İçeriğe geç

Aydınlanmanın Diyalektiği Kitap Alıntıları – Theodor W. Adorno

Theodor W. Adorno kitaplarından Aydınlanmanın Diyalektiği kitap alıntıları sizlerle…

Aydınlanmanın Diyalektiği Kitap Alıntıları

Aydınlanmanın nesnelere karşı tutumu, diktatörün insanlara karşı tutumuyla aynıdır. Diktatör insanları güdümleyebildigi ölçüde tanır. Bilim adamı da nesneleri, onları yapabildigi ölçüde tanır. Böylece nesneler kendileri için var olmaktan çıkar, bilim adamı için var olurlar.
Karşılaştığı her zihinsel direniş, aydınlanmanın gücünü arttırır yalnızca
“İnsanlar daha güçlü olanlardan bir şey istedikleri sürece yumuşaktırlar; ama daha zayıf olanlar bir şey istediğinde onları terslerler. Bugüne kadar toplumdaki insanın özüne açılan kapının anahtarı işte budur.”
Ölçü­ye vurulamaz olan her şey kesilip atılır. Nitelikler düşüncede çözün­mekle kalmaz, insanlar gerçek bir konformizme zorlanır.
Bedene karşı duyulan aşk-nefret modern kültürün bütününe sinmiştir. Beden bir yandan aşağılık, köleleştirilmiş olarak küçümsenip yadsınırken aynı zamanda yasak, şeyleştirilmiş ve yabancılaşmış olarak arzulanır.
Akıllı olmanın aptallığına ilişkin çelişki gereklidir; çünkü burjuva aklı [Ratio] evrensellik iddiasıyla ve aynı zamanda evrenselliği kısıtlama pahasına gelişmek zorundadır. Tıpkı takas sırasında herkes kendi hakkını aldığı halde sosyal adaletsizliğin varlığını sürdürmesi gibi, takas iktisadının düşünüm biçimi olan egemen akıl da hem adil ve genel hem de tikelci ya da başka bir deyişle ayrıcalığın eşitlikteki aracıdır. Faşist, hesabı işte bu eşitliğe çıkarır. O açık açık tikel olandan yana çıkar ve böylece haksız yere genelgeçerliğinde direten aklın [Ratio] sınırlılığını açığa vurur. Böylece akıllıların bir anda aptal durumuna düşmeleri ise kendi akıldışılığının aklını kanıtlar.
Sıradan bir paranoyak, kurbanın seçiminde özgür davranamaz ve hastalığının yasalarına uyar. Faşizmde siyaset bu davranış biçimini benimser; hastalığın nesnesi gerçekliğe uyacak biçimde belirlenir, dünyada deliliğin sistemi akla uygunluk normu, sapmalar ise nevroz haline getirilir. Totaliter düzenin hizmetine aldığı mekanizma uygarlık kadar eskidir.
Din bir kurum olarak kısmen doğrudan sisteme yedirilir, kısmen de kitle kültürünün ve resmi geçitlerin debdebesine dönüştürülür. Önder ile takipçilerinin övündükleri fanatik inanç, bir zamanların ümitsiz insanlarını hizaya sokan o hırçın inançtan farklı değildir; sadece içeriği kaybolmuştur. Eski içerikten kala kala inancı paylaşmayanlara karşı beslenen nefret kalmıştır. Alman Hristiyanlarında bu sevgi dininden geriye kalan tek şey antisemitizmdir.
İnsan haklarının amacı: erkin olmadığı yerde mutluluk sözü vermek. Aldatılmış kitleler, kendilerine verilen sözün, sınıflar olduğu sürece yalan olarak kalacağını sezinledikleri için öfkelenirler; kendileriyle alay edildiğini hissederler. Mutluluk düşüncesini bir olanak, bir idea olarak da olsa durmadan bastırmak zorundadırlar ve mutluluk ne kadar gündemde olursa onu o kadar vahşi bir biçimde yadsırlar. Mutluluk düşüncesi o ilkesel yoksunluğun ortasında gerçekleşmiş gibi göründüğü anda, aslında kendi özlemlerine uygulanan baskıyı yinelemek zorundadırlar.
Tanrılar tam da onları onurlandırmak için yaratılmış sistem tarafından alaşagı edilir..
Nasıl Sirenler anlatısı mitosla rasyonel emeğin iç içeliğini barındırıyorsa, bir bütün olarak Odysseia da aydınlanmanın diyalektiğine tanıklık eder. Epos özellikle en eski katmanlarında, mitosa bağlılığını açığa vurur: serüvenler halk geleneğinden kaynaklanır. Ama Homerosçu tin bu söylenceleri kendisine mal edip ”düzenlerken onlarla çelişir. Yeni klasik filoloji tarafından zaten çözülmüş olan o bildik eposmitos eşitliği, felsefi eleştiri karşısında kendisini tam bir aldatma olarak açığa vurur. İki kavram birbirinden ayrılır. Kendisini Homerosçu redaksiyonun ek yerlerinde belli eden tarihsel bir sürecin iki aşamasına işaret ederler. Homerosçu söylem dilin genelgeçerliğini halihazırda varsaymamışsa eğer, yaratır; toplumun hiyerarşik düzenini tam da onu göklere çıkarttığı yerde, toplumun kendi tasvirinin dışrak şekli aracılığıyla çözer. Akhilleus’un öfkesine ve Odysseus’un doğru yolu bulmak için yaptığı yolculuğa ilişkin ezgiler söylemek, hakkında daha fazla ezgiler söylenemeyecek olana özlemle üslup kazandırmaktan başka bir şey değildir artık
Bilinmeyen bir şey kalmadığında insan ürküntüden kurtulacağını sanır. Mitosun cansızı canlı yerine koyması gibi, canlıyı cansız yerine koyan Aydınlanmanın ya da söylenceden arındırmanın yolunu belirleyen budur. Aydınlanma kök salmış söylencesel korkudur. Pozitivizmin son ürünü olan saf içkinlik, deyim yerindeyse evrensel bir tabudan başka bir şey değildir. Artık hiçbir şey dışarıda olmamalıdır, çünkü dışarı nın salt tasavvuru korkunun asıl kaynağıdır. İlkel insanlarda ailenin bir üyesi öldürüldüğünde; cinayetin gerektirdiği öç, bazen katilin kurbanın ailesine katılmasıyla önlenebiliyordu. Her iki durumda da yabancı bir kanın o ailenin kanına katılması, yani bir iç- kinliğin sağlanması söz konusuydu. Söylencesel düalizm varoluş çemberinin dışına çıkmaz. Mana’nın içten içe hüküm sürdüğü dünyadan, hatta Yunan ve Hint söylencelerinden çıkış yoktur. Her şey ebediyen aynı kalır. Her doğumun bedeli ölümle, her mutluluğun bedeli de mutsuzlukla ödenir. Tanrılar ve insanlar kendilerine biçilmiş vade bitmeden, yazgının kör gidişatını değiştirmeye çabalasalar da, eninde sonunda varoluşa yenilirler. Kötü kaderin elinden zorla çekilip alınmış adaletleri bile bu özellikleri taşır. Bu adalet hem ilkel insanların hem de Yunanların ve barbarların, yaşadıkları baskı ve sefalet toplumunun içinden kendilerini çevreleyen dünyaya yönelttikleri bakışa karşılık gelir. Dolayısıyla hem söylencesel adalet hem de Aydınlanmanın adaleti açısından suç ile ceza, talih ile talihsizlik bir eşitliğin iki tarafıdır. Adalet yasanın içinde yitip gider.
Var olan ilişkiler içinde mutluluk metaları birer mutsuzluk ögesine dönüşürler. Nasıl bu metaların niceliği toplumsal öznenin yokluğundan dolayı geçmiş dönemdeki iç iktisadi bunalımlarda fazla-üretim diye bilinen sonucu verdiyse, bugün iktidar gruplarının toplumsal özne olarak tahta çıkmaları sayesinde uluslararası faşizm tehlikesini doğurmakta: ilerleme gerilemeye dönüşmekte.
– ( ) Aydınlanma, Kant’ın deyişiyle:
İnsanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır.
Bu ergin olmama durumu ise, insanın kendi anlama melekesini bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hükmedilenlerin, hükmedenlerden gelen ahlakı onlardan fazla ciddiye alması gibi, günümüzün aldatılan kitleleri de başarı mitosuna gerçekten başarılı olmuş kişilerden çok daha fazla kapılmaktadır.
– ( ) Fizikî yaralanmalar bedeni, korkuysa zihni felç eder
– ( ) İletişim insanları birbirinden ayırarak birbirlerine benzemelerini sağlar
Bilimde belirli bir temsil edilebilirlik yoktur: kurbanlık hayvanlar gibi Tanrı’ya da kesinlikle yer yoktur.
Öyle ki kimileri kefaretini hemen, kimileri de sonradan öder. Kaçıp tanrıların gazabından kurtulan olsa bile sonunda hüküm yine de yerine getirilecektir ve işlenen suçun cezasını masum kimseler, mücrimin çocukları ya da soyundan bir başka nesil çekecektir.
Kesin bilgilerin ve allanıp pullanan eğlencelerin selinde insanlar bir yandan akıllanırken diğer yandan aptallaşmaktadır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bilinmeyen bir şey kalmadığında insan ürküntüden kurtulacağını sanır.
Eşit olmayanla eşit olan toplanırsa ortaya eşitsizlik çıkar kuralı, matematiğin olduğu kadar adaletin de temel ilkelerinden değil midir?
Kesin bilgilerin ve allanıp pullanmış eğlencelerin selinde insanlar bir yandan akıllanırken diger yandan aptallaşmaktalar.
Hükmedenler kendi budalaca planlarını kimi zaman nesnel zorunluluk olarak tanımlasalar bile böyle bir nesnel zorunluluğa inanmazlar. Dünya tarihinin mühendisleri rolünü oynarlar. Yalnızca hükmedilenler yaşam standartlarında belirlenen her artışla kendilerini daha aciz kılan gelişmeleri dokunulmaz bir zorunluluk olarak kabul ederler.
Düşünmenin tikel nitelikteki kökeni ve evrenselin bakış açısı hiçbir zaman birbirinden ayrılmazdı. Dünyanın endüstriye dönüştürüldüğü günümüzde genel geçerin bakış açısı, başka bir deyişle düşünmenin toplumsal olarak gerçekleştirilmesi öylesine açık hale geldi ki, düşünmenin kendisi hükmedenler tarafından salt ideoloji diye yadsınır oldu.
Düşünme efendinin dilediğince denetleyemediği bir köledir.
İnsanlar güçlerinin artmasının bedelini, bu gücü uyguladıkları nesnelere yabancılaşmakla öderler..
“İnsanlar erklerinin artmasının bedelini, bu erki uyguladıkları nesnelere yabancılaşmakla öderler. Aydınlanmanın nesnelere karşı tutumu, diktatörün insanlara karşı tutumuyla aynıdır. Diktatör insanları güdümlüyebildiği ölçüde tanır. Bilim adamı da nesneleri onları yapabildi ölçüde tanır. Böylece nesneler ‘kendileri için’ var olmaktan çıkar ‘bilim adamı için’ varolurlar.”
Kitle kültürü işlerin yürümediği noktada gerçekleştirilen yaşama
talimidir.
İnsanlar gençliklerinde besledikleri umutlarına ihanet edip yaşamlarını dünyanın gidişatına göre ayarladıkları için sanki erken gelen bir çöküşle cezalandırılıyorlar.
Günümüzün faşist efendileri kendi reklam aygıtlarının işlevi olarak üstüninsan olmaktan öte, sayısız insanın özdeş tepkilerinin kesişme noktalarıdır.
Bizi başkalarından ayıran uzam ile kendi geçmişimizin acılarından ayıran zaman aynı anlama gelir; her ikisi de aşılmaz bir engeldir.
Bir zamanlar tutuklulara dışarıdan dayatılan tecrit şimdi genel olarak bireylerin iliklerine kadar işledi. Bireylerin iyi eğitilmiş ruhları ve mutlulukları bir hapishane hücresi kadar kasvetlidir.
İnsanın radikal biçimde tecrit edilmesi ile radikal biçimde hep aynı kalan umutsuz hiçliğe indirgenmesi özdeştir.
Hakikat için tek bir ifade vardır: o da haksızlığı reddeden düşüncedir.
Şöyle dile geldi hüzne bulanmış sesiyle:
Talih yüzüme gülmedi şu dünyada dostum.
Nereye mi gidiyorum? Dağlara çıkıyorum,
Huzur gerek çünkü yapayalnız yüreğime.
Herkes kazandığı kadar eder ve ettiği kadar kazanır.
Din bir kurum olarak kısmen doğrudan sisteme yedirilir, kısmen de kitle kültürünün ve resmigeçitlerin debdebesine dönüştürülür.
Zulüm gören doğa, erksiz mutluluğun görünüşünü kışkırtıcı bir biçimde ona zorlukla egemen olanlara geri yansıtır.
İnsan haklarının amacı budur: erkin olmadığı yerde mutluluk sözü vermek.
Günümüzün yapay yoldan üretilmiş fizyonomilerine bakılırsa, bir zamanlar insan yaşamı diye bir kavramın var olduğu çoktan unutulmuş gözüküyor.
Toplum bireyin zayıflığında kendi kuvvetini fark eder
Yaşam işte böyledir; bu kadar çetin, ama bundan dolayı da
bu kadar güzel ve sağlıklı.
Güldürmek insanları mutlu olduklarına inandıran bir aldatma aracıdır.
Hükmedilenlerin, hükmedenlerden gelen ahlakı onlardan fazla ciddiye alması gibi, günümüzün aldatılan kitleleri de başarı mitosuna gerçekten başarılı olmuş kişilerden çok daha fazla kapılmaktadır.
Ağız kraterinin kustuğu en yok edici lav neşedir der Victor Hugo insanın fırtınaları okyanusunkinden beterdir başlıklı bölümde.
Aşkın kendisi bilim dışı bir kavramdır: yanlış tanımlar bizi daima yoldan çıkarır
İnsanseverin yüce duyguları ve sosyal yardım çalışanlarının ahlaki özfarkındalığı gibi narsist acıma deformasyonları da zengin fakir ayrımının içselleştirilmiş onayından başka bir şey değildir.
Zayıftan farklı olarak güçlü birey sahip olmadığından başka bir kişiliğe bürünmez.
Boyun eğmez bir ruhum var ve duyarlılığı, şu an keyfini çıkardığım mutlu kayıtsızlığa tercih etmekten çok uzağım
Pişmanlık bir erdem değildir, akıldan doğmaz
Pişmanlık, popüler ideolojinin tersine, burjuvazinin hep bir hiç olarak gördüğü geçmişi bir varlık haline getirir; pişmanlık bir gerilemedir
Yargı gücü örgütlü deneyimin kılavuzu dur.
Sonunda bütün imgeler ölüler ülkesindeki gölgeler olarak hakiki özlerini açığa vururlar, yani yanılsamayı.
Evlilik yalnızca yaşamın her şeyin karşılığını bulduğu düzeni demek değildir; aynı zamanda dayanışma içinde birlikte ölüme karşı koymak demektir.
İnsan asla bütüne sahip olamaz; daima beklemek, sabırlı olmak ve vazgeçmek zorundadır
İnsanlar düşünerek kendilerini doğadan uzaklaştırırlar ki, doğayı, ona hükmedebilecek biçimde karşılarına alabilsinler.
Düşünme efendinin dilediğince denetleyemediği bir köledir.
Kitlelerin bugünkü gerileyişi duyulmamış olanı kendi kulaklarıyla işitme, dokunulmamış olana kendi elleriyle dokunma becerisinden yoksun olmalarıdır; yenik düşmüş her bir söylenceselin yerini alan yeni bir körlük biçimidir.
Toplumun meyve misali aşırı olgunluğu, varlığını hükmedilenlerin hamlığına borçludur.
Durdurulamaz ilerlemenin laneti durdurulamaz gerilemedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir