İçeriğe geç

Ayasofya’nın Gizli Tarihi Kitap Alıntıları – Erhan Altunay

Erhan Altunay kitaplarından Ayasofya’nın Gizli Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Ayasofya’nın Gizli Tarihi Kitap Alıntıları

Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’da önce secde etmiş, Allah karşısında sadece bir kul olduğunu hatırlamak için sarığına bir avuç toprak sürmüştür. İçeri girdiğinde, mermer döşemeyi iman adına kırdığını açıklayan Osmanlı askerini bir kılıç darbesiyle öldürmüştür.
Emanetler, Konstantin zamanından beri başta Kudüs olmak üzere birçok yerden toplanmıştır. Hatta Dördüncü Haçlı Seferi sırasında İstanbul’a gelmiş olan IV. Haçlı Seferi Kronikleri’nin yazarı Villehardouin “İstanbul’da dünyanın geri kalanınkinin toplamı kadar kutsal emanet vardı” demiştir.
Istanbul’un alınmasından sonra Osmanlı ile Venedik arasında 1479 yılına kadar sürecek savaşlar olmuş, bu savaşların sonunda imzalanan antlaşmada Fatih Venediklilerden yüklü miktarda para istemiştir. Ilginç olan şudur ki, böyle bir antlaşmanın içinde Venediklilerden, kendi resmini yapacak bir ressam da talep etmesidir. Venedikliler ressam Gentile Bellini’yi gönderirler. Bellini, ilginç bir ressamdır. Dini konulu resimlerin
yanı sıra Kutsal Emanetler’le ilgili resimler de yapmıştır. Kutsal Emanetler’e merakı bulunan Fatih, Bellini’ye birçok resim yap
tırmıştır. Ancak bu koleksiyon da Sultan II. Bayezid döneminde yok olmuştur. II. Bayezid veli/sofu olarak anılan bir padişahtı ve resimden de nefret ediyordu. Babasının ölümünden sonra sarayda bulduğu tabloları pazarda satışa çıkardığı bilinmektedir. Uygunsuz bulunanlar hemen yok edilmiş, Bellini’nin
İstanbul’da yaptığı eserlerin önemli bir bölümü de, ardında iz bırakmadan yok olup gitmiştir.
Bu arada Bellini’nin meşhur Fatih tablosu da bir Venediklinin eline geçmiş ve yolculuğu İngiltere’de son bulmuştur. Tarih kitapları dönemin ünlü Venedikli ressamı Gentile Bellini’nin Fatih’in resmini yaptığından bahseder fakat çok az kişi bu resmin öyküsünü bilir. Bugün Londra’da bulunan bu tablo ilgi çekici detaylar içermektedir.
Fatih Sultan Mehmet’in parlak zekasına ilişkin verilebilecek en iyi örnek, çocukken tuttuğu özel defterinin sayfalarındadır. Küçük şehzade karalama defterinde resimler çizmiş, notlar almış, Arap, Fars ve Yunan alfabeleri çalışmıştır. İslam coğrafyasında yaşadığı halde insan resimleri yapan, perspektif kullanan, çevresindeki olayları çizerek gözlemleyen bir şahzade olduğu, defterinin gün yüzüne çıkmasıyla anlaşılmıştır. Fatih’in çocukluk defteri uzun bir müddet kaybolmuş, yıllar sonra torunu Sultan 2. Abdülhamit tarafından bulunup saray mücellithanesinde ciltlenerek Hazine-i Hümayun’da özenle saklanmıştır. Bu defterin Fatih’e ait olduğu, Ordinaryüs Profesör Süheyl Ünver tarafından belgelenmiştir.
Bilindiği gibi Hz. Fatıma İslam dünyasının en önemli kadınlarından biridir. Hz. Muhammed bir hadisinde kızını şöyle anlatır:
Kızım Fatıma, bedenimin bir parçasıdır, gözümün nurudur, kalbimin meyvesidir, bedenimdeki ruhumdur, insan şeklinde bir huridir. İbadet mihrabında ayağa kalktığımda yıldızlar yeryüzündekilere nur saçtığı gibi, onun nuru da gökteki meleklere öyle nur saçar.
Böylece Hz. Muhammed’in bedeninden bir parça olan kızının eli kutsallaştırılmış ve inanışa göre, Fatıma’nın eli şifanın, ilmin, bereketin, şansın eli olmuştur.
Anadolu’da elleriyle şifa veren kadınlar Benim elim değil, Fatıma anamızın eli diyerek hastalara şifa olmaya çalışırlar. Özellikle hayır için yapılan yemekler Fatıma’nın eli pişirdi denilerek bereketlendirilir.
Hz. İsa Hıristiyanlıkta balık olarak sembolize edilmiştir. Ezoterik sembolizm ile ilişkilendirildiğinde, balık görüneni saklayan, denizin içinden çıkarak görünür olan bir canlıdır. Başka bir deyişle balık saklı olandan sıyrılan ve görünür olandır.
Ayasofya’da, tıpkı Kudüs’teki Süleyman Mabedi gibi kutsal kaya üzerindedir ve oradaki kutsallık anlayışının devamıdır. Ayasofya’yı bugünkü ihtişamlı mimarisiyle inşa ettirdikten sonra Justinyanus’un yumruğunu havaya kaldırıp Ey Süleyman! Seni geçtim! haykırışı da, aslında iki mabet arasındaki bu rekabete bir atıftır.
Selatin, sultan kelimesi ile aynı kökten gelir ve selatin camileri, Osmanlı İmparatorluğu döneminde sadece padişahların yaptırdığı camiler için kullanılmıştır.
“Fatih Sultan Mehmet, çok müstesna bir kişilik Bilginin güç olduğunun kuşkusuz farkındaydı. Hem batıni olanın, hem zahiri olanın peşindeydi.”
“İsrailoğulları, kendileri için bu kadar kutsal olan emaneti koruyamamışlardır. Ahit Sandığı Hazreti Süleyman sonrasında, krallar döneminde Babil Kralı Nebukadnezar Kudüs’ü ele geçirdiği ve Süleyman Tapınağı’nı yerle bir ettiği sırada, MÖ 587 yılında kaybolmuştur.”
“İnsanları bir şeye inandırmak için sembollere ihtiyaç vardır ve Ayasofya çok kuvvetli bir semboldür.”
“Ayasofya da, tıpkı Kudüs’teki Süleyman Mabedi gibi kutsal kaya üzerinedir ve oradaki kutsallık anlayışının bir devamıdır. Ayasofya’yı bugünkü ihtişamlı mimarisiyle inşa ettirdikten sonra Justinyanus’un yumruğunu havaya kaldırıp Ey Süleyman! Seni geçtim! diye haykırışı da, aslında iki mabet arasındaki bu rekabete bir atıftır.
“Ayasofya kutsal bir emanet, tarihi bir vasiyettir.”
İstanbul tıpkı Roma şehri gibi yedi tepe üzerine kurulmuş, kehanetlerde yer almış, seçilmiş özel bir şehirdir.
Yunan kuvvetleri İzmir’den de çıkartılınca , Türk halkının sevinç ve kutlama yeri yine Ayasofya olur. Ayasofya namaza gelenlerle dolup taşmış , her bölümü ibadete açılmıştır. Anlaşılacağı üzere , Ayasofya hüznün de sevincin de kutsal mekanıdır.
Yemin ediniz! Eski tarihimizin, bu muazzam minarelerin bahşettiği es asil, en terbiyeli vakarını asla unutmayacağız!
Yüzük kimdeyse Süleyman odur.
Hakikat, yaşamın anlamı ve ölümsüzlük içeride.
Tarih sahnesinde Türkler bağımsızlık için, Rumlar özgürlük için ölümü göze almışlardır.
Fatih Sultan Mehmet, çok müstesna bir kişilik Bilginin güç olduğunun kuşkusuz farkındaydı. Hem batıni olanın, hem zahiri olanın peşindeydi.
Yediyüz senelik Tarihin ağlayan minareleri altında yemin ediniz.
“Milletler dostumuz,hükümetler düşmanımız.”H.E.Adıvar
Ayasofya,haçlıların gözünde yağmalanması ve ele geçirilmesi gereken bir pagan tapınağıdır.İçindeki bizans kutsallarının onlar açısından pek bir önemi yoktur.
Mescid-i Aksa olarak adlandırdığımız kutsal alanda 70 bine yakın insanın öldürüldüğünü düşünürsek,batının doğuya uyguladığı bu vahşet daha iyi anlaşılacaktır.
Osmanlı olmasaydı, Ayasofya yaşamayacaktı.
Osmanlı’nın mimarları, en önemlisi de Mimar Sinan olmasaydı bugün dünyanın hayranlıkla izlediği 1500 yıldır ayakta kalan bir yapıdan söz ediyor olmayacaktık.
Yüzyıllardır Müslüman Türklerde bir memleket ya da kale alındığında önce burçlara bir bayrak dikilir ve hemen ezan sesi yükselirdi. Kentin en büyük kilisesi ya da mabedi camiye çevrilir, ilk cuma namazı orada kılınırdı.
Akşamseddin, Hacı Bayram-ı Veli ile Edirne’ye gittiğinde Sultân II. Murat ile de görüşür. Meşhur hadise, burada geçer. II. Murat Hacı Bayram-ı Veli’ye İstanbul’u kimin alacağını sorunca İstanbul’un fethi, şu yanımdaki köse ile ha şu beşikte yatan bebeye nasip olacak der. Köse Akşamseddin’dir, bebe de küçük Şehzade Mehmet’tir.
Ayasofya hüznün de sevincin de kutsal mekanıdır
İki Kilise’nin birleşmesi, onun ekümenik konumunu kuvvetlendirecek bir adımdır. Batı ne yapmaya çalışıyor olabilir? Ortodoks dünyayı yanına çekerek nasıl bir güç yaratmaya çalışıyor olabilir? Cevabı, Müslümanlara karşı yekpare bir Haçlı cephesi.
Buradaki kilit nokta Ayasofya olacaktır. Çünkü Ayasofya bir simgedir
Osmanlı olmasaydı, Ayasofya yaşamayacaktı. Osmanlı’nın mimarları, en önemlisi de Mimar Sinan olmasaydı bugün dünyanın hayranlıkla izlediği 1500 yıldır ayakta kalan bir yapıdan söz ediyor olamayacaktık.
Birtakım kaynaklardan Konstantin’in Kudüs’ten gelen ve Kutsal Hac’ın kalıntılarını da içeren bazı emanetleri, Çemberlitaş’ ın altında bir kilise yaptırıp oraya koyduğu belirtilmiştir. Kaynakların bazılarında buraya girenlerin olduğundan da bahsedilir. Tabii uzun süren restorasyonlardan sonra neler bulunduğunu bilemiyoruz.
Bizans’ta papazların ve dinin etkisini arttırmak için çeşitli hilelere başvurulmuş. Önce kendin altındaki sarnıçların su yollarını keser, ardından susuzluktan kıvranan halkı Ayasofya’ya çağırırlarmış. Halk toplanıp kiliseye geldiğinde, ayinlerden sonra Papaz, Tanrı ile konuştu, yarın suyunuz gelecek denilir ve ertesi gün kentin suyu verilirmiş.
Anlatılanlara göre Kutsal Kâse ölümsüzlüğün sembolüdür. Onu eline geçirene ölümsüzlüğü bahşeden olağanüstü bir güçtür.
Aslında tapınakçıların örgütlenmesine bir güç yüzüğü hikâyesi diyebiliriz.
Yüzük kimdeyse Süleyman odur.
İstanbul tıpkı Roma şehri gibi yedi tepe üzerine kurulmuş, kehanetlerde yer almış, seçilmiş, kutsanmış özel bir şehirdir.
Ayasofya muhteşem bir törenle ibadete açıldığı gün, İmparator Justinyanus, Kudüs’teki hazreti Süleyman mabedi’ne atıfta bulunarak Ey Süleyman! Seni geçtim! diye gururla haykırmıştır.
“Aya “kutsal” Sofya “bilgelik” anlamına gelmektedir ve bir Kilise için “kutsal bilgelik” (Ayasofya) ismi, aslında çok anlamlıdır.”
“Ayasofya, Konstantin’in oğlu Konstantius tarafından 360 yılına inşa edilmiş ve “büyük kilise” anlamına gelen “Megale Ekklesia” ismini almıştır.
İlginçtir ki, yine aynı dönemde “Ayasofya” ismiyle de anılmaya başlamıştır.”
Ayasofya, binlerce isyancının kılıçtan geçirildiği ayaklanmadan
sonra yeniden inşa edilmiştir. Yapımının dört
yıl, on ay gibi kısa bir sürede bitmesinin nedeni, inşaatta
devşirme malzemelerin kullanılmış olmasıdır. İmparatorluğun
Cyzicus, Efes, Mısır ve Baalbek bölgelerinden getirilen
hazır sütunlar ve malzemeler, yapının hızlıca yeniden
inşasını sağlamıştır.
Cyzicus’taki Marmara B ölgesi’ne adını veren mermer
ocaklarının bulunduğu, Bandırma-Erdek civarındaki
Hadrianus Tapınağı’ndan getirilen hazır malzemelerin
görkemi, zamanla halk arasında malzemelerin aslında Süleyman
Tapınağı’ndan getirildiği efsanesinin doğmasına
neden olmuştur.
Ayasofya, Justinyanus döneminde daha görkemli bir yapı
haline gelmiştir. Ayasofya’yı eşsiz kılan, devrin ulu mimarları
Miletli yaşlı İsidoros ve Aydınlı Anthemios aslında
Anadalulu mimarlardır. Bu açıdan bakarsak Ayasofya’nın
bugünkü ihtişamlı mimarisinde, Anadolu kökenli değerli ellerin
de dokunuşu vardır.
“Justinyanus’un Got süvarileri sayesinde binlerce kişinin kanıyla yıkanan meydan, Bizans’ta “Hipodrom”, Osmanlı döneminde “At Meydanı” ve günümüzde “Sultanahmet Meydanı” olarak bilinmektedir.”
Milletler dostumuz, hükümetler düşmanımız
Osmanlı ordusunun Çanakkale Savaşı’ndaki başarıları Meclis tarafından değerlendirilmiş ve Sultan Mehmet Reşat’a gazilik ünvanı Ayasofya’da verilmiştir.
Kazasker Mustafa İzzet Efendi, Ayasofya’ya ihtişam kazandıran dev hat levhalarının dışında, Nur Suresi’nin 35 ayatini de kubbeye işleyerek, madebedin ihtişamını artırmıştır. Sultan Abdulmecit sayesinde yapılan bu eserler, mabedin İslami ruhuna büyük katkıda bulunmuştur.
Sultan I. Mahmut 13 Aralık 1754’te Ayasofya’da namaz kıldıktan sonra saraya dönerken at üstünde vefat etmiştir.
Halk her zaman ve özellikle ramazan aylarında Ayasofya’ya büyük ilgi göstermiştir. Saray camisi olan Ayasofya, büyük olaylarda, cülus törenlerinde, cenaze namazlarında padişah ve saray erkânının teşriflerine sahne olmuş, hatta hanedandan biri öldüğünde sala burdan verilmiştir. Ayasofya ayrıca padişahların çoğunlukla cuma namazlarını kıldığı yerdir. Saray taşındığında da önemini yitirmemiştir. Padişah cuma veya bayram namazına başka bir camiye gidebilir ama Kadir Gecesi’nde mutlaka Ayasofya’da olurdu.
Efsaneye göre İmparator Justinyanus Ayasofyayı yeniden yapılandırmaya karar verdiğinde,kendisine sunulan mimari projelerden hiçbirini beğenmez.Bir gün,dini bir tören sırasında elinde tuttuğu kutsal ekmek,bir arı tarafından kapılır.Herkez arıyı ve ekmeği aramaya başlar.
İmparator arının saklandığı peteği bulup getirene ödülker vaat eder.Sonunda biri,peteği bulup getirir ve hayretle görürler ki petek,bir kilise maketine benzemektedir.Mihrap yerinde ise kutsal ekmek durmaktadır.İşte Ayasofya,bu ilahi plana göre inşa edilir.Bu efsaneyi pagan inancıyla ilişkilendebiliriz çünkü paganizmde arı,Tanrıçanın kutsal hayvanlarından biridir.
Osmanlı olmasaydı, Ayasofya yaşamayacaktı.Osmanlı’nın mimarları, en önemlisi de Mimar Sinan olmasaydı bugün dünyanın hayranlıkla izlediği 1500 yıldır ayakta kalan bir yapıdan söz ediyor olamacaktık.
Kiliseden camiye çevrilirken ismiyle, dokusuyla, mozaikleriyle korunmuş olan Ayasofya müzeye dönüştürülürken cami karakterine dair ne varsa sökülmüştür.
1915’te İzmir’de yayımlanan Taşink Ermeni gazetesi Çanakkale Zaferi’ni “Ordularımız büyük bir zafer elde etti” diyerek manşetten kutlamıştır. Düşünün ki birliktelik vurgusu o zamanlar ne kadar güçlüymüş.Zamanında atılan bu manşet sonrasındaki kirli oyunları görmemiz ve Osmanlı’nın birliğine kurulan büyük tuzağı anlamamız açısından çok önemlidir.
Elefterios Venizelos Osmanlı saray hukuk danışmanlarından biriydi. Venizelos’un başa geçmesiyle askıya alınmış olan Megali İdea yeniden canlandı.
Ayasofya Megali İdea’nın da önemli sembollerindendir.
Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat
Ayasofya Osmanlı döneminde Devlet-i Âli’nin gizli toplantılarına da tanık olmuştur.

IV. Mehmet’e hal kararı burada verilmiştir.

Ayasofya’da türbesi bulunan ilk padişah II.Selim’dir.
Fetih sonrası, Arnavut asıllı Balaban Ağa ismi, ilk sancağı diken kişi olarak zikredilmiştir.Ulubatlı Hasan efsanesinin çıkışı ise 16.yy sonrasına 1570’lere dayanır.
1909 yılında Meşrutiyet’in ilanı “Hürriyet Bayramı” olarak kutlanmıştır.Tarihimizdeki ilk milli bayramdır.
2 Mayıs 1916’da ise Osmanlı’nın kuruluşu “İstiklâl-i Osmanlı Günü” adıyla bir kutlamaya sahne olmuştur.
Fatih, Manisa döneminde İtalyan hümanistlerinden ders almıştır.Tarih onun, Grekçe, Latince, ve Sırpçayı iyi bildiğine tanıklık etmiştir.İlk hocalarından biri Sırp asıllı Mola Ayas Efendi’dir.Gizemli bir kişiliği olan Molla Ayas’ın ezoterik öğretilerle ilgili bilgisi ve ledünni ilinlerde uzmanlaşması dışında kerametleri de meşhurdur.Örneğin, Bursa’da bulunduğu sırada kendisini hacda görenler olmuştur.
1438’ de Üsküdar’a Türk kıyafetinde gelen Bertrandon La Broquiere, burada Rum kayıkçıların yolcuları karşıya, Galata’ya geçirdiklerini ve Türklere yabancılardan daha fazla itibar gösterdiklerini belirtir.
İroni olarak şehirde belli bir Türk nüfusu da vardı.Tabii Bizans’ın son günlerinde başta Kadıköy olmak üzere, Anadolu kıyıları ve Boğaz Türkler tarafından ele geçirilmişti.Hatta Üsküdar’daki Türkler sık sık karşı tarafa gidebiliyordu.
Başka bir kutsal emanet de, “Mandylion” olarak anılan, Hz.İsa’nın yüzünün suretinin çıktığına inanılan kutsal örtüdür.Dilimize yerleşen mendil kelimesinin kökeni de “ mandylion” dan gelmektedir.
Haçlılar Ayasofya’ya girdiklerinde bütün zenginlikleri ele geçirmiş, mihrapları yakıp yıkmışlar, kutsal görmedikleri mabedi türlü sapkınlıklarla kirletmişler.Mihrapta dansöz oynatmış, manastırlardan topladıkları genç rahibelere tecavüz etmiş ve buraya fahişeler getirerek sapkın ayinler düzenlemiş, rahiplerin ve yaşlı rahibelerin çoğunu öldürmüşler.
Bizans’ta papazların ve dinin etkisini arttırmak için çeşitli hilelere başvurulurmuş.Önce kentin altındaki sarnıçların su yollarını keser, ardından susuzluktan kıvranan halkı Ayasofya’ya çağırırlarmış.Halk toplanıp kiliseye geldiğinde, ayinlerden sonra”Papaz, Tanrı ile konuştu, yarın suyunuz gelecek” denir ve ertesi gün kentin suyu verilirmiş.
Medusa başlatının işlevi sadece sütun kaidesi olarak sütunların yüksekliğini ayarlamak; bu bağlamda ters ya da yan konulmasının bir önemi yok.
Pagan kültüründe Ay Tanrıçası Hekate ile sembolize edilen Tanrıça’nın üç yüzü vardır:bakire, olgun kadın, ve yaşlı bilge kadın.Hristiyanlar paganları yok ederken, pagan öğretiler Hristiranlık dininin içine sızmış, böylece Hazreti Mertem “ bakire” yi, Mecdelli Meryem “olgun kadın”’ı ve Sofya da “ yaşlı bilge kadın “‘ı yani bilgeliği temsil etmiştir.Bu da Sofya isminin Pagan yönünü açıklar
Hazreti Muhammed’in doğduğu yıl olan 571’de Ayasofya’nın kubbesi yıkılır ve hiçbir şekilde tamir edilemez.

Hızır, yaşlı bir adam kılığında rahiplere görünür. Kubbenin ayakta kalabilmesinin tek koşulunun, zu­hur eden ahir zaman peygamberini bulmaları, onun tükürüğünü zemzem suyu ile karıştırıp kirece kat­maları olduğunu söyler. Rahipler yaşlı adamın Hızır olduğunu anlar ve yollara düşer. Hazreti Peygamber, tükürüğünü, Ümmetime nasip olsun duasıyla rahiplere verir. Ruhbanlar, yanlarında Peygamber’in hakkadaki tükürüğü, yetmiş deve yükü zemzem suyu ve Mekke toprağıyla geri dönerler. Kubbe, bu karışım­la yapılan harçla birlikte Ayasofya’nın Müslümanlara nasip olacağının işareti olarak sağlamlaştırılmış olur.

Ayasofya hüznün de sevincin de kutsal mekanıdır.
İstanbul, tıpkı Roma şehri gibi yedi tepe üzerine kurulmuş, kehanetlerde yer almış, seçilmiş, kutsanmış özel bir şehirdir.
Aya kutsal , sofya bilgelik anlamına gelir.
Allah göklerin ve yerlerin nurudur

Nur Suresi 35.Ayet

Ayasofya’yı Fatih Sultan Mehmet gibi merak etmedikçe ve bu eşsiz mabede onun verdiği değeri göstermedikçe, ne yazık ki Ayasofya’nın özünü, sakladığı sırları ve onun konuştuğu gizli dili hiçbir zaman anlayamayacağız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir