İçeriğe geç

Atatürk Ne İdi? Kitap Alıntıları – Falih Rıfkı Atay

Falih Rıfkı Atay kitaplarından Atatürk Ne İdi? kitap alıntıları sizlerle…

Atatürk Ne İdi? Kitap Alıntıları

&“&”

Bu bir ırk meselesi değildir.
Bu bir din meselesi değildir.
Bu bir nüfus ve toprak ve para meselesi değildir.
Bu vicdan eğitimi ile kafa eğitimini öbür dünya ile bu dünyayı birbirinden iyice ayırmak, vicdan eğitimcilerini de müsbet bilimler ocağında yetiştirmek meselesidir.
Bir tek Türk’ün bile Atatürk’e sövebildiği Türkiye nesi ile övünebilir? Camilerimizde, dolaylı veya dolaysız, sövüyorlar ona! O camilerde ki Atatürk olmasaydı pekçoğunun minareleri çoktan çan kuleleri olacaktı!
Bir Anayasa yapmışlardı, bizim Anayasa gibi! Anayasa prensipleri ilerici, medeniyetçi ve sosyal adaletçi idi, bizim Anayasa gibi. Şeriatçılığa karşı idi, bizimki gibi!
Ama partileri yöneten aydın takımı namuslu ve karakterli idi. Anayasa perinsiplerine inanmışlar ve onlar üstünde birleşmişlerdi. Hiç bir taviz vermelerine ihtimal yoktu. Oy için orman değil, bir fidan dalı feda edilmez.
Demek bir kuşak bir toplumu kökten değiştirmeye yeter.
– Şunu itiraf etmeliyiz, demişti, eğer hiç birimiz olmasaydık, Atatürk yapılanı gene yapardı, ama o olmasaydı hiç birimiz yapamazdık.
Şimdi şu tezatlara bakınız: Cumhuriyet rejiminin bir okulunda öğretildiğine göre resim haram. Güzel Sanatlar Akademisinde ise hem resim hem heykel dersi var. Cami vaazına göre bir erkek dört kadınla evlenebilir. Cumhuriyet kanunlarına göre bir erkek bir kadından fazla alamaz. Vaazcıya göre bir Müslüman erkek bir hıristiyan kadını dinine çevirdikten sonra alabilir. Medeni Kanuna göre bir Müslüman kadın bir Hıristiyanla evlenebilir. Hocaya göre kadın çarşaf giymeli ve topuğuna kadar örtünmelidir. Cumhuriyet mahkemelerinde ise kadın yargıç hüküm verir ve kadın avukat suçluyu savunur. Hocaya göre içki içen cehenneme gider. Bizzat Cumhuriyet devleti kendi fabrikasında rakı ve şarap yapıp satar.
Hiç birinin Tanrı birliği, onun Peygamberi Muhammed olduğu ile, namazla, oruçla yani Müslümanı Müslüman eden şeylerle ilgisi yok.
Biz yalnız kendimize hak veren, başımıza gelenlerden bizden olmayanları sorumlu tutan pek tuhaf bir milliyetçilik peyda ettik." Bu milliyetçiliğin mayası "gâvur düşmanlığı" dır. Ehl-i kitaba "kâfir" denmeyeceğini bile düşünmeden bütün batıya ve içeride dinimizden hattâ Müslüman olup da mezhebimizden olmayanlara "gâvur" damgasını vurur, ne çektikse onlar yüzünden çektiğimizi sanırız.
Beşeriyetin hepsini bir vücut ve bir milleti bunun bir uzvu addetmek icabeder. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün aza müteessir olur."
Bir adam ki, memleketin ve milletin saadetini düşünür, o adamın kıymeti büyüktür. Esas kıymeti kendine veren ve mensup olduğu millet ve memleketi ancak şahsiyeti ile kaim gören adamlar, milletlerinin saadetine hizmet etmiş sayılmaz. Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler, milletlerini yaşamak ve ilerlemek imkanlarına nail ederler. Kendi gidince terakki ve hareket durur zannetmek bir gaflettir."
Atatürk’ün değiştirdiği bu idi: Bizi toplum içinde toplum olmaktan kurtarmak!
…dini sadece Tanrı ile kulu arasında bir vicdan işi olarak bırakmadıkça, baştaki istibdat yıkılsa bile, Tanrı adına toplumu hükmü altında tutan geri medrese şeriatçılığının yarattığı yığın despotluğunu önlemedikçe, insanı laik ve müsbet ilimlere dayanan eğitimle değiştirmedikçe toplumu değiştirmeye, ilerlemeye, kalkındırmaya, vicdan ve kafa hürriyeti yolundan siyasi hürriyete kavuşturmaya, rejimi devamlı ve kararlı bir hürriyet rejimi yapmaya imkân yoktu.
Taarruzun on beşinci günü İzmir’deyiz, demişti. Ankara’ya döndüğü vakit karşılayıcılar arasında gördüğü aynı arkadaşlarına:
Bir gün hatâ etmişim. On dört günde İzmir’e vardık. Ama kusur bende değil, düşmanda! demişti.
Atatürk düşmanı Türk düşmanı demektir: Siz kimin ve neyin dostusunuz?
İstanbul’u alan da Mehmet, veren de Mehmet. Kurtaran, iki defa kurtaran Mustafa Kemal!
Şunu itiraf etmeliyiz, demişti, eğer hiç birimiz olmasaydık, Atatürk yapılanı gene yapardı, ama o olmasaydı hiç birimiz yapamazdık.
Biz Osmanlı Rüştiyesi’nde iken, bugünkü Ortaokul, tarihi Viyana kapılarına gittiğiniz günlere kadar okur, sonra dönüp gene aynı devri okurduk. Nasıl düşmüşüz, neden dağılmışız, bilmezdik.
Fatih Ayasofya’yı cami yaptığı vakit İstanbul’da namaz kılacak kubbe altı yoktu. Bugün İstanbul İslâm âleminin en çok ve büyük camileri olan şehridir.
Avusturya ve Rusya, ikisi birden saldırmıştır. Acaba Prusya ile İttifak etsek fikri ortaya atılmıştır. Hemen medrese araya girer: Müslüman kâfirle ittifak edemez diye…
Yeşil Ordu’nun kuruluşu da aslında Rusya’ya «hoş görünmek» içindi.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Bence diktatör başkasını iradesine boyun eğdirendir. Ben kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak hükmetmek isterim
Talât: — İleri gidiyor Mustafa Kemal…
Enver: «— Ne yapacağız bu Mustafa Kemal’le? diyordu.
Elektrikten korkan, telefondan ürken, denizaltıyı vehimden karada çürüten Abdülhamid. Onun da gerisinde bir deli. Reşattan sonra düşman zırhlısına sığınarak kaçan Vahideddin. Bir hanedan böylece ancak sönüp gider.
Muhiddin Baha İzmir’in alındığı müjdesini verdiği vakit, sevinçten coşacağı yerde, içini çekip :
— Yunanlılardan kurtulduk. Bakalım Mustafa Kemal’den nasıl kurtulacağız? dedi
O bir kurtarıcı idi. Bizler koruyucu bile olamadık.
Hitler:
— Bir millet bütün vasıtalarından mahrum edilse dahi kendini kurtaracak vasıtaları yaratabileceğini Atatürk öğretmiştir, demişti.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
1914 de:
— Savaşa girmeyelim. Savaşa girersek yıkılırız, biteriz, demişti.
Ben ömrümde onun kadar tartışmaya katlanan devlet ve hükümet adamına rastlamadım.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Ben ömrümde onun kadar tartışmaya katlanan devlet ve hükümet adamına rastlamadım.
“Şunu itiraf etmeliyiz, demişti, eğer hiç birimiz olmasaydık, Atatürk yapılanı gene yapardı, ama o olmasaydı hiçbirimiz yapamazdık.
“Yoksulluk zenginliği yoketmekle, açlık tokun ekmeğini almakla giderilmez.”
“Devrim kafayı değiştirmektir, insanı değiştirmektir.”
“İncil’de kadına, sancılar içinde doğuracaksın, denmiştir. Peki ya sancısız doğurtucu bir ilaç bulunursa? Şeriatçıya göre önce bu ilacı aramak küfürdür. Bu ilacı aratıcı ilim üniversiteye sokulmaz. Bulucu kafa da satırdan geçer.”
“Mustafa Kemal’in elindeki malzemenin, maddi manevi imkanların yüz misli ile onun yaptıklarını bile koruyamıyoruz.”
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Mademki sonu nasıl olsa sıfırdır, bari yaşadığımız müddetçe şen ve neşeli olalım."
“Müslüman olup da mezhebimizden olmayanlara gâvur" damgasını vurur, ne çektikse onlar yüzünden çektiğimizi sanırız. Bu milliyetçi, Atatürk’ü de batı medeniyetçisi olduğu için sevmez. Dinde gerici ile el ele veren milliyette gerici budur.”
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Başkasına zulüm ve zarar için verilen şeye rüşvet derler.”
“Atatürk emir kulları ile , bütün dediklerine evet diyenlerle, milletsizlik içinde yalnız kalma korkusundan hiç kurtulmamıştır. Pek sıkıldığı vakit politika arkadaşlarına: Hepinizi bırakıp millete giderim", derdi.”
“Türkiye’de demokrasinin garantisi Atatürkçülüktür: Vahdetçilik değildir.”
“Geçmiş denen bir şey vardır ya, onun yüzyıllardan beri geçmeyen bir yanı da var ki ikide bir onunla karşılaşıp duraklamak veya gerilemekten bir türlü tam kurtuluşa eremiyoruz.”
“Okuyun, geçmişi iyi okuyun da onu geçmeyen" olmaktan kurtarın.”
“Ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğu doğrudur. Benim isteyip de yapamayacağım hiçbir şey yoktur. Çünkü ben zoraki ve insafsızca davranmayı bilmem. Bence diktatör başkasını iradesine boyun eğdirendir. Ben kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak hükmetmek isterim.
“Demokrasi bir memleketi halkın ortalamasına teslim etmek demektir. Hiçbir demokrasi seçimle en iyiyi bulamaz. Onun için önce bu ortalamayı fikirce, zevkçe yetiştirmek lâzımdır.
“Bir millet bütün vasıtalarından mahrum edilse dahi kendini kurtaracak vasıtaları yaratabileceğini Atatürk öğretmiştir.”
“Mustafa Kemal ise Batılı ve tam Batı medeniyetçisidir. Batı’dan kurtulmanın tek yolu Batiya katılmak, Batılı olmak olduğunu bilir.”
“Anayasa lâiktir.
Anayasa eğitim birlikçisidir.
Anayasa din ve şeriatı temelinden ayırmıştır.”
Geri bir toplumu ilerletecek en uygun demokrasi sistemini Atatürk bulmuştur.”
“Modern devletin bir niteliği eğitimciliktir. Bir topluma danışılma hakkı tanınmadan onu eğitmek gerektir. Oy kulübelerinden önce okullar kurulmalıdır. Bilmeyenin elinde oy pusulası yalnız faydasız değil, tehlikelidir de.
Ben ömrümde onun kadar tartışmaya katlanan devlet ve hükümet adamına rastlamadım. Pek genç yaşımda devamlı olarak yanında idim. Hiçbir fikrimi saklamak ihtiyacını duyduğumu hatırlamıyorum. Dalkavukluğu meslek edinmeyenlerin hepsi de öyle idi. Atatürk’le tartışmak için yiğitliğe lüzum yoktu.
Atatürk’ün yolu yalnız maddece değil, kafaca, vicdanca kurtarmaktı.
Rahmetli Rauf Orbay ki Atatürk’le dargın ölmüştür, son yıllarında eski Terakkiperver Cumhuriyet Partisi paşaları ile bir toplantısında:
Şunu itiraf etmeliyiz, demişti, eğer hiçbirimiz olmasaydık Atatürk yapılanı yine yapardı. Ama o olmasaydı hiçbirimiz yapamazdık.
Devrim kafayı değiştirmektir, insanı değiştirmektir.
Türkiye’de ilerici demek, Atatürkçü demektir.
O bir kurtarıcı idi. Bizler koruyucu bile olamadık.
Işık bu. Sıfırdan bugüne gelişimiz. Acısı ise Atatürk’ten sonra onun yolundan ayrılmış olmasaydık, bugün maddi kurtuluşa ermiş olurduk.
Bir toplumun dörtte üçü geri oldu mu, sözü baştan ayağa düşüren ideoloji de, din de barbarlığa döner.
Hiç, hiç kimsenin suçu yok. Çökmek, dağılmak batmak hep kendi suçumuz! Kendi marifetimiz!
Biz yalnız kendimize hak veren, başımıza gelenlerden bizden olmayanları sorumlu tutan pek tuhaf bir milliyetçilik peyda ettik.
Fakat okutmadığımız halk yığınları hiçbir devirde ve hiçbir dinde eşi görülmedik kapkara ve koyu cahil bir yobazlığa eli kolu bağlı teslim edildiği, ve politika kendi ellerimizle yarattığımız bu karanlığı ahlaksızca sömürme sanatı sayıldığı için bu hallere düştük.
Bir batılı düşünür şöyle der: Demokrasi bir memleketi halkın ortalamasına teslim etmek demektir. Hiçbir demokrasi seçimle en iyiyi bulamaz. Onun için önce bu ortalamayı fikirce, zevkçe yetiştirmek lazımdır."
İngiliz tarihçisi Wells der ki: Modern devletin bir niteliği eğitimciliktir. Bir topluma danışılma hakkı tanınmadan onu eğitmek gerektir. Oy kulübelerinden önce okullar kurulmalıdır. Bilmeyenin elinde oy pusulası yalnız faydasız değil, tehlikelidir de!" Bilmeyenin İngilizi, Almanı, Türkü, Arabı olmaz.
20.yüzyılda, ortaçağ papaz sınıfı gibi, vicdan sömürücülüğü üzerine egemenlik kurmak isteyen menfaatçi ve ikbalci politikacılık devleti ele geçirmiştir.
Atatürk düşmanı, Türk düşmanı demektir.
Bre Atatürk düşmanları, İstanbul’un alınışı gününde onun, iki defa kurtarıcısından ne istersiniz? Atatürk düşmanı Türk düşmanı demektir: Siz kimin ve neyin dostusunuz?
İstanbul’u alana ne kötülük etti Atatürk? O’nun tahtından indirdiği adam, ki Adı Mehmet Vahidüddin’dir, İstanbul’u Sevres’de düşmanlarımıza teslim etti idi. İstanbul’u alan da Mehmet, veren de Mehmet. Kurtaran, iki defa kurtaran Mustafa Kemal!
Yeni kuşak çoğunlukça ne Arapça, Farsça bilir, ne de Türkçe. Hikâyeyi belki hatırlarsınız. Minberde hatip bir arapça hutbe okuyordu. Hutbe kurbanlık koyun üstüne idi. Koyunu nasıl yatıracaksınız, nasıl keseceksiniz, nasıl yüzeceksiniz, yollu bir öğretim. Okuyan arapça bilmediği için pek yüreğe işleyici bir makam tutturur. Cemaatten biri de gözyaşlarını tutamaz. Yanındaki:
– Ne ağlıyorsun birader? Diye sorunca:
– Neler söylüyor baksana…
Diye büsbütün hıçkırır.
İstanbul’un Maarif Nazırı Rumbeyoğlu Fahreddin okuma kitaplarından Türk " sözünü çıkartmakta idi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir