İçeriğe geç

Baba Evi – Avare Yıllar Kitap Alıntıları – Orhan Kemal

Orhan Kemal kitaplarından Baba Evi – Avare Yıllar kitap alıntıları sizlerle…

Baba Evi – Avare Yıllar Kitap Alıntıları

Ya postallarım? Onlar büsbütün eskimişlerdi. Küçük adam oluşuma hayatımda ilk defa klanet ederek, şaşkın, bekledim. Kızamıyor, hiç olmazsa, nasıl kızacağımı beceremiyordum. Buna hakkım da yoktu galiba.
Onun çalıştığı bitişik çikolata fabrikasına dadandığım için bir gün patron, kızların önünde kulağımdan yakaladı, getirip makinemin yanına bırakı, bağırdı, çağırdı.. Galiba, Bir daha seni orada görürsem kovarım! dedi .
Günlerden bir gün – kül renkli bir gündü – babam beni çok erken uyandırdı. Aspirin almaya gönderdi. Aspirini almış, geliyordum. Bir köşeyi dönünce birdenbire o Ağır siyah paltosunun içindeeydi, başında kahverengi fötrü, elinde sarı çantası, her zamandan daha heybetli ve korkunç, yanında da iki arkadaşı
Ayrı sınıflara mensup olması lazım gelen insanların karmakarışık kalabalığına nutuklar söyleniyor, nutuklara karşılık eller çırpılıyor, Yaşa! diye bağrılıyordu. Böyle bir kalabalığı zaman zaman coşturan bir adamın oğlu olduğumun farkındaydım.
Ama ben babamı asıl fırka mücadelelerinde tanıdım.
Benim gibi, benim gibi bir adamın oğlu ha!
Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir muameleyi başkalarına da yapmayın
Dünyada herkesin rızkı başka başka yollarda
Bir doktorun işini bir çöpçü beceremediği gibi bir çöpçünün işini de bir doktor göremez
İnsanlara kızmamaya alışın! demişti,İnsanlar kızılmaya değil,acınmaya ve sevilmeye muhtaçtırlar.Hastasına kızmayan bir doktor olmaya çalışın.Ekmeğinizi alnınızın teriyle kazanın,kitaplar satın alın,bol bol okuyun.
Çok kimse kendindeki kusurun farkındadır,fakat açığa vurmaktan çekinir.Kendindeki kusurları görebilmek bir özelliktir,bu kusurları söyleyebilmek ikinci özellik, hele kendi kendisiyle alay edebilmek zeka işidir.
İnsanlığa işleyen kafalar lazım, et kafalar değil.
Dünya memulardan ibaret değil. Memurlar devede kıl bile değildirler.Sonra, dünyadaki insanların önemli bir kısmının da ortaokul diploması yoktur ama,pekala çalışır, kazanır, diplomaları yaşatır,kendileri yaşar ve mücadele de ederler!
Benim ağabeyim var, der ki: Eski ayakkabılarımdan zenginlerimiz utansın
Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir muameleyi başkalarına da yapmayın! (Ve hemen ilave ederdi) İsterse tavuk olsun!
Ey açlık! Seni midemde, iliklerimde, kanımın yuvarlarında duydum. Ve sen, benim iyi, benim merhametli ve devamımı sağlayan soyum, insan soyu, sen sonsuz tokluğu fethedeceksin!
Ey açlık! Seni midemde, iliklerimde, kanımın yuvarlarında duydum.Ve sen, benim iyi , benim şefik ve rahim olan soyum, insan soyu, sen ebedi tokluğu fethedeceksin!
Müthiş güneş yusyuvarlak ve kıpkırmızı batıyordu. Ortalıkta çıldırtan bir serinlik Fitillerinden birbirine bağlı top ayakkabılarımız omuzlarımıza atılı, yalınayak, hâlâ fırın külü kadar sıcak tozları çiğneye çiğneye düştük yollara.
Zannediyordum ki, mürettiphanenin demiri, tahtası, camı, insanı, makinesi elbirliği etmişler, bana gülüyorlar. Her zaman ters ters bakan kâğıt kesme makinesinin kol demirindeki tek somun bile gülüyor, sanki dil çıkarıyordu. Ya postallarım? Onlar büsbütün eskimişlerdi. Küçük adam oluşuma hayatımda ilk defa lanet ederek, şaşkın, bekledim. Kızamıyor, hiç olmazsa, nasıl kızacağımı beceremiyordum. Buna hakkım yoktu da galiba
Kol çevirirken çoğu kez, elimde olmadan dile gelirdim. Bu ve buna benzer bütün düşündüklerimi içimdeki bir başka benle münakaşa ederken kendimden geçermişim Ustam, kim bilir kaçıncı defa, Kafiii! diye bağırırmış, duymazmışım ki, enseme vururdu.
Ben en çok kara gözlerini seviyordum. Işıklı, ıslak ıslak gözler Dükkana geldikçe o, Süreyya Usta bile değişirdi. Hiç gülmeyen yüzü yumuşadı.
Memlekette, tanınmış bir fırka lideri, bir avukat, bir gazetecinin oğlu olmaktan bıkmıştım. Sokaklarda dolaşma, terbiyesiz çocuklarla oynama, küfretme, gibi nasihatlerden usanmıştım. Öyle ki, kaç sefer, ah, keşke bir eskicinin çocuğu olsaydım diye düşünmüştüm. Lokanta ne iyiydi
Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir muameleyi başkalarına da yapmayın! (Ve hemen ilave ederdi) İsterse tavuk olsun!
Pavli Dayı’nın gülüşü korkunçtu. Pavli Dayı gülmezdi, Pavli Dayı sanki ağlardı. Onunla ahbaplık ettiğime kızan babaannem, Pis, bitli, gâvur, derdi.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Dokunsalar ağlayacaktım.En sevdiğini az evvel topraklara kendi elleriyle vermişlerin o tesellisiz,bunaltıcı sıkıntısı içinde..!
Çünkü insanların yüzde sekseni ne söylediğine değil nasıl söylediğine bakarlar.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Gözlerini yükseklere dik oraya ulaşmak için oku!
Bir insanın öğrendiklerini diğer bir insan niye öğrenmesin?
İnsanlar kızılmaya değil acınmaya ve sevilmeye muhtaçtır.
Sanki tabiat gözlerini ovuşturarak uyanıyordu.
Hele kendi kendisiyle alay edebilmek zeka işidir.
İnsanlığa işleyen kafalar lazım et kafalar değil.
Vallahi nasıl geçindiğimizin nasıl döndüğünün farkında değilim.
Sağ gözden sol göze fayda yok.
Eğer oğlum sen adam olursan sokaktaki köpeklerde adam olur.
İstanbul güzel ama karnımız açtı.
İçimde bir türkü hazin bir türkü
Sen yalnız kendini düşün kendini ve okulunu. Bizi Allah düşünür!
Geride bırakacağım her şeyde bir mahzunluk seziyordum.
Daha çok kendi kendimle sohbetlerde bulunuyordum ve bundan adamakıllı zevk almaya başlamıştım.
Eski ayakkabılarımdan zenginlerimiz utansın.
Ey açlık! Seni midemde, iliklerimde, kanımın kürevyelerinde duydum. Ve sen, benim iyi, benim şefik ve rahim olan soyum, insan soyu, sen ebedi tokluğu fethedeceksin!
Bir gün Beyrut limanında dolaşırken bir Türk vapuru gördüm. Direğinde bayrağımız Bu vapur, bu bayrak, bu benim memleketimin, vatanımın bir parçası Saatlerce oradan ayrılmadım. Büyülenmiş gibiydim, gözlerim bayrağımıza dikili, heyecandan çalkalanarak, oralarda dolaştım durdum.
Dedem benim doğduğumu babama benim imzamla şöyle tellemiş:
Ben de dehr’in sitemin çekmeğe geldim dehr’e!
Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir muameleyi başkalarına da yapmayın! (Ve hemen ilave ederdi) İsterse tavuk olsun!
Bizimki de hayat mı? Sokulmuşuz ahlaksızlık yatağı, ruhsuz şehirlere
Zaten maaşım çok olmazsa evlenmem ki İçim yanmış fukaralıktan Gözümü açtım yoksulluk Bıktım usandım be
Ey açlık! Seni midemde, iliklerimde, kanımın yuvarlarında duydum. Ve sen, benim iyi, beni koruyan ve devamımı sağlayan soyum, insan soyu, sen sonsuz tokluğu fethedeceksin!
Kimi? Neyi?
Kim bilir
Yüksel ki yerin bu yer değildir. Dünyaya geliş hüner değildir.
Çok kimse kendindeki kusurların farkındadır, fakat açığa vurmaktan çekinir. Kendindeki kusurları görebilmek bir özelliktir, bu kusurları söyleyebilmek ikinci özellik, hele kendi kendisiyle alay edebilmek zeka işidir.
İnsanlığa işleyen kafalar lazım, et kafalar değil. Onun için uğraşıyorum.
Kendinize fazla önem veriyorsunuz. İnsanların, işlerini güçlerini bırakıp sizinle, yalnız sizinle ilgili olduklarını sanıyorsunuz. Bu bir hastalıktır.
herhalde biz hürriyetten faydalanmasını bilmiyorduk.
Yalnız işçiler, o, dünyanın her tarafında, herkesten az uyuyan, kadınlı erkekli, çocuklu kalabalık, onlar kümeler halinde ve yollarda olurlardı.
Her taraf kar içindeydi. Telefon tellerine üşüşmüş kuşlar. Kuşlar zavallı kuşlar, başlarını omuzları arasına çekmiş, karanlık geleceklerine endişe ile bakan kuşlar..
Ey açlık! Seni midemde, iliklerimde, kanımın yuvarlarında duydum. Ve sen, benim İyi, benim merhametli ve devamımı sağlayan soyum, insan soyu, sen sonsuz tokluğu fethedeceksin!
Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir muameleyi başkalarına da yapmayın!
(Ve hemen ilave ederdi) İsterse tavuk olsun!
“ şimdi çok utanıyorum.”
“Neden?”
“Şu postallarımdan ”
“Aldırma ”
“Aldırma mı? Ayıp değil mi bunlarla ”
“Neden ayıp olsun? Benim bir ağabeyim var, der ki: eski ayakkabılarımdan zenginlerimiz utansın ”
“Ya,” diyordum, “babam ölüverirse!”
Onun varlığında bana evimin dağılmamasını temin eden bir tılsım var gibi geliyordu. Onu sevmediğim, ondan korktuğum, ondan süratle uzaklaşıp kurtulmak için can attığım halde, onu yine de sırtımı dayadığım bir ağaç, yahut uçurumun kenarında sıkı sıkıya tutunduğum sağlam bir meşe dalı kadar kuvvetli buluyordum.
Annem, babamı çoktan affetmişti:
“Dövsün,” demişti, “erkektir ”
İnsanlara kızmamaya alışın. İnsanlar kızılmaya değil,acınmaya ve sevilmeye muhtaçtırlar. Hastasına kızmayan bir doktor olmaya çalışın. Ekmeğinizi alnınızın teriyle kazanın,kitaplar satın alın,bol bol okuyun. Benim kim olduğumu öğrenip de ne yapacasınız? Bir insan işte
Kendinize fazla önem veriyorsunuz. İnsanların, işlerini güçlerini bırakıp sizinle, yalnız sizinle ilgili olduklarını sanıyorsunuz. Bu bir hastalıktır. Attan inip eşeğe binenlerin, daha doğrusu eşeği de bulamayıp yayan yürüyenlerin hastalığı
Kendinize fazla önem veriyorsunuz. İnsanların, işlerini güçlerini bırakıp sizinle, yalnız sizinle ilgili olduklarını sanıyorsunuz. Bu bir hastalıktır. Attan inip eşeğe binenlerin, daha doğrusu eşeği de bulamayıp yayan yürüyenlerin hastalığı
bense ne yapmam gerektiğini pek bilmediğim için aşık oldum.
Ve sen, benim iyi, benim merhametli ve devamımı sağlayan soyum, insan soyu, sen sonsuz tokluğu fethedeceksin!
Kendinize fazla önem veriyorsunuz. İnsanların, işlerini güçlerini bırakıp sizinle, yalnız sizinle ilgili olduklarını sanıyorsunuz. Bu bir hastalıktır. Attan inip eşeğe binenlerin, daha doğrusu eşeği de bulamayıp yayan yürüyenlerin hastalığı
Zaten maaşım çok olmazsa evlenmem ki İçim yanmış fukaralıktan Gözümü açtım yoksulluk Bıktım usandım be
Ey açlık! Seni midemde, iliklerimde, kanımın yuvarlarında duydum. Ve sen, benim iyi, benim koruyan ve merhametli olan soyum, insan soyu, sen sonsuz tokluğu fethedeceksin!
Eski ayakkabılarımdan zenginlerimiz utansın
İçimde çalkantılı bir deniz!
Kayalara yumruk sallamanın akıllıca bir hareket olmadığını anlamıştım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir