İçeriğe geç

Aşkı Seçtim Kitap Alıntıları – Meral Kır

Meral Kır kitaplarından Aşkı Seçtim kitap alıntıları sizlerle…

Aşkı Seçtim Kitap Alıntıları

Tebessüm, iki insan arasındaki en kısa mesafedir.
Affetmek geçmişi değiştirmez ama geleceğin önünü açar.
Bir annenin evladı için yanan yüreğine şahit olmadıkça acı görmemişsiniz demektir. Ve aynı şekilde bir annenin evladına kavuşmasını izlemediyseniz gerçek bir mutluluğa tanık olmadınız demektir.
Ak şeker, kara şeker, bir damar soya çeker.
Hayat çatlak bardaktaki suya benzer. İçsen de tükenir içmesen de. Bu yüzden hayattan tat almaya bak. Çünkü yaşasan da bitecek yaşamasan da
Yaşadığımız hayatın süresi kaderle keder arası kadardır. Kederinle yaşar, kaderinle ölürsün. Ama kaderini kederine teslim edersen, cezan yaşayıp hayatta kalmak olur.
Vazgeçmekle inanmak arasında sıkışıp kalmışken ne tarafa gideceğini bilememektir hayal kırıklığı.
Umut; yaşamak için bir neden, yarına ulaşmak için derman, nefes almak için de güç demektir.
Hayatın tüm çelmelerine rağmen ayakta kalmayı başarabilmektir.
Bilir misin ne kötüdür insanın bildiğini anlatamaması, kelimelerin hep yarım kalması. ‘Ben’ deyip susması, ‘Sen’ deyip ağlaması!
Bir şeyi kırk kere söylersen olurmuş.
Descartes, Sahip olduklarını koruma isteğinden kaynaklanan bir korkudur, şeklinde tarif eder kıskançlığı. Ama bence, isteyip de sahip olamadıklarına duyduğun özlemdir kıskançlık.
Anne olmak kendinden vazgeçmek değildi. Sadece, kendinden önce çocuklarını düşünmekti.
Nefret, aşktan hatta insanoğlunun fıtratındaki tüm duygulardan daha güçlüdür.
Sevmemek, nefretin ilk aşamasıdır. Senden nefret bile etmiyorum. Ne ağır bir cümledir bu, hem söyleyeni hem de söyleteni için
Ama bilmelisiniz ki nefret, sadece sahibini yakar.
Âdem babamız ve Havva anamızdan beri insanoğlu aşkı seçmiş, onun için savaşmış ve aşk için beklemiştir. Umut ise hep saklandığı kutuda kalmıştır.
Bir annenin evladı için yanan yüreğine şahit olmadıkça, gerçek bir acı görmemişsinizdir.
“Biz Türkler de eski sevgiliden dost, eski dosttan düşman, eski düşmandan da arkadaş olmaz!”
“Bak, ne derler bilirsin; hayatın gamı varsa, çayın da demi var.”
Affetmek özgürlüğe uçabilmektir.. Ona bu kadar yakınken, uzak durmak hiç kolay olmuyordu
Tebessüm, iki insan arasındaki en kısa mesafedir.
Aşk; en derin duygu
Ve ben uzun yaşamak istiyorum ama sen gülünce kalbim duracakmış gibi oluyor.
Her yol tek başına aşılmazmış.
Aklından geçen son düşünceyle, o da öyle yaptı. Kendini uykunun rahat kollarına teslim etmeden önce -yapabildiği kadarıyla- odanın içindeki havayı kıymetlendiren nergis kokusunu içine çekmeyi ihmal etmedi.
Gözlerimi açtım.
Açar açmaz da onu gördüm. Tam karşımdaki masada sırtı denize, yüzü bana dönük olan onu Ve o an, hissetmek istediğim tüm duyguları onun bana yaşatacağını anladım. Öyle güzel gülüyor, öyle içten bakıyordu ki her bir hücrem yerinden oynadı.
Hiç tereddüt etmeden gülümseyişimle hoş geldin, dedim ona.
O da bana aynı şekilde gülümseyerek hoş buldum, dedi.
Her insanın kimseyle paylaşmadığı, paylaşamadığı bir iç dünyası vardır: Yani görünmeyen öteki yüzü
Umudunu sakın kaybetme
Aile denilen şey eksiklik kabul etmezdi. Herkesin sevip, herkesin fedakârlık etmesi şarttı.
İnsan her zaman kendine iyileri örnek alamazdı, bazen kötülüklerden de ders çıkarabiliyor, asla yapmaması gerekenlerin neler olduğunu öğreniyordu.
İnsan hissetmeliydi ki yaşasın, yaşadığını anlasın
Kitabımı açıp okumaya koyuldum. O, beni korur kollar ve akıl sağlığımın benimle kalmasına yardımcı olur.
Aşk, çok güçlüdür
Oysa hayal kırıklığı, yitip gidip düşlerinin külleri arasından doğacak yeni hayaller vaat eder sana.
Umut. Kimine göre ise ümit
Hayal kurmak, kurduğun hayalin peşinden gitmektir.
Ummak, dilemek, istemek ve vazgeçmemektir.
Aslında hepsinden ziyade umut; yaşamak için bir neden, yarına ulaşmak için derman, nefes almak için de güç demektir.
Hayatın tüm çelmelerine rağmen ayakta kalmayı başarabilmektir.
Hayat, umut ettiğin kadardır.
Umuda en güzel örnek, yeni günde gözlerini yeniden açmaktır.
Mutsuzlukla örülmüş yılların üzerine konan hayatın temelleri, bir çocuğun yanağından süzülen gözyaşı gibidir. Yaşlar daha yanağında kurumadan gülmeye başlar, hem de neye ağladığını tek bir anını bile hatırlamadan.
Olsun, su akar yolunu bulur.
Aşk nedir bilirim de nasıl anlatılır onu bilmem
Aşkın ne olduğunu anlama ve anlatma telaşımız nedendir ki, hangi cümle anlatabilir ki aşkı?
Tarihin sayfalarına adını yazdırmış imparatorların, gönüllere yer etmiş aşıkların ve akla yazık etmiş adamların duygusudur.
Pişmanlığınla keşkeler yapışır diline, hüzünler konar yüreğine ve sen geri dönüş yolunu ararsın. Eğer tüm kalbinle inanıp ihtiyacın olan dersi alırsan pişmanlığın, dersin olur!
Kalbinin tam içine hapsolmuş ağlayan bir çocuk gibidir özlem. O ağladıkça sen sen susarsın, o susmadıkça sen özlemle yanarsın.
Dozunu bilirse aşık, maşuka verilen kıymettir. Kıskançlığın olduğu yerde sevginin kokusunu alabilirsin ama aslında vuslata varmadan sevdiğini kaybetme korkusudur.
Descartes, Sahip olduklarını koruma isteğinden kaynaklanan bir tür korkudur. şeklinde tarif eder kıskançlığı. Ama bence, isteyip de sahip olmadıklarına duyduğun özlemdir kıskançlık.
Ama bilmelisiniz ki nefret, sadece sahibini yakar. Haklı olsanız bile sevmekten vazgeçmeyin 🙂
Sevmemek, nefretin ilk aşamasıdır. Ve aşkla ince bir çizgiyle ayrılmış öteki taraftır. Senden nefret bile etmiyorum. Ne ağır cümledir bu, hem söyleyeni hem de söyleteni için
Arkadaşlarımın başarıları, aileleri tarafından sevgiyle okşanırken, benimkilerin bana her dokunuşlarının ardından bedenimin ve ruhumun aldığı yaralara engel olamayacak kadar güçsüzdüm
Affetmek özgürlüğe uçabilmektir
Ona, gururuna köle olamayacak kadar çok aşıktı.
”Yüzlerindeki izlerden dertlerini, gözlerindeki ıslaklıktan acılarını ve birçoğunun eğik boynundan sırtlarındaki yükün ağırlığını anlarsın. Yani bakmasını bilirsen görür ve belki de haline şükredersin. Çünkü anlarsın ki yalnız değilsin, bir tek sen değilsin. ”
Sancaktarlar tüm karmaşa ve entrikalarına rağmen harika insanlardı. Onların arasında öyle bir bağ vardı ki araya ne girerse girsin bunu asla bozamazdı.
Her insanın bir sınavı vardı ve en zoru insanın insanla verdiği sınavdı.
Kalbinin tam içine hapsolmuş ağlayan bir çocuk gibidir özlem O ağladıkça sen susarsın,o susmadıkça sen özlemle yanarsın.
Affetmek özgürlüğe uçabilmektir.
İnsanoğlu doğarken kalbinde herkese ve her şeye yetecek kadar sevgiyle doğar ve onu büyüdükçe dağıtır. Almasını bilirsen vermesi kolaydır.
Bence sevgi en güzel, en zararsız ve sahip olması en kolay duygudur. Ama bir o kadar da kırılgan ve alıngandır.
Oysa hayal kırıklığı yitip giderek düşlerinin külleri arasında doğacak yeni hayaller vaat eder sana. Duyarsan sesini, inanırsan yüreğinde besleyip büyüttüğün aşka, işte o zaman anlarsın dünyanın aydınlık, aşkın tek gerçek olduğunu, insanların ne de güzel sevdiğini
Vazgeçmekle inanmak arasında sıkışıp kalmışken ne tarafa gideceğini bilmemektir hayal kırıklığı.
Ve en çok sevdiğimizi kaybetmekten korkarız. Bazen de korkmayız, kendimizi ona feda ederiz.
Adanmış hayatlardaki pişmanlıklar veya yanlış tercihler, sevginin sonunu hiç tahmin edemeyeceğimiz çizgisinin neresinde başlar neresinde biter bilemezsin. Ama sevdalar hep yürekte başlar ve yine yürekte biter.
Sözün esiri olmamak, ardından pişmanlık duymamak için bazen de susmak gerekir. Eğer susmayı başaramazsan sen hâlâ biz dersin ama ortada siz diye bir şey kalmamıştır. Elinde kalan sadece keşkelerin ve hep mutlu sonla biten hayallerin olur.
Ne var ki gidenin bıraktığı güzel şeyler çabuk unutulur, geride kalanın aklında ve kalbinde hüküm sürense sadece acı veren anılar olur. İşte o zaman ne pişmanlık ne bir özür ne de verilen vaatler kırıp dökülenleri yeniden bir araya getirmek için yeterli olmaz.
Ne demiş Nedim: Nezaket, haddeden geçerek senin boyunu posunu oluşturmuş. Şarap, şişeden süzülerek yanağındaki allığı oluşturmuş kadın; sen bana ‘aşk’ denilen o en uzun kelimeyi söyletip, beni ‘pişmanlık’ denilen o dönülmez yola soktun. Beni bu hale getiren de senin özlemin oldu!
Çok sevildiğine inanıp, kandırılmak herkesi kendine mahcup ederdi.
Nazım Hikmet, Bilir misin ne kötüdür insanın bildiğini anlatamaması, kelimelerin hep yarım kalması. ‘Ben’ deyip susması, ‘Sen’ deyip ağlaması! demiş ya, sanki Asya’yı düşünmüş de söylemiş.
Sevmek güven isterdi; gözü kapalı inanmak, sığındığın limanın adı aşk olsun isterdi. Bir ömür sürmesini, ilk rüzgârda yıkılmamasını dilerdi.
Özlemiyorum dersin ama bir şarkı çalınırsa kulağına, filmin o sahnesine takılırsa gözün ve adı sende saklı parfümün kokusu değerse burnuna işte o zaman içindeki özlem adlı çocuğun çığlıklarını duyarsın.
Dozunu bilirse âşık, maşuka verilen kıymettir. Kıskançlığın olduğu yerde sevginin kokusunu alabilirsin ama aslında vuslata varmadan sevdiğini kaybetme korkusudur.
Descartes, Sahip olduklarını koruma isteğinden kaynaklanan bir tür korkudur, şeklinde tarif eder kıskançlığı. Ama bence, isteyip de sahip olamadıklarına duyduğun özlemdir kıskançlık.
Anne olmak kendinden vazgeçmek değildi. Sadece, kendinden önce çocuklarını düşünmekti.
nefret, sadece sahibini yakar. Haklı olsanız bile sevmekten vazgeçmeyin.
Sevmemek, nefretin ilk aşamasıdır. Ve aşkla ince bir çizgiyle ayrılmış öteki taraftır. Senden nefret bile etmiyorum. Ne ağır bir cümledir bu, hem söyleyeni hem de söyleteni için
Âdem babamız ve Havva anamızdan beri insanoğlu aşkı seçmiş, onun için savaşmış ve aşk için beklemiştir. Umut ise hep saklandığı kutuda kalmıştır.
Aşk çok güçlüdür, sahibini kendine mahkum eder ama ben cezamı çektim ve ondan vazgeçtim. İnan, ne sevmesi ne de vazgeçmesi kolaydı. Ama sonunda yüreğim susmayı ögrendi. Hem de çığlık çığlığa denilen o suskunlukla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir