İçeriğe geç

Ayasofya Entrikaları Kitap Alıntıları – Mustafa Armağan

Mustafa Armağan kitaplarından Ayasofya Entrikaları kitap alıntıları sizlerle…

Ayasofya Entrikaları Kitap Alıntıları

Bir milletin kuvvet, kudret, seciye ve yaşama hakkı tarihin en kara günlerinde göstereceği cesaret, metanet, azim ve imanın derecesiyle ölçülür.
Galip Kemali Söylemezoğlu
Ayasofya Camii’ni biz ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Yunanistan, Bulgaristan ve diğer Batılı devletlerin daha Balkan Savaşı yıllarından itibaren canlanmış olan Haçlı zihniyetine rehin verdik. Baskılarına boyun eğdik. Bunu açıkça itiraf edelim. Kilise olmayacaksa cami de yaptırmayacağız şeklindeki İngiliz menşeli formüle 1932-35 aralığında teslim olduk ve Osmanlı’nın kutsal tebessüme âşık olduğu bir camimizi müze yaptık.
Cânım Ayasofya’nın resmini minaresiz
Çıkarmışlar, gördüm, bir Rumca dergide Rum’lar
Kızmaya hakkınız yok ezan sesi olmıyan
Câmide minarenin, kim demiş, lüzûmu var
Son devrin bükülmez kalemlerinden Osman Yüksel Serdengeçti’nin 1952 Ağustos’unda Ayasofya başlıklı biraz heyecanlı bir tonda kaleme alınmış yazısından dolayı Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığını hatırlayacaksınız. Sonunda lehindeki bilirkişi kararıyla beraat etti gerçi ama savcı iddianamede kendisine şu ilginç ithamda bulunmuştu:

Bu yazı Ayasofya’nın tekrar cami olmasını istiyor. Halkı sokaklara döküp Ayasofya’da eylem yaptırmayı amaçlıyor. Ayasofya’ya müze değil, mumsuz kilise diyor. Bu, kanunlarımıza göre suçtur. Cezasız kalması milli menfaatlerimize zarar verecektir vs.

Rahmetli Serdengeçti’nin bu gülünç iddiaya verdiği muhteşem cevap tarihe geçecek güzelliktedir:

Savcı iddianameyi göndereceği yeri şaşırmış olmalı. Bunu Milli Mücadelede açtıkları yaralar hala kanayan, söndürdükleri ocaklar hala tütmeyen, camilerimizi yıkıp taşlarını hela yapmak için kullanan( ) Yunanlı dostlarımıza bir cemile olarak göndersin. Beni bu yazıdan dolayı Türk savcıları değil, Yunan savcıları itham etsin. O zaman bütün neticelere katlanmaya şeref bilirim.

Savunmasında bu noktaya bir kere daha dönen Serdengeçti, orada şu sağduyulu sözleri sarf edecektir:

Savcılık bu davayı yanlış yere getirmiş. Dosyayı Yunanistan’a gönderseydi daha iyi etmiş olurdu.

Tam tabiriyle taşı gediğine oturtmuş olan merhum Osman Yüksel Serdengeçti, asıl büyük bombasını en sona saklamıştır. Hamlet’in tiratlarını hatırlatan o müthiş sözleri şöyle seferber eder:

İstanbul’un, hatta İzmir’in Yunan olduğunu söyleyen, bunun üzerine şiirler, kasideler yazan Yunan muharrirlerini(yazarlarını), şairlerini Yunan hükumeti teşvik, tebcil ederken(ödüllendirirken), Ayasofya’da tekbir sesi, ezan sesi işitmek isteyen bir insanı bizimkiler vatana ihanet suçuyla ağır ceza mahkemelerine sevk ediyor Bu mukayese beni çıldırtıyor, çıldırtıyor beni! Sanki karşımda, iddia makamında, Müslüman bir Türkü değil, Athenagoras’ın mümessilini görüyorum! Ürperiyorum! Ürperiyorum!

Hatta bir ara Fransız işgal kuvvetleri komutanı kuvvetleriyle bizzat gelerek Ayasofya’yı askerlerimizden almak istedi. Fakat Tevfik Bey isimli aziz bir komutanımız bir fedâi Birliği oluşturmuş ve verilen emir gereği askerlerini Ayasofya Camii’nin içine silahları ve bombalarıyla mevzilendirmiştir.

Kapıda Fransız komutana işgal güçlerini keslikle içeriye sokmayacaklarını ihtar eden Tevfik Bey, zorla girmeye kalkarlarsa girişteki makineli tüfeklerin işlemeye başlayacağını söyler. Oradan bir şekilde geçtiler diyelim, özel olarak görevlendirdiği askerleri Ayasofya’nın sütunlarının dibine yerleştirdikleri dinamitleri patlatacaklardır.
Bu altından kalkamayacağı kadar ağır sırlı üstlenmek istemeyen Fransız komutan, içeri girmekten vazgeçer ve geri döner.

Böylece Ayasofya işgal şartlarında bile tıpkı Asım’ın Nesli gibi namusunu çiğnetmez.

Evliya Çelebi’nin rivayetine göre, Ayasofya’nın hasara uğramasına sebep olan bir depremden sonra son imparator Konstantin, genç Sultan ll. Mehmed’e tamirini yapmak üzere bir mimar göndermesi için müracaat etmiş ve bu iş için mimar Ali Neccar adlı bir usta seçilmişti. Fetih’ten önce İstanbul’a gelen mimar Ali Neccar, tamiratını yaparken bir payanda içerisinde müstakbel minarenin başlangıç merdivenini de hazırlamış, Nasıl olsa burası alınacak, bari yerini hazırlayayım, demiştir. Hakikaten bugün ahşap minarenin yerinde diğer köşe kulelerin farklı olarak bir merdivenin kubbe eteğine kadar yükseldiği dikkat çekmektedir.
Canımızı nicedir acıtan soru şudur :
Ayasofya ibadete kapalıyken Istanbul’ un fethini hangi yüzle kutlayabiliyoruz.
Türk ün aslında şeref ve asalet olmadığını ve ancak Müslümanlık(ın), ana bir şeref verdiğini ve Müslümanlıktan ayrılınca kavmiyet itibarile iftihar edecek hiçbir meziyeti olmadığını beyan etmiştir
Unutmayalım ki Ayasofya Camii bizim sadece Cumhuriyetle elde ettiğimiz bir kazanım olmayıp Fatih Sultan Mehmed’in Konstantiniyye’yi fethiyle başlayan ve bu şehrin beş buçuk asırlık Müslümanlaşma sürecinin kopmaz bir parçasıdır. Müslümanlığımızın ve bu topraklarda egemen olduğumuzun bayrak ve ezan kadar güçlü ve manevi bir sembolüdür. Ayasofya’ya bu tarihi derinlikten bakmazsak fena halde yanılırız.
Bahane bulmak kolaydır. Lakin niyet çözüm üretmek olunca bir şekilde üretilir. Önemli olan bulmaya niyet etmektir.
Benim naçizane çözüm teklifim şöyledir:
Ayasofya’nın üst kat galerilerinin caminin harimiyle, ibadethane kısmıyla doğrudan bir alakası yoktur. Caminin ana mekanına girmeden namaz kılınırken dahi turistler narteksten geçerek kimseyi rahatsız etmeden üst katlara çıkar ve ziyaretlerini pekala gerçekleştirebilirler. Asıl mühim olan mozaikler de zaten nartekste ve üst kattadır. Namaz kılındıktan sonra aşağıya inip ziyaretlerini tamamlayabilirler. Yani üst kat cami yapılmayabilir, ziyaret mekanı olur, aşağısı da Müslümanlara fazlasıyla yeter. Binanın giriş-çıkışı buna gayet müsaittir.
Öte yandan çok mecbur kalınan yerlerde yapılacak stor perde, namaz kılınacağı zaman aşağı çekilir, suretlerin üzeri kapatılır, namaz bitince tekrar açılır. Veya siyah ışıkla namaz vakitleri resimler karartılır, cemaatle namaz kılındıktan sonra yeniden açılır. Böylece mesele suhuletle hallolunabilir. Gördüğünüz gibi hiçbir şekilde Ayasofya’nın turistlerin ziyaretlerine kapatılması diye bir şey bahis mevzuu değil.
Ancak her şey yolunda giderken ufacık bir sorun çıktı.
Kilise yapılırsa Ayasofya’nın yeni sahibi kim olacaktı?
Yunanlılar Bizim olacak diyordu;
Ömer Seyfeddin’in hikayesinden Naş, naş, Çarigrad naş (İstanbul, İstanbul bizim olacak) diyerek gezen Bulgar köylü kızını hatırlayın(gerçi Bulgarların o sırada sesi çıkamıyordu);
Fener Patrikhanesi de damat adayları arasındaydı;
Rusya’nın öteden beri – Prens Trubetskoy bunu daha 1915’te dile getirmişti- Ayasofya ‘ya haç dikme idealini kovalayan bir ülke olduğu biliniyor. Dostoyevski bile bu Ortodoks ideale basbayağı bağlanmıştı.
Öte yandan İngilizler Ayasofya kilise yapıldığı takdirde bu konulara duyarlı olan Hint Müslümanlarının ayaklanmasından çekiniyor hatta korkuyorlardı.
Bu karmaşık denklemin içinden nasıl çıkacaklardı.
İngiltere (Büyük Britanya) devleti ve kamuoyunun İstanbul’un işgali başlar başlamaz Ayasofya’nın rehinden kurtarılması (the redemption of St. Sophia) kampanyaları başlattığını ve bunu 1922 yılı sonunda İstanbul yeniden Milli Güçlerin eline geçene kadar devam ettirdiklerini hatırlayalım. Mütareke yıllarında İngiltere’de Ayasofya Camii’nin Türklerin elinden(rehinden) kurtarılması için hususi komiteler kurulduğunu da görmüştük.
Peki Başbakan Lloyd George’un İstanbul’dan Sultan gidecek ve Müslüman nüfus da ardından şehri boşaltacak böylece Ayasofya doğal olarak Hıristiyan olacak, Haç yeniden Ayasofya’nın kubbesine konulacak. Bu olunca yeni bir çağ başlayacak, dediğini duymuş muydunuz?
Ancak makalenin devamında daha çarpıcı bir pasaj var. Onu da beraberce okuyalım mı:
Atatürk ile Whittemore arasında ABD Dışişleri Bakanlığı ve Ankara’daki Amerikan Elçiliğinin aktif destek verdiği müzakereler yürütüldü. Bu müzakerelerin sonucunda Ayasofya cami olarak kapatıldı ve müze olarak açıldı.

Yeterince açık bir ifade değil mi? Meğer Atatürk ile Ayasofya pazarlığının içine ABD Dışişleri Bakanlığı ile ABD Büyükelçiliği de dahil olmuş ve sonuçta Ayasofya Camii’ni müze yapma girişimi başarıya ulaştırılmış.

Ayasofya’nın mozaiklerini yeniden ortaya çıkarmak fikriyle ve ABD’li para babalarından Charles Crane’in maddi desteğiyle İstanbul’a gelen ve Ayasofya’da bir restorasyon yapmak için kapı kapı izin koparmaya çalışan Whittemore’un ABD Büyükelçisi Joseph Grew’ın aracılığıyla Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ile bizzat görüştüğünü ve onu Ayasofya’yı cami olmaktan çıkarıp bir müze haline getirmeye nasıl ikna ettiğini araştırmacı Natalia Teteriatnikov Rus soğukkanlılığıyla şöyle ortaya koyuyor:
Amerika Bizans Enstitüsü, 1930’da Thomas Whittemore tarafından Boston’da kuruldu. Harvard’dan Prof. Robert Blake otobiyografisinde şöyle yazıyordu:Bizans sanatı, tarihi ve arkeolojisi incelemelerini teşvik etmek konusunda bir Amerikan, İngiliz ve Fransız girişimi olan Bizans Enstitüsü’ nün kuruluşunda onunla (Whittemore ile) birlikte çalıştım. Bizans Enstitüsü’ nün büyük başarılarından biri, 1931’de TC’nin Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk’ü, Ayasofya Bazilikasının içindeki mozaiklerin ortaya çıkarılması sorumluluğunu Bizans Enstitüsüne teslim etmeye ikna etmesiydi.
Fetih’ten 10 yıl kadar sonra Sahn-ı Seman Medreseleri, yani sekiz öğretim kademesinden oluşan Fatih Medreseleri inşa edilir. Medresenin Türkçe vakfiyesinde çarpıcı birkaç satırla karşılaştığımızda ne yalan söyleyelim, sultanın eriştiği bilinç seviyesi karşısında yine hayretler içerisinde kalıyoruz. Vakfiyede şunları söylüyordu büyük Fatih:
Ve 867 senesinde şükran li hazihi’n-ni’am cihad-ı asgardan cihad-ı ekbere müracaat
İstanbul’un Fethini küçük cihad (cihad-ı asgar), medreseyi hizmete açışını ise büyük cihad (cihad-ı ekber) olarak gören bir Fatih vardır karşımızda Düşünün, İstanbul’un fethi bile onun gözünde bir medrese yaptırmanın, yani ilim tahsilinin, alemi, kendini ve Rabbini tanıma cehdinin yanında küçük cihad imiş!
29 Mayıs 1453 Salı günü
Fatih Sultan Mehmed’in saygıyla içerisine girdiği Ayasofya’da secde-i şükran a kapandığı, iki rekat şükür namazı kıldığı ve Ulu Mabed’de ezanın ilk olarak o sırada okunduğu biliniyor. O gün genç Fatih hızını alamayarak Ayasofya’nın kubbesine kadar tırmanmış ve etrafında 360 derece dolaşarak, fethini Yüce Peygamber’inin emrettiği bu kutlu şehrin deruni manasını düşünerek bu tepe den doyasıya seyretmiş, ardından da İstanbul çok güzel bir kızmış fakat ne yazık ki bakımsız kalmış, ümmet-i Muhammed’in elinin ona değmediği buradan belli sözleri dudaklarından tarihin hafızasına inciler misali dökülmüştür.
Elinizdeki kitabı, Ayasofya’nın kapatılmasını ama özellikle de camilikten çıkarılma kararını hukuki ve tarihi yönleriyle yeniden tartışmaya açmak ve Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerini, Fatih Sultan Mehmed’in Ayasofya Vakfiyesi’ne öz eliyle koydurduğu şartların gereğini yerine getirmeye davet etmek maksadıyla kaleme aldım. Daha doğrusu ülkemizi İstanbul’un fethinin sembolü olan bir vakfın lanetinden ve İslam peygamberi (sas) tarafından övülmüş olan Sultan’ın bedduasından kurtarmaya davet etmek için Bir de Ayasofya’nın kutsal ile silinmek üzere olan kadim bağını zihinlerde yeniden canlandırmak için
Bunun içindir ki var kuvvetimizle Ayasofya cami olarak açılmalıdır diye bağırıyoruz.
İşin aslı şudur:
Bu millete açıkça bir yalan söylenmektedir. Ayasofya Camii’ni biz ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Yunanistan, Bulgaristan ve diğer Batılı devletlerin daha Balkan Savaşı yıllarından itibaren canlanmış olan Haçlı zihniyetine rehin verdik. Baskılarına boyun eğdik. Bunu açıkça itiraf edelim. Kilise olmayacaksa cami de yaptırmayacağız. şeklindeki İngiliz menşeli formüle 1932-1935 aralığında teslim olduk ve Osmanlı’nın kutsal tebessümüne aşık olduğu bir camimizi müze yaptık.
Çıplak görüntü bu; ve bu görüntü hepimizi ürküttüğü içindir ki, bahane kabilinden sürekli yalan söylüyoruz.
Efendim, Ayasofya esasen insanlığın veya medeniyetin malıdır vs. diye lafı eğip bükmeyin, dosdoğru söyleyin:Biz İngiliz yeni dünya düzeni ne uyum sağlama sürecinde Ayasofya’yı da safra olarak Batı’nın kucağına atmıştık! Bunu düzgün bir şekilde söyleyeceğimize yalanlar uydurmak ve gerçeği örtbas etmek gibi son derece tehlikeli bir yola sapıyorsunuz.
Canımızı nicedir acıtan soru şudur :
Ayasofya ibadete kapalıyken Istanbul’ un fethini hangi yüzle kutlayabiliyoruz.
2015 şubat’ında katolik İspanyollarca katedral yapılmış olan Kurtuba Ulu Camii’ ni ziyarete gittiğimde hakikaten içim sızlamıştı. Bu mescidin asırlarca üzerine secde edilmiş mübarek taşlarına ayakkabılarımla basmayı yakıştıramadım kendime. Üşütmek pahasına çıplak ayakla gezdim camimizi içim yana burkula.Bırakın namaz kılmayı, el açıp dua etmenin bile yasak olduğu söylenip bir de içeride Katolik ayinine tanık olduktan sonra gözlerimde pırıltılarla İstanbul’daki kader arkadaşı Ayasofya’ yı hatırladım taa binlerce kilometre öteden.
Dedim ki :
Halkının yüzde 99’u Müslüman bir ülke olan Türkiye’deki Ayasofya Camii’nde namaz kılmak yasak, nüfusunun neredeyse tamamı katolik bir ülke olan İspanya’daki Kurtuba Camii’inde de . Biri bana açıklasın o zaman : Ne farkımız var ?
Ayasofya , ah Ayasofya !

Sen ki bize Fatih’ in aziz emanetisin, lakin yaban ellere rehin verilmişsin. Yaşadığın nasıl bir trajedidir ki , resmi tapunun öz sahibi olan bu devlet bile sana malik olduğunu gösteremiyor, aynı topraklara ayak bastığın millet bile senin makus talihini 82 senedir değiştiremiyor. Sesin çıkamıyor da ağlıyor, her Allah’ ın günü elini , dilini, kalbini hasret korunla cayır cayır yakıyorsun.

Gezintilerimde bir hakikat keşfettim. Bu devletin iki manevi temeli vardır : Fatih’in Ayasofya minaresinden okuttuğu ezan ki hala okunuyor. Selim’in Hırka-i Saadet önünde okuttuğu Kur’an ki hala okunuyor. Eskişehir’in, Afyonkarahisar’ın, Kars’ın genç askerleri siz bu kadar güzel şey için döğüştünüz.

Yahya Kemal, Aziz İstanbul

Bu kitabı, Ayasofya’ nın kapatılmasını ama özellikle de camilikten çıkarılma kararını hukuki ve tarihi yönleriyle yeniden tartışmaya açmak ve Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerini , Fatih Sultan Mehmed ‘ in Ayasofya Vakfiyesi’ ne öz eliyle koydurduğu şartların gereğini yerine getirmeye ve ülkemizi Istanbul’ un fethinin sembolü bir vakfın lanetinden ve İslam peygamberi tarafından övülmüş olan Sultan’ ın bedduasından kurtarmaya davet etmek maksadıyla kaleme aldım. Bir de Ayasofya’ nın kutsal ile silinmekte olan kadim bağını zihinlerde yeniden canlandırmak için
Canımızı nicedir acıtan soru şudur :
Ayasofya ibadete kapalıyken Istanbul’ un fethini hangi yüzle kutlayabiliyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir