Yukio Mişima kitaplarından Aşka Susamış kitap alıntıları sizlerle…
Aşka Susamış Kitap Alıntıları
Ben kocamın bedenini yakmaya gitmiyorum. Kıskançlığımı yakmaya gidiyorum
Tokyoda doğup büyümüş Etsuko için Osaka açıklanamaz şeylerle doluydu. Zengin tüccarların, ayak takımının, sanayicilerin, borsacıların, fahişelerin, uyuşturucu satıcılarının, beyaz yakalıların, punkların, bankacıların, yerel yöneticilerin, şehir meclisi yönericilerinin, gidayu anlatıcılarının, metreslerin, pinti kadınların, gazete muhabirlerinin, müzikhol göstericilerinin, barda çalışan kızların, ayakkabı boyacısı çocukların olduğu bu şehir değil de acaba yaşamın kendisi miydi onun korktuğu? Yaşam denilen sınırsız, çeşitli ıvır zıvırla dolu, kaprisli, hiddetli olmakla birlikte her zaman saydam koyu mavilikte deniz.
Ben sade yürekleri severim. Bu dünyada basit bedenlerdeki sade ruh kadar güzel bir şey olmadığını düşünecek kadar severim. Ne var ki benim ruhumla o ruhlar arasında uzun bir mesafe var ve ben ne yapacağımı bilmiyorum. Madenî paranın ön yüzünün arka yüzünün yerine geçme gayreti kadar acı verici bir şey bu. Bunun en kolay yolu, deliği olmayan madenî parayı delmek olurdu. Buna da intihar denir.
Kurtuluş duygusu içinde güçlü bir yadsıma bulunmalıydı, ama kurtuluşun kendisi yadsınmamalıydı. Aslan kafesinden çıktığı anda eski, vahşi aslan olduğu zamandakinden daha geniş bir dünyaya sahip olur. Hapsedildiği sürede onun için iki dünyadan başka dünya yoktur. Diğer bir deyişle kafesin içindeki dünya ile kafesin dışındaki dünya. Artık özgür kalmıştır. Kükrer. İnsanlara saldırabilir. Onları yiyebilir. Yine de tatmin olmaz, çünkü ne kafesin içinde ne de kafesin dışında bir üçüncü dünya yoktur.
Genç adan genç kızın yanındadır. Son derece doğal bir şekilde Saburo, Miyo’yu öper. Miyo’nun karnında bir çocuk peydahlanır. Sonra yine son derece doğal bir şekilde Saburo, Miyo’dan bıkar. Çocuksu oyunları gelişir, böylesi bir oyunda karşısındaki Miyo değil de başka biri de olabilir. Hayır, Miyo’dan bıktığını söylemesi doğru olmaz. Miyo artık Sabura için Miyo değildir, hepsi bu.
Eylemlerimiz, duygularımıza kıyasla, ne kadar da çabuk unutulur.
Etsuko’nun bu soğukkanlılığı nereden geliyordu? O katı, plastik sanatlara özgü soğukluk.
Parmaklarıyla onun biraz güneş altında kalmış Japon hamuru gibi olan sırtındaki etin tadını aldı. Onun muhteşem sıcaklığının tadına vardı…
İster aşağıdan yukarıya bak, ister yukarıdan aşağıya, sosyal konum kıskançlık için güzel bir dublördür.
Hiçbir şey düşünmeme mutluluğunun temelini hep şiddetli bir şekilde sarsan bu hayal gücüydü.
Balayı ve kocasının ölümü, bu kısa mutluluk zamanları nasıl da benziyordu birbirine! Etsuko kocasıyla birlikte ölüm diyarına seyahat etmişti. Balaylarında olduğu gibi şiddetli beden ve ruh tacizi ve aynı bitmek bilmeyen, doyumsuz şehvet ve acıyla.
Rüzgara karşı duramayan salkımsöğüt gibi.
“Bu dünyada en büyük aptallık evliliktir” inancıyla evlenmişlerdi. Bu yüzden de şimdi ikisi de üst kattaki cumbanın önünde yan yana oturup Baudelaire’in düzyazı şiirlerini birbirlerine sesli okuyorlardı.
Ben sade yürekleri severim. Bu dünyada basit bedenlerdeki sade ruh kadar güzel bir şey olmadığını düşünecek kadar severim. Ne var ki benim ruhumla o ruhlar arasında uzun bir mesafe var ve ben ne yapacağımı bilmiyorum. Madeni paranın ön yüzünün arka yüzünün yerine geçme gayreti kadar acı verici bir şey bu. Bunun en kolay yolu deliği olmayan madeni parayı delmek olurdu. Buna da intihar denir.
Ne var ki hiçbir insan tamamıyla sahteleşecek kadar dürüst olamaz.
Çocuklar ve karşılıksız aşk yaşayan kadınlar, aynı görmezden gelinmişlik dünyasında yaşarlar ve ellerinde olmadan zalim olurlar.
böylesi bir acının sınırsızlığı, insana, bedenin acıyla imha edilemeyeceğine inandırıyordu.
mutluluğun kuşku götürmeyen yollarından biri de denize dökülen nehir suyunu içip bitirmektir.
Her şeyi yutmalıyım, ne olursa olsun her şeyi… Çarem yok, gözlerimi kapatıp kabullenmeliyim her şeyi Bu acıyı tadını çıkararak yemeliyim.
kaderin bu anlarından kimse kaçınamaz, bu yüzden de hiç kimse kendi gözüyle görmesi gerekenden fazlasını görmüş olma talihsizliğinden de kurtulamaz
İnsanın yaşamda her şey yapmasının mümkün olduğuna inandığı zamanlar vardır. Böylesi zamanlarda, genelde insanın gözüne görünmeyen pekçok şey fark edilir. Sonra, unutulup belleğin dibine batmış şeyler yeniden canlanır ve yaşamın acılarına ve sevinçlerini mucizevi bir şekilde bir kez daha bizlere gösterirler.
Dünya cılgın bir yere döndü.
Bir kişi sıradanlıktan korkuyorsa bu onun yetişkin olmadığının kanıtıdır.
benim için yaşamın zorluğu beni koruyan zırhından başka bir şey değildir.
yaşamın bir kıyafet gibi bilincine varılmayan bir ağırlığı vardır, bunu bir palto gibi giyip omuzundaki ağırlığını hisseden insan sadece hasta insandır
bizlerin yaşamın içindeki çeşitli zorlukları bulup çıkarma yeteneği, bir anlamda, pek çoğumuz için yaşamı kolay kılma yeteneğidir.
yaşamın zor oluşu böbürlenecek bir şey değildir.
yaşamı kolay olan insanlar, o kolaylığı yaşamak için bahane etmezler. buna karşın zor yaşamı bir bahane olarak görürler.
Hayatın yaşamaya değer olmadığını düşünmek kolay iştir.  duyarlılık sahibi olan kişiler için zordur.
Bu dünyada en büyük aptallık evliliktir!
Hiçbir şey düşünmeme mutluluğunun temelini hep şiddetli bir şekilde sarsan bu hayal gücüydü.
Bu dünyada sade bir öz, basit bir ruh; yalnızca bunların olması yeterlidir. Başka bir şeye gerek olmadığını düşünüyorum.
Bir zamanlar gururla kapattığı dudakları bir araya gelme gücünü yitirmiş gibiydi; konuştuğunda, bir atınki gibi ağzının iki tarafında beyaz tükürük benekleri görülüyordu.
Uzun süre acı çekmek insanı aptallaştırır.Acıdan aptala dönmüş kişi artık sevinçten şüphe duyamaz olur.
İnsan yaşamıyla sanatın birleşeceği nihai nokta sıradanlıktır.
Ne var ki bizler ümit ettiğimiz şeyler tarafından ihanete uğramanın aksine,hor görmeye çalıştığımız şeyler tarafından ihanete uğrayınca derinden inciniyorduk.
Tüm bu duyguların temelinde kestane ağacı korusunda esen rüzgar vardı.
Öte yandan bu işle ilgilenen Yakiçi keyifsizdi; ifadesiz bir yüzle sessizce duruyordu. Ayağında lastik botlar, bacaklarında dar asker pantolonuyla ardı sıra gülleri düzeltiyordu. Bu sessiz, hiçbir his yansıtmayan uğraş, kanında hala bir çiftçinin özelliklerini taşıyan bir adamın uğraşıydı.
Saburo’nun üç günlük yokluğu, o yokluğun verceği boşluk her nasıl bir hisse, işte o asıl benim için iyi bir duygu olacaktı. Bir bahçıvanın bin bir zahmetle yetiştirdiği harika şeftalinin avucundaki ağırlığından haz alması gibi ben de avucuma onun yokluğunu alarak keyfini sürecektim. O üç gün boyunca yalnızlık çekeceğimi söyleyemem. Bu yokluk benim için olgun, taze bir ağırlık olacaktı. Bu, sevinçti. Evin içinde her yerde onun yokluğunu keşfedecektim. Bahçede, çalışma odasında, mutfakta, onun yatak odasında.
Bu dünyada sade bir öz, basit bir ruh; yalnızca bunların olması yeterlidir.
Aşk olmasa insanlar iyi anlaşabilirlerdi.
Kaba saba tahminlerde bulunmadan duramayan hayal gücünün olması ne büyük mutsuzluktu. Hiçbir şey düşünmeme mutluluğunun temelini hep şiddetli bir şekilde sarsan bu hayal gücüydü.
Ama hayal kırıklığına uğramaktan korkulmadığında istek, istekten ziyade, bir tür çaresizliktir.
Uzun süre acı çekmek insanı aptallaştırır.
Dedikodu bazen gerçekten daha doğru bir mantığı izler ve dedikodudan ziyade gerçeklerin yalana daha meyilli olduğu durumlar vardır.
Ne var ki bizler ümit ettiğimiz şeyler tarafından ihanete uğramamın aksine, hor görmeye çalıştığımız şeyler tarafından ihanete uğrayınca derinden inciniyorduk.
Hiçbir insan tamamıyla sahteleşecek kadar dürüst olamaz.
“Uzun süre acı çekmek insanı aptallaştırır. Acıdan aptala dönmüş kişi artık sevinçten şüphe duyamaz olur.”
Elde ettiğimiz bu yaşamın talepleriyle bir araya gelen arzularımızın, yaşamın temelini oluşturduğunu düşünürsek, bu hayat gayesi bir halüsinasyondur.
“Hayatın yaşamaya değer olmadığını düşünmek kolay iştir.”
Gerektiğinden fazla öz kontrol yaşlı bedenlere zehirdir.
Bu benim için sahte bir günce, ne var ki hiçbir insan tamamıyla sahteleşecek kadar dürüst olamaz.
“ben yaşlı bir adamım. Çok zamanım yok. Benim zavallı biri olduğumu düşünüp de bana kızma lütfen. Sadece çok yaşlıyım. Posayım.”
“Sadece şimdiki zamanı yaşamak her günü fazlasıyla monotonlaştırıyordu. Geçmişi düşünmeye kalksa, bunun vereceği acı her şeyi tehlikeye sokardı.”
Bir şey hakkında düşünmemek Etsuko’nun mutluluğunun temeli ve var olma nedeniydi.
“Bu dünyada sade bir öz, basit bir ruh; yalnızca bunların olması yeterlidir. Başka bir şeye gerek olmadığını düşünüyorum. Bu dünyaya bedenlerini hareket ettirerek çalışan insanlar gereklidir; şehir yaşamının bataklığında insanın maruz kaldığı göz yummalar yok eder bunu.”
Taşrada yaşamak için insanın basit bir ruhu olmalı.
Yürümek için ayakkabıya gereksinim duyduğu gibi yaşamak için de hazır düşünceleri olmalıydı insanın.
Bu dünyada sade bir öz, basit bir ruh; yalnızca bunların olması yeterlidir. Başka bir şeye gerek olmadığını düşünüyorum.
“Gebelikte alışkanlık haline gelmiş düşükler gibi aşkına karşılık bulamamak da bir alışkanlık olabilir. Sinir sisteminin ya da bir şeyin içine bu alışkanlık girmiş ve ne zaman aşık olsa aşkına karşılık bulamıyor, düşük gibi.”
Ne var ki bizler ümit ettiğimiz şeyler tarafından ihanete uğramanın aksine, hor görmeye çalıştığımız şeyler tarafından ihanete uğrayınca derinden inciniyorduk. Sırttan hançerlenmekti bu
Çıplak ayakla yürürsen ayakların kesilebilir. Yürümek için ayakkabıya gereksinim duyduğu gibi yaşamak için de hazır düşünceleri olmalıydı insanın.
Hala itiraf edemiyordu; bizler insan gözüne sahip olduğumuz sürece, bakışımızı ne kadar değiştirirsek değiştirelim, nihayetinde karşımıza çıkacak yanıtın hep aynı olacağını.
Eylemlerimiz, duygularımıza kıyasla, ne kadar da çabuk unutulur.
Uzun süre acı çekmek insanı aptallaştırır. Acıdan aptala dönmüş kişi artık sevinçten şüphe duyamaz olur.
İster aşağıdan yukarıya bak, ister yukarıdan aşağıya, sosyal konum kıskançlık için güzel bir dublördür.
İnsanlığın yaşamıyla sanatın birleşeceği nihai nokta sıradanlıktır.
bu dünyada tutkular, arzular tarafından aşındırılıyordu.
Bizler ümit ettiğimiz şeyler tarafından ihanete uğramanın aksine, hor görmeye çalıştığımız şeyler tarafından ihanete uğrayınca derinden inciniyorduk. Sırttan hançerlenmekti bu.
Tam bir yanılsama dünyasındayız. Barışın aldatıcı olması kadar çöküntü de aldatıcı; savaş kadar çöküntü de aldatıcı, aldanarak yaşıyor ve ölüyor pek çok insan.
Hala itiraf edemiyordu, bizler insan gözüne sahip olduğumuz sürece, bakışımızı ne kadar değiştirirsek değiştirelim, nihayetinde karşımıza çıkacak yanıtın hep aynı olacağını.