İçeriğe geç

Aydınlık Kitap Alıntıları – Henri Barbusse

Henri Barbusse kitaplarından Aydınlık kitap alıntıları sizlerle…

Aydınlık Kitap Alıntıları

Kitaplar, seçilen, severek okunan kitaplar, bizi bekleyen kitaplar!
Adalet aramak ve istemek, bulanık bir rüyanın uzantısı değil, yoksulların yüreğinden kopup gelen haklı ve özlü bir çığlıktır.
Nereye baksam, Tanrı’nın yokluğunu görüyorum.
Hava soğuktu ve kapalıydı, yaşadığımız hayata benziyordu.
Yürek, yaşarken aldığımız yaraların sızısıdır içimizde.
Kelimeler bulanık resimler gibi duruyor kafamda.
Günlük hayat hepimizi eziyor, uzağı göremiyoruz.
Gerçek devrimcidir.
Suçsuzluğun ta kendisidir hayvanlar.
Karanlığı ile her şeyi örtüyor gece.
Kaç zamandır, akıllara durgunluk verecek kadar gürültülü bir dünyanın içindeyiz.
Bizim için hep gece yaşanan, karanlık bir şeydi hayat.
Savaş daima saldırgandır, çünkü saldırganlık olmasa, savunma da olmaz.
Düşünmek gerek, ama başkalarının aklıyla değil, kendi aklınla düşüneceksin.
Yaşıyoruz ya, bu bize yeter.
Çıkarı söz konusu olunca insan her şeye boşverir.
Ve hüzün, bir hastalık gibi gelip yapıştı yakalarımıza.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Hem varlığımın gerçekliğine, hem hiçliğime inanıyorum, koca bir nehirde kaybolan ufacık bir su damlası gibiyim.
Düşünmek yasak artık.
Aşkın karşısında hiçbir kuralın sökmediğini daha iyi anlıyorum şimdi.
Şimdi ikimiz de uçsuz bucaksız ve çıplak yalnızlığımızın ortasında yürüyoruz onunla.
Evde sıkılıyorum, ama dışarda da ne yapacağımı pek bilmiyorum aslında.
Bizim insanlarımız esir ruhlu.
İlerledikçe bütün insanların kısa görüşlü ve yobaz olduklarını fark ediyorum. Burunlarının ötesinde neler olup bittiğini hiçbiri bilmiyor, hiçbir şeyi göremiyorlar.
Dirlik düzenlik ve hürriyetten yanayım ben.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Haftanın bütün günleri birbirinden farksız, hepsi birbirine benziyor.
Kötülüklerin ilk tohumu insanlığın kaynağında atılıyor, kötülükler insanlıkla beraber başlıyor.
Eskiden yaşıyorduk. Şimdi yaşamıyoruz. Yaşanması gereken şeyleri tükettik galiba.
Her insan, elbet önemlidir, tek tek alırsak, fakat cehalet bizleri birbirimizden ayırıyor ve ne zaman kaderimize boyun eğsek dağılıyor, birbirimizden uzaklaşıyoruz.
Büyük bir boşluğun, hiçliğin koynunda yaşıyoruz sanki.
Alnımıza ne yazılmışsa o olur diye düşünüyor çevremdekiler, daha ötesini akıllarına bile getirmiyor ve karanlıkta üstüste yığılmış cansız gölgelerden farksız yaşıyorlar.
Ve hüzün, bir hastalık gibi gelip yapıştı yakalarımıza.
hem varlığımın gerçekliğine, hem hiçliğine inanıyorum, koca bir nehirde kaybolan ufacık bir su damlası gibiyim.
Kokmuş, çürümüş bir toplum sizinki, açıkgözlerin sebeplendiği, budalaların avucunu yaladığı bir toplum!
Onlar gibi davranmak, onların inandığını şeylere inanmak gerekir, yoksa büyük ölçüde yanılır insan, gerçeklerle ilgisi olmayan hayallerin eline tutsak olur.
Eski inançlarımı bir daha geri gelmemek üzere silip atıyorum içimden, her şey gene eski hâline dönüyor.
Bir baştan öbürüne, yeniden seyrediyorum hayatımı, yaşadıklarımın yanında yaşayamadıklarımı da.
İnsan duygularının en yüce olanı şefkattir; saygıyı, gerçekliği ve aydınlığı getirir insana. Anlamak, gerçeğe ulaşmak, yani sevmektir; sevmek demek, tanımak ve anlamaktır.
Merhamet gerekli değil bize, adalet gerekli.
-Fransa nedir işin ucunda , biz değil miyiz, yani Fransızlar?
-Elbette, insanlar önemlidir zaten, vatanı da insanlar yaşatır.
“Şu belanın belası milliyetçiler böyledir zaten, diye homurdandı. Hepimizin kafasına intikam fikrini aşılamak için bangır bangır bağırdı herifler; Milliyetçi Dernekleri, savaş malullerini, gazeteleri ayaklandırdılar; o çok istedikleri savaş kapımıza dayanınca da bize dönüp lt; Döğüşün bakalım, bu sizin savaşınız gt; dediler.”
Barış düşüncesi zavallı bir ütopyadır, sen tek başına durdurabilir misin savaşı?
En yakınımızda olan şeyi çoğu zaman farketmeyiz
Ah! Büyük olayları göğüsleyecek çapta yaratılmamışız ki.
“Yaralar kanamıyor artık; onlar da bitkin. Sadece taşlar ve toprak kanıyor şimdi. Günlük güneşlik sabah huzmelerinde pırıltılı ölüler gördüm; daha ılıktı vücutları , sıcaklıkları buram buram havaya yükselerek tükeniyordu canlarında, ateşlerle hurdahaş edilmiş bir köyün karanlık yıkıntılarına benziyorlardı. Ölülerden yayılan bu ölgün nefesleri dikkatle dinliyorum. Kargalar savaş çığlıkları atarak dolanıyor tepelerinde, bu çıplaklığa saldırmak için hazırlanıyorlar. Bir ölünün ayak ucundan pırıltılı taşlar çıkarıyor bir tanesi, ölünün yaralı ayağını gagasıyla didik didik ediyor bir tanesi de, bir ölünün iki karış açık ağzına saldırıyor. Yeryüzünün son insanları gibi, mezarsız ve törensiz gidiyor buradakiler.”
“Bütün savaşlar kendiliklerinden doğuyor ve birbirlerini gerekli kılıyorlar! Tek bir savaş yeterli değil. Böylesi eksiksiz ve doyurucu olmuyor. Ve hiçbir şey belli bir noktada sonuçlanmıyor, bitmiyor . Ve sadece insanlar ölüyor! Kimse anlamıyor evrenin büyüklüğünü ve ben, varlığımı kuşatan dehşeti ve iğrençliği anlamadığımı artık gayet iyi biliyorum.”
lt;Zaferi kazanalım, bak o zaman zulmün kökünü nasıl kazıyacağız, büyük bir barış getireceğiz insanlara gt; derler. Doğru değil bu, kitleler kendi kaderlerine hükmetmedikçe barış olmayacak yeryüzünde.
Savaşta ölen ve sakat kalanların çocukları kavganın gerçek nedenini çok sonra öğrenecekler; savaşın uluslar arasında değil, hükmedenler arasında kanlı bir hesaplaşma olduğunu uzun zaman bilmeyecekler.
Sarayların ve konakların kuytu köşelerinde düzenlenen bir oldubittiye kurban edilecek uluslar ve şöyle söylenecek onlara: lt;Artık çok geç, şimdi ölmemek için tek çare öldürmektir. gt;
“Gerçek ve tutarlı nedenler bulamazsınız bu kıyıma; böylesine hunhar bir neden gösterilemez, yalan olur. İstemiyorum bu boğazlaşmayı.”
“Onların insafsızca birbirlerine kazdıkları mezarları çaresiz gözlerle seyretmekten başka şey gelmiyor elimden. Uçurumlar yaratılıyor aralarında, tuzaklar , patlamalar ve boy boy silahların gölgesinde uçurumlar yaratılıyor. İnsanları birbirlerinden ayırmaya yarayacak ne varsa kullanılıyor ve ölüler, hele ölüler kutsal ateşlerle, kahramanlıklarla ve nefretlerle dolarak ölüyorlar.
Ve bahtsızların o sınırsız mutsuzluğu yaratılıyor.”
“Bir zamanlar, yelesinde bembeyaz lekeler taşıyan bu hayvanı, alayın ortasında ve sahici savaş atları gibi şaha kalkarak kişnerken gördüm; şimdi yaralı ve sakat oysa, gerçek mutsuzluğu sırtlanan bahtsızlar gibi dilsiz ve suskun. Kanıyla yere, yemyeşil otlara serdiği kırmızı döşek üstünde can çekişirken gördüğüm yavru ceylanı hatırlıyorum hemen; o yavru ceylanın ölümüne o gün tasalanmadığım için asıl şimdi dertleniyorum, sıcak bir şey düğümleniyor boğazımda. Suçsuzluğun ta kendisidir hayvanlar. Bu at koskocaman bir çocuktan farksız yanımda; hayatın özündeki suçsuzluk anlatılacaksa , küçük bir çocukla değil, böyle güzel bir atla anlatılmalı bu. “
“Ölüm henüz tükenmedi, hala kol geziyor. Ve hayat, ufacık noktalar, dar alanlar halinde direniyor burada; ölmek istemiyor, debeleniyor, acılı çığlıklar koyveriyor.”
“Savaş, ruhlarımız ve çehrelerimiz kadar, tabiatı da kirletiyor.”
“Disiplini ortadan kaldırmak niyetindeysen, önce savaşı yok et; onu yok etmek, eğlenceli hale getirmekten daha kolaydır çünkü.”
-Yaşıyoruz ya, bu bize yeter.
-Hayır, yetmez bu. Düşünmek gerek, ama başkalarının aklıyla değil, kendi aklınla düşüneceksin.
-Söylesene dostum, anarşist misin sen?
-Hayır, dedi Termite. Ben enternasyonalciyim. Bu yüzden gönüllü yazıldım.
-Ah! Demek öyle!
-Yani bütün savaşlara karşıyım ben!
-Ama savaş bazen iyidir; kimi zaman savunmak amacıyla savaşı göze alır insan.
-Yanlış, dedi Termite. Savaş daima saldırgandır, çünkü saldırganlık olmasa, savunma da olmaz.
“Hem varlığımın gerçekliğine, hem hiçliğime inanıyorum. Koca bir nehirde kaybolan ufacık bir su damlası gibiyim.”
“Günün birinde gene savaş patlayacak, biliyorum, dünya kurulduğundan beri hep savaş belası var başımızda; gene gümbürtü kopacak elbet.”
“Bizim insanlarımız esir ruhlu. Bakın şu hallerine! Şu paralı ve moruk karıyı görür görmez iki büklüm oluyor hepsi.”
“Yaşadığı hayatın bütün yoksulluğu ve yüreğinin bütün zenginliği koyun koyuna duruyordu.”
“Hayranlık duyuyorum ona, aklı başında ve kendine özgü düşünceleri olan bir insan çünkü, üstelik konuşmasını da biliyor.”
“İlerledikçe bütün insanların kısa görüşlü ve yobaz olduklarını fark ediyorum. Burunlarının ötesinde neler olup bittiğini hiçbiri bilmiyor, hiçbir şeyi göremiyorlar.”
“Kim bilir, günün birinde bütün insanlara her şeyin gerçek yüzünü anlatacaksın belki de. Görülmemiş bir olay değildir bu. Bütün insanlardan daha haklı, daha uzak görüşlü kimseler yaşamıştır dünyamızda.”
İç dünyamızı aydınlığa çıkarabilmek kutsal bir şeyin peşinden yürümeye bağlıysa eğer ve eğer hayatı herkese eşit ölçülerle paylaştırmak gerekiyorsa, gerçeğin peşinden yürüyelim.
İnsan duygularının en yüce olanı şefkattir; saygıyı, gerçekliği ve aydınlığı getirir insana. Anlamak, gerçeğe ulaşmak, yani sevmektir; sevmek demek, tanımak ve anlamaktır.
Kişiliğin özgürlüğü değerinin ölçüsüdür bir bakıma.
Her şeyin kaynağında olduğuna inandığım üç prensip var; adalet, mantık, eşitlik. Ve ben bunlara bütün kalbimle inanıyorum.
Eskiden kitapları tanımıyordum. Oyda şimdi seviyorum onları, yaptıkları işi seviyorum. Olabildiğince kitap topladım. Sıra sıra raflarda duruyorlar; isimleri sonsuzluklara açılıyor, derinliklerini görebiliyorum; güzel ve ışıklı evlere benziyorlar.
Birbirlerini göremeyenlere ve hiç göremeyecek olanlara yardım eden, onların elinden tutan yumuşacık, fısıltılı bir ses vardır ayrıca; birbirlerine benzediklerini hatırlatır onlara; kitapların sesidir bu.
Çığlık, öz çocuğumuz kadar canlı, sahici bir sestir hançeremizde. Nerede olursa olsun gerçeği, sadece gerçeği konuşturan sestir.
Gerçek gücü gençliktir insanoğlunun, oysa gençlikte her şeyin aslını görebilmek, fark edebilmek çok zor. Yeni olan her şeye aşırı bir düşkünlüğü var gençliğin, hayatın özüne ters olan şeylerdeki sertliğe imreniyor. Ama hayatı belli bir noktasına kadar yaşamamış olanlar için ulaşılması imkansız bir hedef oluyor yaratıcılık. Şimdi insanlığımızın yaşlı kuşağı bunca zamanda çok şeyler görüp öğrenmedi mi acaba, kim düşünüyor bunu? Umudumuzu gençliğimize koymasak, nereye koyardık?
Merhamet gerekli değil bize, adalet gerekli.
İnsanlığın akışı içinde herkes tesadüfen değil, kendi yeteneklerinin değerini ve karşılığını bulabilmeli.
Yoksul, perişan bir çocuğu seyretmek utanç veriyor insana. Aynı şekilde, zengin bir çocuğa bakmak da utanç veriyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir