İçeriğe geç

Aşk ve Kıskançlık Kitap Alıntıları – Ayala Malach Pines

Ayala Malach Pines kitaplarından Aşk ve Kıskançlık kitap alıntıları sizlerle…

Aşk ve Kıskançlık Kitap Alıntıları

Ah efendim, sakının kıskançlıktan!
Kıskançlık, beslendiği avla oynayan yeşil gözlü bir canavardır.
Shakespeare, Othello
”Veriler gösteriyor ki, insanlar eşlerinden ve ilişkilerin­den ne kadar memnunlarsa o derecede az kıskançlığa eği­lim gösterirler. ”
“Yansıtılmış kıskançlık” ya kişinin kendi sadakatsizli­ğinden ya da bastırılmış dürtülerden kaynaklanmaktadır. ”
”Gelişim psikologları yetişkinlik çağında­ki kıskançlığın köklerinin kardeş rekabetinde yattığına ina­nırlar. Yaşamın daha ileri safhalarında kıskançlığı tetikle­yen olaylara karşılık verme modelinin, çocuğun annesinin ilgisine tek başına sahip olma isteğinin kardeş tarafından tehlikeye sokulmasıyla ilk yüzleşmesinde belirlendiğini sa­vunmaktadırlar. ”
”Kıskançlığı geçerli gösteren açıklamalar olmasaydı, bu hareketler şid­detli patoloji ve deliliğin belirtileri olarak görülürdü. ”
”İnsanların erken çocukluk hatıraları, travmaları ve yok­sunluklar, genelde bilinçsiz olarak yaşamı algılama ve tep­ki verme şekilleri üzerinde güçlü bir rol oynar. Çocukluk deneyimlerinin eş seçiminde de büyük bir rolü vardır. Bu seçim hiçbir zaman keyfi değildir. Çoğunluk çocukluk yıl­larında karşılanamayan duygusal ihtiyaçlarını karşılayacak kişileri seçer. ”
”Çiftlerin karşılıklı ihtiyaçları vardır. Her eş bastırılmış kısmını temsil eden bir kişiyi seçer. ”
”İnsanlar, kıskançlıklarının köklerini; geçmişlerindeki hangi dene­yimlerin kıskançlığa neden olduğunu anlamaya başlayıp onlara bağlı kalarak ne elde ettiklerini kavradıklarında, iyi­leşmiş sayılırlar. ”
“Normal saymamıza rağmen, kıskançlık tamamen mantık­sal değildir, yani gerçek olaylarla bağlantılı ve orantılı ve bilinçli egomuzun tamamen kontrolü altında değildir”
”Kendi ihanetinin suçlu­luğundan kurtulmak için yansıtılmış kıskançlık geliştirmiş­tir. ”
İlişkisindeki ve yaşamındaki güçsüzlük, onda çaresizce bir güç arayışına neden oluyor ve bunu kurbanlarına saldırarak elde edebiliyordu. Kıskançlığın tetiklediği suçun iki ana özelliği vardı: Adamlara kontrol hissi veriyordu ve erkekliklerini kanıtlıyordu.
Grup terapisi ve kişisel görüşmeler sırasında kıskançlık eğilimlerinin köklerini araştırdık. Bu kişilerin geçmişlerinde paylaşılan iki ortak deneyim ortaya çıktı. Birincisi çocukluklarında yaşamış oldukları terk edilme.
Tüm durumlarda oğlan çocuğu paniğe kapılıyor, kendini terk edilmiş, kayba uğramış ve çaresiz hissediyordu. Yetişkin olduklarında bu adamlar sevgililerine bağımlı oluyorlardı. İlişkilerindeki bir sorun veya başka bir adam yüzünden sevgililerinin uzaklaştığını hissettiklerinde, bu olay çocukluk travmasıyla ilişkili olarak kıskançlığı tetikliyordu.
İkinci deneyim, çocukluklarında olumlu bir erkek figürünün bulunmayışıydı. Sevecen normal bir babanın bulunmaması, bu adamların maço karikatürü bir rolü benimsemelerine yol açıyordu. Sonuçta, sevgili uzaklaşmaya başlayınca, bunu erkekliklerine karşı bir tehdit olarak algılıyorlardı.
İnsanın ruhsal durumu ne kadar iyiyse kıskançlıktan acı duyma olasılığı da o kadar azdır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
(bazıları) eşlerinin kıskançlı­ğını körükler. Bazıları da kıskanç eş üzerinde güç elde et­mek için bunu yaparlar. Diğerleri intikam almak amacıyla, bu ya da daha önceki ilişkilerinde kırılan egolarını tamir etmek için kıskanç eşi kullanırlar.
Kıskançlık işkencesinin kıskacındaki kişilerin her düşündüklerinde en keskin acıyı hissetmelerine neden olan belirli “travmatik bir sahne”leri vardır. Erkekler için bu ge­nellikle cinsel bir sahne olmaktadır: “O yeni sevgilisiyle se­vişiyor ve ikisi birden benimle dalga geçiyorlar.” Kadınlar için ise bu yakın bir ilişki sahnesi oluyor: “Parkta beraber bebek arabasıyla yürüyorlar.”
Kıskançlık, ilişkinin ve niteliğinin bozulmaması umu­duyla, insanların ilişkilerini incelemelerine neden olur. Çift­lere birbirlerini takdir etmeyi öğretir; bu yolla birbirlerine değer vermeyi ve günlük ilişkilerde bunu ifade etmeyi sür­dürebilirler. Sevginin bir göstergesidir; insanların koruduk­ları aşk ilişkilerine değer verdiklerini gösterir. Kıskançlığın şiddete yöneldiği sıradışı durumlarda bile bu geçerlidir.
Bağlılık yaratan bir araçtır; samimi ilişkinin sınırlarını korur. Duyguları yoğunlaştırır; yakın ilişkilerde ateşi canlı tu­tar. Sekse tutku katar; bu şekilde romantik ilişkilerde sek­sin kalitesini yükseltir.
Kişinin romantik imgesine uyan insan aynı zamanda o kişinin çocukluk travmaları üzerinde çalışmasına en fazla yardım edebilecek insandır. Örneğin, sadakatsiz bir babaya sahip olan bir kızın sadık bir erkek araması mantıklı gö­rünse de, genelde gerçekleşen bu değildir. Bu tür kadınlar genellikle babaları gibi playboylara âşık olurlar -çocukluk travmasını yinelemek için değil, ancak babasına benzeyen bir erkeğin, babasından alamadıklarını ona verebileceğini umduğundan. İkilem şudur ki, kız, babasını andırdığı için böyle bir erkekle evlenir, ancak tüm isteği bu erkeğin baba­sının yaptıklarını yapmamasıdır.
Kıskançlık, “Benden başka Tanrılara inanmayacaksın çünkü senin Tanrın
olan ben, kıskanç bir Tanrıyım” diye ilan eden tek Tanrı’ya ibadet eden bir kültürde ağırlaşmaktadır.
Duyguları seçerek engellemek imkânsız­dır; duygusal bir kalkan oluşturulduğunda tüm duygular dizginlenir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
ilk karşılaştıklarında çifti en fazla birbirine çeken özellik ve davranışlar sonradan iliş­kide rahatsızlığa neden oluyor. Bu kıskançlık için de geçer­li. Anormal kıskanç bir partneri olan kişi için araştırılması gereken en önemli ve ilginç sorulardan biri, ilişkinin başın­da onu partnerine çeken şeyin ne olduğudur. Çeken nedeni anlamak kıskançlığı anlamakta yardımcı olur.
Aşk, kıskançlık, haset, kızgınlık, incinme ve diğer güçlü duygular, yakın ilişkilerde yaratılır. Bu duygular yararsız mantıksızlık parlamaları değildir. Duygular yararlıdır; yorumlamayı öğrenebileceğimiz sinyallerdir.Kişisel gelişim ve ilişkinin zenginleşmesine yararı dokunan tampon bölge görevini görürler.
Romantik kıskançlıkla baş etmek için tek yol bulunduğunu varsayanlar, farklı yaklaşımların önerilerinden kendilerini mahrum etmektedirler. Belirli bir başa çıkma stratejisi bir durum için geçerli olurken, bu stratejiyi tek başına kullanmak yeterli olmayabilir. Dağarcığında birçok alternatif bulunduran birey, kıskançlıkla çeşitli yollarla baş edebilir ve her durum için en etkili stratejiyi veya stratejiler birleşimini kullanabilir.
Kıskançlık birçok ilişkiye heyecan katar. Önemli bir kıskançlık krizinin ortasında, insanların şikayet edemeyecekleri tek şey vardır: Sıkıntı. Kıskançlık deneyiminin yarattığı acıdan, öfkeden, aşağılayıcı niteliğinden bahsederler ancak hiçbir zaman çok sıkıcı olduğunu söylemezler. Duygusal bir enerji açığa çıktığında, gelişme için heyecan verici bir fırsat doğmuştur. Yoğun duygular, incelemek için yakıt görevini görür. Birçok kişi, duygusal bir fırtınanın içinde bulunmasa kendini bu kadar çok incelemezdi.
Bir rakibi olabileceğini ve partnerini kaybedebileceğini fark eden erkek, kıskançlık krizi sayesinde eşine bağlı hale gelebilir. Bu, kadınların neden erkeklere göre daha fazla kıskandırma yöntemini kullandıklarını açıklamaktadır.
Kıskançlığı değerli bir ilişkiye karşı bir tehdit karşısında oluşan tepki olarak görmek, suçluluk duygusu ve suçlamaları ortadan kaldıracak ve enerjinin daha yapıcı şeylerde kullanılmasını sağlayacaktır.
Polis tutanakları evde bulunan silahtan en fazla evin içindekilerin zarar gördüğünü göstermektedir.
sevgili uzaklaşmaya başlayınca, bunu erkekliklerine karşı bir tehdit olarak algılıyorlardı. Aşırı kıskançlığın etkisiyle erkek, sevgilisine ve en çok kendisine “gerçek erkek” olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. İlişkisindeki ve yaşamındaki güçsüzlük, onda çaresizce bir güç arayışına neden oluyor ve bunu kurbanlarına saldırarak elde edebiliyordu.
Romantik imgeler yaşamın erken bir safhasında oluşurlar ve bu nedenle güçlüdürler; çocukluğumuzda etkili olmuş kişilerin olumlu, hattâ olumsuz özellikleri üzerine kuruludurlar. Çoğu insan için bu kişiler anne ve babalarıdır. Sevginin anlamını, bize verdikleri veya veremedikleri sevgi yoluyla öğrendiğimiz kişilerin imgeleriyle içselleştiririz. Yetişkin olunca, bu imgeye uyan kişileri ararız. Böyle bir kişiye rastladığımızda, içselleştirdiğimiz romantik imgeyi o kişi üzerine yansıtır ve bunu aşk şeklinde yaşarız.
Kıskanç kocaların ilk örneği, Shakespeare’in Othello’su, sevgili karısı Desdemona’nın sadakatinden kuşkulandığı için onu boğar. Kuşkularının yersiz olduğunu görünce de intihar eder. Shakespeare’in trajik kahramanı, bazı psikologlara, şiddete yönelen sanrılı kıskançlığı “Othello sendromu” olarak adlandırmalarında ilham kaynağı olmuştur,
Kıskançlık, tarih boyunca şiddet ve çatışma yaratmıştır. “Tutku suçları” o kadar bilinen bir terim haline gelmiştir ki ne kadar yanıltmalı olduğunu nadiren düşünürüz -tutku ve suç, aşk ve ölüm. Bu gaddar paradoks, insanın en fazla sevdiğini öldürmesine neden olur.
Neredeyse tüm eş paylaşma gruplarının, üyelerin romantik duygularını (örneğin seni seviyorum demek) ifade etmemeleri ve birine âşık olmamaları gibi güçlü normları vardır. Eşlerini paylaşanlar, seks partnerlerine sıcaklık ve arkadaşlıkla ilgili duygularını ifade edebilirler ancak özel bir duygusal veya cinsel ilişki talep edemezler. Bu kurallar üye çiftlerin evlilik bağlarını korumayı amaçlamaktadır.
Kıskançlık bir komün ya da grup evliliklerinde ortaya çıktığında, bu çoğunlukla erkeklerin kendilerini başka erkelerle karşılatırmalarından kaynaklanmaktadır. Örneğin, eşini paylaşan 280 kişiyle yapılan araştırma, erkeklerin sosyal mukayeseye daha fazla önem verdiklerini ve bundan etkilendiklerini ortaya koymuştur. Bu durum özellikle ilgi çekicidir, çünkü eş değiştirmeyi öneren, kocaların kendileridir.
Komünlerle ilgili literatür taramasında bu ikinci komün için kıskançlığın rolünün istisna değil kural olduğunu gördüm. Genellikle kıskançlık özellikle grup evliliklerinin olduğu komünlerde önemli bir sorun olmuştur. Otuz grup evliliğinin incelendiği bir araştırmada, kıskançlığın, üyelerin % 80’inin sorunu olduğu görülmektedir. Bu oran, evliliğin sağlamlığı ve grup üyelerinin yaşlarıyla ilgili olarak pek değişme göstermemekteydi. Keristalar gibi ayrıntılı bir sosyal yapı kurulmadıkça görünen odur ki, kıskançlık yıkıcı gücünü gösterecektir.
Kurallara rağmen, birçok çift açık ilişki yaşarken evliliği güçlü tutmanın çok çaba gerektirdiğini keşfetmiştir: “Evliliğin zarar görmemesi için sürekli konuşmak zorundasın. Bunun için harcanan zaman ve enerji o kadar fazla ki, insanın başka şeylere gücü kalmıyor.”
Eşlerini paylaşanlarla yapılan çalışmalar, eş değiştirmenin, can sıkıntısından yakınan ve cinsel hayatlarında çeşitlilik isteyen kocalar tarafından öne sürüldüğünü ve kadınların buna isteksiz bir şekilde rıza gösterdiklerini ortaya koymaktadır.
Sam ve Amalya’nın durumunda, güçlü ve rahatsız edici bir kıskançlığın Sam’in kendi hakkındaki olumlu düşünceleri azaltmış olması mümkündür. Olumsuz duyguları Amalya’nın Sam’in kıskançlık sorununa karşı tavrı ve kültürün kıskançlığı kişisel kusur olarak görmesiyle güçlenmiştir. Kültürün kıskançlık deneyimimizin üzerindeki etkisinin farkında olmak, yanlış ve zarar verebilecek görüşlere uymamız olasılığını azaltmaktadır.
Clanton, gerçekte özgüveni çok olan bir kişinin, değer verdiği bir ilişkiye karşı tehlike gördüğünde yine de kıskançlık duyabileceğini-savunmaktadır. Aslında, kıskançlığın özgüveni azalttığı görüşü makuldur; tersi değil. Clanton’ın görüşü özgüven eksikliğinin çeşitli kültürlerde kıskançlığı açıklama konusunda az rol oynadığını ya da hiç rol oynamadığını gösteren kültürlerarası araştırmalarla desteklenmiştir.
Başta diğer kültürleri incelemekten pratik tavsiyeler çıkarmak zor ve ilgisiz görünmesine rağmen, imkânsız değildir. Gordon Clanton gibi sosyologlar kıskançlık üzerine toplumsal bakış açısı edinmenin, kendini daha iyi anlamaya ve daha etkili bir terapiye yol açtığına inanmaktadırlar. Clanton, toplumsal güçlerin farkında olmak kıskançlığı daha iyi anlamamızı ve bizi yanlış yönlendirebilecek görüşleri eleştirebilmemizi sağlar demiştir.
Kadının ihanetine karşı kültürel olarak kabul gören tepkiler daha serttir. Kıskançlıkla ilgili “haklı cinayet”lerde haklı taraf hep erkektir.
İnsanın yaptığı veya hayal ettiği şeylerin,
kendi kültüründe garip karşılansa da, başka bir kültürde normal olması olasılığı rahatlatıcıdır.
Dünyaya geldiği andan itibaren içine doğduğu gelenekler, bireyin deneyim ve davranışlarını şekillendirir. Konuşmaya başladığında, kendi kültürünün küçük yaratığı haline gelmiştir.

Ruth Benedict, Kültürün Kalıpları

Kıskançlık evrimsel ve şu anki toplumsal güçlerin etkileşiminin sonucudur. Ayrıca bireyin zihnindeki sürecin ve çiftin ilişkisindeki yıkıcı kalıpların sonucudur. Kıskançlık en iyi şekilde iç içe üç halka olarak tanımlanabilir. Birinci halka bireydir. İkincisi çifttir. Üçüncüsü çiftin içinde yaşadığı kültürdür. Birey tarafından yaşanır, çiftin ilişkisinde oynanır ve evrimsel ve toplumsal güçler tarafından şekillenir.
Ayrıca, sosyobiyologların kıskançlığın “doğal” olduğu ve bir çeşit biyolojik zorunluluğu yansıttığı düşüncesi tehlike içermektedir. Şiddet gibi kabul edilemez davranışları haklı hale getirmektedir. Sevgililerini ve rakiplerini, kendilerini kontrol edemedikleri için öldüren erkeklere karşı eskiden beri bir hoşgörü bulunmaktadır. Bu “biyolojik zorunluluk”, kıskanç kadın için pek mümkün görülmez.
Sosyobiyolojik yaklaşım, deneysel olarak ne kanıtlanabilen ne de çürütülebilen dairesel muhakeme ve açıklamalar kullandığı için eleştirilere maruz kalmıştır. Kıskançlıkta cinsiyet farklılıkları gibi var olan fenomenlere bakarak, bunların var olmalarında evrimsel bir neden olduğunu varsayar. Sosyobiyologlar, belirli özelliklerin hayatta kalmaları için evrimsel bir neden yoksa bugün var olmayacakları inancındadırlar. Ancak var olduğu için bir olguyu kanıt olarak sunmak geçerli bir savunma değildir.
İstinai durumların olduğunu bilmek, kadın ve erkek kıskançlığının farklı oluşunun sosyobiyologların iddia ettikleri gibi doğuştan gelmediğini göstermektedir. Genetik programlama insan gibi karmaşık bir varlığı açıklamak için yetersiz kalmaktadır. Bıı farklılıklar, evrimsel güçlerin toplumdaki diğer güçlerle birlikte çalışmasından kaynaklanmaktadır. Bu bizi kıskançlığın belirli bir eğilim ve belirli bir tetiklemenin etkileşiminden doğduğu görüşüne geri götürmektedir. Genetik programlama ve toplumca belirlenmiş güç farklılıkları kadın ve erkeğin kıskançlık eğiliminlerini etkiler. Bu eğilimlerin kendilerini gösterebilmesi, ilişkinin dinamiklerine ve bireyin zihnindeki içsel sürece bağlıdır.
Kadınlar sosyal olarak ilişkiye daha fazla
önem vermek ve bağlı kalmak üzere yetişmişlerdir. Güç farklılıkları doğuştan değildir; çift arasında yansımasını bulan güç ayrımı, toplum içindeki güç farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Kendine evlilik dışında alternatifler yaratan, kocasına duygusal, sosyal ve mali açıdan daha az bağımlı olan bir kadının, kıskanç kadın rolünü yüklenme olasılığı daha azdır.
Anormal kıskanç bir eşi olan kişi, büyük olasılıkla, kıskançlık sorununu ayakta tutmakta aktif bir rol oynadığını kabullenmekte zorluk çekecektir. Kıskanç eşi suçlamak, paylaştığı ilişkiyi şekillendirmede sorumluluk almaktan daha kolaydır. Ancak uzun dönemde, eşi suçlamak en iyi yaklaşım değildir. Sorumluluk almak -suçu kabul etmekle aynı şey değildir- kişinin sorun üzerinde kontrolü olduğu anlamına gelir. Sorunu yaratmakta katkısı olduğunu kabul eden kişiler, sorunu çözmek için de aktif rol oynayabilecekleri düşüncesiyle rahatlayabilirler.
Eşlerden birinin “anormal kıskanç” olduğu bir çiftle çalışmanın ortaya çıkardığı şeylerden en sık rastlananı, kıskanç olmayan tarafın psikolojik olarak ilişkide kalmasının iyi bir nedeni bulunmasıdır.
Böylece olumsuz duygularını engellemeye çalıştı. Duyguları seçerek engellemek imkânsızdır; duygusal bir kalkan oluşturulduğunda tüm duygular dizginlenir. Sonuçta, Lillian öfkesini bastırırken, sevgi ve tutku duygularını da bastırdı.
Kurban olan ve kurban eden rolleri her iki partnerin de yer aldığı keyfi kararın sonucu olarak görülmektedir. Koca sadakatsiz kötü adamı oynuyorsa, sistemik yönelimli bir terapist, kadının da bu role katkıda bulunduğunu veya ihanete uğramış kurban rolünden bir şeyler elde ettiğini varsayar.
Hatalar tek taraflı olsaydı,
kavgalar sürmezdi.

La Rochefoucauld, Yansımalar, 1675

Psikodinamik yaklaşıma getirilen en büyük eleştirilerden biri, kıskançlığa sevkeden gerçekleri gözardı etme eğilimi ve tüm kıskançlıkların bir bakıma sanrılı olması varsayımıdır (zihnin ürünü olup, gerçekle bağdaşmaması). Bazen kişinin ihaneti kışkırtması ve bir anlamda arzulamasını göstermek dışında, kıskançlığı uyandıran gerçek ihanete az önem verilir.

Benzer bir eleştiri de, kıskançlık sorunu doğuran durumları seçmek veya yaratmak konusunda bireyi suçlama eğilimidir. Psikodinamik yönelimli bir terapist, kıskanç olmayan bir kişi için kıskançlığın nelere işaret ettiğini görmezden gelmeye eğilimlidir.

Psikodinamik yaklaşım, bilinçdışım lazla vurgulayıp bilinçli beklentilere ve kıskançlığı yaratan ve onları canlı tutan gerçek olaylara yeterince önem vermemesi açısından da eleştirilmektedir.

Ayrıca yapılan bir eleştiri de, erken çocukluk deneyimleri üzerinde fazla durup, şu anki güçlere, özellikle ilişki dinamiğine yetersiz önem yermesidir.

Her yetişkinin içinde, bir noktada kendini terk edildiğini zannedip korkmuş, düş kırıklığı içinde öfkelenmiş ve acıyla ağlamış bir çocuk vardır. Yetişkinlerin çoğunun içinde, yaşamın ilk haftalarındaki eksiksiz güven için özlem vardır. Birçoğu, kardeş ya da ebeveynle paylaşmak zorunda kaldıkları sevgi için hayıflanırlar. Yetişkin olarak bu duyguları anımsayamayabilirler, ama yine onları içlerinde taşırlar. Kıskançlık yaratan olaylara abartılı ve uygunsuz tepkiler vermelerinin nedeni bu duygulardır.
İnsan neden kendine acı veren şeyleri hayal eder ki? kıskançlığına katkıda bulunan öğelerden biri, “bölerek yansıtma” denen bilinçdışı mekanizmadır. “Bölme” kısmı insanın kendine itiraf edemediği şeyleri başkasına yansıtmasıdır. Bunun nedeni, başka bir kişideki olumsuz yönlerle uğraşmanın insanın kendisiyle uğraşmasından daha kolay olmasıdır.
sanrılı kıskançlık öncesi yaşananlardan biri de erken yaşlarda ebeveynin çocuğu şımartması ya da yeterli ilgi göstermemesidir -her ikisi de bireyi kronik olarak kendini yücelten bir sevg ihtiyacı içinde bırakır ve kişi rakiplerinden kuşku duyar. Bunun klinik terimi narsisizmdir. Bu tür insanlar kendilerine güvenlerini destekleyen ilişkilere girerler. Bu şekilde çocukluklarını tekrar yaşarlar.
“Normal saymamıza rağmen, kıskançlık tamamen mantıksal değildir, yani gerçek olaylarla bağlantılı ve orantılı ve bilinçli egomuzun tamamen kontrolü altında değildir” diye devam eder Freud. “Yani hepimizin yaşadığı normal kıskançlıkta da bazı mantıkdışı öğeler vardır. Bunun nedeni, kıskançlığın, bilinçdışmın derinliklerine gömülmüş olması ve çocukken bizi etkileyen olayların tekrar ortaya çıkmasıdır.”
Freud, kıskançlığın şunlardan oluştuğunu söylüyordu:
• Keder, sevdiğimiz bir kişiyi kaybetme düşüncesinin verdiği acı
• Bir şeyi çok istesek ve hak ettiğimizi hissetsek de, istediğimiz her şeyi elde edemeyeceğimizi fark etmemizin verdiği acı
• Başarılı rakibe karşı duyduğumuz düşmanlık
• Kaybımız için, az ya da çok, kendimizi eleştirmemiz
Çiftlerin karşılıklı ihtiyaçları vardır. Her eş bastırılmış kısmını temsil eden bir kişiyi seçer. Örneğin, duygularını bastırmak zorunda kalmış bir adam, mantığını bastırmak zorunda kalmış duygusal bir kadınla evlenir. İçsel çatışmalar, evlilik çatışmaları olarak dışavurulur. (Neden daha duygusal değil? Neden daha mantıklı değil?) Eşler arasında kıskançlık veya diğer konularda yaşanan çatışmalar, iç çatışmaların tekrar harekete geçişidir.
Psikodinamik yaklaşım, insanların kendi yaşamlarını oluşturmakta ve yakın ilişkiler kurmakta aktif (bilinçsiz bile olsa) bir rol oynadıklarını varsayar. “Patolojik şekilde sadakatsiz” ya da “patolojik derecede kıskanç” insanlarla ilişki kurmalarına kötü şans karar vermez. İnsanlar dikkatle o role uyan kişileri seçerler.
Patolojik toleransa benzer bir klinik sendrom, “psikolojik körlük”tür. Bu herkes için aşikâr olan kıskançlık yaratıcı olayların fark edilememesi ya da doğru şekilde yorumlanmaması anlamına gelmektedir.
1979 yılında, Freud’un kıskançlık üzerine yaptığı çalışmaların basımından elli altı yıl sonra, Emil Pinta adında bir psikiyatrist, kıskançlık duymak gerektiğinde kıskanç olmama şeklinde bir klinik sendromun tanıtıldığı “Patolojik Tolerans” adlı bir yazı yayımladı. Pinta, karı veya kocanın üçüncü bir kişiyi kabul ettiği birkaç vakadan bahsediyordu.
Freud’un görüşüne göre, önemli bir ilişkisi tehlikeye girdiğinde kıskançlık hissetmeyen bir insanın hayatında bir şeyler iyi gitmemiştir. Bu, sevdiğiniz bir kişi öldüğünde üzüntü duymamaya benzetilebilir. Bu tür bir davranış, büyük bir olasılıkla, kişinin kıskançlık duygusunu bastırmak için çabaladığı, kendinden ve başkalarından sakladığı anlamına gelir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir