İçeriğe geç

Aynı Göğün Ezgisi Kitap Alıntıları – Yılmaz Odabaşı

Yılmaz Odabaşı kitaplarından Aynı Göğün Ezgisi kitap alıntıları sizlerle…

Aynı Göğün Ezgisi Kitap Alıntıları

Açın sayfalarını bir bir anılarımın
Eski bir kazak gibi
Giydirin çocukluğumu
Ömrümüz bir haziran ateşi kaç güneşten pay alan
Bulun benim notamı
Hangi şarkıda kaldı?
bir öpmek,
bir sevmek,
bir gitmek kaldım.
bir kitap,
bir rüzgar,
bir ölmek kaldım.
devrilmeler, delirmeler ve bütün devrimler hesap sorar
eylül sapsarı bir uçurum masalıdır
ömrümüz rengarenk kelebekler
sonrası o büyük kulaçlardı
ne sular gördü
ne de biz bulabildik kendimizi!
ölmeyi öldük ve dönmüyoruz
ve dönmüyoruz, bu rüzgar nasıl yıkar kalelerimizi?
deşildim,
deştim
ve derinleştim!
günleri kirlettiler! günleri, çocuklar, günleri biz yıkayacağız! ama kan lekeleri hiç çıkmayabilir.
sesime kibrit çaksan
tutuşacağım!
tanrısız katlanılır,
arkasız ağlanılır buralarda
yüzüm, bu öksüz ülkenin bütün sabrını kuşanmış
hep ölüm konuşulurken bu kıyım ülkesinde
vurulur, dağlara dağılırım
burada bütün ekmeklerin ve bütün aşkların kavgası
bütün ekmekler, bütün aşklar merhaba
ayrılmayalım
çünkü kendimizden başka sığınacak sokağımız yok gibi!
/beni yalnız bırakmayan gölgemdi!/
ölüyor, ölüyorum da bu yaşamak bitmiyor!
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
en haklı aşk
alkışsız sürebilendir

ve en haklı kavganın öznesi
ölmemek için dövüşürken de ölebilendir

s e s i m e k i b r i t ç a k s a n
t u t u ş a c a ğ ı m !
uzun boylu umuttun
tadında unutuldun
sordun mu nedir nabzımda böyle derin kuyular?

nedir şafağımın şakağında bu ısrar?

gözlerin yıllanmış şarkılar kadar yalnız
terli ve suskun akşamlar gibi yorgun
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
bu keder kaç iklim değiştirdi,
bu tekne kaç kıyı,
bu gülüş kaç bin rüzgar?
sesime kibrit çaksan
tutuşacağım!
sana yağmur diyorum ıslaklığım bundan
yağ da ıslanalım
ama uslanmayalım
bana böyle durmayı uçurumlar öğretti..
sesime kibrit çaksan tutuşacağım..
çünkü kendimizden başka sığınacak sokağımız yok gibi..
daralan sokaklarda bir yaşamı çaldılar..
beni yalnız bırakmayan gölgemdi.
sana yağmur diyorum ıslaklığım bundan..
ben ki yanarak ögrenmişim ateşlerin adını..
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm..
bu keder kaç iklim değiştirdi,
bu tekne kaç kıyı,
bu gülüş kaç bin rüzgar?
bak işte yürüyorum
her fırtınadan arta kalan o sözcüklerle!
Rüzgara vuracak yüzüm yok
Kuşanmayı da unuttum yara almaktan.
Yaralanmaktan bir bedevi kadar yalnız/ efkarın kadın
Ben ki yanarak öğrenmişim ateşlerin adını.
Paslı bir ünlemim bu sözlerin içinden.
Dönüp tuttuğum bir aşk bu ihanetin içinden.
Ben o aşkı söylerim, o aşk beni söylemez.
Uzağım, kıyısızım ve ona kıyı;
tutuştuğum, savrulduğum gecelerin içinden.
Sevdam,
patlayan çığlığa kana;
dön yüzünü
yüzümde unutsana
Suyu ve ateşi denedim, önce denedim
Örselendim,
mayalandım;
şimdi sen varsın
O denizlerde balık tutmak, martı olmak bize göre iş değil.
Bir kartal kanadı olmak isteriz dağlarımızda bir bıraksalar.
“Koştum, kan mevsimine erken sarıldım,
bir geçitte vuruldum kaldım ”
ben bu kente girince en namlı namlular uyanır ansızın
kesilir çocukların, en iri bıçaklarla kesilir ninnileri
de lori lori, kuremın lori de lo-!
ay doğar, gece uçurum gibi gelir
susamam, aklıma ölmek gelir
ölüyor, ölüyorum da bu yaşamak bitmiyor!
açın sayfalarını bir bir anılarımın
eski bir kazak gibi
giydirin çocukluğumu
tartılsam ağırlığımca hüzün gelirdim
yaşamak kurşuna dizilmez ki
kurşuna dizilmez ki göğün mavisi
yağmur, şimşek ve tohum
bin çiçek açar sesim
sesim kurşuna dizilmez ki!
günleri kirlettiler! günleri, çocuklar, günleri biz yıkayacağız! ama kan lekeleri hiç çıkmayabilir.
hep üşümeyle döndüğüm yolculuklardan?
yağ da ıslanalım
ama uslanmayalım

uslanmayalım!

beni sorma: yaza yaza tükenir, tükene tükene yazarım ya da.

beni sorma: düşe kalka gider, döne dura büyür; eksile büyüye, ağlaya güle ölürüm ya da

gece eksilebilir, eksilmez tanıdık yüzüne susuzluğum.
doğrul sorgusuz, korkusuz gözlerinle konuş gel;
ben gözlerini tanırım senin!
sordun mu nedir nabzımda böyle derin kuyular? nedir şafağımın şakağında bu ısrar? hem nasıl alıp götürmez beni izmir’e getiren yollar?
nedir ki sonra kalan
hep üşümeyle dönülen yolculuklardan?

kalan
nedir ki
günü dolarken insan?

günleri kirlettiler! günleri, çocuklar, günleri biz yıkayaca­ğız!
ayrılmayalım!
çünkü kendimizden başka sığınacak sokağımız yok gibi
dalgın bir rüzgarım işte unuttum mevsimimi de
bak işte yürüyorum
her fırtınadan arta kalan o sözcüklerle
sesime kibrit çaksan
tutuşacağım!
özlemin vergi iadesi yok mu?
toprağına çığ düşmüş bir ülke değilim, ama biraz öyle bir ülkedir yüreğim. çatırdayan bir kafesteyim: kentlerle, hızla kirlenen seslerle, ömrüm serüvenlerle
/ beni yalnız bırakmayan gölgemdi! /
ben o aşkı söylerim, o aşk beni söylemez
günleri kirlettiler!
günleri, çocuklar, günleri biz yıkayacağız!
ama kan lekeleri hiç çıkmayabilir.
ülkem, seni ‘hep ölmek ol diye mi sevdim?’

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir