öldü.
***
Tabutunun üzerine bir kürek dolusu toprağı ilk ben attım.
Onu kaybetmek hayatımdaki en önemli olaylardan biriydi. O benim dünyamın merkezindeydi ve benliğimi oluşturan her şey onun benliğiyle ilgiliydi.
***
Onu hâlâ özlüyorum ve sonsuza dek özlemeye devam edeceğim.
Benden bir tepki, bir değişiklik işareti bekliyor olmalıydı. Gözlerini yüzüme dikmemişti ama benden kaçırmıyordu da. Kalbime sapladığı hançerden pişman olup hiçbir şey yokmuş gibi mi davranmayı umuyordu?
“Sana şükran borcumu ödeyemem,” dedi Juan, “ama Tanrı sana hakkını verecektir.”
Ama sözcükleri ellerinizle tutamazsınız. Kitap elle tutulur bir şey ve elinizden bıraksanız bile yeniden bıraktığınız yere dönüp devam edebilirsiniz.
Gerçekliğin yeterli bir tanımından yoksun kaldım. Olaylardan emin değilseniz, zihniniz hâlâ gördüklerinizi sorgulayacak kadar açıksa dünyaya büyük bir dikkatle bakma eğiliminde olursunuz;bu dikkatten de daha önce hiç kimsenin görmediklerini görme olasılığı doğar.Bütün yanıtlara sahip olmadığınızı kabullenmeyi istemeniz gerekir. Yanıtlara sahip olduğunuzu düşünüyorsanız hiçbir zaman söyleyeceğiniz önemli bir şey olmayacaktır.
Ah, keder! Ah, çaresizlik! Çok geçti; ama kendimi kaçışı olmayan bir cehenneme bilmeden mahkûm ettiğimi şimdi anlamıştım.
O kadar zeki ve mantıklıdır ki çoğu zaman mantıksız olur. Duyarlı ve cömert de olabilir ama çoğu zaman insanları tersler.
Artık yetişkin bir kadınım ve hâlâ kaybettiğim şeyler oluyor. Hâlâ dikkatsizim. Ama o gün babamın bana öğrettiği şey bir sorumluluk dersi değildi. Onun kahkahasına güvenmemeyi öğrendim. Çünkü kahkahası bile canımı yakıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir