Turgut Gürer kitaplarından Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer kitap alıntıları sizlerle…
Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer Kitap Alıntıları
Turgut Gürer kitaplarından Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer kitap alıntıları sizlerle
Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer Kitap Alıntıları
-Zararı yok. Şimdi burada ikimiz de biriz. Devlet ve millet işleri başında ben senin büyüğünüm babanım.
Buyurdular ve işçiyi okşadılar, işinin başına yolladılar.
Bana baksana sen,benim aile ağacım sizinkinden eskidir.Ben neden hizmetçi olacakmışım?Hem Gazi böyle konuştuğunu duymasın,başına gelecekleri tahmin bile edemezsin dedi
Durdu ve kendi kendine gülmeye başladı.Derin bir haz ve neşe içinde gözlüğünü çıkardı. Birer sigara ve kahve içelim emrini verdi.
Meğer bulduğu emerik kelimesi Türk Yakut dilinde denizle ayrılmış arazi parçasını ifade eden manaya geliyormuş
Emerik kelimesinin Amerika’nın kaşiflerinin tarihiyle,Yakut Türklerinin kıdemleri tarihini karşılaştırarak Amerika’nın adını büyük ecdat koymuştur dedi.
Evet;Kristof Kolomb’dan sonra Amerika’ya muhtelif zamanlarda dört defa seyahat eden floransalı gemici Amerika Veçbuçi adına atfedilen Amerika kıtasına Avrupa kaşiflerinden çok evvel Asya’dan geçenlerin yeni tetkiklerle kıdemlerini biliyoruz buyurdular
Bize Ankara’yı hükümet merkezi yapmakla iyi mi ettim diye sordu.Tabii herkes müspet cevap verdi.Arkasından, Neden sorusu gelince,kimi stratejiden,kimi siyasetten bahsetti.Hatta birimiz, Kayalık güzeldir gibi bir estetik teori de ortaya attı.
Atatürk Şimdi dalkavukluğu bırakın diye tartışmayı kapattı. Ankara’nın hükümet merkezi olmak için saydığınız meziyetleri beni iknaya yetmez.Ben Ankara’yı hükümet merkezi yapmakla büsbütün başka bir hedef güttüm.Türk’ün, imkansızı imkânlı hale getiren kudretini,dünyaya bir kere daha tekrar etmek istedim.Bir gün gelecek;şu çorak tarlalar,yeşil ağaçların çevirdiği villanın arasından uzanan yeşil sahalar,asfaltlarla bezenecek.Hem bunu hepimiz göreceğiz.O kadar yakında olacak..
Ne demek? Ne ister bu keratalar?Çağır bana onların başını
Mütareke devrinde o pis tercüman tiplerinden birini peşine takan bir İtalyan karabinyer(Jandarma) devriye kumandanı,yarı küstah yarı ürkek odanın kapısında göründü.
Kolonel
Ne koloneli be! Ben generalim!
Yerinden fırlayan Mustafa Kemal’in bu öyle bir gürleyişdi ki o pis tercüman ayağını kapıdan dışarı atarak ne yapacağını,ne diyeceğini şaşıran devriye kumandanın gölgesine saklanmaya çalışıyordu.Arkasında yaverin bir eli tabanca cebindeydi.Onun bu kararlı heybeti önünde bir görev yapmaya mı geldiğini,yoksa bir tuzağa mi düşürüldüğünü kestiremeyen İtalyan devriye kumandanı da geri geri çekildi.
Mustafa Kemal yeniden gürledi:
Gidin burdan! Çıkın ( )
Veliaht,trendeki görüşmelerinin birincisinden,Arıburnu ve Anafartalar zaferlerini ima ederek,Büyük atamız Fatih Sultan Mehmet hazretlerinden sonra İstanbul’un ikinci fatihinin olduğunuzu bilirim.ve sizi en çok takdir edenlerden biriyim gibi bir ön sözle paşa’yı taltifle kalmamış,serbest ve samimi konuşmalar arasında kumandanımın sigarasına kibrit tutacak kadar hürmet ve nezaket göstermeyi ihmal etmemişti
Atatürk bu vazifeden gün geçtikçe memnun oluyordu.Çünkü yarının patişahının,memleket işlerindeki noksanlarını tamamlamış ve artık onu görüş beraberliğine sürüklediğini sanmış ve fakat son derece tehlikeli bir adam olduğunu yakından görmüş ve onun bütün hilekârlıklarıyla öğrenmişti.
Veliahtla görüşmesinde oluşan duygularını sormak için fırsat gözetliyordum.Çengelköy iskelesinden Beşiktaş’a bizi döndüren motorda yalnız kalır kalmaz:
Paşam veliahtı nasıl buldunuz dedim.Cevaben:
Anlaşılır gibi değil (diyerek) gözlerini kapayıp, dervişane bir vecde dalar gibi,en basit bir söz için kafasını yoran bu adam;mirasının gururuna yaslanan bir zavallı rolünü,bilerek veya bilmeyerek gösterdi.Henüz memleket kelimesine melmeket diyen bir veliaht! Gösterdiği kabiliyet ve vaziyette ise yabancılar karşısında bizi mahcup edeceğinden korkarım;buna nasıl askeri müşavirlik edeceğim bilmem.
Resmi muamele cereyan etmeden İsmail Hakkı Paşa merhum(Levazım reisi) beni çağırmış ve paşanın böyle bir vazifeden hoşlanıp hoşlanmayacagını sormuştu.
Ben Mehmet Reşad’ın yerine gelecek olan veliahtla kumandanımın tanışmasını,o günkü anlayışımıza göre çok faydalı gördüğümden:
Kumandanım bildiğiniz üzere,işsiz sıkılıp duruyor.Almanya seyahati kendisini oyalar.Ancak kendisine arz edeyim.Neticeyi yine yüce kişiliğinize arz ederim cevabını vermiş ve hemen kumandanıma evinde katılmıştım.
Mustafa Kemal Paşa ilk bakışta Veliaht Vahdettin’in yanında gitmekten hoşlanmamışsa da Alman ordularını yakından görmeyi ve Alman ileri gelenleri ve kumandanlarıyla temas etmeyi memleketi hesabına önemli bulmuş olduğundan,başkumandan vekilinin uygun gördüğü ödevi memnuniyetle kabul edeceğini,aynı günde İsmail Hakkı Paşa’ya arzıyla yine beni görevlendirmişti.
Aralık’ın onu olmuştu.Veliaht Vahdettin’le refekatine memuriyeti dolayısıyla hareketten evvel görüşülmesi gerektiğini başkumandan vekili tavsiye ettiğinden;veliaht yaverliğinden gün alınmış ve deniz polis merkez memuru Bay Azmi’den özel olarak tedarik ettiğim ufak bir motorla Çengelköy iskelesine yanaştık.İskelede veliahtlığın bir lando(fayton tipi) arabası bizi veliaht köşküne götürdü.
Atatürk,Osmanlı veliahtını ilker görüyordu.Görüşmeleri kırk dakika süreyi doldurmamıştı.Köşkten aynı vasıta ile bizi bekleyen motora geldik( )
Mutfaktan ayrılır ayrılmaz köşkün giriş yerine çıkan Atatürk,birçok defalar tekrarladığı:
yâ rab ne eksilirdi deryâ-yı izzetinden
peymâne-yi vücûda zehr-âb dolmasaydı
âzâde-ser olurdum âsîb-i derd ü gamdan
yâ dehre gelmeseydim yâ aklım olmasaydı
Şiirini içten gerek yüksek bir sesle okudu.
Hayat pek kısa.Çocukluk ve mektep hayatın bir kısmını alıyor.Geriye kalanı ise uyku,yarıya indiriyor.Uykusuzluğu giderecek ve vücuda verdiği istirahat gıdasını verecek haplar icat edilse Birgün o da olacaktır.Gülerek ilave etmişti: Bunu daha genişletebiliriz.Orduların iaşeleri de birgün hap haline girebilir.Aylık erzakını erler çantalarında taşıyabilir.Yalnız cephane nakliye işi kalır.O da motorlu vasıtalarla tamamlanır,böyle bir ordu neler yapmaz
İşte size söylüyorum,İşittiniz mi?Bugün bayram günüdür.Sevinç günüdür.Niçin bilir misiniz,ey sevgili yurttaşlar?Çünkü Lozan Montrö ile taçlandırılmıştır.
Lozan tamdır ve bütünü daima tarihte olunacaktır.Fakat ona ıstırap veren ufak bir şey,Boğazlar vardı,İşte o,Montrö de hallolunmuştur.Eğer Türk yüksek hassasiyeti bununla alakadarsa mutlak sevinmektedir,seviniyor ve sevinmelidir.
Türk çocuklarının nasibi hep muvaffakiyet getiren,hep sevinç veren neticeler almaktır.Türk çocukları yürüdünüz,yürüyorsunuz,yürüyünüz!Yaptığınız hamleler sizi yüksek ülkeye ulaştırmak üzeredir.Durmayın Yürüyün!
Saadet,refah,sevinç ve hepsinden sonra dünyaya karşı yüksek bir gurur seni bekliyor.
Türk çocukları Son sözünün son kelimesine dikkat!
Gurur,azamet sende zaten vardır.Bunu gösterme!Onu kendi yüksek enerjin içinde sakla.Lazım oldukça büyük alçakgönüllüğünü göster.Fakat gene hep gerektikçe göster ezici yumruğunu.İşte bu vasıflarınla ispat edebilirsin ne olduğunu.Benim bugünkü ve yarınki Türk çocukluğundan beklediğim haslet,bu suretle ortaya çıkmalıdır.
Atatürk bu esnada Ankara’da İnönü’ye Zafer senindir gözlerinden öperim.yarın tayyare ile bekliyoruz ve Montrö’de bulunan Hariciye vekili Tevfik Rüştü Aras’a Arkadaşlarla denizevindeyiz.Kapı açıldı;telgrafını getirdiler.Okumadan anladım Boğazları kapamışız.Senin ve asker arkadaşlarının gözlerinden öperim şeklinde not ettirdi.
Telgraf müsveddeleri umumi katipliğe giderken Atatürk,Kemal’e(Cevat Abbas’ın lise son sınıfa giden oğlu) tahtaya şu beş soruyu yazdırdı:
1-Lozan tam mıdır?
2-Lozan’ı bütünüyle inkar edenler var mıydı?
3-Boğazların serbest bırakılmasında sakınca var mıydı?
4-Montrö’nün Lozan’la alakası?
5-Boğazlar esasen açık mıydı?
Bu sorular sofrada hazır bulunanlara sorulmuştu( )
Atatürk’le ben askeri sevkiyatın bir köhne Motoru ile denizin ortasına yaslanan bu çelik ormanın içinden geçiyorduk.
Atatürk’ün dudaklarından Geldikleri gibi giderler cümlesini işittiğim zaman,mütarekenin doğurduğu derin ve elemli ümitsizliği derhal unutmuştum.
Cevabım da aceleci davrandım. Size nasip olacak,siz bunları koyacaksınız paşam dedim.
Gülümsedi,aziz başının içinde şekillenmeye başlayan vatanı kurtarma planlarını bir an için yeniden geçiriyor gibi daldı.Sonra, Bakalım dedi
Bütün haşmet ve alametleri ile İstanbul limanının dolduran bu zırhlılar bir gün hakikaten o büyük adamın emriyle güzel İstanbul’umuzu terk ettiler..
Atatürk anasının elini öptü;Zübeyde Hanım oğluna elini uzatırken coşkun sevgisinin gözlerinde toplanan bütün ifadesiyle Atatürk’ü bağrına basmak istiyordu.Onu kucakladıktan sonra aziz Türk Milletine eşsiz bir halaskâr kahraman veren ana olmak itibariyle gururlanmalı idi.Fakat öyle olmadı,bahtiyarlığı gülen ve şirin yüzünden okunurken o büyük Türk anası kolları arasından uzaklaşan ciğerparesinin eline sarıldı.Atatürk,Ne yapıyorsun anne! dedi;elini çekmek istedi Zübeyde Hanım,sükunetle ve kesin bir ciddiyetle, Ben senin ananım,sen benim elimi öpmekle bana karşı olan vazifeni yapıyorsun,fakat sen vatanı ve milleti kurtaran bi devlet reisisin.Ben de bu aziz milletin bir ferdiyim ve onun tebasıyım elini öpebilirim cevabını verdi.
Zübeyde Hanım hasta yatağında dahi olsa büyük bir özenle Atatürk’ü kabule hazırlanırdı.Saçlarını taratır,işlemeli başörtüsünü örter,Makedonyalı gelinlik kızın zengin çeyizinden kalmış oyalı bürümcük gömleğinin üzerine ipekli entarisini giyerdi.Ve İstanbulkâri renkli maşlahı ile resmi kıyafetini tamamladıktan sonra oğlunu beklediği haberini gönderirdi.
Türk toplumsal bünyesindeki terbiyenin ve o terbiye temellerinin ne kadar derin ve köklü, ne kadar nezih ve ciddi ve ne kadar samimi olduğunun canlı timsallerini gördükçe kendimden geçiyordum.
Cevaben,Zekayı takdir ederim.Bu çocukta kıymetli bir zeka görmekteyim.Ülkü ile onun için alakadar oluyorum .
O vakit ki Atatürk’ün validesi vefat etti,Vasfiye de Makbule Boysan’ın yanında kaldı. Aradan geçen zaman içinde önceden küçük bir yavru olan Vasfiye büyümüş, gelismiş,evlenme çağına ermişti. Her aceminin yapaсagı üzere o da Makbule Boysan’ın iznini almadan evlenmiş fakat mesut olamamıştı.Bu suretle Bayan Vasfiye’yi Atatürk ailesi yıllarca kaybetmisti.
Tahminen bundan sekiz dokuz yıl önce, komşusu bir bayanın aracılığıyla bayan Vasfiye, Dolmabahçe Sarayı’na beni görmeye gelmişti.Fakat kendisi mahcubiyetinden lafa hiç karışmıyor adeta arkadaşı ona tercümanlık yарıyordu. Вayan Vasfiye bir aralık evlilik hayatının agırlıgnı,hergün muhtelif evlerde ağır hizmetlerin karşılığı olarak verilen ücretlerin bile elinden alındığını ve bu hallere güçlü ahlakının korunması uğrunda tahammul ettigini ağlayarak anlattı.Ve Atatürk’e himayesini istediğini bildirmemi rica eti.Beni etkileyen Bayan Vasfiye’nin elem ve istiraplarını hikaye ettiğim Atatürk duygulandılar, ҫok sevdigi annesinden yadigar olan kimsiz bu zavallı kadını ertesi gün himayelerine aldılar. Bir müddet sonra Ankara’da kıymetli ve temiz, bir şimendifer memuru olan Çukluoglu ile evlendirildi. Bayan Vasfiye’nin izdivacının ilk senesinde Ülkü dünyaya geldi. Müsadenizle bir nokta üzerinde duracağım.Ҫосuğа bu adı veren kimdir? Atatürk O büyük adam.
Artık sabah olmak üzereydi Bir avuç Türk askeri Mustafa Kemal’in emrini yerine getirmek için ileri atılmayı düşünüyor sabırsızlanıyordu.
Kumandanıma emrine hazırız tam haberi verilince kıtaların yanına gidildi.Sayıları 5000’e yakın bu kahramanlar kitlesi,bir tek silah patlamadan yalnız süngü hücumu ile düşmanın üzerine atılacaktı.Maksat şu idi: Düşmanı denize kadar sürmek
Maksada ulaşmak için beklenilen neydi?Atatürk’ün dudaklarını oynatması,o hücum emrini vermesi İşte bu bekleyiş,bu hücum emrini bekleyiş o kadar derin,manalı ve ilahiydi ki bu heybetli,yüce sahneyi bütünüyle anlatmaktan acizim:
Ağır ruha ürpertiler veren bir sükunet içinde,Birdenbire Mustafa Kemal’in sesi işitildi.
Askerler anamız bizi bugün için doğurdu.Düşman zayıf ve korkaktır.Tek bir tüfek patlamadan yalnızca süngünüzü kullanacaksınız.En ileride ben yürüyeceğim:acele etmeyin,kırbacımı kaldırdıgım zaman ilerleyeceksiniz.Beni takip ediniz
Paşa hazretleri; bügün Enver Paşa ile tekrar teşrikimesai eder misiniz?
Mustafa Kemal: Ha dedi Buna açık cevap vermeliyim.Ben ömrümde ne askerlik hayatımda hiçbir zaman Enver Paşa ile yakından işbirliği içine girmedim ki;bundan sonra böyle bi iştirak içinde dolaşayım.
Mareşal bu sözleri söylerken ayaga kalktı.Gözleri yaşarmıştı.Mustafa Kemal bu gözyaşlarına iştirak etmedi. O, kendisine verilen kumandanlığın makamını isgal için sandalyenin boşalmasını bekliyordu. Bunun farkına varan mareşal, derhal yerini Mustafa Kemal’e terk etti. Şimdi Mustafa Kemal kumandanlık sandalyesinde, Liman von Sanders de onun karşısındadır.
Mustafa Kemal, mareşale hitaben: Rahat olunuz.Sizde hiçbir kusur ve kabahat düşünmüyorum.Kusur ve kabahatin büyüğü sizi mensup olmadığınız bir milletin orduları başına getirenlerdedir.Şimdi siz belki feci akıbetlere uğrayacaksınız.Belki ben; yalnız ben de değil,bütün Türk milleti aynı akıbetlere ugrayacagız;fakat, ikimizin de müsterih ve avunabilecegimiz bir nokta vardr; o da felaketlerin sorumlusu, siz veya ben olmayışımızdır; mensup oldugumuz imparatorlukların başında ve idaresinde bulunanlardır mütalaasında bulundugu zaman Mustafa Kemal bir yıl evvel Sadrazam Talat Paşa’ya; devlet ve milletin felakete yuvarlanacağını bildirdigi raporunun gercek olduğunu gördü.Ve o andan itibaren de, memleketin, milletin kurtuluş çarelerine bütün mevcudiyetiyle girişti.
Atatürk camiden ayrılır ayrılmaz Çok alçak bir adam! Çok Mel’un! Millet,memleket mahvoluyor.O yalnız kendini düşünüyor.E yakında görüşeceğiz
Namazın ardından huzura çağrılan Mustafa Kemal’in bir saatten fazla padişahla konuşması herkesin dikkatini çekti.Halbuki kahveler ve sigaralar içilmiş,gözlerini kapayarak ve epeyce durduktan sonra vahdettin,Atatürk’e istemeyen gönlünün ağından yayılarak dökülen hareket ve muvaffakiyetimiz temennilerinde bulunmuş,İzmir işgalinden sonra üzüntülerini belli etmiş fakat samsun ve havalisinde bir an evvel sükûnet teminine uğraşılması gerekir aksi halde orasını da işgal edebilirler, demiş ve büyük ve hırs ve azapla bütün kabahatler ittihat ve Terakki’nin ve onların yandaşlarınındır.Bizim millet daha böyle fırkalarla hareketten uzaktır gibi Vahdettin’in hesabınca Atatürk’ün hareket planını ve kendi planını çizmişti.
İsranbul’da yakın doktor arkadaşlarının tavsiye ettiği bir yabancı doktor mütehassısın bilerek ve yanlış tedavi sonucunda hastalık sönmemiş ve daha da alevlenmişti.
Nitekim Üçüncü Ordu müfettişliği ile Samsun’a ayak basan Atatürk’ün hastalığı devam ediyordu.Bu rahatsızlığın ihmali halinde Atatürk’ün hayatı bir zehirlenme ile üzücü bir sona varabilirdi.
İşte Refik Saydam büyük dikkat ve özenle Atatürk’ün tedavisini üstlenmiş ve günlerce,aylarca her türlü yoksulluklar ve yorgunluklar arasında uğraşmış ve Atatürk’ü ayakta ve hayatta tutmuştur.
Bu kara yazılı da Atatürk’ün sınıf arkadaşıydı Mitralyöz bölümü kumandanıyken Atatürk’ün teklifiyle Anafartalar Grubu erkânıharbiyesine tayin edilmişti.
Büyük adamın cömert himayesiyle gerçekleşen hizmetindeki başarısı onu da Pertev’le beraber erkânıharp binbaşılığına yükseltmişti.
Atatürk;Arif’i terfi ettirtikten sonra Almancaya vakıf oluşu nedeniyle onu,kumandanı Alman kaymakam Bay Wilmer olan ve Anafartalar grubunun sağ tarafındaki Kireçtepe mıntıkasında bulunan 11.Fırka erkânıharp reisligine tayin etti.
Üçüncü ordu müfettişliği ile Samsun’a ayak basan kurtarıcı Atatürk’ün erkânıharp heyetinde Arif de mevcuttu.İç kısımlara doğru hareket eden Atatürk,Arif’i milli maksatlar uğrunda çalışmak üzere Samsun’un güneyinde Kavak mıntıkasında vazifelendirmiş ve beş on gün geçtikten sonra tekrar karargâha çağrılmıştı.
Arif İstiklal ordusunda miralaylığa terfi etmiş ve kolordu kumandanlığı yapmıştı.Askeri cesaret ve bilgi sahibi denebilecek yetenekte olan Arif kendini çoklarından üstün gören bir gurur taşırdı.
Halbuki kişisel özellikleri yüzünden Arif kendini ne kimseye sevdirebilmiş ve ne de hürmet ettirebilmiştir.Esasen vazife ve makamın giydirdiği otorite giysisini ona hiç kimse yakıştıramazdı.O,yalnız nefsini aziz ve kutsal bilirdi.Bildiğimiz insanlık faziletletlerine kiymet verenlere gülerdi.
Şahsi özel suçlarını karşılamak veya örtmek için onları ya acımadan astlarına yükletir,sonucundan korktuklarını-velinimeti bile olsa-utanmadan,vicdanı titremeden üstlerine havale etmek isterdi.Hülasa,Arif durmuş vicdanlı,doymuş hisliydi.
Atatürk,her insanın sonradan edinilmiş veya mesleki birtakım kusurları olabileceğini kabul ederdi.Kusursuz insana pek nadir rastlanacağını söylerdi.O,yalnız yaptıkları kötülükleri riya ve yalancılıklarla örtmek isteyenlerle vatan ve millete yapılan suçları affetmezdi.Onun merhametine sığınarak kusurlarını itiraf edenleri bir gün olgunlaşır noksanını tamamlar diye düşünerek büyüklüğe ve büyük insanlara yakışan bu müdahale ile affa layık görürdü.İste zaman zaman mektep arkadaşı Arif’in hayat ve geleceğini kurtarması bu yüzdendi.
Arif’i ordudan çeken Atatürk,onu Halk partisi adayı göstermiş,Eskişehir mebusu seçtirmiş milli iradeyi temsil gibi en şerefli bir vaziyete de getirmişti
Arif ise şükran borcunu ilk fırsatta evinde barındırdığı Atatürk suikastçılarına yataklık etmekle ödemek istedi.Bu nankör hep bilindiği gibi Atatürk’e kıymak suçundan dolayı İstiklal Mahkemesi kararı ile idam edildi ( )
Zekası gözlerinde okunan ve enerjisi her cümlesinde canlanan bu genç erkânıharp zabiti alay kumandan vekili bizden çok dertli idi.
O ordunun tamamıyla siyasetten çekilmesini,ordu kumanda heyetinin gençleştirilmesini hatta kendisi erkânıharp zabiti olduğu halde bütün erkânıharp zabitlerinin imtihana tabi tutularak tasfiyesini istiyordu.
Yakın çalışma arkadaşlarım olarak tanınmış kimselerden bazılarıyla aramızda,zaman zaman görüşlerde,davranışlarda,yapılan işlerde esaslı ve ikinci derecede birtakım anlaşmazlıkların,gücenmelerin ve hatta ayrılmaların da sebebi ve izahı olmuştur.Milli mücadeleye beraber başlayan yolculardan bazıları,milli hayatın bugünkü Cumhuriyete Ve Cumhuriyet kanunlarına kadar gelişmelerinde,kendi fikri ve ruhi yeteneklerinin kavrayış hududu bittikçe,bana mukavemet ve muhalefete geçmişlerdir.
Bu son sözlerimi özetlemek lazım gelirse,diyebilirim ki,ben,milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük gelişme istidadını,bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş,bütün toplumumuza uygulatmak mecburiyetinde idim.
1927(Nutuk I s.15-16)
Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal ATATÜRK
Sor emrini almıştı.
Zatınız Mustafa Kemal Paşa mısınız? demişti.
Evet ben Mustafa Kemal’im cevabını alan İsmail:
Paşam, mademki sen buradasın Başımızdasın. Öyleyse mesele yok diyerek şiddetlenen düşman ateşine yanımızdaki siperde cevap veren arkadaşlarının arasına atıldı ve ateşe başladı.
Kimisi erkeğin önemini ispata çalıştı. Kimi kadının lehinde konuştu. Fakat, en ciddi deliller erkeğin lehine ortaya çıkmıştı. Erkek her şey olabiliyordu.
Atatürk biraz düşündü.Sonra:
-Doğrudur.Erkek her şey olabilir.Fakat onun olmadığı bir şey vardır ki dünyada erişilecek en büyük kuvvet ve şeref onda mevcuttur. Efendiler, erkek her
şey olabilir, yalnız ana olamaz Onun için kadın erkekten evvel gelir. Onun için medeni cemiyette erkek, daima kadına hürmetle mükelleftir.
O yalnızca dâhi bir asker ve bütün manasıyla bir Türk kahramanı idi. Artık ona taparcasına inanmıştım..
Peymane-i vücude zehri âb katmasaydın
Azade ser olurdum asîbü derdi gamdan
Ya dünyaya gelmeseydim, ya aklım olmasaydı.
Yaramaz Ülkü, gürültüsüyle uyandırdığı Atatürk’e, “Çok uyudun Atatürk artık kalk” derdi.
Diyebilirim ki ilk sevdiği çocuk Ülkü’dür.
“Kemal bizimkiler Selanik’i aldılar.”
Bu insanı yıkıcı cümleden, Balkan felaketini ilk defa öğreniyor ve eskiden beri tanıdığı madama bir cevap vermeden derhal evi terk ediyor.
Derne çöllerinde, bin bir mahrumiyet içinde, her gün mevcutları ve harp nizamları değişen, çakmaklı tüfekli ve gümüş iki kuruş yevmiyeli yerli askerlerle İtalyanları bir yıl şehirden dışarı çıkarmıyor.