İçeriğe geç

Aşkın Anatomisi Kitap Alıntıları – Kolektif

Kolektif kitaplarından Aşkın Anatomisi kitap alıntıları sizlerle…

Aşkın Anatomisi Kitap Alıntıları

&“&”

Sevgi" kelimesi, kadın ve erkek için aynı anlama gelmez ve bu da onları ayıran başlıca anlaşmazlık konularından biridir.
İnsan, kendi benliğinde dizginlenmesi gereken her şeyi dizginleyebilir. Yaratılışta düzeltilebilecek her şeyi düzeltmesi gerekmektedir.
Başkaldırma ile birlikte bilinçlenme doğmuş olur.
Korku için en iyi bilimsel tedavi, sevgidir. Sevgi olmadığı sürece, bu hastalığın ilacı yoktur.
Yalnızlığımızı yok edip bizi soylu bağlarla başkalarına bağlayan sevgi, hayat verici bir güçtür. İntihar istatistiklerinin gösterdiğine göre, intiharın başlıca nedeni boş bir yalnızlıktır.
Seni seviyorum" diyebiliyorsam bu, "Sende bütün insanlığı, bir anlamda canlı olan her şeyi ve de yine sende kendimi seviyorum" demektir. Bu anlamda kendini sevme, bencilliğin karşıtıdır.
Sevgide bir insana sahip olunmaz; yalnız ait" olunur.
Sevgi her zaman öbür insanın mutluluğu ya da &‘refahı’ ile ilgilidir; ötekinin yokluğundan yakınır, nesnesiyle birlikte olmak ister, onun başına bir tehlike ya da felaket gelmesinden korkar ve o olmadan kendisini yalnız hisseder.
Sevilemez olduğuna inanmak, sevmek yeteneksizliğine yakındır; hatta o yeteneksizliğin bilinçli bir yansımasıdır. Başkalarını gerçekten seven bir insan, başkalarının da kendisini sevebileceği konusunda kuşkuya düşmez.
Kıskançlık, aşkın derinliğini ölçebilecek bir barometre değildir; o, yalnızca aşığın güvensizliğini gösterir ve kıskançlık en başta, başkalarında sempati uyandırmayan bir davranıştır.
İçgüdüler, insan davranışını asla tek başına belirleyemez.
İki eş arasındaki evlilik bağlılığı, anne-baba bağlılığına götüren biyolojik bir aşama olarak görülmelidir.
Kıskançlığı, &‘kıskançlık duygusu’ diye açıklamak güçtür. Çünkü bu duygu, bazen daha çok korku, keder ve utanma, bazen de hiddet, kuşku ve aşağılanmaya yaklaşır.
Kadın Beni gerçekten seviyor mu?" sorusunu pek seyrek olarak sorar kendi kendine. Ama, " Sakın başka birini seviyor olmasın?" sorusunu yuzlerce defa tekrarlar.
Taptığı erkeğin kusurlarını, bayağılığını görmek, bir kadın için yakıcı bir düş kırıklığıdır.
Kocası bir aydan beri kendisini dövmedi diye ağlayan Avrupa’lı köylü kadının hikayesi, insana gülünç gelebilir ama bu, psikolojik açıdan bir gerçektir. Bir kadın önemsenmemekle dayak yemek arasında bir seçim yapacak olsa, dayak yemeği seçecektir. Bu sözüm, erkeğin karısını dövmesi için bir teşvik sayılabilirse de, söylemek istediğim bu değildir. Düşmanlıklar baskı altında tutulamaz ya da başka bir yola yöneltilemezse, onları açıkça ortaya çıkarmayı, içerde saklamaya tercih etmelidir, kanısındayım.
Aşk, karşı cinsin güzelliği üstünde aşırı düşünmenin doğurduğu bir iç sancısıdır.
Başkalarını gerçekten seven bir insan, baskalarının da kendisini sevebileceği konusunda kuşkuya düşmez.
Eski İbraniler, en ciddi yeminleri, yemin edenin elini hayalarına sürdürerek ettirirlerdi. Tanıklık etmek (testify), vasiyet (testament) gibi kelimelerin hepsinin testis (haya) kelimesinden türediği gözönüne alınırsa, bu düşüncenin ne kadar yaygınlaştığı anlaşılabilir.
İnsanın yüreği çözülmez bir bilmecedir."
Tanrı, tutsak olduğu zaman bütün tanrısallığını yitirir.
Sevilen kadın, birçok değer arasında bir değerdir; erkekler bu değeri varlıklarına katmak isterler, yoksa varlıklarını onun için harcamayı değil. Kadın için ise sevme, bir efendi uğruna her şeyinden vazgeçmektir."
“Aşk,bir çingene çocuğudur yasa tanımaz.”
“Seni sonsuza kadar bekliyorum. Kafeste bir sincap gibi. Hiç gelemeyeceğini bilmektense, beklemeyi tercih ettiğim için bekliyorum.”
“Sevgide bir insana sahip olunmaz; yalnız ait olunur.”
“Kıskançlık, aşkın derinliğini ölçebilecek bir barometre değildir; o yalnızca aşığın güvensizliğini gösterir.“
Bilmenin ne demek olduğunu biliyor olmalısınız, yoksa onu bilmeyi istemeyecektiniz ;üstelik, onu eleştirmek için dışına da çıkamazsınız…
“Ondan başka bir şey düşünemiyorum, ölesiye ıstırap çekiyorum.”
“Hayatımda hiç duymadım bir aşkla tutkunum ona.”
“Aşk şimdiye kadar okuduklarım ve duyduklarım gibiyse, ben aşkı hiç tatmadım.”
Kıskançlık, ister bir kadın ya da başka bir insan, hatta iktidar mal mülk olsun, sevilen nesneye tek başına malik olmayı özel amaç edinen sevgi düzeninin bencil yanıdır.
…adalet yaşayan bir şeydir.
Dimitri Karamazof’un Niçin"i hep yankılanıp duracaktır; sanat ve başkaldırma, ancak son insanla birlikte ölecektir.
başkaldırma, kelimenin en güçlü anlamında, bir hak isteme eyleminden daha fazla bir şeydir.
Diz çökmüş yaşamaktansa ayakta ölmek tercih edilir
Çiçekler solmasalardı çiçek olmazlar, yapma şeyler olurlardı.
Tek bir papatyanın pek çok papatya yaratabildiği gibi, bir ilişki birçok çiçek yaratabilir.
İnsanın yüreği çözülmez bir bilmecedir.
ana-çocuk ilişkisi çelişen ve bir anlamda trajik olan bir ilişkidir. Ana açısından en şiddetli sevgiyi gerektirir; fakat bu sevgi, çocuğun büyüyüp anadan uzaklaşmasına, tam olarak bağımsızlaşmasına yardımcı olacaktır.
Üretici sevgi, çeşitli davranış biçimlerini kapsar: ilgi duyma, sorumluluk, saygı ve bilme.
Seni seviyorum" diyebiliyorsam, bu, "sende bütün insanlığı, bir anlamda canlı olan her şeyi ve de yine sende kendimi seviyorum" demektir.
Sevgi her zaman öbür insanın mutluluğu ya da &‘refahı’ ile ilgilidir; ötekinin yokluğundan yakınır, nesnesiyle birlikte olmak ister, onun başına bir tehlike ya da felaket gelmesinden korkar ve o olmadan kendisini yalnız hisseder.
Sevgi ise, başka bir kişiliğe ya da onun hayatına duyulan tutkulu ilgi.
Cinsel dürtü, şehveti şehevi zevk peşindedir; sevgi ise neşe ve mutluluk arar.
Tatmin edilme bakımından bağımlı olan sevginin ilk önceleri yoksunlaşmış benliği, sevilmekten elde ettiği güven karşısında bir daha güven yokluğu hissetmez.
Ne kadar çok verirsem elimde o kadar fazla oluyor… Her ikisi de sonsuz.
…ve aşkta tatmin olmanın benliği güçlendirdiğini gördük. Sevilmiş olmanın verdiği tatminle kuvvetlenen insan, sevgi eşinin istekleri karşısında daha bağımsız olur.
Bireysel olgunluklarının belirli bir düzeyine erişmiş ve bunu tamamlamak için birbirlerine ihtiyaçları olan erkek ile kadın arasındaki çekiciliktir.
Fakat dostum, eğer romantik bir serüven için evlenmiyorsanız, niçin evleniyorsunuz? Hiç evlenmeyin daha iyi!"

(Ah dostumm! Sadece romantik bir serüven için evlenmek mi? Zaten boşanırsınız merak etme :))

Kıskançlık, (…) yalnızca aşığın güvensizliğini gösterir.
Çocuklar o &‘pis ve iğrenç’ şeylere merak duydukları için, utandırıldıklarından cinselliği de o pis" sınıfına sokmaya itilmişlerdir… "temiz zihinli" küçük kız ve oğlanlar, "pis" düşüncelere sahip olmaya utanarak "temiz zihinli" delikanlılar ve genç kızlar haline gelmişler…
(Pek temiz iş çıkarmışlar doğrusu(!)
Peki ya yetişkin zamanlarında neler oluyor? Ya da çocuk istismar durumları?? Toplum bilinçsizlikten kırılıyor!!)
Sevmeden evlenmek, fahişelerle düşüp kalkmak, metres tutmak, dört bir yanda evlilik dışı çocuk yapıp onları kaderlerine terk etmek, kibarca zina yapmak… Bunlar, hep ataerkil davranış normlarıydı.
Dr. Theodor Reik’e göre, sevgiyle cinsellik arasındaki fark, cinsel isteğin nesnesiz" liğine karşılık sevginin kesinlikle "Bir Ben ile bir Sen arasındaki duygu ilişkisi" olduğudur. Reik, sevgi bilmecesinin karşılıklarını sevgililerin benlik ideallerinin birbirlerince anlaşılmasında ve değiştirilmesinde aramaktadır.
-A. Krich, Aşkın Anatomisi, Say yayınları , syf:97
Kıskançlık, aşkın derinliğini ölçebilecek bir barometre değildir; o yalnızca aşığın güvensizliğini gösterir. Margaret MEAD
“Seni sonsuza kadar bekliyorum. Kafeste bir sincap gibi. Hiç gelemeyeceğini bilmektense, beklemeyi tercih ettiğim için bekliyorum.” Simone de Beauvoir,
Başkalarını gerçekten seven insan, başkalarının da kendisini sevebileceği konusunda kuşkuya düşmez.
Aşk,bir çingene çocuğudur yasa tanımaz.
Sevgi, bencilliğin feda edilmesiyle kişiliğin doğrulanması ve kurtuluşudur. Bu bizi ölümün kaçınılmazlığından kurtarır, varlığımızı mutlak bir mutlulukla doldurur… Bencilliği feda edip kendimizi sevgiye bırakınca, bunun yalnızca yaşama değil, fakat hayat verici olduğunu ve bencilliğimizle birlikte kişiliğimizi terketmediğimizi, tersine, onu ölümsüz yaptığımızı anlarız.
III- Tabiatta her şey birbirine karşı günah işlediği için, her şey birbirinden acı çeker. Bir varlığı öbürlerinden ayıran bu bencilliğin sonunda, her varlık, kendisine saldıran düşman bir çevre içinde yaşayan bir yabancıdır… Onun bütün hayatı, bu düşmanca çevreyle mücadele etmek, kendini bütün dünyaya karşı korumaktır. Oysa kendisini bütün bu güçlere karşı koruyamaz; kendisi tek, güçler ise çoktur. Onu yenerler. Bu Her biri ile ötekilerin çatışması, sonunda her varlığın yok olmasına kadar gider; düşman güçler, varlığın hayatını söndürürler ve çatışma evrensel bir çapta ölüm ve çürümeyle son bulur. Bütünlüğü dağılan tabiatta, hayat ağacının kökü günah, yeşermesi hastalık, meyvesi ölümdür.
II- Bencillik temeli üzerine kurulduğu sürece, vahşi tabiattaki hayat, kötü bir hayattır; onun yasası, bir günah yasasıdır. Aynı yasaya göre günah, kendi misillemesini içinde taşımakta ve bir kötülük, bir başkasını çağırmaktadır. Bir varlık ötekine karşı düşmanca davranırsa, öbürleri de ona düşmanca davranmaktadır. Böyle bir düşmanlık, dünyasal kötülüklerin bir başka biçimi olan acı çekmedir.
I- Solovyev’e göre, vahşi tabiatın kara kötülüğüne karşı çıkan güç, sevgidir:
Her hayat bir çatışma ve nefretle başladığı, acı çekme ve kölelikle devam ettiği, ölüm ve çürümekle sonuçlandığı için, kötülük, evrensel bir gereçtir… Tabiatın ilk yasası var olmak için mücadeledir. Vahşi tabiattaki bütün canlılar sürekli bir düşmanlık içindedir… Bu dünyada bir toz zerresiyle başlayıp insanla son bulan her varlık, bütün organizmasıyla tek ve aynı şeyi söylemektedir: &‘Ben, benim; dünyada geri kalan her şey benim için ancak birer araçtır. Eğer ben varsam, siz var olamazsınız, ben olduğum sürece size yer yoktur’. Her varlık bunu söylemekte, ötekilerle mücadeleye kalkışmakta, onları yok etmek istemekte, kendisi de onlar tarafından yok edilmektedir.
Sevgi, karmaşıklığın ve çekişmenin bölücü ve ayırıcı güçlerine yılmadan karşı koyar. Sevgi enerjisi olmasaydı, biyolojik, fiziksel ve sosyokültürel evren dağılırdı: Uyum, birlik ve düzen imkanı kalmaz, evrensel düzensizlik ve düşmanlık hâkim olurdu. İyiliğin yaratıcı gücü olarak sevgi, bölünmüş olanı birleştirir, alçak olanı yükseltir, saf olmayanı saf yapar; bir düşmanlık dünyasında uyum, savaşta barış yaratır. Sevgi, insanı biyolojik bir organizma durumundan &‘ilahlığa’ yükseltir, benliği zenginleştirir; insanlığın organik, organik olmayan ve sosyokültürel güçlere hâkim olmasını sağlar.
Varlık bakımından sevgi, gerçek ve güzellikle yanyana, birleştirici, ahenkleştirici, yaratıcı enerji ya da gücün en yüksek biçimlerinden birisidir. Empedokles, bu gücün varlıkbilimsel temel özelliğinin sevginin birleştirici yaratıcılığı olduğunu isabetle görmüştür. Bu rolüyle, sevgi içinde ve sevgi tarafından birleştirilen şeylerin düşmanlıkta ayrılması" biçimindeki çekişme fonksiyonlarının karşısındadır. Buna uygun olarak, daha sonraki düşünürler yerçekiminin birleştirici fiziksel güçlerini, atom içindeki elektron ve protonların birleşmesini hep mıknatıslı sevgi gücünün fiziksel dünyadaki belirtisi olarak görmüşlerdir.
Kadın, güçsüzlüğü değil, güçlülüğü içinde; kendinden kaçmak değil, kendini bulabilmek; kendini alçaltmak değil, kabul ettirmek üzere sevebildiği gün, aşk hem onun için, hem de erkek açısından korkunç bir tehlike olmaktan çıkacak, bir hayat kaynağı haline gelecektir. Bu arada aşk, dişilik dünyası içine hapsedilmiş, varlığı sakatlanmış, kendi kendine yetemeyen kadın için üzerine çöken bir lânetten başka bir şey değildir. Aşkın sayısız kurbanı, en son kurtuluş yolu diye, verimsiz bir cehennem hayatını karşılarına çıkaran kaderin haksızlığına tanıktır.
Aşkla acı, kuşkusuz, erkekler için de birbirine bağlıysa da, onların çektikleri ya kısa sürelidir ya da çok şiddetli değildir. Benjamin Constant, Juliette Recamier’nin aşkından ölmeye kalktı ama, bir yılda kendine geldi. Stendhal, yıllarca Metilde’in ardından pişmanlık duydu; ancak bu pişmanlık hayatını yok etmeden ona renk katan bir pişmanlıktı. Oysa, kendini gerekli olmayan bir rolü yüklenmiş olarak gören, tam bir bağımlılığı kabul eden kadın, kendi içinde bir cehennem yaratmaktadır. Seven her kadın, kendisini, Andersen’in masalındaki aşk uğruna kuyruğunu bacakla değiştiren ve sonra ömrü boyunca kızgın korlarla iğneler üstünde yürümeye mahkûm olduğunu gören ünlü denizkızına benzetir.
Seven kadın, kendi benliğiyle özdeşleşmiş, kendine hayran (narsisist) bir insan değildir yalnızca; ayrıca sınırsız gerçekliği bilen birisi aracılığıyla benliğinin sınırlarını aşmak ve sınırsız olmak için tutkulu bir istek de duyar. Aşka kendisini kurtarmak için teslim olur; fakat putlaştırıcı aşkın aykırı yanı da, seven kadının kendisini kurtarmak isterken sonunda bütünüyle kendini reddetmesidir.
Seks, bir başka vücuda duyulan şehevî ilgidir; sevgi ise, başka bir kişiliğe ya da onun hayatına duyulan tutkulu ilgi. Nesnesi zarar gören cinsellik acı duymaz; mutlu olduğunda da neşelenmez. Bir insana cinsel bakımdan sahip olabilirsiniz, ama bazen buna rağmen onun sevgisini elde edemezsiniz. Sevgide bir insana sahip olunmaz; yalnız &‘ait’ olunur. Bir kimseyi cinsel ilişkiye zorlarsınız ama, sevmeye zorlayamazsınız.
Yine yalnız aşırı tipleri ele alırsak, seks, mutlak olarak bencildir; nesneyi, doyuma varmak için kullanır. Sevgide de bencil değildir," denemez ama, sevilen insanın mutluluğunda mutlu olmaktan başka bencil hedeflerin bulunduğu ileri sürülemez. Sevgi, hiçbir şekilde seks kadar bencil ya da yalnızca bencil olamaz. O zaman, bu, sevgi olmazdı. Sevgi her zaman öbür insanın mutluluğu ya da &‘refahı’ ile ilgilidir; ötekinin yokluğundan yakınır, nesnesiyle birlikte olmak ister, onun başına bir tehlike ya da felâket gelmesinden korkar ve o olmadan kendisini yalnız hisseder.
Dr. Benedek, sevginin ne mutlak, ne de dingin olmadığını, çoğunlukla, çatışan isteklerle tehlikeye düştüğünü; bu isteklerin mutlu bir biçimde birleştirildiği takdirde azalan tutkunun yerine geçecek bir şefkat, minnet ve karşılıklı saygıyı ortaya çıkaracağını belirtmektedir.
Sevmeyi istemek -ya da sevmek ve sevildiğini hissetmek- uygun engeller üstüne dayandırılabilirse, dünyadaki bütün mutluluk biçimlerine ve hatta hayatın kendisine tercih etmeye götürür. Tristan’ın cesedi üzerine düşerek ölen Isolde, Höchste Lusi" (en büyük mutluluk) diye bağırır, en üstün engel, onların tutkusunu doruk noktasına taşımıştır.
Tristan sadece en kuvvetli", Isolde de "en beyaz ve en güzel" dir. Sonuç olarak, ne Tristan’ın gerek Isolde’yi, ne de Isolde’nin gerçek Tristan’ı sevmediğini söylersek haklı oluruz. Onlar, daha çok duydukları sevgi hissini -yüreklerindeki o yakıcı duyguyu- sevmektedirler ve başka her şey, o ateşi beslemek için bir bahanedir.
Bir eşin öbürüne, bir ana babanın çocuğuna ve çocuğun onlara karşı genel davranışı asla gelişigüzel değildir. Her ilişki türü, belirli toplumsal sonuçlara bağlı bazı heyecan davranışlarını kabul ettirmek zorundadır. Her davranış, heyecanları düzene sokan belli bir plana göre, giderek gelişir. Böylece iki kişi arasındaki ilişkilerde, cinsel tutkunun uyanmasıyla &‘duygu’ da başlar.
Yaşayan varlıkların en güçlü dürtüsü olan üreme içgüdüsü, hâkim gücünü kabul ettirmek için bütün eylem biçimlerini zorlamaktadır.
Bilindiği gibi cinsel dürtü, ta Adem ile Havva’dan bu yana en büyük dert kaynağı olmuştur; basit bir hayal değildir. İster mitolojide ya da geçmiş tarihte, ister zamanımızın günlük olaylarında ya da edebiyat eserlerinde karşılaşalım, çoğu faciaların nedeni budur. Fakat çatışma olması gerçeği bile bize cinsel dürtüyü denetleyen bazı güçlerin var olduğunu göstermektedir. Bu, insanın doyurulmaz isteklerine teslim olmadığını, &‘kader’ denilen güçler kadar güçlü olabilen yasaklar koyduğunu ve engeller yarattığını ispatlamaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir