İçeriğe geç

Azab-ı Mukaddes Kitap Alıntıları – Neyzen Tevfik

Neyzen Tevfik kitaplarından Azab-ı Mukaddes kitap alıntıları sizlerle…

Azab-ı Mukaddes Kitap Alıntıları

“Allah mekândan münezzehtir. Ben ise metelikten”
Düzelmeyen şu âlemin işini
Ulu Tanrı’m olan nura bıraktım,
Sabreyledim, kırk yıl sıktım dişimi,
Gün görmeyi Nefh-i Sûra bıraktım.
Vatan dedikleri yangın yerinde,
İnsanlığa hâlâ imanın mı var?
Birçok narin ve zarif nüktelerin şümullü, rumuzlu mazmunların gösteremeyeceği tesiri yapan zahiren kaba saba görünen hikâyeler, fıkralar vardır ki insan işittiği zaman o va­ka bütün belâgat-i cismâniye ve maneviyesiyle gözünün önü­ne gelir.
Her ne yap yap becerip izzeti nefsinle geçin, Kimseden bekleme yardım, iki el bir baş için
Zalim idbâra düşerken dinden istimdât eder .
Atatürk ‘ün beşere sunduğu peymânı budur :Atatürk ‘e inananlar er olur ,sulhu korur!!
Hür yaşa bak yadigarı ceddinin şu ordular Karşısında İtilaf orduları zor durdular
Düşmanı teshir eden başındaki mehpare Türk
Hücuma erkek olanlar düşünmeden girmiş
Kadınlığı siper-i intikama indirmiş
Esir olunca kadınlık nikaha bağlanmış,
Müzeyyenata da bakmış, tel örgüdür sanmış,
Değil mi ya? İpek, altın saadetin temeli?
Kadınlığın bu kelepçe içinde kalmış eli.
Kadın elindeki kirmiş bir erkeğin dince,
Bu kir çıkarmış elinden boşarsa fikrince.
Peki, bu halde kadın kim olur tefekkür edin
Benim evimde karım şu, esire bir hain!
Bir izdivac-ı mussannayla def’-i şehvet için
Şu zen muhayyer alınmış senin elinde geçin
Hakaret et, boşa, döv, söv, elindedir dizgin,
Bu kısrağın damarında fakat siyah bir kin
Gezer, durur, uyumaz ha, bütün gece dolaşır
Bu intikamı kadınlık damarlarında taşır.
Hancıya şu borcu versem artık,
Meyhaneye postu sersem artık,
Alem mi ne der? Ne derse boştur
Allah şu tabiatım ne hoştur!
Ey bana kendini büyük tanıtan
Halime bak da varlığından utan!
SÖZÜM ONA EFENDİM SENSİN
Memleketi altüst edip yıktılar,
Bir takım pandukuz efendim sensin!
Taşındılar, kaşındılar, on üç yıl
Başı, kıçı, uyuz efendim sensin!

Âlim, cahil, handavallı, külhani,
Sözüm burdan öte, Malta yaranı.
Hepisi de birbirinden yabani,
Domuz oğlu domuz efendim sensin!

dedikleri, boyalı
Bir çakalmış, ilmi Turan masalı.
Gelmemiştir cihan cihan olalı
Böyle bir zırtapoz efendim sensin!

Fikret, Cemil gitti, kim ne diyecek?
Bu da sanat, bence hani yiyecek?
Donumuz yok götümüze giyecek
Alayımız kokoz efendim sensin!

Sana giren, çıkan nedir be dürzü?
Dersin bana ey Allah ‘ın öküzü!
İcirirsin on dört bin okka düzü,
Beni bulutlar da mihman edersin!

Serserinim, düştün aşkınla meye,
Nasıl girdin elimdeki şu neye?
Hem seversin beni Neyzen ‘im deye,
Hem de sarhoş diye destan edersin!

Gece bastı kara kaplı kitap _ oldu hâkim
Anırırken tepişen bunca eşek hep âlim!

Hepsi de kendisinin gittiği yol doğru sanır,
Razıdır yaptığına az buçuk elden utanır!

Utanırdan garazım menfaatinden korkar,
Yoksa her şeye müsait o sarık, kanlı yular!

Sargı sarmış gibi bir kör çıbana, manzarası,
O kızıl fes,o Grek damgası, yüzler karası!

Taşıdı yüz sene bu illeti bîçare vatan,
O cinayet sürüsü gitti sılaya karadan!

Ademin hasleti temsil edemez bu piyesi,
Türk ‘e düştü beşerin zaviye _ i tevsiyesi.

Tipiyle, karla hücum etti, yok odun yakacak
Ya şu zavallı ahaliye hangi göz bakacak?
Doğruyu söyleme, vallahi kelepçe diline
Vurulur yoksa gidersin yine gurbet eline
Deli gönül neyi özler durursun
Acınacak dostun cananın mı var
Dünya yansa yorganın yok içinde
Harab olmuş evin dükkanın mı var

Çal nayını ferahnakte ver karar
Götün nazır kulağın müsteşar
Kumda oyna çöp batmasın aşikar
Düşünecek senin zamanın mı var

Kendi cihanda bak sen keyfine
Kulak asma halkın hayfa hayfine
Tamburuna kemanına define
Sen de katıl neyde noksanın mı var

Şu kırk yıldır senin daran alındı
Suratına yüz bin kara çalındı
Nasıl olsa bu bokluğa dalındı
Neyzenden de büyük isyanın mı var

Kimim, neyim? Yok sırrımı bir bilen,
İster yaşa, ister öl, ister dilen.
Avrat pazarında yanlış işleyen,
Akrepsiz saate çevirdin beni!
Daldan dala seken gönlüm serçe mi,
Yaktı beni Kel Ali’nin perçemi.
Vatanı kan boğuyor, havzâ-i milletimiz
Devrilen kûh ü nifakın tepesinden aşıyor.
Bâb-ı Ali, kolunu pençe-i hak bükdükçe,
Bir diyafram gibi daireler darlaşıyor.
Kimim, neyim? Yok sırrımı bir bilen,
İster yaşa, ister öl, ister dilen.
Avrat pazarında yanlış işleyen,
Akrepsiz saate çevirdin beni!
Atatürk’ün beşere sunduğu peymânı budur:
Atatürk’e inananlar er olur, sulhu korur!
Tanrı ölmez, o dilerse görünür bir müddet,
Kaybolunca onu kalbinde bulur her millet.
Dudağında yangın varmış dediler,
Ta ezelden yayan koşarak geldim.
Alev yanaklara sarmış dediler,
Sevda seli oldum, taşarak geldim.

Kapılmışım aşk oduna bir kere,
Katlanırım her bir cefaya, cevre
Uğraya uğraya devirden devre
Bütün kâinatı aşarak geldim.

Sevdalı akşamlar tekin değildir,
Pek dolaşma gönül viranesinde
Gururlu güneşler boyun eğildir,
Şaka yoktur aşkın efsanesinde.

Çok mutlu yıldızlar çıktı çığırdan,
Farkı yoktur âşıkların sağırdan,
Önce dumanları başlar ağırdan,
Bir cezbeyim aşkın pervanesinde.

İhtimal vermezsin, hem inanmazsın,
Ateşler sarmıştır, sen uyanmazsın.
Mest olduktan sonra artık yanmazsın
Gönlüm gibi hikmet peymanesinde.

Hiciv, beşeriyetin fazahatlarını tasvir ve tenkit eden mühim bir didaktik tarzdır.
Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi,
Çağlayan gözyaşı mı, yoksa ki hicran seli mi?
Öz tenim değil mi bu toprak benim,
Tanrı kitabında her yaprak benim,
Gökten indiğime nişan istersen,
Yıldızı karalı al bayrak benim.
Yok olmadan var olmanın yolu yok,
Kendin gibi seni arayan pek çok,
Hiç şaşırmaz kaderden attığın ok,
Sevdiğini aşka nişan edersin.
Akıl dedikleri bu yırtık yelken,
Hava bekler, kim bu rüzgârı çeken?
Sabahcılık, akşamcılık der iken
Ayılmaya vakit, zaman kalmadı.
Yatalı beş senedir sade mısır ekmeğine
Kalmadı halkımızın Hind horozundan farkı!
Bu halkın ruhunu, izanını boğmuş cehaletle,
Çakal doğmuştur aslandan beşer şeklinde bir kitle.
Hangi cemiyet olursa girme taktırma yular,
Goncası milliyetin ağyar elinde tez solar.
Hür yaşa bak yadigârı ceddinin şu ordular
Karşısında İtilaf orduları zor durdular,
Düşmanı teshir eden başındaki mehpâre Türk!
Kendi mülkünde garibâne dilendin din için,
Tıpkı beygirler gibi döndürdü şeyh ayin için,
Sırtta heybe, cerre çıktın gafleti telkin için,
Pek fedakârâne yandın bir Kureyşî kin için,
Çal da söylet bunları sazındaki evtara Türk!
Asmana kak, temelden maksadım tayyare yap,
Cehli kahrettikçe idrakinle fenne, ilme tap,
Gitme mazinin karanlık yollarından, garbe sap,
Varsa İblisin külahı, sen atik davran da kap,
Sıç da giydir düşman-ı bîdad olan eşrara Türk!
Vahdet-i milliyyedir efradı ancak kurtaran,
Aşk-ı Gazi ateşiyle kaynayan millette kan,
“Hâkimiyyet milletindir gökte ol sahip-kıran.
Zağlasın çarh-ı felek şimşirini, sen salt kuşan,
Bir emirberdir kapında bastığın seyyare Türk!
Gedikli bir beladır memlekette Nedve-i Evkaf,
Eder Kuran’a rağmen servet-i milliyeyi israf,
Kelamullah’a karşı sarkıtır bir gûş-ı istihfaf.
Taşır bu illeti cebren bütün eslâf ile ahlâf,
Şeriat mı bu israfâta kail yâ Rasülallah?
Utanmaktan eser yok hiçbirinde hep kaşarlanmış,
Yazık şu millete, âlim diye cahillere kanmış.
Asılsız safsatayla gençliğin efkârı yıpranmış,
Zekâ tehdid ile cebren bu menkulâta aldanmış.

Kal’a-i asâr-ı zulme verdim istihkâm-ı tam
Ettim istibdâd ile tarihte ibkâ-yı nam.
Öyle tarsin eyledim, olsa cihan zir ü zeber
Attığım üss-i mezalim haşre dek eyler devam.
Ben o celladım vatanda açtığım her yârenin
İltihabı bir zaman etmez kabul-i iltiyâm.
Nerde Cengiz engizisyon, nerde Haccac u Yezid,
Nerde Timur – Hülagû, nerde ecdâd-ı izam,
Nerdedir Şeddâd u Nemrüd, nerdedir Ad u Semûd,
Her cihetçe zaliman-i dehre ben oldum imam.
Ben ölürsem mülk ü millet bitmeden volkan gibi
Ka’r-ı lâhdimden tüter eflâka düd-i intikam!
Ol kadar ezdim şu miskin milleti ki etmesin
Fasl-ı dâva eylemekçün rûz-ı mahşerde kıyam!
İspermeçet-zade, Kirpi, Pehlivan
Yanaşması, o bayraklı Kahraman.
Sadrazamlar içinde en düztaban
İmzacılar başı Mervan’ım mı yar?
Sana giren, çıkan nedir, be dürzü?
Be Allah’ın numunelik öküzü!
Ben mi yuttum on dört bin okka düzü,
Bekri Mustafa’dan fermanın mı var?
Hançer-i hicrinle cânâ sinemi çâk eyledin!
Âşık incitmek acep cananların mutadı mı?

Gözlerin mirât-ı İskender gibi yaktı beni
Tığ-ı çevrin etti viran hane-i abadımı.

Hak seni Tevfik’e mazhar eylesin ey bîvefa!
Eyledi aşkın perişan fikr-i istidadımı!

Hakikatte Neyzen’in hicivleri kin ve garaz mahsulü değil­dir. Amansızlığına bakınız ki; onun en acı hiciv ve tarizlerine maruz kalanlar, aynı zamanda kendisinin en yakın dostlarıdır.
Bunları kaydetmekten maksadım, bu şiirlerin yazıldığı tarih ve muhit içinde mütalaa edilerek hüküm verilmesini ve eğer bunlar bizi daha sonraki yıllara kadar götürüyor ve yeni çıkan hadiseler karşısında bu hicivler canlılığını kaybetmiyor­sa, bunun hikmetinin Neyzen’in ileri görüşlü bir sanatkâr ol­ masında aranmasını temindir.
Sû-i tedbirimle yahu, öyle boklaştı işim,
Ağzıma sıçtı felek, hem de di geçmişim.
Benim sevgili dinleyicilerim ve okuyucularım!
Uzun derbederlik hayatımda, o kaldırımdan bu kaldırıma; o kapıdan bu kapıya; o diyardan bu diyara; neyim ve meyimle bir kuru yaprak gibi savruldum. O günlerde beni sinenize bas­tınız, gönlünüzde yer verdiniz, kusurlarımı affettiniz!
Rica ederim, burada da müspet bir hakikat aramayınız! Hatalarıma göz yumup bunları hoş görünüz!
Size fazla bir hizmetim olamadı. Şimdilik;

Başı yoktur sonu yoktur şu kitab-ı dehrin,
Ortasından elimizde iki üç yaprak var.

mısralarında ifadesini bulan şu cildi sunabildim. Baki hürmetler, hepinizin gözlerinizden öperim.

Beşiktaş, Saman İskelesi, 10 Eylül 1948
Neyzen Tevfik Kolaylı

Dinleyen her zerreye bin bir hitabım var benim,
Kâinat isminde hiçten bir kitabım var benim!

Neyzen’im, gönlümde bin bir küp şarabım var benim!

Garibim, serseriyim Neyzen-i avaredir namım,
Yazılmıştır kapında gamla kırk yıllık serencamım,
Bulunsun derdime çare, tükensin dilde âlâmım,
Eminim çok görülmez böyle istirham u ibramım,
Üçüncü Arz-ı hâlim bu sana bil yâ Rasûlallahl
Sen indirdin yere şu dört kitabı,
Ayrı ayrı her birinin hisabı,
Her bir dinin sensin putu, mihrabı,
Yalanına kendin iman edersin.
Ne meyle, ne neva-yı neyle şimdi,
Gönül eğlenmiyor bir şeyle şimdi.
Kirli ellerde görünce paradan iğrendim!
Nedir meali şu ömrün, hayat-ı pür zehrin
Bu yerdir işte benim âstân-ı tahsilim,
Bu yerde oldu hayatı ölümle tahlilim.
Başımdan aşıyor kederim Mernuş.
Kimim, neyim? Yok sırrımı bir bilen.
Başı yoktur sonu yoktur şu kitab-ı dehrin,
Ortasından elimizde iki üç yaprak var.
Gönlümün yolları gittikçe karanlıklaştı.
Yakıyor aczimi hayret ateşi.
Şu yola kırk senedir attım adım,
Daha hâlâ beni ben anlamadım.
Vadi-i hayretteyim, umman-ı acze dalmışım,
Ben bu sonsuzlukla serhadd-ı fenada kalmışım.
Dinleyen her zerreye bin bir hitabım var benim,
Kâinat isminde hiçten bir kitabım var benim!
Ya hitabımdan okursun, ya kitabımdan beni,
Yazdığım efsanede on altı babım var benim!
Çağlayan gözyaşı mı, yoksa ki hicran seli mi?
İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi?
Samâh-ı ruhta çınlar sefir-i hicranım.
Canıma tak dedi iftirak benim
Bilirsin ya katrede umman idim!
Ey Azâb-ı Mukaddes’in nedimi,
Elindeki kalemde pinhan idim!
Bürhanım şu: Ben var mıyım, yok muyum?
Yok olmadan var olmanın yolu yok.
Şiirimdeki duygu bulutlarında
Bir şimşeğim, hicran çakar geçerim.
Devrin siyaseti pek saçma sapan,
Pişirdiği pazarlıklar çok yavan,
Matbuatın ocağında kaynayan
Kazanlara bir kulp takar geçerim.
Yoku vara, varı hiçe gömerek,
Her solukta bir gam yakar geçerim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir