İçeriğe geç

Aslı Gibidir Kitap Alıntıları – Murat Özyaşar

Murat Özyaşar kitaplarından Aslı Gibidir kitap alıntıları sizlerle…

Aslı Gibidir Kitap Alıntıları

Çünkü ben dünyaya kelimelerle yavaş yavaş bakmaktan, bakarken bakakalmaktan yanayım. Böyle bakanlarla yan yana olmaktan yana
Içinde devletin ve isyanın geçtiği uzun bir cümledir Diyarbakır.
Allahım kürtler niçin yaşlı doğuyor un açıklamasını uzun uzun yapmak .
Efendim, hikâye olsun diye değil, bazı kimselerin imgesi kendinden büyüktür ve gün gelir hikâyenin aslı astarı ortaya çıksın diye bu imge birdenbire yerle bir olur.
Öfke ve kahkaha iyidir, insanı hayatta tutar.
“Niye, ben eqo piçiyem? “
Vurun ulan vurun ben kolay ölmem diyen şair Ahmed Arifi’in, Her köşe başında kimlik soruyorlar benden, açıp yaramı gösteriyorum diyen Hicri İzgören’in, Çünkü acısına seyirci ister hayat diyen Kemal Varol’un, Sırrını surlarına fısıldayan Şehmus Diken’in şehridir.
Diyarbakır’da yaşamak, sabah sabah Ortadoğu’yu, akşam akşam yine Ortadoğu’yu düşünmektir.
Ve evet, Pavese haklı: “Savaş bir gün biterse kendimize şunu sormalıyız: Peki ya ölüleri ne yapacağız? Neden öldüler?
Bana öyle geliyor ki, Kürtler sanki hikâye anlatmak için gelmiş dünyaya. Allah onlara Hadi, sizin de göreviniz bu: Hikâye anlatmak” demiş gibi, Kürtler de ömrü hayatı boyunca hikâye anlata anlata, hikâye olmuş sanki.
Diyarbakır’da yaşamak, Kürtçenin yasaklı olmak sebebiyle temiz bir Kürtçenin konuşulmadığı, yaşayanların Türk olmaması sebebiyle temiz bir Türkçenin de konuşulmadığı, herhangi bir dilin herhangi bir ağız, şive ve lehçesinin de konuşulmadığı, hele hele bir aksanın hiç konuşulmadığı, ancak ve ancak aksayan bir dilin konuşulduğu, gramatik ve semantik bağlamda Türkçeyle Kürtçenin birbirine fena halde bulaştığı, bulaşmakla kalmayıp birbirini feci kırdığı bir dilin içine doğmak ve oradan konuşmaktır: Ey devlet kabahatlere gelesin, demektir!
Ev ödevine çalışır gibi “müebbetin”nasıl bir şey olduğunu kavramaya çalıştığınız,cümle içinde kurmaya giriştiğiniz ilkokul yolunda; üzerinizde siyah önlük,boynunuzda beyaz etamin yaka,cebinizde mendil,çantanızda beslenme saati için ekmek-peynir ve Tak! Tak!
Siz bakmayın insanın yerleşik bir varlık olduğuna, aslında seferîdir, öz itibariyle göçebedir insan.
Bedenim çok hızlı gitti, ruhum ona yetişemedi, ruhumu bekliyorum.
Ben de bu dünyaya geldim geleli, ölmezsem öldürmezsen kim benim farkıma varır.
Ne varsa kafamızdadır.
Kadını ve yaşamı bir paydada buluşturup birinden birini doğuran iki sözcük de kürtcedir: Jin(kadın) Jiyan(yaşam).
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Illegal başkent olmanın bütün yükünü omuzlayıp bir gün mutlaka, her anlamıyla güvercinin başkenti olmayı düşlemektir.
Siz bakmayın insanın yerleşik bir varlık olduğuna, aslında seferîdir, öz itibariyle göçebedir insan. Çok zaman yerinde duruyor gibi görünse de ruhu yolculuklara çıkar.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Şehitler ölmez diye yükselen ses, aynı zamanda bir yas ın tutulmasına da yasak koyan ses oldu. Bu ses, hakikati inkâr etti, iç muhalefeti bastırdı.
Ancak acıyla biliyoruz ki toprağına inilen sözcükler tüm şahitlere bunu söyletti: Şehitler ölür!
Siz bakmayın insanın yerleşik bir varlık olduğuna, aslında seferîdir, öz itibariyle göçebedir insan. Çok zaman yerinde duruyor gibi görünse de ruhu yolculuklara çıkar.
Sorunun iki muhatabı var, açık ve net: çocuk ve devlet.
Ve elbet çocuk bir gün sorar: Demedim mi ben sana; el eli tanır!
Şehitler öldü ve şehitler ölüyor. Şehitleri ölümsüz kılma çabası da ölüm siyasetinin savunusundan başka bir işe yaramıyor.
“İstikrarlı bir şekilde büyüyen tek yerin mezarlıklar olduğu, yasaklanmış bir yasın uzun yıllardır sürdüğü, bu sebeple de travmadan bir türlü çıkılmayan, korkunç sarı kahkahaların uzun uzun atıldığı bir şehirdir ”
Garip ile gurbet in aynı kökten olması, gurbete gidene garip denilmesi de insanın kederini buram buram artırır. Şiirin salt duygularla yazıldığını sananlara şu iki sözcüğü işaret etmek isterim, çünkü şiir ve şuur da aynı köktenmiş. Tuhaf şeyler satan yerin adının tuhafiye olması da bir hoş eder insanı, ayna yı ayn dan, yani göz den türeten akıl da. Oda nın od ile ilişkisi de makbuldür, içi ateşle dolu olan yer anlamındadır oda.
Arapça kökenli Süveydâ ise, kalpteki gizli günahı temsil eden, kalbin ortasında bulunduğu sanılan siyah noktanın adıdır. Günah işlendikçe bu siyah noktanın büyüdüğüne inanılır.
Durmadan devam etme isteği doğar da içimde, neden sonra bana da görünür, görürüm ki acz ve mucize de aynı kökten. Ve yine bana öyle gelir ki, sanki ve hep, mucize ancak acz içinde olana görünmek için vardır. Daha da kalmak isterim burada, daha değil, hep! Kaldıkça görürüm ki, birini en kötü şekilde yaralamanın ancak dille mümkün olduğunu gizli gizli (uğrun uğrun mu demeli yoksa) gösteren de yine kelimeler olur. Çünkü Arapça kelime ve kelam ile yara anlamına gelen kelm aynı köktendir.
Muhteşem imkânsızlığı deneyerek dilden dile geçip bir başka dil de yazmanın zarafetini ve karalığını taşıyanlara, elbette Türkçede Yaşar Kemal, Cemal Süreya ve Ahmed Arif’e, Arapçada Selîm Berakat’a, Farsçada Ali Eşref Dervişyan’a, Fransızcada Cioran’a, İngilizcede James Joyce’a, Almancada Kafka’ya ve Emine Sevgi Özdamar’a selam olsun.
Selam olsun Sezai Karakoç’a da!
Hem ne diyordu Sezai Karakoç: Ben karayım, beni de amcamın oğlu seviyor.
Bakınız Ezeli Bir Mağlup olan Cioran dille ilgili ne diyor: Bir posta güvercinine coğrafya öğretilebilseydi, dosdoğru hedefine yönelik bilinçdışı uçuşu imkânsız bir şey olurdu. Sonra da şunu ekliyor: Dil değiştiren yazar, bilgisi yüzünden ne yapacağını şaşıran bu güvercinin durumunda bulur kendini.
Diyarbakır’da yaşamak, bazen yaşamamayı öğrenmektir.
“(…)içinde devletin ve isyanın geçtiği uzun bir cümledir Diyarbakır…”
“(…)Ayakta kalmak için “ayaklanmanın” zorunlu olduğu bir şehirdir Diyarbakır…”
“(…)Aslında sadece bunu demeliydim galiba: İki ray arasındaki yakınlık ya da uzaklık kadardı her şey. Oldu, bitti.
Oldu bittiye geldi her şey …”
“(…)Kendisi olmayınca adı da olmuyor bir şeylerin …”
( )Diyarbakır’da yaşamak bazen yaşamamayı öğrenmektir
Çirkin de değiliz/ güzel de
Öfkeliyiz öfkeli.
Zamanın da bir vakti var. İşte bu sebeple bazı cümleler vakti zamanında diye başlar.
Ve yine bana öyle geliyor ki, sanki ve hep, mucize ancak acz içinde olana görünmek için vardır.
İki ray arasındaki yakınlık ya da uzaklık kadardı her şey.
Oldu,bitti.
Oldubittiye geldi her şey.
Herkesin bilmediği, ama hiç kimsenin bildiği bir şey bu.
Kendisi olmayınca adı da olmuyor bir şeylerin.
Herkesin bilmediği,ama hiç kimsenin bildiği bir şey bu
Diyarbakır; Vurun ulan vurun ben kolay ölmem diyen şair Ahmed Arif’in, Her köşe başında kimlik soruyorlar benden, açıp yaramı gösteriyorum diyen Hicri İzgören’in, Çünkü acısına seyirci ister hayat diyen Kemal Varol’un, Sırrını surlarına fısıldayan Şeyhmus Dşken’in şehridir.
Diyarbakır’da yaşamak ; eylem ve protestolarda Türkçe atılan Yaşasın halkların kardeşliği sloganının birden, dilde makas değişikliğiyle Kürtçeye evrilip Biji biratiya gelan a nasıl geçildiğini fark etmeden yanınızdaki kişinin Yaw he he, yaşasın halkların görümceliği demesine eşlik etmektir.
Oğul oğul, diyor, dert mi ararsın Diyarbakır’da, Diyarbakır’ın taşı toprağı ahü vahtır.
Sonra açıyor ağzını, yumuyor gözünü. Dert söyletir.

Ayrılırken:
Yaz diyor, oğul yaz, kim dinler, kim anlar.

Vurun ulan vurun ben kolay ölmem diyen Ahmed Arif’in,
Her köşe başında kimlik soruyorlar benden,açıp yaramı gösteriyorum diyen Hicri İzgören’in,
Çünkü acısına seyirci ister hayat diyen Kemal Varol’un,
Sırrını surlarına fısıldayan Şeyhmus Diken’in şehridir.
göğsümüzde bir kafile kuşun kalp çarpıntısı
Annelerin de vaktiyle çocuk olduğu bilgisi, tuhaf kaçıyor bazı zamanlarda.
Barış bar kökünden geliyor, yani varmak tan mürekkep bir sözcük, birbirine gitmek in karşılığı.
-Peki kimdir artık yetim?
-Savaşta çocuğunu kaybeden baba dır artık yetim.
Sorunun iki muhatabı var, açık ve net: çocuk ve devlet.
Ve elbet çocuk bir gün sorar: Demedim mi ben sana; el, eli tanır!
Siz bakmayın insanın yerleşik bir varlık olduğuna,aslında seferîdir,öz itibariyle göçebedir insan.Çok zaman yerinde duruyor gibi görünse de ruhu yolculuklara çıkar.
Ben de bu dünyaya geldim geleli,ölmezsem öldürmezsem kim benim farkıma varır.
Ve evet,içimden şöyle bir cümle geçiyor uzun zamandır:Kelimeler albayım,bazı anlamlara geliyor!
Peki,bundan sonra n’olacak Recep?dedim.
Sustu.Geleceğe bakar gibi baktı. Karanlık dedi.
Sonra da Kör bir adamım ben,karanlığı iyi bilirim diye ekledi.
Öfke ve kahkaha iyidir,insanı hayatta tutar
Aslında sadece bunu demeliydim galiba:
İki ray arasındaki yakınlık ya da uzaklık kadardı her şey
Oldu,bitti.
Oldubittiye geldi her şey.
Aslında sadece şunu demeliydim galiba:
İçinde devletin ve isyanın geçtiği uzun bir cümledir Diyarbakır
Diyarbakır’da yaşamak,bazen yaşamamayı öğrenmektir.İllegal başkent olmanın bütün yükünü omuzlayıp bir gün mutlaka,her anlamıyla güvercinin başkenti olmayı düşlemektir
.. görürüm ki birini en kötü şekilde yaralamanın ancak dille mümkün olduğunu gizli gizli gösteren de yine kelimeler olur. Çünkü Arapça kelime ve kelam ile yara anlamına gelen kelm aynı köktendir.
İngilizce’de stand (durmak) ile understand (anlamak) sözcükleri etimolojik olarak aynı kökten geliyormuş. Yani demem o ki anlamak için, birçok anlamda durmak farz!
Ve yine bana öyle gelir ki, sanki ve hep, “mucize” ancak “acz” içinde olana görünmek için vardır.
Akan yol değildi, yoksulluktu, gördüm.
Öyledir ve bazı kelimeler de sanki biz büyülenelim diye vardır. Sözgelimi Fuad Bu dünyaya gelirken atılan ilk kalp çarpıntısının ve bu dünyadan göçmeden önce atılan son kalp çarpıntısının adıymış. Yani dünyada kalmanın adı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir