İçeriğe geç

Aslan, Cadı ve Dolap Kitap Alıntıları – C. S. Lewis

C. S. Lewis kitaplarından Aslan, Cadı ve Dolap kitap alıntıları sizlerle…

Aslan, Cadı ve Dolap Kitap Alıntıları

“Artık ölü değilim” dedi Aslan
“Ben – ben geriye dönmeye korkuyorum” dedi Susan, “korkunç bir şey oluyor.”
“Ona daha da kötü bir şey yapıyorlar” dedi Lucy. “Haydi!” Ve Susan’ı da beraberinde çekerek döndü.
Güneşin yükselişi her şeyi o kadar etkilemişti ki – tüm renkler ve gölgeler değişmişti – bir an için, önemli bir şeyi fark etmediler. Sonra gördüler. Taş Masa boydan boya çatlamış, kırılmış ve Aslan yok olmuştu.
“Ah, ah, ah” diye bağırdı kızlar masaya koşarak.
“Ah, bu çok kötü” diye hıçkırdı Lucy, “Hiç olmazsa yalnız bıraksalardı.”
“Kim yaptı bunu?” diye bağırdı Susan. “Bunun anlamı ne? Yine büyü mü?”
“Of!” dedi Susan masanın diğer tarafından. “Ne kadar kötü! Onun her tarafında küçük iğrenç fareler kaynaşıyor. Gidin buradan küçük canavarlar.” Onları korkutmak için elini havaya kaldırdı.
“Bekle!” dedi, hâlâ onlara dikkatle yakından bakmakta olan Lucy. “Ne yaptıklarını görebiliyor musun?”
İki kız da eğilip baktılar.
“İnanıyorum ki—” dedi Susan. “Aa, ne tuhaf! İpleri kemiriyorlar!”
“Ben de öyle düşünmüştüm” dedi Lucy. “Bunlar dost fareler. Zavallı küçük şeyler – onun ölü olduğunu bilmiyorlar. Onu çözmenin bir işe yarayacağını sanıyorlar.”
Umarım bu kitabı okuyanlar Susan ile Lucy’nin o gece olduğu kadar üzgün değildir, fakat öyleyseniz (bütün gece uyanık kalıp gözlerinizde yaş kalmayana kadar ağladıysanız) sonunda bir tür sakinliğin üzerinize çöktüğünü bilirsiniz.
Aslan’ın ölümünün verdiği dehşet, utanç ve üzüntü kafalarını öyle doldurmuştu ki korkamıyorlardı bile.
“Şimdi kim kazandı? Aptal, bütün bunlarla hain insanı kurtaracağını mı sandın? Şimdi onun yerine seni öldüreceğim ve böylece Güçlü Büyü tatmin edilmiş olacak. Peki, sen ölünce, onu da öldürmeme kim engel olacak? Onu benim elimden kim alacak o zaman? Narnia’yı sonsuza kadar bana verdiğini, kendi yaşamını feda ettiğini ve onun hayatını da kurtaramadığını anlamalısın. Bunu bilerek, kederle öl.”
Çocuklar gerçek ölüm anını görmediler. Bakmaya dayanamayıp gözlerini kapatmışlardı.
“Çocuklar, çocuklar, niçin beni takip ediyorsunuz?” dedi Aslan.
“Uyuyamadık” dedi Lucy – daha fazla bir şey söylemeye gerek yoktu. Aslan’ın ne düşündüklerini bildiğine emindi.
“Lütfen, biz de seninle gelebilir miyiz – gittiğin yere?” diye sordu Susan.
“Şey—” dedi Aslan. Bir an düşündü ve sonra “Bu gece yol arkadaşlarım olması hoşuma gider. Evet, eğer dediğim yere kadar gelmeye ve ondan sonra da yola tek başıma devam etmem için geri dönmeye söz verirseniz gelebilirsiniz.”
“Sen de uyuyamıyor musun?” dedi Susan.
“Hayır” dedi Lucy. “Senin uyuduğunu sanmıştım. Susan bence–”
“Ne?”
“İçimde korkunç bir his var – sanki başımızın üzerinde bir şeyler dolanıyor.”
“Öyle mi? Gerçeği söylemek gerekirse bunu ben de hissediyorum.”
“Aslan hakkında” dedi Lucy. “Ya başına kötü bir şey gelecek ya da o çok kötü bir şey yapacak.”
“Bütün öğleden sonra kederliydi” dedi Susan. “Lucy! Savaşta bizimle beraber olmayacağı konusunda ne demişti? Bu gece gizlice gidip bizi yalnız bırakacağını düşünmüyorsun değil mi?”
“Sen benim danışmanım mısın, yoksa kölem mi?” dedi Cadı.
“Oturup seyretme aptal! Kalk yardım et!” dedi
“Sana gelince”
“Kim verdi bunları size?” dedi Cadı.
“N-n-n-noel Baba” diye kekeledi Tilki.
“Ne?” diye gürledi Cadı, kızaktan fırlayıp dehşete düşmüş hayvanlara doğru birkaç adım yaklaşarak. “Buraya gelmemiştir o! Gelmiş olamaz! Bunu söylemeye nasıl cesaret edersiniz – ama hayır. Bunun bir yalan olduğunu söylediğiniz takdirde affedileceksiniz.”
“Duydum ve itaat edeceğim
“Bir daha ekmek yemeden önce bunu bulduğuna şükredeceksin” dedi Cadı.
Bu sırada Edmund hayal kırıklığı içindeydi. Cüce kızağı hazırlamaya gittiğinde, Cadı’nın geçen seferki karşılaşmalarında olduğu gibi ona yine iyi davranmasını bekliyordu. Fakat Cadı hiçbir şey söylemedi. Ve sonunda Edmund’un cesaretini toplayıp da “Lütfen Majesteleri, biraz Türk lokumu yiyebilir miyim? Siz – siz – dediniz ki—” demesine kalmadan, “Sus, aptal!” demişti Cadı.
En son olarak, “Lucy, Havvakızı” dedi. Lucy ilerledi. Ona cama benzeyen (sonraları insanlar onun elmastan olduğunu söylediler) küçük bir şişe ve küçük bir kama verdi. “Bu şişede” dedi, “güneşin dağlarında büyüyen ateş çiçeklerinden birinin suyundan yapılmış iksir var. Sen ya da arkadaşlarından biri yaralandığında bunun birkaç damlası onu iyileştirir. Ve kama, ancak çok ihtiyacın olduğunda kendini koruman içindir. Çünkü sen de savaşa girmemelisin.”
“Her şey yolunda, her şey yolunda”
Yaptığı şey için kendi kendine bulduğu bahane buydu ancak
“Hey, Edmund nerede?”
“Sen kapa çeneni!” dedi Edmund’a hâlâ kızgın olan Peter. “Sen ne düşünüyorsun Susan?”
“Bana göre” diye söze başladı Edmund, “Biraz sola doğru gitmemiz gerekmiyor mu? Yani, eğer lamba direğine varmak istiyorsak.” Bir an için ormana hiç gitmemiş gibi davranması gerektiğini unutmuştu. Ağzından bu sözler çıkar çıkmaz kendini ele verdiğini anladı. Herkes durdu ona baktı. Peter bir ıslık çaldı ve:
“Sen gerçekten buraya gelmişsin” dedi, “Lu seninle burada karşılaştığını söylediği zaman buradaydın – ve sen onun yalancı olduğunu söyledin!”
“Haklısın” dedi Peter, “şuraya bakın, şuraya! Her tarafımızda ağaçlar var. Bu ıslak şey de kar. Bunca şeyden sonra Lucy’nin ormanına geldiğimize inanıyorum.”
“Sevgili küçük bayan” dedi Profesör ikisine de keskin bir bakış fırlatarak, “kimsenin önermediği bir plan daha var ve de gerçekten denemeye değer.”
“Ne planı?” dedi Susan.
“Herkes kendi işiyle uğraşmayı deneyebilir” dedi Profesör. Ve bu da konuşmanın sonu oldu.
“Bunlara bu okullarda ne öğretiyorlar bilmem ki?”
Bu benim bilgimin ötesinde” dedi Profesör. “Yalnız, her zaman gerçeği söylediğine inandığınız birini yalancılıkla suçlamak çok ciddi bir şey; gerçekten çok ciddi bir şey.”
“Yalan söylemediğinden korkuyoruz” dedi Susan, “Lucy’nin bir sorunu olabileceğini düşünüyoruz.”
“Delilik mi demek istiyorsun?” dedi Profesör soğukça. “Bu konuda kafanız rahat olsun. Birinin ona yalnızca bakıp konuşması deli olmadığını göstermeye yeter.”
“Ama o zaman” dedi Susan ve sustu. Yetişkin birinin Profesör gibi konuşacağını rüyasında görse inanmazdı ve ne düşüneceğini bilmiyordu.
“Mantık!” dedi Profesör mırıldanarak. “Okullarda neden mantık öğretmiyorlar ki? Yalnızca üç olasılık var. Kız kardeşiniz ya yalan söylüyor, ya deli, ya da doğruyu söylüyor. Onun yalan söylemeyeceğini biliyorsunuz. Deli olmadığı da açıkça görülüyor. Bu durumda aksine deliller olmadıkça onun doğru söylediğini kabul etmek zorundayız.”
“Kız kardeşinizin hikâyesinin doğru olmadığını nereden biliyorsunuz?”“Fakat—” diye başladı Susan ve sonra sustu. Yaşlı adamın yüzündeki ciddiyeti görebiliyorlardı. Susan kendini toparladı ve “Ama Edmund yalancıktan oynadıklarını söyledi” dedi.
“Asıl sorun da bu” dedi Profesör, “gerçekten düşünmemiz gereken nokta, çok dikkatli düşünmemiz gereken nokta. Örneğin – bu soruyu sorduğum için beni mazur görün – deneyimleriniz kız kardeşinizin mi yoksa erkek kardeşinizin mi daha güvenilir olduğunu söylüyor size? Yani hangisi doğruyu söyler?”
“Ne düşündüğünüz, ne söyleyeceğiniz beni ilgilendirmez. Profesör’e anlatabilirsiniz, anneme yazabilirsiniz ya da ne isterseniz onu yapın. Ben o dolapta bir Faun’la karşılaştığımı biliyorum ve keşke orada kalsaydım, sizler birer canavarsınız.”
Edmund, sanki Lucy’den çok daha büyükmüş gibi (gerçekte aralarında sadece bir yaş vardı) küçümseyerek ona baktı, alaylı bir şekilde hafifçe güldü ve dedi ki, “Ah, evet, Lucy ve ben – dolaptaki ülke hikâyesinin doğru olduğunu varsayarak – oynuyorduk. Kuşkusuz yalnızca eğlenmek için. Gerçekte orada bir şey yok tabii.”
“Türk lokumu, lütfen Majesteleri” dedi Edmund.
Türk Lokumu
“Hayır Peter, uydurmuyorum” dedi Lucy. “O – o dolap büyülü. İçinde bir orman var ve kar yağıyor, bir Faun, bir de Cadı var ve Narnia deniliyor oraya, gelin görün.”
“Fakat bunlar ülke değil ki” dedi Lucy, gülümseyerek. “Hemen şuracıkta – en azından – emin değilim. Orada şimdi yaz mevsimi.”
“Bu çok büyük bir dolap olmalı!” diye düşündü Lucy
Ondan sonra ardı sıra birbirine açılan sürüyle oda vardı ve hepsi kitaplarla doluydu; çoğunluğu epeyce eski kitaplardı ve bazıları kilisedeki İncil’den bile büyüktü.
“Bırak şikâyet etmeyi, Ed” dedi Susan. “Bire on bahse girerim ki bir saate kalmaz hava açılır. Bu arada durumumuz oldukça iyi. Bir radyo ve sürüyle de kitap var.”
Bir zamanlar, isimleri Peter, Susan, Edmund ve Lucy olan dört çocuk vardı.
Sevgili Lucy,
Bu hikâyeyi senin için yazdım, ama yazmaya başladığımda çocukların kitaplardan daha çabuk yaşlanacağını hesaplamamıştım. Sonuç olarak sen, şu anda peri masalları için çok büyük yaştasın ve bu kitap basılıp ciltlendiğinde daha da büyümüş olacaksın. Fakat bir gün tekrar peri masalları okumaya başlayacak kadar yaşlı olacaksın. O zaman bu kitabı üstlerdeki bir raftan indirip, tozunu alıp, hakkında ne düşündüğünü söylersin bana. Ben muhtemelen seni duymayacak kadar sağır, söylediğin kelimeleri anlamayacak kadar yaşlı, fakat hâlâ seni seven vaftiz baban olacağım.
Aslan’a dizleri titremeden görünebilen biri varsa ya birçok insandan daha cesurdur ya da sadece aptal.
Gerçeklik nereden baktığına bağlıdır.
sana biraz daha Türk lokumu verebilirim.
Gerçeklik nereden baktığına bağlıdır.
Ve sanırım tüm bu ülke dolabın içinde.
Aslan harekete geçti.
Mutlu Noeller! Yaşasın gerçek Kral!
Yine de her zaman insan olabilecek ama henüz olmamış, ya da geçmişte insan olupta şimdi olmayan, ya da insan olması gerekirken olmayanlarla karşılaşdığınızda gözlerinizi ondan, elinizi de baltanızdan ayırmayın.
Yine de her zaman,insan olabilecek ama henüz olmamış,ya da geçmişte insan olup da şimdi olmayan,ya da insan olması gerekirken olmayanlarla karşılaştığınızda gözlerinizi ondan elinizi de baltanızdan ayırmayın.
“Gerçeklik nereden baktığına bağlıdır.
Umarım bu kitabı okuyanlar Susan ile Lucy’nin o gece olduğu kadar üzgün değildir, fakat öyleyseniz (bütün gece uyanık kalıp gözlerinizde yaş kalmayana kadar ağladıysanız) sonunda bir tür sakinliğin üzerinize çöktüğünü bilirsiniz. Sanki yeniden hiçbir şey olmayacakmış gibi hissedersiniz.
Yine de her zaman, (nasihatlerime kulak verin) insan olabilecek ama henüz olmamış, ya da geçmişte insan olup da şimdi olmayan, ya da insan olması gerekirken olmayanlarla karşılaştığınızda gözlerinizi ondan, elinizi de baltanızdan ayırmayın.
“Her ne olursa olsun, bir gün kusur bulup alay ederek, ertesi gün de cesaretlendirerek nereye varacağını sanıyorsun?”
(Artık her türden dev İngiltere’de o kadar nadir bulunuyor ve o kadar azı iyi huylu ki, bire on bahse girerim, yüzü sevinçle parlayan bir dev görmemişsinizdir. Bakılmaya değer bir görüntüdür bu).
Umarım bu kitabı okuyanlar Susan ile Lucy’nin o gece olduğu kadar üzgün değildir, fakat öyleyseniz (bütün gece uyanık kalıp gözlerinizde yaş kalmayana kadar ağladıysanız) sonunda bir tür sakinliğin üzerinize çöktüğünü bilirsiniz. Sanki yeniden hiçbir şey olmayacakmış gibi hissedersiniz.
Kendini rahatlatmanın tek yolu, bütün bunların bir rüya olduğuna ve her an uyanacağına inanmaya çalışmaktı. Ve saatler süren yolculuk boyunca bunu başardı.
Haydi, haydi! Orada konuşup durarak çayı soğutmayın. İnsan gibi davranmanın zamanı değil.
“Çünkü” diyordu kendi kendine, “onun hakkında kötü şeyler söyleyen tüm bu insanlar onun düşmanları ve muhtemelen söylenenlerin yarısı bile doğru değil. O bana çok iyi davrandı; en azından bunlardan çok daha iyi davrandı. Umarım kraliçelik gerçekten onun hakkıdır. Hiç olmazsa, o dehşet verici Aslan’dan daha iyidir!” Yaptığı şey için kendi kendine bulduğu bahane buydu ancak çok da iyi bir bahane değildi, çünkü aslında, içten içe Beyaz Cadı’nın kötü ve zalim olduğunu düşünüyordu.
“Aşağıda Cair Paravel’de – orası, deniz kıyısında, bu nehrin ağzındadır. Her şey gerektiği gibi olsaydı, tüm ülkenin başşehri olması gereken kaledir – dört tane taht var ve Narnia’da çok eskiden beri denir ki iki Âdemoğlu ile iki Havvakızı o dört tahta oturduğunda, bu sadece Beyaz Cadı’nın hükümranlığının sonu değil, onun yaşamının da sonu olacak. Buraya gelirken dikkatli olmamızın nedeni buydu, çünkü o, dördünüzün burada olduğunu bilseydi yaşamınızın bıyığımın bir kılı kadar değeri olmazdı!”
Belki bu sizin de rüyalarınızda olmuştur. Birisi anlamadığınız bir şey söyler, fakat rüyanızda sanki çok büyük bir anlamı varmış gibi gelir size: Ya bütün rüyayı kâbusa dönüştürecek korkunç bir anlamı vardır ya da hoş bir anlamı; sözlerle anlatılamayacak kadar hoş bir anlamı vardır ve rüyayı öylesine harika yapar ki, tüm yaşamınız boyunca hatırlar ve sürekli aynı rüyayı görmek istersiniz. Şimdi her şey aynen böyleydi.

İ

Peter kapıyı çekmişti, ama kapatmamıştı; çünkü kuşkusuz, her akıllı kişinin yaptığı gibi asla kendisini dolaba kapatmaması gerektiğini hatırlamıştı.
“Sevgili küçük bayan” dedi Profesör ikisine de keskin bir bakış fırlatarak, “kimsenin önermediği bir plan daha var ve de gerçekten denemeye değer.”

“Ne planı?” dedi Susan.

“Herkes kendi işiyle uğraşmayı deneyebilir” dedi Profesör. Ve bu da konuşmanın sonu oldu.

“Gerçeklik nereden baktığına bağlıdır” dedi Profesör gözlüklerini çıkarıp silmeye başlayarak. Kendi kendine mırıldanıyordu, “Bunlara bu okullarda ne öğretiyorlar bilmem ki?”
“Her ne olursa olsun, bir gün kusur bulup alay ederek, ertesi gün de cesaretlendirerek nereye varacağını sanıyorsun?”
“Kapıyı tam olarak kapatmamıştı, çünkü birinin kendini, büyülü olmasa bile, bir dolaba kapatmasının aptallık olacağını biliyordu.”
“Uzaklardaki ‘Boşoda’ ülkesinde, sonsuz yazın hüküm sürdüğü aydınlık ‘Giysido Labı’ şehrinden olan Havvakızı, benimle gidip bir çay içmeye ne dersin?”
“Narnia mı? O da ne?” dedi Lucy.

“Burası Narnia ülkesi” dedi Faun, “lamba direğiyle Doğu Denizi kıyısındaki büyük Cair Paravel Kalesi arasında, üzerinde bulunduğumuz tüm bu topraklar. Sen – sen batının vahşi ormanlarından mı geldin?”

“Ben – ben boş odadaki giysi dolabından geçerek geldim” dedi Lucy.

“Ah!” dedi Bay Tumnus epeyce melankolik bir sesle. “Küçük bir Faun’ken coğrafyaya daha fazla çalışmış olsaydım, kuşkusuz o garip ülkeler hakkındaki her şeyi bilirdim. Şimdi artık çok geç.”

“Fakat bunlar ülke değil ki” dedi Lucy, gülümseyerek. “Hemen şuracıkta – en azından – emin değilim.”

“Sevgili Lucy,
Bu hikâyeyi senin için yazdım, ama yazmaya başladığımda çocukların kitaplardan daha çabuk yaşlanacağını hesaplamamıştım. Sonuç olarak sen, şu anda peri masalları için çok büyük yaştasın ve bu kitap basılıp ciltlendiğinde daha da büyümüş olacaksın. Fakat bir gün tekrar peri masalları okumaya başlayacak kadar yaşlı olacaksın. O zaman bu kitabı üstlerdeki bir raftan indirip, tozunu alıp, hakkında ne düşündüğünü söylersin bana. Ben muhtemelen seni duymayacak kadar sağır, söylediğin kelimeleri anlamayacak kadar yaşlı, fakat hâlâ seni seven vaftiz baban olacağım.”

-C.S. Lewis

Aslan!Sevgili Aslan! dedi Lucy, Derdin nedir?
Bize söyleyebilir misin?
Hasta mısın, sevgili Aslan? diye sordu Susan.
Hayır dedi Aslan , Üzgünüm ve yalnızım.
Ellerinizle yelemi tutun ki, sizin yanımda olduğunuzu hissedebileyim ve böylece yürüyelim.
İki Âdemoğlu ile iki Havvakızı o dört tahta oturduğunda, bu sadece Beyaz Cadı’nın hükümdarlığının sonu değil, onun yaşamının da sonu olacak.
Âdem’in kemikleri ve Âdem’in eti

Cair Paravel’deki tahta oturunca

Kötü zamanlar bitmiş, gitmiş olacak.

Aslan görününce düzelecek yanlışlar

Kükremesiyle, yok olacak keder

Dişini gösterince ölümünü görecek kış

Yelesini sallayınca yeniden gelecek bahar.

Narnia’da bir kez kral ya da kraliçe oldunuz mu her zaman kral ya da kraliçesinizdir. Buna layık olun Âdemoğulları! Layık olun Havvakızları!
En kötüsüde sessizlik ve yalnızlıktır.
Gerçeklik nereden baktığına bağlıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir