İçeriğe geç

Atatürk’ün Not Defterleri Kitap Alıntıları – Ali Mithat İnan

Ali Mithat İnan kitaplarından Atatürk’ün Not Defterleri kitap alıntıları sizlerle…

Atatürk’ün Not Defterleri Kitap Alıntıları

Neden bu kadar senelik tahsil-i âli gördükten (yüksek tahsil yaptıktan) sonra, hayât-ı medeniyye ve içtimaiyyeyi tetkik ettikten ve hürriyeti tezevvükten (hayatımı ve vakitlerimi harcadıktan sonra avâm mertebesine ineyim? Onları kendi mertebeme çıkarırım. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar.
1919 yılına kadar asker ve komutan olarak Osmanlı topraklarının birçok köşesindeki savaşlarda çarpışan, ordular idare eden; vatan çocuklarını savaş alanlarında kahramanlıklarıyla tanıyıp, ölüm iniltilerini duyan, birçok kez ölümden dönmüş bir asker olarak, geçmişteki düşünce birikimleriyle bütünleştirdiği nosyonunun yansımaları olan kararlarındaki kesinlik, saptamalarındaki doğruluk, gözlemlerindeki yerindelik ile yurt ve ulus, sevgisinin ürünü düşüncelerini belgelediği defterler, Atatürk’ün sonraki dönemlerine mesajları içeren kalıcı ve O’nu kanıtlayıcı eserlerdir.
Biz artık kimsenin nâmını taşıyamayız. An’ânât-ı milliyemizi
çiğnetemeyiz. Biz yalnız nâmımızla yadolunur ve ancak bu suretle tanınırız.
Bütün mevcudiyetimi yokluyorum. Anlıyorum ki hayatımda yakazât
tevhidini icâb edecek hiçbir hal yoktur.
Lâkin anlıyorum ki safha-i kalbim her gün, her dakika yeni bir hiss-i elemin
saha-i tecellisi oluyor.
Bu efkâr- mütezâidenin bâis-i yegânesi hissiyâtımın müphem medlütlere ait
bulunmasıdır.
Müphem O kadar müphem ki
Sağ iken oldum harab helak oldum yeter.
Selânik’ten geleli 3 ay kadar oldu. Muvassalatımdan ilk günlerinde intizamı
hayata bir çığır buldum zannında idim. Manen maddeten zebunu olduğum
ıstırabımı mündefi olmuş gibi görüyordum. Lâkin heyhât! Bu gün bilmem
kaç yüzüncü defa olmak üzere yine kalbimin bütün şikâyet nalelerini
işitmekle giryânım her vakit ki gibi bu dakika dahi
Ma’kulât bidâyetde mahsûsâtın fevkine çıkacağı binâenaleyh ma’kulâtı
mahsûsât ile terbiye esası. (Akla uygunluğun önce özelin üstüne çıkacağı,
bununla beraber normal olanı akla uygun olanın özellerle terbiyesi esası)
Evvelâ Socialiste olmalı
Fakat ne yazık ki dünyada mutluluk çok kısa sürer.
Bence birlik ipi bir altın bağ değerindedir.
Sağ iken oldum harap, yok oldum yeter.
Belirsiz… O kadar belirsiz ki…
Milletimizin saf seciyeleri istidât ile mâlidir. Ancak bu tabii istidâdı inkişâf ile mâlidir. Ancak bu tabii istidâdı inkişâf ettirebilmek usulleriyle mücehhez milletdaşlar lâzımdır.
Bu vazife sizlere teveccüh ediyor. Pek mühim ve hayati olan vazifenizde muvaffak olmanızı Cenab-I Hakka temenni ederim.”
İşte efendiler biz bu kongreden yalnız, çizilmiş eski yollarda alelâde yürümenin arzı hakkında müdavele-i efkâr etmeyi değil, belki serd ettiğim şerâiti hâiz yeni bir sarâât ve mârifet yolu bulup millete göstermek ve o yolda yeni nesli yürütmek için rehber olmak gibi mukaddes bir hizmet bekliyoruz.
Bu defterler Mustafa Kemal olarak, kendisi için; yaptıkları, düşündükleri ve yapmak istediklerini anımsatmak ve onları unutmamak için aklından geçenlerle birlikte konu, olaylar ve bunlarla ilgili düşüncelerini not etmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordusu istilâlar yapmak, saltanatlar devirmek veya saltanatları kurmak için şunun bunun âleti ihtirâsâtı olmaktan münezzehtir.”
Askerlerinin ibadetlerini rahat yapmaları için namaz yeri ve zamanı ayırdığını (10) nolu defterde görüyoruz.
“Aynı zamanda ilim ve maârif milleti kurtarmak için hüsnüniyet de kâfi değildir. Milleti kurtarmaya çalışanların aynı zamanda mesleklerinde de birer namuskâr mütehassı, faâl birer âlim olmaları lâzımdır.”
Bir milletin felâket içinde kalması, izmihlâl tehlikesine mâruz kalınması, mutlak ve içtimâî ahlakî bir maceraya mübtela olması neticesidir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Benim yaradılışımda fevkalâde bir şey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir” diye, üstünlüğü alçakgönüllülükle yorumlayan veya; “Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri… Fakat bu ihtiraslar yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük meblağlar elde etmek gibi adi emellerin tatminine tealluk etmez (dayanmaz). Ben bu ihtirasların gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakâtla ifâ edilmiş(hakkıyla yerine getirilmiş) bir vâzifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük fikrin başarısında arıyorum. Bunu çok genç yaşta elde ettim, son nefesime kadar onu muhafaza edeceğim. Bütün hayatımın prensibi de bu olmuştur.
Siz içinde bulunduğumuz vaziyeti tetkik ediniz. En başta biraz ferâgat sâhibi olmak lâzımdır. Şunun bunun pöhpöhünden kuvvet almaya tenezzül etmeyiniz.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Şu ve bu yolda birtakım kuş beyinli kimselere kendinizi beğendirmek hevesine düşmeyiniz. Bunun, hiçbir kıymeti ve ehemmiyeti yoktur.
Herkeste büyük adam olmak hevesi vardır.
Ziya Gökalp’e göre; “Büyük adamlar ortaya attıkları mefkûrelerin icatçıları değil, keşfedicileridir.”
Neden bu kadar senelik tahsil-i âli gördükten (yüksek tahsil yaptıktan) sonra, hayât-ı medeniyye ve içtimaiyyeyi tetkik ettikten ve hürriyeti tezevvükten (hayatımı ve vakitlerimi harcadıktan) sonra avâm mertebesine ineyim? Onları kendi mertebeme çıkarırım. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar.
Ben binbir müşkil karşısında yıkılacak bir insan olsa idim, büyük işlerin rehberliğinde, milletim beni yalnız ve yaya bırakırdı. Milletimin hüsnüniyetine daima minnettarım.”
“Tarihte başarıya ulaşmış her inkılâp hareketinde, inkılâbı gerçekleştiren önderlerin kendilerinden önce yaşamış olan veya çağdaşları bulunan fikir adamları tarafından ileri sürülen görüşlerin tesirinde kaldıkları ve bunları az veya çok değişiklikle uyguladıkları bir vakıadır.
Kendi el yazısı ile kaydedilmiş defterlerdeki kendini ve toplumu ilgilendiren çok çeşitli konulara yaklaşımlarına bakıldığında, Atatürk’ün, kendine özgü; bildiği konulardaki derinlemesine bilgeliği; tam olarak bilmediği alanlarda ise, araştırıcı bir yöntemle çevreden ve deneylerden yararlanma ile düşünce açıklamalarını kapsayan tutumu ortaya çıkmaktadır.
Çalışkan ve sıhhatli ol. İyi Türk olabilmenin hayat mücâdelesinde muzaffer olmanın esrarı bunlardır.
Hâtırât defterini, başkalarının yazıları ile doldurmaya heves etmekten ise, hayat defterini kendi faâliyet ve fazilet eserlerinle doldurmaya bak.
Muvaffak olacaksınız. İstikbâlin en şerefli zabitleri olacaksınız.
Yapabilmek başkadır. Tenkit etmek başkadır.
Çocuklarımıza ve gençlerimize görmekte olduğu tahsilin hududu her ne olursa olsun herşeyden evvel:
Türkiye’nin istiklâline
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve Hükûmeti’ne düşman olan bütün anâsırlarla mücadele etmek lüzûmu öğretilmelidir.
Milleti kurtarmaya çalışanların aynı zamanda meselelerinde de birer namuskâr mütehâssıs, fââl birer âlim olmaları lâzımdır.
Aynı zamanda, ilim ve maârif lâzımdır. Bir milleti kurtarmak için hüsniyet de kâfi değildir.
Vatanın âtisini, (geleceğini) milletin haysiyet ve namusunu muhafaza etmek umde-i esâsiye (temel düşünce) olmalıdır.
Milletin hakiki hâlâsı içtimâi noksanlarını idrâk ederek, bundan mütehassil marâzı, esasından tedâvi lâzımdır. (Ulusun gerçek kurtuluşu sosyal eksikliklerini anlayarak bundan kaynaklanan hastalığı kesinlikle toptan tedavi gerekir.)
Bir milletin mâruz-u felâket (felakete uğramış) olması, bir devletin izmihlâl tehlikesi, içtimâi, ahlâki maraz neticesidir.
Ancak ilim ve fen mahdut sahâdadır.
Ölmez bu vatan.. Batar Yunanistan.
Adam yok… var.
1. Gurur-u millinin bahş ettiği azim ve kuvvet. (Ulusal gururun verdiği kararlılık ve kuvvet)
2. Atalete gayz ve nefret. (Durağanlığa kızgınlık ve iğrenme)
3. Kanâatkâr oluş.
4. Hayatın ucuzluğu tezyinâtın ehveniyeti (Süslemenin ucuzu)
5. Havaperastâne ezvâka, adem-i rağbet. (Hayalci zevklere ilgisizlik)
6. Efkâr-ı medeniyyenin, terakkiyât-ı asriyenin mevâni-i diniye ve anâneviyyeye mâruz kalmaksızın seriân inkişâf ve intişârı. (Uygar düşüncelerin, çağdaş ilerlemelerin inançlara ve geleneklere etki etmeden hızlı gelişimi ve yayımı)
7. Hükûmetin erbâb-ı istidât hakkında teşvikkârane bir siyâset tâkip edişi.” (Hükümetin gelişme gösterenlere yüreklendirici bir yol izlemesi)
Manen maddeten zebunu olduğum ıstırabımı mündefi olmuş gibi görüyordum. Lâkin heyhât!… Bu gün bilmem kaç yüzüncü defa olmak üzere yine kalbimin bütün şikâyet nalelerini işitmekle giryânım her vakit ki gibi bu dakika dahi…
Köpükten yaratılmış Pepinam, sevgilim
İçimde bir volkan misali alev yaktın.
Pepina,
Ah Pepina,
Ah Pepina,
Sana tapıyorum.
İşvelim, şimdi gel, şimdi gel kollarıma

Bu notlardan da anlaşılmaktadır ki Mustafa Kemal
çocukluğunun geçtiği Selânik’te en az konuşacak ve şarkı
söyleyebilecek kadar Rumca’yı öğrenmiştir.
Rumca alfabeyi hiç bir yerde kullanmadığına ve burada da
Fransız alfabesini kullandığına göre Rumca yazıyı
öğrenmediği anlaşılmaktadır.
Defterin son sayfalarında ise Amerika Birleşik Devletleri,
Japonya vb devletlere ilişkin görüşler ve çeşitli askerî bilgiler
yer almaktadır.

Bu özellikleriyle Atatürk’ün Not Defterleri
, Atatürk’ü
daha iyi tanımak ve yorumlamak için çok önemli kaynak
niteliğini taşımaktadır. Kişilikleri yansıtması, olayı
yansıtması, tarihe ışık tutarak, gelecek kuşakların bunlardan
yararlanmasının sağlanlaması açısından önemli bulunduğu
gibi, bu defterler, olaylar ve olayların aktarımında doğrulara
ulaşmayı da beraberinde getirmektedir.
Eski yazı ile yazılı olan defterlerde görülen bir başka özellik
ise, Atatürk’ün ara ara Latin Alfabesi’ni kullanmış oluşudur.
Aslında buna Latin Alfabesi’ni kullanma yerine, yabancı
kelimelerin orijinallerinin yazılması veya özel bir notun
Fransızca yazılışı da denilebilir. Yabancı dil çalışmalarının
yapıldığı 23 No.lu defter ve diğer birçok defterde kelime, satır
ve paragraf olarak bu tür Fransızca yazılara rastlanmaktadır.
Yeryüzünde devlet kuran birçok büyük insan vardır.
Özellikle Türk dünyasından, bu denli özellik ve yetenekleri
kendisinde toplayan birçok büyük insan çıkmıştır. Yaşamsal
başlangıçtan gelip sonsuzluğa giden bir süreçte, bu altın
zincirin çağımızdaki halkası ise Mustafa Kemal’dir.
Efendi, umma sen âb-ı hayât-ı bâdeden hussan
Ânı insana tahsis ettiler, hayvana vermezler.
“Bir gün Cemal Bey Selânik gazetelerinde birisine imzasız bir başmakale yazmış. Beraber çalıştığımız daireden çıkıp tramvaya binmiş. Olimpos’a gidiyorduk. Cemal Bey’in elinde o gazete vardır. Bana uzatıp:
“Bu başmakaleyi okudunuz mu? dedi.
Hayır.
Oku dedi, okudum.
Nasıl? diye sordu.
Alelâde bir gazetecenin, alelâde bir yazısı dedim.
Amma yaptın ha, bunu ben yazdım.
Cevap verdim:
Afedersiniz, bilmiyordum. Yazmamış olmanızı temenni ederim dedim ve ilâve ettim:
Cemal Bey, şu ve bu yolda birtakım kuş beyinli kimselere kendinizi beğendirmek hevesine düşmeyiniz. Bunun, hiçbir kıymeti ve ehemmiyeti yoktur. Siz içinde bulunduğumuz vaziyeti tetkik ediniz. En başta biraz ferâgat sâhibi olmak lâzımdır. Şunun bunun pöhpöhünden kuvvet almaya tenezzül etmeyiniz. Büyüklük odur ki, hiç kimseye eğilmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için hakiki mefkûre ne ise onu görerek, o hedefe yürüyeceksin. Önüne sayısız engeller yığacaklardır. Kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacaksın. Ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu diyenlere güleceksin!
Cemal Bey sözlerimi sükûnetle dinledi, bana hak verdi.”
“İçimden diyordum ki, bir adam ki büyük olmaktan bahseder, benim hoşuma gitmez. Bir adam ki, memleketi kurtarmak için evvelâ büyük adam olmak lâzımdır der ve bunun için bir de örnek seçer, onun gibi olmayınca memleketin kurutalayacağı kanaatinde bulunur, bu bir adam değildir.”
Bir insan, her türlü zorluklarla karşılaştığı anda bile, kendine ve ulusuna güveniyorsa, o zaman lider olur. Bunu Atatürk’ün şu cümlesinden de kanıtlayabiliriz.

Ben binbir müşkil karşısında yıkılacak bir insan olsa idim, büyük işlerin rehberliğinde, milletim beni yalnız ve yaya bırakırdı. Milletimin hüsnüniyetine daima minnettarım.”

Atatürk; gerek küçük rütbeli bir subay ve gerekse general, Meclis Başkanı ve Cumhurbaşkanı iken hiçbir zaman kendisine, kişisel istek ve arzularına, duygularına ve gereksinmelerine yaşamında fazla yer ayırmamıştır. Bu bakımdan defterlerin içeriğinde kişisel konulara az yer ayrılmıştır. Yani çevresi ve ulusal amacı daima ön plânda kalmış, ömrü boyunca bir ideale doğru yürüyüş ve düşünüş içinde olmuştur.
“Denilebilir ki milletin içtimâi hey’eti ordu heyeti halinde idi. Şüphe edilmez ki bu ordunun her türlü levazımâtı, teçhizâtı, nalı, mıhı, yine bu ordunun bu heyetle, efrâdı eliyle, emeği ile yapılırdı. Elbette, ecnebi fabrikalarına, ecnebi sanatkârlarına sipariş edilmezdi. İşte her ihtiyâcı kendi maharet ve sanatıyladır ki temin edilebilen bu Türk orduları bütün Avrupa’yı şarktan garbe kadar istilâ eylemişlerdir.”

“Fakat Osmanlı Türkleri, İstanbul’u, Rumeli’yi fethettikten sonra, kendilerini içtimâi ve askerî hayatın ihtiyaç ve levazımâtını bizzat temin ile, iştigalden müstâğni (uğraşmak gereği duymama) olduklarını kâbul ettiler. Bu husus içli dışlı temasa geldikleri anâsır-ı ecnebiyyetinin eyâdi-i sanatına (yabancı unsurların sanat ellerine) terk ettiler.”

Çocuklarımıza ve gençlerimize görmekte olduğu tahsilin hududu her ne olursa olsun herşeyden evvel:
Türkiye’nin istiklâline Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve Hükûmeti’ne düşman olan bütün anâsırlarla mücadele etmek lüzûmu öğretilmelidir.
Vatanın âtisini, (geleceğini) milletin haysiyet ve namusunu muhafaza etmek umde-i esâsiye (temel düşünce) olmalıdır.
“Tedâvi ancak ilmî ve fennî bir surette olursa şifa verir.”
“Milletin hakiki hâlâsı içtimâi noksanlarını idrâk ederek, bundan mütehassil marâzı, esasından tedâvi lâzımdır. (Ulusun gerçek kurtuluşu sosyal eksikliklerini anlayarak bundan kaynaklanan hastalığı kesinlikle toptan tedavi gerekir.)”
Türkiye Devletinin temelleri bugün kurulacak değildir.
O sarsılmaz temeller binlerce sene evvel kurulmuştur. Fakat o temellerin üstündeki binanı tebdil olunan tarz ve renklerini -bizim olmayan- atmaya içtimâi bünyemizle asrın icâb-ı medeniyesiyle mütenasibi’l-arz (çağın uygarlığı ile uygunluğu olacak) bir tarzda en millî bir renkte ihyâ edeceğiz. Mektep, iktisat, sanat, imar.
“Hâkimiyet ve saltanât-ı millîye. Bunu sizden almaya kim cesaret edebilir. Verir misiniz?”
“Hâriciye, Dâhiliye Vekillerimizi gönderdik. Bütün hissiyât-ı insâniyemizle sulh istediğimizi cihana isbât ettik.
Fakat muhataplarımız insaniyyeten değil, kanlı manzaralardan zevk alan insanlara tesadüf etti ve öyle oldu.
Bu sebeple mebzulen Yunan kanı aktı ise kabahat bizde midir?”
Tamamının tek bir konuya ayrıldığı defterde, Atatürk tarafından işlenen konu; Türk Tarihi ile ilgilidir. Atatürk’ün Türk Tarihi ve Türk dili ile çok yakından ilgili olduğu, hem bu konudaki çok yoğun ve özel çalışmalarından, hem de bu iki konunun bilimsel görünüme ve konuma kavuşması için ileride bunları kurumlaştırmasından anlaşılmıştır. İşte 11’nolu defter, bu konudaki ilk karalamaları olarak değerlendirilebilir. Türk Tarihi Kurumu ve Türk Dil Kurumu üzerinde çalışanlara ışık tutacak niteliktedir. Ulusal devlete geçmeyi amaç edinen Mustafa Kemal’in ilk işinin ulusal tarihi aydınlığa çıkarmak olduğunu, bu notları böyle bir defterde toplamayı amaç edindiğinden anlıyoruz.
Sarık saran hafiyelerin din perdesi altındaki ilkâatı menfaatten başka bir şey değildir. Din, şeriât, hamiyyet-i vataniye menfaat-i hakikisi, Kuran’ı Kerim’in ahkâmını ve onun ahkâm-ı icâbatından olan kanunî esâsiyi muhâfaza etmektir. İşte bizim hareketimiz gibi.
DEFTER 8: Dışı siyah içi yeşil renkli cilt beziyle kaplanmış karton kaplı, 11 #215;15 boyutundaki defterin diğerlerinden farklı yanı, yeni yazı ile yazılmış olmasıdır.

Atatürk’ün, kendisinin olan kol düğmeleri, kravat iğneleri ve benzeri kıymetli eşyasının dökümünü yaptığı bu özel not defterinin kapağının üstündeki etikette yeni yazıyla Mücevherler başlığı vardır.

İlk sayfası kravat iğnelerine ayrılan bu defterde, iğnelerin sayısı verildikten başka, tahminen bu defterin yazılışından epeyce sonra, eski yazı ile ve kurşun kalemle; Dahiliye Vekili Şükrü Kaya bey’e bir saat kösteği verildi yazısı düşülmüştür. Bu notun altındaki tarih ise 5.2.1932 dir.

Yaprakların birer yüzüne yazı yazılmış olan, defterin 7 sayfası dolu diğer kısmı boştur.

Üçüncü sayfada 7 adet, beşinci sayfada 3 adet kol düğmesi; yedinci sayfada 3 adet saat; biri kol diğerleri cep saatleri, dokuzuncu sayfada 3 adet saat zinciri; on birinci sayfada 4 adet köstek; on üçüncü ve en son yazılı sayfaya kaydettiği; en son ve en kıymetli mücevheri olarak değerlendirdiği anlaşılan İstiklâl Madalyası dır.

Arkadaşlar; madem ki askeriz Madem ki hedefimiz bir âmal-i müstakbelemiz müşterektir, arkadaşlığımız kardeşliğin fevkinde bir kuvvet ve irtibâta mal olması pek tabiidir. Herhalde hepimiz kardeşiz ve bu uhuvvetimiz ebedi bir hayata mâliktir.
“Napolyon; yıldırımlardan müteşekkil bir meşîmeden saha-i âleme düşmüş bir dâhidir.

Hayâtı top tüfek sadâlarıyla aks–i endâz bir sima kanlı derelere sahne-i cereyân olmuş bir zemîn-ikbâl bulutlarına bir düşman ufuklar arasından geçti.

Lâkin heyhat dünyada, en az devâm eden saâdettir.

Bu parlak cihânın parlak güneşi olan o koca kumandanın Bahr-i muhîtin emvâc-ı siyahının müdhiş darbeleri altında inleyen bir kara parçasında itmâm-ı enfâs ettiğini görmek ne mâtemi bir hâldir.”

Salı, Saat 8 dakika 30 günü not edilmiş olan sayfada ise
üç gün evvel nâtamam kalan cümle hissiyatımın hangi tecelliyatıyla ikmal etmek lazım geldiğini düşünüyorum.
Bütün mevcudiyetimi yokluyorum. Anlıyorum ki hayatımda yakazât tevhidini icâb edecek hiçbir hal yoktur.
Lâkin anlıyorum ki safha-i kalbim her gün, her dakika yeni bir hiss-i elemin saha-i tecellisi oluyor.
Bu efkâr- mütezâidenin bâis-i yegânesi hissiyâtımın müphem medlütlere ait bulunmasıdır.
Müphem O kadar müphem ki
Sağ iken oldum harab helak oldum yeter.

M. Kemâl

Selânik’ten geleli 3 ay kadar oldu. Muvassalatımdan ilk günlerinde intizam-ı hayata bir çığır buldum zannında idim. Manen maddeten zebunu olduğum ıstırabımı mündefi olmuş gibi görüyordum. Lâkin heyhât! Bu gün bilmem kaç yüzüncü defa olmak üzere yine kalbimin bütün şikâyet nalelerini işitmekle giryânım her vakit ki gibi bu dakika dahi

Karşı sayfaya hayranı olduğu ve çok etkisinde kaldığı Namık Kemal’in bir şiiriyle başlanmıştır.

Değişmez fen mi vardır müstakar eşya mı kalmıştır.
Delili sabit olmuş binde bir da‘va mı kalmıştır.
Deme insana ma‘lûm olmadık ma’nâ mı kalmıştır.
Eğer mechûl ararsan her işin encâmı kalmıştır.
 
Sipihrin bahtını ikbâlini hep pây–mâl ettim.
Hamiyyet mesleğinde terk-i evlâd ve ıyâl ettim.
Canımdan muazzezken vatandan infisâl ettim.
Sebat-ı arz hâil bir deni dünya mı kalmıştır.
 
Mey’i görmedim ömrümde bir inkâr eden mezheb
Fenâdır bir fenâ dünyada bir intâc her matlab.
Fırâk-ı hapsi, nef-i kadr ve nâmusumla gördüm hep.
Cihânın bir silâhından bana pervâ mı kalmıştır.
 
Musirrım sâbitim ta can verince halka hizmette.
Fedâkârın kalır ezkâr-ı daim kalb-i millette,
Denir bir gün gelir de sâye-i feyz-i hamiyyette,
Kemal’in seng-i kabri kalmadıysa nâmı kalmıştır.

Boş bırakılmış birkaç sayfadan sonra bir şarkı güftesi olan:
Hicaz-Ağır aksak yazısı ile,
Zülfüne dil besteler zülf-ü perişânım kadar.”
“Görmedim sayyâd–ı dil, alemde müjgânın kadar
Bunun arka sayfasına:
Suzinak, ağır aksak yazısının altında;
Bir gün ah ettimse cânâ suz-i nâk oldum yeter.
Sağ iken oldum helâk, sonra harâp oldum yeter,
Pây–i ağyar’a serildim, sanki hâk oldum yeter
Ve yine suzinak makamında:
Gözlerinden kıskanırken bir zaman dildârını
Gel de seyret yarinin bu devre-i idbârını.”
“Bir televvün bak ne hale koydu cism-i zârını
güfteleri yazılmıştır.
Hiçbir zafer gaye değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük olan bir gaye elde etmek için gereken en belli başlı vasıtadır. Gaye, fikirdir. Zafer, bir fikrin istihsaline hizmeti nispetinde kıymet ifade eder. Bir fikrin istihsaline dayanmayan bir zafer payidar olamaz. O, boş bir gayrettir. Her büyük meydan muharebesinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem doğmalıdır, doğar. Yoksa başlı başına zafer, boşa gitmiş bir gayret olur.
“Bir fıkrasından, bir hikâyesinden, bir yazı veya nutkundan hemen anladığımızı sandığımız Gazi, aradıkça yeni bir sır verir. Yaklaşılan bir dağ gibi büyür. Asıl onu elimizle tuttuğumuzu sandığımız zamandır ki, artık, tamamını hiç göremeyiz.”
Türk kültür ve uygarlığına temel oluşturmuş ve Türklük tarihinde kurumsallaşmaya olanak hazırlayan Göktürk Kağanları, hatta daha öncekiler de bir yerde Kurultay’a hesap vermek zorundaydılar.
O günlerden bu yana, gerçek devlet adamları, resmen olmasa bile uygulamalarının hesabını meclislere değil de kendi halklarının yararına, dönemiyle ilgili yazılı eser bırakarak, bu geleneği dolaylı biçimde sürdüregelmişlerdir.

Sezar’ın Galya Savaşları ; Bilge ve Kültigin Kağanların, çağlara kafa tutan taşlara kazıttırarak, gelecek kuşaklara bıraktıkları Orhun Abideleri nden; Hitler’in Kavgam ına ve büyük Önder Atatürk’ün Nutuk adlı büyük eserine kadar uzanan tarihi süreçlemeden de anlaşılacağı gibi, bu tutum bir bakıma ulusa hesap verme, yol gösterme, ışık tutma ve ulusunun devamlılığına katkıyla, inanç vermedir.

Ülkesini, ulusunu, inancını, namusunu koruyan ve seven herkesin; ama aklı başında olan herkesin ona minnettar olması bir borçtur.
Bunu yaparken M. Kemal Atatürk’ün gençlerce daha iyi anlaşılması ve tanınması amaçlandı. Çünkü bir kimseyi tanımadan O’nu sevmenin olanağı yoktur. Gençlerimiz O’nu tanıdıkça sevenlerin sayısı sonsuza kadar çoğalacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir