İçeriğe geç

Atları Uçuruma Sürmek Kitap Alıntıları – Emin Gürdamur

Emin Gürdamur kitaplarından Atları Uçuruma Sürmek kitap alıntıları sizlerle…

Atları Uçuruma Sürmek Kitap Alıntıları

Karalayıp yaktığım onlarca mektuptan biliyorum; seninle konuşmak ya da sana konuşmak, baş döndürücü bir ırmaktan karşıya geçmeye benziyor.
Çocukluğundan başlamamalı insan. Haklısın. Zalimlerin bile hüzün devşirebildiği yerden başlamamalı. Ama bugünden de başlamamalıyız. Bugün, birbiriyle hiç karşılaşmamış takvim yapraklarını bir büyücü kazanında aynı renge boyayabilir. Değil mi?
Ah bu babasız çocuklar. Ellerinde süpürge dünyayı acılardan temizlemeye çalışırlar.
Keşke benden önce anlamamış olsaydın, dünyanın bu kadar büyük bir yetimhane olduğunu.
Korkma. Bu balçıktan günler hiç bitmeyecek. Dinmeyecek bu melun acı. Bir zıpkın saplanmayacak göğsüne, bir huzme saplanmayacak. Herkes kendi sesiyle yaşayıp ölecek.
İkisi de hayal kırıkları ile dolu bir ömrün, iki saatte temize çekilemeyeceğini biliyordu.
Ah bu babasız çocuklar. Ellerinde süpürge dünyayı acılardan temizlemeye çalışırlar.
Benim aleyhime olması güzelliğine halel getirmeyecek.
Mucizelerin kendisi gibi sıradan insanlar için olmadığını düşünecek kadar çok yenilgi tatmıştı dünyada.
Ağzından Olur mu? diye bir kuş havalandı.
Araf’ta kalmak sadece insan için değil elbet. Mekân da Araf’ta kalır, hem de nasıl kalır.
Her balta putları yıkarken biraz da kendi heykeline yer açar, yalan değil. Savaştığı şeye benzer Âdemoğlu yalan değil. Öldürdüğü adam olur.
Bu ihtiyar dünyanın sırtında yeteri kadar yenilgi tadanlar bilirler, durduk yerde hiçbir şey olmaz. Azar azar olur ne olursa.
Bilmek bir yaraya merhem olsun, görülmüş şey midir?
Vaktiyle gıcır gıcır şarjörler gibi cebimizde taşıdığımız aforizmalar solmadı mı?
Çocukların ilk keşfettiği ilaç uykudur.
Eskiden dünyayı, her doğan bebeği annesinin karnından çekip kendi rahmine alan ihtiyar bir ebeye benzetirdim.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bu dünyadan bir şey anlamadım.
Şu son yirmi yılda dünya ne kadar hızlı döndü bir bilseniz, ah bir bilseniz.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sözü ne yapar ne eder bizim çok rahat zamanlarda dünyaya geldiğimize bağlardı.
Bu bir gerçek; insanlar yaşlandıkca abartırlar çoğu şeyi.
Yağmurlar bazı ağaçları diğerlerinden çok ıslatır.
Ölüm haberidir bu nezaketsiz gelir, adabı muaşeret bilmez.
Kuşları uzun yollara benzettiğini biliyorum.
Bunun bir nedeni yok, pek çok şeyin bir nedeni yok.
Korkma. Bu balçıktan günler hiç bitmeyecek. Dinmeyecek bu melun acı. Bir zıpkın saplanmayacak göğsüne, bir huzme saplanmayacak. Herkes kendi sesiyle yaşayıp ölecek.
Çocukluğundan başlamamalı insan. Haklısın. Zâlimlerin bile hüzün devşirebildiği yerden başlamamalı
Nasıl vurursan vur çekici, kendini yontacaksın. İnsan yolda yürümez, yol insanda yürür oğlum
İnsandan insana giden yol yok madem, kaldır başını, kaldır ki her şeyi bir dudak büküşe sığdıran dişil bilgelik tacında ışıldasın. Herkesin içine düştüğü, bize gelince gözlerini yuman kuyuları kim bu acımasız tesadüflerle doldurduysa masanın hesabını da o ödesin. Hiçbir yere gitmeyelim biz.
Hiç kimse harfleri kullanarak bizden bahsedemez. Eşyanın sırtına binerek güdemez hiç kimse, anlıyor musun?
Bir hikâyesi yoktu. Doğrusu, zamanında bir hikâye bulamamıştı.
İlçeye yüksek bir tepeden bakan mezarlıktaki en iri serviye sorsan hayatın kalbi mezar taşlarıdır.
İlkin sana bir mektup yazabilmek için eften püften meseleleri bile aylarca içinden çıkılmaz hava kabarcığına dönüştüren yanımın kemâle ermesini bekledim. Boşa bekledim. Senden bahsederken sesimin titremesine mani olacak olgunluğu zamandan beklemek, o hava kabarcıklarından birinin kuruntusundan ibaretti. Bunu fark ettikten sonradır ki ne zaman kirazlar çiçeğe dursa her yanı sen kaplıyorsun. O kadar çok kaplıyorsun ki babam bile ortalıktan kayboluyor. Biliyorsun, annemi zaten hiç görmedim.
Bir insana bu kadar yalnızlık nasıl düşer?
Herkesin kendince bir anlaşması olur ecelle. Kimse ölümü beklemez. Bu yüzden bütün ölümler en çok da hayal kırıklığına benzer.
Ah bu babasız çocuklar. Ellerinde süpürge dünyayı acılardan temizlemeye çalışırlar.
Ölüm haberidir bu nezaketsiz gelir, adabı muaşeret dinlemez. İzin istemez, kapıyı çalmaz, açmanı beklemez, geçer başköşeye kurulur. Kelimelerle inceltemezsin, törpüleyemezsin, ahşap değil sanat yapamazsın. Kaya değil bir yüz konduramazsın. Rengi yoktur, varsa karadır. Biri gitmiştir çünkü daima gitmiştir. Oradan bir ışık sızmaz. Bir ses duyulmaz. Sağına soluna kedi merdivenleri takıştıramazsın. Kenarsızdır, işe yaramaz bunlar.
Zaten dünyayı yetimhaneden seyreden biri, bir daha hiç dışarı çıkmazmış. Hiç büyümezmiş. Hep aynı yaşta, hep aynı odada, hiç gelmeyecek ziyaretçiyi beklermiş.
Sahi bizden bahseden kitaplar ne de kısa konuşur değil mi?
En kanlı savaşları bizim adımıza bizden habersiz başlattılar, bunun utancı içindeyiz.
Kuşlar kimi tenha gecelerde sebepsiz uyanırlar, derdi dedem, Allah’ la konuşmak için. Kuşları uzun yollara benzettiğini biliyorum. Gökyüzünü kuyuya, ölüleri solucanlara, kitapları aynalara benzetirsin.
Her düştüğümde başımı kaldırıp sana bakmayı alışkanlık edindim.
Ah bu babasız çocuklar! Ellerinde süpürge dünyayı acılardan temizlemeye çalışırlar.
Yalnızdık ve dünyanın kekremsi tadından payımıza düşeni aldık. Doğmak ve ölmek adlı birbirine bakan iki aynanın ortasında, sonsuz yansımalar sağanağında, bulduğumuz kadar kaybederek, kaçtığımız kadar tutsak düşerek bu tekinsiz zamanlara eriştik.
Her şeyin görünen yüzünü nasıl da aşağılardık. Böylece nasıl da bütün özleri ıskalardık.
En önemlisi, kaçtığın şeye doğru yürürsün biraz da.
İnsanı acımasız kılan şey, çürümeye hazır bir et yığınının içinden sonsuzluğa bakması mıydı?
Bu yürümekten eskiyen yollar, bu öksüz roller, bu eğri büğrü adımlar kimseyi bir yere vardırmazken seni kolayca uzaklara vardırıyor hayret. Hiç kapanmayacak bir mesafeyle yüzleşiyor insan.
ulan, yarım asırdır dünyadasın, öğrenemedin gitti yaşamak denen nesneyi!
savaştığı şeye benzer Ademoğlu yalan değil. öldürdüğü adam olur.
her balta putları kırarken biraz da kendi heykeline yer açar, yalan değil.
bu ihtiyar dünyanın sırtında yeteri kadar yenilgi tadanlar bilirler, durduk yerde hiçbir şey olmaz. azar azar olur ne olursa.
Çocukların ilk keşfettiği ilaç uykudur. Epey meseleye çare olduğunu erkenden anlarlar.
Eskiden dünyayı, her doğan bebeği annesinin karnından çekip kendi rahmine alan ihtiyar bir ebeye benzetirdim.
Belki sana koşmak, sana konuşmaktan daha kolaydır.
Karalayıp yaktığım onlarca mektuptan biliyorum; seninle konuşmak ya da sana konuşmak, baş döndürücü bir ırmaktan karşıya geçmeye benziyor.
Senden bahsederken sesimin titremesine mani olacak olgunluğu zamandan beklemek
Her seferinde kendi ayak izlerine rastlamaktan bıkıp usandığım o upuzun yol yine karşımda belirdi; bir kurşun kalemin ucunu sivrilttim.
Harfler dursun, kelimeler sussun, sessizliğin içinden yepyeni bir ses belirsin istedi.
O an zamana değil de zamansızlığa ihtiyacı olduğunu hissetti.
Her şeyi kaybetmek için güzel bir gündü. Ne de olsa kaybettiklerinden kurtulamıyor insan.
Belki bu dünyadan bize son bir bahar kalmıştır, kim bilir?
Gece bir bataklıktı ve sen üzerinden sıçradın.
Bütün kadınlar yalancıdır, sen içlerinden en güzel yalan söyleyeni seç.
İnsan inanmadığı kelimelerden kanat yapmamalıdır, bunu yıllar sonra öğrendin. Çakıldıktan sonra.
..bilmek acımı hafifletmiyor. Bilmek, bir yaraya merhem olsun, görülmüş şey midir?
Dünya bu, insanı tek bir dalgayla bırakmaz. Ama insan düştüğü yerden hep aynı şekilde kalkar, değil mi?
Herkesin içine düştüğü, bize gelince gözlerini yuman kuyuları kim bu acımasız tesadüflerle doldurduysa masanın hesabını da ödesin. Hiçbir yere gitmeyelim biz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir