Sinan Yağmur kitaplarından Aşkın Gözyaşları 4 – Hallac-ı Mansur kitap alıntıları sizlerle…
Aşkın Gözyaşları 4 – Hallac-ı Mansur Kitap Alıntıları
Ben rüya görmüş bir dilsiz, alem ise hep sağır. Ben söylemekten aciz, alem ise duymaktan.
Sabır, yüzünü hiç ekşitmeden acıyı yudumlamaktır.
İnsan, Allah’a aşk duyacaktı da, Allah bu aşkı karşılıksız mı bırakacaktı! Asla! Allah yardır, Allah var, vesveseye mahal yok!!!
Sus, kimin için susuyorsan bil ki o seni duyar.
Insanlarla birlikte olmak ne kadar zormuş.
Niçin efendim? diye sordu bir öğrenci. Insanlarla yaşamak zordur, çünkü susmak çok zordur. Insanlar nedense kendilerini ileriye bakmaya zorlayacak sözleri duymayı sevmezler. Halk, gözlerini yoranları affetmez. Zira halk, hep sahilde kalsın, denizi kıyıdan zahmet sizce seyretsin ister. Bizim gibi insanlar da dalgalarla boğuşarak denizin derinliklerine dalmak isterler. Derinlikler güzeldir, dalgalar sırlarla doludur. Hayatın sırrı çiledir, sürekli bir didinme ve çabadır. Lakin bunu anlayacak seçkinler nerede?
Cehennemi mahşerde aramayın, nasılsa kimsenin sizi anlamadığı yerde bulacaksınız.
Allah ‘sadece beni sevin’ demiyor, ‘ en çok beni sevin!’ diyor. Ey aşık! Eğer Hakk’a ve hakikatine aşık olursan bil ki Hak ve hakikatte sana aşık olur. Aşkın Hak, Hakk’ın aşk olsun.
Üstelik dünya dediğin nedir ki; bir ikindi vakti uzanıp uyuduğunda gördüğün rüyadan ibarettir. Ne sen onu anlarsın ne o seni hatırlar.
Yolsuzlara yol olmaya gel. İster hercai ister hayal ol, yeter ki yürü.
Sahi, sustuğun yerde başlamaz mı yaşamak?
‘Başın yuvarlak, çünkü eskiden beri alışageldiğin bütün köhne düşüncelerin yön değiştirsin diye’
Sussak da susmasak da paramparça kan renginde bir aşk konuşur içimizde. Sustuğum yerlere sesleri taşımaktan yoruldum. Yoruldum yüzümü yollardan toplamaktan. Bir uçurum çiçeği gibiyim, her koklayanı dipsizliğe çeken. Ey suskunum! Sevabına değil günahına vurgunun.
İşte şimdi şu eşikten bir adım atacaktı. Attığı adım bir yangın başlatacaktı. Geri dönüşü olacak mıydı, bilmiyordu. Lakin bildiği bir şey vardı: bu hasreti çekmek ne Şems için ne de Mevlana için hiç de kolay olmayacaktı. Vakit, gitme vaktiydi.
Taşların bile yazgısı vardı şu dünyada. Biri kırk kat İpek bohça olmuş, bir elmasa mesken olurken; diğeri kanlı bir şehadetin en yakın şahidi olacaktı.
Varlığın içindeki yokluktayız. Yoksulluğumuz ve yoksunluğumuz: Aşk. Aşkımız yok, aşk gözümüz yok. Aşkın gözleri ile bakamıyoruz birbirimize.
Sussak da, susmasak da paramparça kan renginde bir aşk konuşur içimizde…
Bana uzun uzadıya süslü cümleler yazma! Özlemmiş, çık gel demekmiş… Geç bunları Mevlana’m! Bana öyle bir kelime yaz ki dayanamayıp, Şam’dan uçup kanatlanayım Konya’ya.
Dağ başı yalnızlığım yıldızlı geceler gibi kokar.
Unutma ki sevmek birbirimize bakmak değildir. Aynı yöne birlikte bakmak demektir.
Öylesine çok konuşan var ki yerli yersiz, ben suskun kalmayı tercih ediyorum…
Zira tadı kaçtı hayat denen oyunun…
Ah bir de ağlayabilsem, çözülecek dilimdeki kördüğüm…
Kendimi dinliyorum, anlaşılmak istiyorum ..!
Özlemek yüreğe saplanmış bir bıçaktı. Çekip almasınlar, kanasın hasretin…
Sanıyor musun ki bu hasret beni yakmayacak?
İnanıyor musun ki, bu hasret beni yaralamayacak?
Aldatıldık biz de aşk yolunda. Yâre kırıldık ama yolu terk etmedik.
Bazen anmak gerekir özlenenin özlemi hatırlaması için…
Bazen ağlamak gerekir yürek kapılarının açılması için…
Aşk, yandığından yakınmamaktır. Yakınan yakamaz. Madem yakamıyorsun, ne diye sevgiliye talipsin?
Söyle, aşk seni ne yapsın?
Aşk, kendini keşfetmeyi arayanları arıyor.
“Biz bu Kur’an yoluyla, inananlar için hep şifa ve rahmet olacak şeyler indirmekteyiz.
(İsra/83)
Aşkın gözleri ile bakamadıkça, yürekleri olduğu gibi göremeyiz. Aşkı hep yanlış yerlerde aradık.
Yâre kırıldık ama yolu terk etmedik Şems.
Bil ki beklediğin de seni beklemekteydi.
Sevmek bedel ister bu şehirde.
Taşların bile yazgısı vardı şu dünyada.
Hüzün Peygamberinin ümmettindeniz.
Acım sürüklenir bilinmez iklimlere. Kulluğum sınanır aşk bilmez meclislerde
Olsun! Canları sağ olsun!
Benim kanlarım yazacak aşkın ve acının tarihini.
Adalet yara almasın.
Bir yavan haldeyim, ne saklım saklı ne bilirim gizim. Gitmelere yazılmış yazgım. Sahi ben gitmelere en çok yakışan mıyım? Şakağımda sönüyor vuslat şafakları. Kan damardan utanıyor, aşk sol yanımdan hançer yalımı kaçıyor. Bir boşluk ki dolmuyor içim, ne nakışım nakış ne tamamdır bitiğim.
Beni saran ellerin nerede dost? Üşüdüğümde elimi avucuna aldığın avuçların hani nerede? Güneşin yanığına, çölün rüzgârına dayanan ellerin nerede can?
Sabır, yüzünü hiç ekşitmeden acıyı yudumlamaktır.
Ve asra yemin olsun ki insan daima hüsrandadır. (Asr/1)
Yüreğim üşüyor böyle uzaklıklarda. Senin de üşüyor biliyorum. Ben gecenin koynunda bir gidişin üşümesinde, sen sabaha hicran. Yalnızlığındayım. Yangınımdasın. Kalabalıksın. Kahırlardayım.
Unutma ki sevmek birbirimize bakmak değildir. Aynı yöne birlikte bakmak demektir. Kendi benliğini ‘hiç’ edip, ‘hep’ olmaktır.
Sustum, tuz basıp yaralarıma, ne kadar susulacaksa o kadar sustum.
Şimdi gittin ya ay yüzlüm koptu benim içimde kıyamet!
Değil midir ki, aşkın bir adı da adımlarını gidişlere hazırlamaktı. Gelişigüzel gelmesini bilenin gelme vaktini bildiği gibi, günü geldiğinde aşkın namına, vuslatın narına gitmenin de zamanını bilmekti.
Aramıza girecek ayrılık
Sanıyor musun ki bu hasret beni yakmayacak?
İnanıyor musun ki, bu hasret beni yaralamayacak ahretlik yarenim?
Ey can! Ey güzel canan! Seni sevmek zordur, çiledir, ölümü hasretin kan uykusunda yudum yudum içmektir. Her vuslat umudunun kırıklığında, emanet bir can taşıdığını o vakit anlarsın ve ölmeden mezarını gördüğünde teninden utanç duyarsın.
Bu şehrin her sokağını kahır sarmış, her köşe başında hınç bekler. Sevmek bedel ister bu şehirde. Sen yine gözlerini yollara bırak yârim. Unutma ki, gidenin de kalanın da kaderi bu yollarda okunur.
Hem vuslat hem hicransın dost yüreklim
Sende bulduklarım değil; Sensiz kaybettiklerim feryadıyla inlemektir aşk. Kimsenin göremediği bir Semada kimsenin dokunamadığı bir yıldızı bağrına basmak tır aşk. Bulut bulut savrulmaktır yağmur mevsimlerine. Titremektir Cihan’ı tek bir dokunuş ile ve sonra başladığın yerde bulduklarındır aşk. Senden sana kalanları toplarken sensizlikle yaşamaktır Aşk sükunetin en keskin feryadıdır Aşk. Özlemektir, beklemektir gelmektir Aşk. Attığın adımlar yoldaki buzu toprakların eritsede gitmektir aşk. Ne adres aramak ne adres sormak sadece adres olmaktır Aşk. Yolların en tenha yalnızlığında kalabalık maveraya tutunmaktır aşk. Aşk vazgeçiştir aslında sendeki senlikten. Ve aşk avuçlarımıza kalandır güneşten.
Hepimiz Aşk ta başarısız olduk.
Hayatın çok anlamlı ve ilginç bir kuralı vardır. Hayat küfür ve inkâr üzerine kurulabilir,ama asla zulüm üzerine kurulamaz.
Ve bu dünya geçicidir,insanlar fanidir.
İnsanın,insana yaptığı zulüm,elbet bir yerde son bulur. Mühim olanı ise insanın kendi kendine zulmetmemesidir.
Sen bilirsin,her bildiğini söyleme, ama her söylediğini iyi bil!
Yaşlılık, gittikçe küçülen bir adada yaşamaya alışmaktır. Ama ne gam! Yaşlansam da Allah’ın beni sevdiği yaştayım!
Hayat bir yönden gülünç bir yönden de çok ciddîdir. Ama şu var ki,insanların ölmesiyle yaşamın gülünçlüğü nasıl değişmezse,insanların gülmesiyle de yaşamın ciddîliği değişmiyor.
Zenginlik iyiliktedir. Dünya iyilere dar gelir. Üstelik dünya dediğin ne ki bir ikindi vakti uzanıp uyuduğunda gördüğün rüyadan ibarettir. Ne sen onu anlarsın ne o seni hatırlar.
Değil midir ki,aşkın bir adı da adımlarını gidişlere hazırlamaktı. Gelişigüzel gelmesini bilenin gelme vaktini geldiği gibi,günü geldiğinde aşkın namına, vuslatın nârına gitmenin de zamanını bilmekti.
Hani derdin ya hep,ölmek aslında sevgiliye kavuşmaktır diye. Ya gitmek kime kavuşmaktır Mevlâna’m ?
Kerpici taşa çeviren nedir bilir misiniz? Kerpicin özü biraz toprak,biraz saman ve biraz da sudur. Özündeki toprak da saman da hep bedenindedir. Lakin güneş kurutur kerpici,taşa çevirir. Özündeki suyu, ağır ağır çeker alır bedeninden. Sanki ruhu elinden alınmış bir beden misali kurur kerpiç. Ve artık hep suya hasrettir. Güneş,kerpicin toprak bedeninden suyu alarak,onu ömrü boyunca çekeceği acı bir hasretle baş başa bırakır.
Ne emeksiz olmuş ki aşk emeksiz olabilsin.
Dokunmasın alnıma gözlerin,dokunma titrersin.Benim alın kırışıklıklarımda yalnızlığım kokar.
Yalnızlığımın bir ucu gece karasına,diğer ucu çığlığın ayak izlerine akar.Dokunma!
Aşk;bir elif mikrarı sevilmek için gelen her çileye kimi zaman darağacında, kimi vakit kör bıçaklar arasında bir vav gibi hamuş olabilmektir.
Peki,iyi olanla meşguliyetimiz muhabbet midir?
Iyiye olan muhabbet yüreği külfet değil ülfet yapar. Özlemek muhabbettir. İnsan özlediğine muhabbet duyar.
Aşkın imtihanı nefret ile mi başlar Şems?
Nefret kendisini aşk ile imtihan etmek istemez ancak kul günahları ile aşkı zehirlemeye başlayınca aklına şu gelir: Kötüye âşık olmak kötüyü iyi yapar. Işte o an haram helal görünür gözüne. Perde yırtılır, hayâ sıyrılır. Ten ruhun dolaşma alanını daraltır. Niyet kirlenir,amel zehirlenir.
Şeytanın insanı aşkla aldattığı ilk basmak:zina,yani ten. Yani şehvet. Şehvete hayır diyemeyen aşka evet diyemez. Yürekte sükûnet gider,daralma başlar. Nefret bile aşka temkinli davranırken,tene tutsaklar sayesinde nefret aşka galebe çalmaya başlar. Ne kadar beşeri sevgi o kadar nefrettir. Ne kadar nefret o kadar hüsrandır.
Bilmek neydi? Bilince bitiyor muydu? Her acılan kapının ardında başka bir kapı olmasa,kapıları açmanın ne anlamı olurdu?
İşte! Varmak diye bir şey yoktu. Hep gitmek vardı. Yılmadan,bıkmadan usanmadan hep gitmek,hep aramak
Sana da tuhaf gelmiyor mu bu gidiş? Bak kimse kalmıyor. Gelen gidiyor,giden kalıyor. Hiç düşünmüyor musun,bu nasıl düzendir?
Ne damında güvercin besleyecek ne de bir kâse çorbaya birlikte kaşık sallayabileceğim bir ailem,bir evim olmadı. Ama birçok insanın mutsuz olduğu bu namert dünyada,birkaç kuşun mutluluğunun çok değerli olduğuna her zaman inandım.