İçeriğe geç

Ateş Ağacı Kitap Alıntıları – Samiha Ayverdi

Samiha Ayverdi kitaplarından Ateş Ağacı kitap alıntıları sizlerle…

Ateş Ağacı Kitap Alıntıları

&“&”

Hayat bambaşka bir şey… o, bizim bildiğimiz gibi, doğmak, büyümek ve ölmekten ibâret değildi.
İnsan için her zorluğu yenmek, her bağı koparmak belki mümkün, fakat hayvanla müşterek olduğu duyguların boyunduruğundan çıkmak müşkül, pek müşküldü.
Şu halde insan, yalnız fizyolojik buyrukların emrinde olan bir mahlûk ise, ağzındaki cevizi damın üstüne fırlatarak kıran kargadan, tavukları için döğüşen horozdan, geviş getiren inekten, çirkef deliğinde fâre bekliyen kediden ne farkı kalıyordu?
Muhit değiştirmeği, resimli bir kitabın sahifelerini çevirmeğe benzetirim. Bakan göz hep aynı göz, çevrilen sahifeler hep aynı kitabın sahifeleridir. Fakat manzaralar ve dolayısıyle intibâlar başkadır.
Ona göre, güzel bedenler hep birbirine benzemektedir. İnsan bu gerçeğin farkına vardı mı, tek bir bedene düşkünlüğü küçümsemeye ve can güzelliğini, oradan hareketle de bütün güzellikleri aramaya başlayacaktır.
İbnü’l-Arabi, Füsûsu’l Hikem’in son bölümünde bana dünyâdan üç şey sevdirildi, kadın, hoş koku ve namaz." hadisini yorumlarken, Havva’nın Adem’den doğduğunu hatırlatarak erkeğin kadına meylini "bir şeyin kendi nefsine iştiyak duyması" şeklinde açıklamaktadır. "Kadının erkeğe vurgunluğu da bir şeyin kendi yurduna düşkünlüğüdür. Şu îzâhımıza göre insana kadın sevdirildi. Çünkü Allah da bizzat kendi sûretinde halk ettiği kimseye muhabbet gösterdi."
Marcus Aurelius der ki: Salatalık acı ise at, yolda zararlı şeyler varsa sakın, kâfi. Fakat bunlar kozmosun içinde neden bulunuyor, deme. Marangoza atölyesinde talaş ve yonga gördüğün için itiraz ettiğin vakit onu nasıl güldüreceksen, tabiatı tanıyan bir adamı da böylece güldürmüş olacaksın."
Hayat, canbazın üstünde gezdiği ip gibidir, iman da bu ipin üstünde yürüyenin elindeki muvazene değneği gibidir. Emin ve tehlikesiz adım atmak isteyenler, mutlaka bu değneğe sahip olmalıdırlar.
Cemiyet çiftçi gibidir, ne ekerse onu biçer. Mademki dikenden hoşlanmıyoruz, o halde buğday ekelim, yulaf, arpa ekelim.. Fakat kendi elimizle diken tohumu ektikten sonra çıkan mahsule kızmak bize yakışmaz. Kabahat o kızcağızlarda değil, onların kafalarına ekilen tohumda.
Gerçi beni hasta eden hep bu kitaplar… Fakat gene de tutunduğum onlar.. teselli ve şifa bulacak başka kapım yok.. Onlar, onları yazıp çizenler de ne yapsınlar? İnsan yaşadıkça şüphe ve teredrütten kurtulamıyor. Hayat demek, upuzan, karanlık bir yol demek..
Biz insanlar, her şeyi bildiğimizi zan ve iddia ettiğimiz için hiçbir şey bilemiyorduk.
İçgüdülerin ve menfaatlerin esareti, bence en zalim, en kopmaz bir kementti.
Görüyordum ki yaşamak ne bankadan evine gidip gelmek, ne şeflikten müdürlüğe sıçramak, ne bir vekâlet koltuğuna oturmak, ne salonların, kadınların göz bebeği olmak ne de bir zenginin kızıyla evlenmekti… Şu halde insan, yalnız fizyolojik buyrukların emrinde olan bir mahluk ise, ağzındaki cevizi damın üstüne fırlatarak kıran kargadan, tavukları için döğüşen horozdan, geviş getiren inekten, çirkef deliğinde fare bekleyen kediden ne farkı kalıyordu?
İlim, madde çemberini aşıp vicdaniyet hududuna sıçramadıkça esaretten başka bir şey değildir.
Siz, beni kendiniz, kendinizi de ben bilmedikçe buluşamayız, anlaşamayız. Ben, gönlünüze tohum olarak kendimi ektim…
Fikirle mücadelede yumruğun yeri yoktur. Fikri, ancak bir karşı fikir yenebilir…
Fakat aşkın kara yazı yazmaya ihtiyacı yoktur ki. O kendi ateşiyle yazar.
Elle yazılan her şeyin gün olup bozulması tehlikesi vardır. Fakat gönülle yazılan yazıları silecek ve bozacak kuvvet yaratılmış değildir…
En büyük hakimler şarapsız sarhoş olanlardır. Diyen Ömer Hayyam’a bütün kalbimle hak verdim…
Bir kimse ilim sahibi olur, alim deriz;beldeler keşfeder kaşif deriz;fen harikaları icat eder, mucit deriz;sanat hassasiyetini dile getirir sanatkar deriz, deriz, derizFakat kolay kolay insan diyemeyiz. Zira insanlık sıfatına liyakat kazanmak için hayvanlık duygularını dizginlemiş olmak lazımdır.
Bir gögüsten taşan aşk, bir dudaktan dökülen sevda, hekimin ilacından, yedi dağın otundan daha mı kudretsizdir?
Bir cihangir olsam, hatta bütün dünya şahsi mülküm olsa, ben benim olmadıkça kendimi hiçbir değere malik saymam…
Ananın ak sütü aşktır. Akıldan delil isteyen, akılsızlıktan kurtulmaz. O akıl ki çocuğu yoran ve oyalayan bir kuru emziktir…
Elle yazılan her şeyin gün olup bozulması tehlikesi vardır. Fakat gönülle yazılan yazıları silecek ve bozacak kuvvet yaratılmış değildir.
Madde yoldur; mânâ hedeftir; biz hedefe teveccüh etmediğimiz için bütün kazancımız sonsuz bir yorgunluktan ibaret kalıyor.
Madde, mânânın kapısıdır; fakat biz onu açacak anahtarı kaybolmuş zannediyoruz. Madde, mânânın kaftanıdır; fakat biz bu elbisenin içindeki güzel vücûdu göremiyoruz.
İnsan, güzelliğe, asâlete, zenginliğe, şerefe, hatta bilgi ve hünere de mâlik olsa, mânâ ile dirilmedikçe bir heykelden ibarettir.
Acaba sevgi kadar mizâca tesir eden hangi kuvvet vardır?
Kimi karanlıktır, kimi dikenli taşlıdır, kimi zevklidir, der. Kimi ise hayâtı sonsuz bir çekişme ve işkenceymiş zanneder. Halbuki hayat ne odur, ne budur. Onun mânâsını kavramak için, günün doğmasını beklemek lâzımdır.
İnsan yaşadıkça şüphe ve tereddütten kurtulamıyor. Hayat demek, upuzun, karanlık bir yol demek.
İlim, madde çemberini aşıp vicdâniyet hudûduna sıçramadıkça esâretten başka bir şey değildir.
Aynada bir parmak izi dahi leke sayılır; o, bir nefesten bile buğulanarak cilâsını kaybeder; gönlümüz ki aslında bir aynadan daha cilâlı olması lazım gelirken, onu, benliğimiz, gurûrumuz, kibir ve ceberûtumuz çamuruyla sıvayıp hassalarından, asli istidâdından uzaklaştırıyoruz.
Bahaneler olmasa insan konuşacak dedikodu bulamayacak.
Bütün basit esasları dallandırıp budaklandıran da bahanelerden başka nedir? Niçin Onları görüyor da hareket ettiren ve tasarruf eyleyen mânâyı görmüyoruz? Görmüyoruz, zira bahanelerin kalın ve kesif örtüsü, mânânın ince ve renksiz varlığına perde oluyor. Hatta bir denizin üstünde dalgaları ve köpüğü hasıl eden rüzgarı bile görmüyoruz. İşte ezeli buyruk da, varlık denizini çalkalamakta ve köpürtmektedir. Fakat onu gören yok.
Zehir bile sırasında ve dozunu aşırmadan kullanılınca şifa getiriyor. Biz ise, zehir mahiyetinde olan hâdiseleri iyi kullanmayı bilmediğimiz için neden" diyor ve faydalanacağımız yerde zehirleniyoruz.
Zaman, her hasrete çare olmuyor.
Eğer dünya, aşkı tanıyanlara dolu olsa, zulüm, fesat, kargı, kılıç olmazdı.
İnsanlar, manevi heyecanlarını, ruh kıymetlerini kaybettikleri için kendilerine maddi heyecanlar yaratarak akla gelmez delilikler, fedakarlıklar hatta rezaletler yapıyorlar.
Bize, uykuda dahi istirâhat yoktur.
Fikirle mücâdelede yumruğun yeri yoktur. Fikri, ancak bir karşı fikir yenebilir.
Bütün dünya benim şahsî mülküm olsa, ben benim olmadıkça kendimi hiçbir değere mâlik saymam.
Bir akıllı adamın yanıp yıkılacak, solup sararacak, çürüyüp dağılacak kıymetlere aşık olması yazık değil midir?
Yüreğimdeki tûfânı dışa vuracak olsam, bütün cihan sahife kesilse, gene yetmez, dolar, taşar ve dökülür…
Kendi içinizde olan asıl benliğinizle temasa geçin.
Uçurumun kenarındaki insan, bulunduğu yüksekliğe rağmen ne kadar tehlikeye maruzsa bence bilgisi kendisini uyandırmamış ve mana ile bütünleşmemiş kimsenin yükselişide ve sözleri de, uçurum kenarındaki kimsenin korkulu yükselişinden farksızdır.
Maymundaki ishihza* tilkide ki hud’a* kaplandaki hunharlık* bizde oldukça, mucit, kaşif, salim, sanatkar olsak da insan olamayız.

*İstihza: İnce ince alay
*Hud’a: Hile
*Hunharlık: Zalimlik, gaddarlık

İnsanlığa yeten, insandan daha büyük kuvvet yok; o her şeyi evirip çeviren, bütün gizli manaları içine alan tek varlık.. Kainatta her şey o.
Mana, şekil perdesi altında gizli olduğu için göz, iç kıymetini görmüyor da, dış tezahürlerini görüyor. Ruhu görmeyip, cesedi gördüğümüz gibi
Görüyordum ki yaşamak ne işten evine gidip gelmek ne şeflikten müdürlüğe sıçramak ne bir vekalet koltuğunda oturmak ne salonların, kadınların göz bebeği olmak ne de bir zenginin kızıyla evlenmekti…
Ömründe aynaya bakmamış kimse, nasıl kendini tanımazsa, ben de ancak seni gördükten sonra kendimi en hurde çizgilerime kadar öğrendim.
Elle yazılan her şeyin gün olup bozulması tehlikesi vardır. Fakat gönülle yazılan yazıları silecek ve bozacak kuvvet yaratılmış değildir.
İnsanların kendilerinin bile bilmedikleri, köşede bucakta gizlenmiş hisleri vardır.
İnsan, güzelliğe, asalete, zenginliğe, şerefe, hatta bilgi ve hünere de malik olsa, mana ile dirilmedikçe bir heykelden ibarettir.
Bize, uykuda dahi istirahat yoktur.
Acaba sevgi kadar mizaca tesir eden hangi kuvvet vardır?
Fikirle mücadelede yumruğun yeri yoktur. Fikri, ancak bir karşı fikir yenebilir.
İlim, madde çemberini aşıp vicdaniyet hududuna sıçramadıkça esaretten başka bir şey değildir.
Bir Cihangir olsam, hatta bütün dünya şahsi mülküm olsa, ben benim olmadıkça kendimi hiçbir değere malik saymam.
Bir akıllı adamın yanıp yıkılacak, solup sararacak, çürüyüp dağılacak kıymetlere aşık olması yazık değil midir?
Halbuki eğer ben yüreğimdeki tufanı dışa vuracak olsam buna, değil o, bütün cihan sahife kesilse, gene yetmez, dolar, taşar ve dökülür.
İşte ben, bu doğumla ölüm arasındaki kısacık ömrü, basit ve değersiz kıymetlere bağışlayan insanlardan kaçtım.
İçgüdülerin ve menfaatlerin esareti, bence en zalim, en kopmaz bir kementti.
Eğlenceye, zevke, gençlik ihtiraslarına doymuş, bunları kanıksamış bir kimse, onlardan üstün bir zevk alemi bulamayınca, muhtelif his buhranlarının ve ruhi dalganışların cezr ve meddinde avare bir çöp gibi çalkalanıp duruyor.
Hayatta olan şeylere “neden” diyen kimse acemidir.
&‘ &‘ Ömründe aynaya bakmamış kimse nasıl kendini tanımazsa, ben de ancak seni gördükten sonra kendimi en hurde çizgilerime kadar öğrendim. &‘ &‘
&‘ &‘ Seni beklemek, seni istemek öyle bir tahassür ki ben bu hasreti, her bir damarıma takılmış bir diken gibi feryatlarla çekiyor; çekiyorum… Fakat kopmuyor. &‘ &‘
《 Çok takdir ettiğim Platon’un şu sözünü dinle: Sevmek demek, kendinin yarısını aramak demektir." Sevmek ve tamamlanmak… Bu ne doğru söz. 》
&‘ &‘ Keşke giderken bir şeyler söylese, bu nâmeyi bir şeylerle doldursaydı. Fakat aşkın kara yazı yazmaya ihtiyacı yoktur ki. O kendi ateşiyle yazar. &‘ &‘
&‘ &‘ İnsanlar dağlara benziyor Cemil Bey… Nasıl ki her dağ aksisadâ yapmazsa haykırılan her hakîkat da her insanda yerini bulamıyor. &‘ &‘
&‘ &‘ Aşk, hürmet ettiğim kuvvetlerin en büyüğüdür Cemil Bey. &‘ &‘
&‘ &‘ (…)Muhâkeme, mantık ve ilim delâletiyle bilmek başka, bu maddî kılavuzları bir tarafa bırakıp canıyla, içiyle bilmek başkadır. Bir kör de elindeki değneği iki tarafa çarparak yürüyebilir fakat bacakları ne kadar kuvvetli de olsa, görme hassasına sahip kimse ile yarışa çıkabilir mi? &‘ &‘
&‘ &‘ Bence aczini bilmek, acizden kurtulmanın tek yolu. İşte ben bu tesellî ile siperli olarak dünyâsı madde sayılan arzın sırlarını fethetmeye savaşanlardanım. &‘ &‘

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir