Miguel de Unamuno kitaplarından Aşkın Hücumu kitap alıntıları sizlerle…
Aşkın Hücumu Kitap Alıntıları
‘Bir gün gelecek ki,
Aşkı bulacağım diye beslediğim
o cılız ümit de sönüp gidecek ”
Aşkı bulacağım diye beslediğim
o cılız ümit de sönüp gidecek ”
Birbirlerini çoktan beri, daha doğmadan önce tanıyorlardı sanki; ama bir taraftan da geçmiş günlere ait bütün hatıralar hafızalarından silinmişti; zamansız, ebedi bir “şimdi” içinde yaşıyor gibiydiler.
Sadece bir kuruntu muydu aşk, yoksa zayıf kimselerin hayatlarındaki boşluğa veya kaçınılmaz can sıkıntısına karşı korunmak için kullandıkları itibari bir yalan mı?
“Çünkü biz yaslı ve bedbaht günleri, sevinçli ve mesut günlerden daha iyi hafızamızda tutarız.
Ömrümüzdeki hudut taşları, sevinçler değil yaslardır. “
Ömrümüzdeki hudut taşları, sevinçler değil yaslardır. “
Ömrümüzdeki hudut taşları, sevinçler değil yaslardır.
İnsan ruhunun şaşılacak kıvrımları olduğu doğrudur.
İnsan ruhunun şaşılacak kıvrımları olduğu doğrudur.
İnsan ruhunun şaşılacak kıvrımları olduğu doğrudur.
İnsanın kendini feda edeceği şey yalnız düşüncedir.
Çünkü biz yaslı ve bedbaht günleri, sevinçli ve mesut günlerden daha iyi hafızamızda tutarız. Ömrümüzdeki hudut taşları, sevinçler değil yaslardır.
”Gelecekten bahsetme Anastasio, sana şimdi kâfi değil mi? ”
Birbirimizi aramakta harcadığımız, beklemekle, özlemekle geçirdiğimiz zaman, sence kaybolmuş bir zaman mı?
O güne kadar ne bir kadın onun gönlünde aşkı uyarmıştı ne de o bir kadının gönlünde bir aşk uyandırmış olduğunu biliyordu. Ona göre işin asıl korkunç tarafı, sevilmemiş olmaktan ziyade sevememiş olmaktı şüphesiz
Çünkü biz yaslı ve bedbaht günleri, sevinçli ve mesut günlerden daha iyi hafızamızda tutarız. Ömrümüzdeki hudut taşları, sevinçler değil yaslardır.
Ben korkunç bir şansızlığın mı kurbanıyım, yoksa bütün insanlar birlik olmuşlar da bana yalan mı söylüyorlar?
”Bir gün gelecek ki Aşkı bulacağım diye beslediğim o cılız ümit de sönüp gidecek bir gün! ”
Sadece bir kuruntu muydu aşk, yoksa zayıf kimselerin hayatlarındaki boşluğa veya kaçınılmaz can sıkıntısına karşı korunmak için kullandıkları itibari bir yalan mı?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Çünkü biz yaslı ve bedbaht günleri, sevinçli ve mesut günlerden daha iyi hafızamızda tutarız. Ömrümüzdeki hudut taşları, sevinçler değil yaslardır.
Bütün bu hatıralar, ömrümün sonraki intibalarına renk veren arka planı teşkil eder. Sonrakilerin hepsini, onların arasından görüyorum.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Unuttuklarım bile, sizi temin ederim, unutmanın derinliklerinden doğru düşüncemi canlandırıyor, çünkü unutma da, sükût ve karanlık gibi pozitif bir şeydir.
Daha teşekkül etmemiş zihin, aldığı ilk taptaze intibalarla yatağını yapar, ruhumuzun gölünde yıkanan çiçeklerin fışkıracağı bereketli toprağı hazırlar.
Aşk, ne minnet ne şefkat ister. Aşk, karşılık aşk ister, sevdiği için karşılık verilmesini ister, sebepler ne kadar asil olursa olsun sebepleri aramaz.
Juana, onu gözetlemeye, fakat kafasından çok kalbiyle peşini kollamaya karar verdi. Ve nihayet gözetlemesini zekâsıyla değil de kalbiyle yapan bir kadının keşfetmeye mecbur olduğu şeyi keşfetti: Juan aşıktı.
Ümitlerin değil, hatıraların bir güzelliği olmuştu.
Çünkü biz yaslı ve bedbaht günleri, sevinçli ve mesut günlerden daha iyi hafızamızda tutarız. Ömrümüzdeki hudut taşları, sevinçler değil yaslardır.
Fakat vakit, nasıl gelirse öyle gider, yani farkına varılmadan.
“Aşk ne minnet ne şefkat ister. Aşk, karşılık aşk ister, sevdiği için karşılık verilmesini ister, sebepler ne kadar asil olursa olsun sebepleri aramaz.”
“Çünkü biz yaslı ve bedbaht günleri, sevinçli ve mesut günlerden daha iyi hafızamızda tutarız. Ömrümüzdeki hudut taşları, sevinçler değil yaslardır.”
“Birbirimizi aramakta harcadığımız, beklemekle, özlemekle geçirdiğimiz zaman, sence kaybolmuş bir zaman mı?”
Sadece bir kuruntu muydu aşk, yoksa zayıf kimselerin hayatlarındaki boşluğa veya kaçınılmaz can sıkıntısına karşı korunmak için kullandıkları itibari bir yalan mı?
Çünkü biz yaslı ve bedbaht günleri, sevinçli ve mesut günlerden daha iyi hafızamızda tutarız. Ömrümüzdeki hudut taşları, sevinçler değil yaslardır.
Çünkü biz yaslı ve bedbaht günleri, sevinçli ve mesut günlerden daha iyi hafızamızda tutarız. Ömrümüzdeki hudut taşları, sevinçler değil yaslardır.
Madem, “yakınlarını, kendini sevdiğin gibi sev,” denmiştir, öyle ise herkesin, emirsiz, nizamsız kendi kendini sevmesi de beklenebilir.
Biz, iki, sekiz yahut yirmi yıl önceki biz miyiz?
Çünkü biz yaslı bedbaht günleri, sevinçli ve mesut günlerden daha iyi hafızamızda tutarız. Önümüzdeki hudut taşları, sevinçler değil yaslardır.
Aşk ne minnet ne şefkat ister. Aşk, karşılık aşk ister, sevdiği için karşılık verilmesini ister, sebepler ne kadar asil olursa olsun sebepleri aramaz.
Onları ölüme sürükleyen gökyüzü, mezarları başında ağlayan tek kişi oldu.
Ya kaybettiğimiz zaman?
Birbirimizi aramakta harcadığımız, beklemekle, özlemekle geçirdiğimiz zaman, sence kaybolmuş bir zaman mı?
Birbirimizi aramakta harcadığımız, beklemekle, özlemekle geçirdiğimiz zaman, sence kaybolmuş bir zaman mı?
Ona göre işin asıl korkunç tarafı, sevilmemiş olmaktan ziyade sevememiş olmaktı şüphesiz..
Ve Anastasio boyuna seyahate çıkıyor, aşkı aramaya yollara düşüyor, bir yol kavşağında ansızın aşkın hücumuna uğrayacağına inanıyordu adeta.
Sadece bir kuruntu muydu aşk, yoksa zayıf kimselerin hayatlarındaki boşluğa veya kaçınılmaz can sıkıntısına karşı korunmak için kullandıkları itibari bir yalan mı?
Sadece bir kuruntu muydu aşk, yoksa zayıf kimselerin hayatlarındaki boşluğa veya kaçınılmaz can sıkıntısına karşı korunmak için kullandıkları itibari bir yalan mı?
Bu topraktan otlar bitti, bu otlara yağmur düştü. Onları ölüme sürükleyen gökyüzü, mezarları başında ağlayan tek kişi oldu.
Birbirlerini çoktan beri, daha doğmadan önce tanıyorlardı sanki; ama bir taraftan da geçmiş günlere ait bütün hatıralar hafızalardan silinmişti; zamansız, ebedi bir şimdi içinde yaşıyor gibiydiler.
Ben korkunç bir şansızlığın mı kurbanıyım, yoksa bütün insanlar birlik olmuşlar da bana yalan mı söylüyorlar?
Sadece bir kuruntu muydu aşk, yoksa zayıf kimselerin hayatlarındaki boşluğa veya kaçınılmaz can sıkıntısına karşı korunmak için kullandıkları itibari bir yalan mı?
Ona göre işin asıl korkunç tarafı, sevilmemiş olmaktan ziyade sevememiş olmaktı şüphesiz; aşk şairlerin terennüm ettikleri şeyse şayet!
Sadece bir kuruntu muydu aşk, yoksa zayıf kimselerin hayatlarındaki boşluğa veya kaçınılmaz can sıkıntısına karşı korunmak için kullandıkları itibari bir yalan mı?
Birbirimizi aramakta harcadığımız, beklemekle, özlemekle geçirdiğimiz zaman, sence kaybolmuş bir zaman mı?
Sadece bir kuruntu muydu aşk, yoksa zayıf kimselerin hayatlarındaki boşluğa veya kaçınılmaz can sıkıntısına karşı korunmak için kullandıkları itibari bir yalan mı?
Sadece bir kuruntu muydu aşk, yoksa zayıf kimselerin hayatlarındaki boşluğa veya kaçınılmaz can sıkıntısına karşı korunmak için kullandıkları itibarı bir yalan mı?
Ölü olan ve geçmişin malı olduğu için yakılması gereken resmi değil, seni, yalnız seni, hayatım, yaşayan ve bana hayat veren, yalnız seni,
Çünkü biz yaslı ve bedbaht günleri, sevinçli ve mesut günlerden daha iyi hafızamızda tutarız. Ömrümüzdeki hudut taşları, sevinçler değil yaslardır.
Vaktin, böyle çabuk geçmesi, senelerin, ebedî geçmiş içinde pek hızlı kaybolup silinmesi; felsefe ve şiirde en sık rastlanan beylik bir konudur. Tıpkı biz hepimizin her sene, mevsimi gelmişse günlerin uzamaya ve eğer altı ay geçmiş de zıddı mevsime girmişsek kısalmaya yüz tuttuğunu -ah, ne şaşılacak şey!- keşfedişimiz gibi; bütün insanlar, senenin birinde ihtiyarlamaya başladıklarını fark ederler. Vaktin, ne tutulur, ne durdurulur, geçip gittiği ve bu akışı sırasında her şeye biçim verdiği, biçim değiştirttiği meselesi; yılın her günü için bir düşünmedir, ama sanki biz insanlar, eski yılın son ve yeni yılın ilk gününü yahut olaylardaki akışın şöylece alıp geliverdiği rasgele bir günü bu işe ayırmışa benzeriz. Fakat vakit, nasıl gelirse öyle gider, yani farkına varılmadan. Peki, bitsin şu mektep bilgiçlikleri. Biz, iki, sekiz yahut yirmi yıl önceki biz miyiz?
Birbirimizi aramakta harcadığımız, beklemekle, özlemekle geçirdiğimiz zaman, sence kaybolmuş bir zaman mı?
Aşk ne minnet ne şefkat ister. Aşk, karşılık aşk ister, sevdiği için karşılık verilmesini ister, sebepler ne kadar asil olursa olsun sebepleri aramaz.
Ya vicdan dilsizse?
Aşk ne minnet ne şefkat ister. Aşk, karşılık aşk ister, sevdiği için karşılık verilmesini ister, sebepler ne kadar asil olursa olsun sebepler aranmaz.
Onları ölüme sürükleyen gökyüzü, mezarları başında ağlayan tek kişi oldu.
Geleceği düşünmeyelim! diye söze başladı kadın, yeniden. Geçmişi de keza. İkisini de unutalım daha iyi. Birbirimizi bulduk, aşkı bulduk, bu yeter bize
Birbirlerini çoktan beri, daha doğmadan önce tanıyorlardı sanki; ama bir taraftan da geçmiş günlere ait bütün hatıralar hafızalarından silinmişti, zamansız, edebi bir şimdi içinde yaşıyor gibiydiler.
Sadece bir kuruntu muydu aşk, yoksa zayıf kimselerin hayatlarındaki boşluğa veya kaçınılmaz can sıkıntısına karşı korunmak için kullandıkları itibari bir yalan mı?
İnsan ruhunun şaşılacak kıvrımları olduğu doğrudur.
Evet, insanların hayata dair birçok tefsirler meydana koyduklarını ve hayatı sevmek lazım dediklerini biliyorum. Ama hayat onların elinde sadece bir metres gibidir, zevce gibi değil.
Bitmez tükenmez, hayatımızı galvanize eden ve sonunda bizi yıpratan önemsiz ağrılar ve farkına varılmayan hevesler serisi.
unutma, sükut ve karanlık, hatırlamaya, ses ve ışığa imkan veren şeylerdir.
Tutup da, bize en saçma gelen batıl inanışın son sebeplerini araştırsak, tesadüfü kolay kolay atamayacağımızı anlarız. Bunu itiraf etsem bile tesadüf denen şey yoktur.
Aşk ne minnet ne şefkat ister. Aşk, karşılık aşk ister, sevdiği için karşılık verilmesini ister, sebepler ne kadar asil olursa olsun sebepleri aramaz.
biz yaslı ve bedbaht günleri, sevinçli ve mesut günlerden daha iyi hafızamızda tutarız. Ömrümüzdeki hudut taşları, sevinçler değil yaslardır.
Vaktin, ne tutulur ne durdurulur, geçip gittiği ve bu akışı sırasında her şeye biçim verdiği, biçim değiştirttiği meselesi; yılın her günü için bir düşünmedir; ama sanki biz insanlar, eski yılın son ve yeni yılın ilk gününü yahut olaylardaki akışın şöylece alıp geliverdiği rastgele bir günü bu işe ayırmışa benzeriz. Fakat vakit, nasıl gelirse öyle gider, yani farkına varılmadan.
Yaşadığımız şu hayatta neler olmuyor, neler!
Ona göre işin asıl korkunç tarafı, sevilmemiş olmaktan ziyade sevmemiş olmaktı şüphesiz, aşk şairlerin terennüm ettikleri şeyse şayet!
Sadece bir kuruntu muydu aşk, yoksa zayıf kimselerin hayatlarındaki boşluğa ve kaçınılmaz can sıkıntısına karşı korunmak için kullandıkları itibari bir yalan mı?
Bu kadar lafı edilen, şairlerin hemen biricik konusu olan aşk nedir acaba, diye düşünüyordu Anastasio. Çünkü o, aşıkların aşk dediklerine benzer bir şey hissetmemişti ömründe. Sadece bir kuruntu muydu aşk, yoksa zayıf kimselerin hayatlarındaki boşluğa veya kaçınılmaz can sıkıntısına karşı korunmak için kullandıkları itibari bir yalan mı? Anastasio’nun duygusuna göre hayattan daha boş, daha sıkıntılı, daha saçma bir şey olamazdı çünkü.