İçeriğe geç

Aydaki Adam Tanpınar Kitap Alıntıları – Nazlı Eray

Nazlı Eray kitaplarından Aydaki Adam Tanpınar kitap alıntıları sizlerle…

Aydaki Adam Tanpınar Kitap Alıntıları

Seni o kadar çok aradım ki dedim. Artık bulmaktan ümidimi kesmiştim Hafifçe gülümsedi.
Beni bulmak çok kolay. dedi. Ben kapıların ve pencerelerin dışındaki adamım bir yerde.
O ne demek?
Dışarıdakiyim ben. dedi. Eşikteki.
Anlamıştım. Eşiktekisin. dedim. Biliyorum.
Kalabalığı ve tenhalığıyla, gürültüsü ve kendine has sessizliğiyle hayat dediğimiz bu eski, siyah beyaz düğün fotoğrafı ürkütücü, çok hüzünlü ve güzeldi.
Kimdi acaba Duşize Hanım? Bilmiyordum. Yatağında sessizce yatan bir felçli kadın.
Kim bilir kimdi?
Sanki öylece yatan bir bellekti.
Ben ölünce gölgem de yok olacak. Birden düşündüm bunu. Şu dünya yüzünde var oluşu bana bağlıydı onun, yalnızca bana .Benim bir eşim, yaşamdaki siluetim. Benimle var oluyordu, siluetim benimle birlikte yok olacak .Kimse gölgenin farkında değildi. Kimse onu düşünmüyor, onun için ağlamıyordu.
Her an her şey olabilirdi; rüyalar gerçekleşebilir, kaybedilenler sanki bulunabilirdi bu tuhaf ışığın içinde.
Kafam bir azap makinası, Düşüncelerim haciz altında gibi
Ben ölünce gölgem de yok olacak. Birden düşündüm bunu. Şu dünya yüzünde var oluşu bana bağlıydı onun, yalnızca bana. Daha önce hiç düşünmemiştim bunu. Benim bir eşim, yaşamdaki siluetim. Benimle var oluyordu, siluetim benimle birlikte yok olacak.
Gene tereddüt içindeydim. Bu dünyayı, bu dağınıklığı, bu karmaşayı bozarım diye korkuyordum.
Yani şöyle dedi. Adam karmakarışık bir odanın içinde, genelde böyle, beş parasız, yarı aç yaşıyor. Dağınık, düzensiz. Öyle anlıyorum okuduklarımdan. Hayatı düzensiz. Ama bu ‘Eşik’ şiiri şaşırtıcı işte. Beni çok şaşırttı. Satır satar incelikle işlemiş, bir duygu tomarı, bir ipekten çığlık, bir kadifeden kalp, bir ibrişimden arzu yumağı dedi.
Bana sorarsanız, çok daha sıcak ve insani bir adam dedi. Ahmet Haşim’i diyorum. Arap galiba. Çocuk gibi adam. Yahya Kemal daha mesafelidir. Büyükelçi olmuş. Varşova’ya, Madrid’e Park Otel’de bir odada kalıyor. Yani daha bir uzak insana.
Sefalet çevremdeki dört duvardan adeta üstüme akıyordu.
Gene tereddüt içindeydim. Bu dünyayı, bu dağınıklığı, bu karmaşayı bozarım diye korkuyordum.
Sükut suikastı.

Suskunluk. Çevresindeki, yapıtlarına karşı olan sessizlik, tepkisizlik. Kimsenin bir şey yazmaması, ağzını açıp bir şey söylememesi.

Sıkıntı, umutsuzluk, vesvese Her şey barınabilirdi bu odada. Gece gelen evhamlar, ölüm düşünceleri için müsait bir yerdi burası.
Kalabalığı ve tenhalığıyla, gürültüsü ve kendine has sessizliğiyle ‘hayat’ dediğimiz bu eski, siyah beyaz düğün fotoğrafı ürkütücü, çok hüzünlü ve güzeldi.
Hayatın akıp gittiğini birden anladım. Hiçbir şey bıraktığın yerde kalmıyordu. Kaderin önüne geçmek imkansızdı.
Belki yaşamak yalnızlıktı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Geç kalmışlık duygusu. Onu hiç bırakmayan ve içini törpüleyen bir duygu. Yaşamaya geç kalmışlık..
Mazi insanı yalnız bırakmaz diye fısıldadı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Silikti bu dünyadaki renkleri, o kadar. Kadınların dikkat etmeyeceği, fark etmeyeceği bir adam türüydü.
Şehrin renk değiştirmesini, çevrede tek tük ışıkların usul usul yakılmasını büyülenmiş gibi izliyordum. Kuşkusuz bir mucize idi gecenin çöküşü; tıpkı günün doğuşu gibi.
Bana ait bir karanlık bu. Hissediyorum onu. Sanki benim için yapılmış, tonu bana göre ayarlanmış bir karanlık.
Odada o kimliksiz akşamüstü ışığı var gene. Benim seninle olduğum saatlerin ışığı bu.
Başını ve sonunu bilmediğim bir yolda olmak ne kadar güzel.
Gece tenhaydı. Karanlık. Bazen insan ruhunun olduğu gibi.
Ruhu fırtınalı bir adam. Yalnız bir adam. Kendine yalnızlığı seçmiş. Kim bilir rahat mıydı değil miydi? Kimse bilemez bunu.
Ben iki kişiyim dedi. Bir gözüm güler, bir gözüm ağlar.
Bir gözüm güler, bir gözüm ağlar.
Bir olukta birikip, bir musluktan akıyorum dünyaya. Başını ve sonunu bilmediğim bir yolda olmak ne kadar güzel.
Suskunluk. Çevresindeki, yapıtlarına karşı olan sessizlik, tepkisizlik. Kimsenin bir şey yazmaması, ağzını açıp bir şey söylememesi.
Sükut suikasti demişti buna Tanpınar.
Boş ver. İnsanlar ölüyor. Hayatlar bitiyor
“Hayatın uzun bir bölümü yaşanmış ve geride kalmıştı. Kapanan kapıların, çekilen perdelerin, unutan belleklerin, değişen bir dünyanın içine girmek artık imkansızdı.”
“Dev bir örümceğin ağına bulaşmış gibiydim şimdi. Hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. Kollarım, bacaklarım, yüzüm yapış yapıştı. Zamanın o acımasız eli yüzümü hafifçe okşamıştı. Kulağıma fısıldamıştı. Dönüş yok. Dönüş yok. Kurtulamıyordum bu vıcık vıcık yapışkan örümcek ağının içinden. Ölebilirdim.”
“Sanki bir olukta birikip bir musluktan akıyorum dünyaya.”
“Belki yaşamak yalnızlıktı.”
“Gece tenhaydı. Karanlık. Bazen insan ruhunun olduğu gibi.”
“Ruhu fırtınalı bir adam. Yalnız bir adam. Kendine yalnızlığı seçmiş.”
“Korkunç bir yalnızlık bu. Ama insan alışıyor. Ne tuhaf şey. Alışıyor ve yapayalnız yürümeye başlıyor şu karmakarışık yollarda ”
“Geç kalmışlık duygusu. Onu hiç bırakmayan ve içini törpüleyen bir duygu. Yaşamaya geç kalmışlık ”
“Koskoca şair ve romancı Ahmet Hamdi Tanpınar. Zamanından önce dünyaya gelmiş ve anlaşılamamış bir adam. Bir dizesiyle insan ruhunu allak bullak eden bir şair. Romanları o öldükten çok sonra anlaşılabilecek kadar modern ve derin. İşte onun dramı da bu. Anlaşılamamak, hasıraltı edilmek.”
Mazi insanı yalnız bırakmaz.
Ben iki kişiyim dedi. Bir gözüm güler, bir gözüm ağlar.
Belki yaşamak yalnızlıktı.
Her yer boş bu saatte. Gece tenhaydı. Karanlık. Bazen insan ruhunun olduğu gibi.
Kalabalığı ve tenhalığıyla, gürültüsü ve kendine has sessizliğiyle hayat dediğimiz bu eski, siyah beyaz düğün fotoğrafı ürkütücü, çok hüzünlü ve güzeldi.
Ne içindeydi zamanın, ne dışında.
Bir başkasıyım. Hiç olmadığım bir başkası. Yahut iki insan
Mazi insanı yalnız bırakmaz.
Bir olukta birikip, bir musluktan akıyorum dünyaya.
“Biz zamanın içinde miyiz şimdi?”
“Ne içindeyiz zamanın ne dışında” dedi.
Bütün pınarlara koştum cevap yok.
Tekrar bana döndü her attığım ok.
Her çığlık önümde tutuştu, yandı.
Tahtayı kurt oydu, taş yosunlandı.
Yabani otlarla örtüldü duvar
Ben, Kırtıpil Hamdi, annemin cesedini gördüm Kandilli vapurunda. Bir kriz Ter içindeyim, titriyorum.
Bir başkasıyım. Hiç olmadığım bir başkası. Yahut iki insan
Hülya adamı olmaktan hiç çıkmadım.
Su gibi akıyorum
Hayat bu dedi. Aslında en alışık olduğunuz bulmaca.
Ah bir kadına âşık olabilsem.
Budalalık deryası bir hayatım var.
Acaba hayatta bilmediğimiz bir sayfa çevrilmiş ve her şey bitmiş miydi?
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.

Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgârda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

Başım sükûtu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.

Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya, sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.

Boş ver. İnsanlar ölüyor, hayatlar bitiyor
Kaç yıl daha bu dünyadayım?
Kafam bir azap makinası. Düşüncelerim haciz altında gibi. Kararsızlık bütün çanlarını çalıyor
Dışarıdakiyim ben dedi. Eşikteki
Belki yaşamak yalnızlıktı
ne içindeydi zamanın ne de dışında.
Bu günler nasıl bitecek?
Kendimi çok sahipsiz hissettim birden
Bir başkasıyım. Hiç olmadığım bir başkası. Yahut iki insan
Mazi insanı yalnız bırakmaz.
Aşk beni mahvediyor.
Suskunluk. Çevresindeki, yapıtlarına karşı olan sessizlik, tepkisizlik. Kimsenin bir şey yazmaması, ağzını açıp bir şey söylememesi.

‘Sükût suikastı’ demişti buna Tanpınar.

Bana ait bir karanlıktı bu. Hissediyorum onu. Sanki benim için yapılmış, tonu bana göre ayarlanmış bir karanlık.
Bir olukta birikip, bir musluktan akıyorum dünyaya.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir