İçeriğe geç

Ashab-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları Kitap Alıntıları – Ömer Nasuhi Bilmen

Ömer Nasuhi Bilmen kitaplarından Ashab-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları kitap alıntıları sizlerle…

Ashab-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadları Kitap Alıntıları

Rasülü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurdu:

Sizin ashabım ile ne alıp vereceğiniz var?. Ashabımı bana bırakınız, nefsim yedi kudretinde olan Allaha kasem ederim ki, biriniz Uhud dağı altın tasadduk edecek olsa onlardan birinin bir günlük amelinin misline yetişmiş olamaz.

(Kerbela hadisesi hk.)

Hülâsai kelâm: Bu bir hâdisei tarihiyedir ki, bir takdiri ilâhi muktezası olarak bundan bin üç yüz sene evvel vuku’ bulmuştur. (Olmuş amma olmasaydı keşke) demekten başkası zâitir. Bu gün biz, bundan mes’ul değiliz, bundan dolayı kendilerine mes’uliyet teveccüh edecek kimseler var mıdır, yok mudur, bu da bizce sâbit, yakinen malûm değildir. Artık bunu bahâne ederek büyüklere, dine hizmetleri beynelmüslimîn sâbit olan zatlara dil uzatmamız aslâ doğru olamaz.

Binaenaleyh ehli sünnetin mezhebi, ashab arasındaki münazaattan lisanları tutmaktır. Çünkü hepsinin faziletleri sâbit, muhabbet ve muvalâtı vacibtir. Olabilir ki, onların bu hususta indallah makbul olan özürleri bulunur da başkalarına gizli kal- mış olur ve bunlardan bazıları tövbe etmiş, bazıları da Allahın mağferetine nâil olmuş olabilir. Bunların aralarındaki münazaalara dalmak, bir çok insanların kalblerine buğz ve adavet düşürür. Artık insan bu babda muhtî, belki de âsi olur. Öyle ise insan kendi nefsine bakmalıdır.
İsmail Hakkı merhum tefsirinde şu malûmatı veriyor: «Şer’an küfrü sâbit olmayan kimseye lânet edilmesinde hatar vardır. Çünkü onun hatimei hali malûm değildir, çok kerre bir kâfir ihtida veya bir fâcir teybe edip de Allah indinde mukarreb olarak vefat edebilir. Görülmüyor mu ki: Vahşi, Nebiyyi zîşanın amcası Hamza Radıyallahü anhi öldürmüştü. Sonra Resuli Ekremin elinde Müslüman oldu da Allah Taalâ kendisini cennetle müjdeledi. Bu, Yezîde lânet etmeyen kimse için bir hüccettir. Zira Yezidin de tevbe, rucû etmiş olması muhtemeldir. Artık bu ihtimal mevcut iken lânet olunamaz»
Zahiriye mezhebinin en yüksek âlimlerinden olan İbni Hazmin’de dediği gibi: Eğer imamet, Îmam Ali’nin hakkı olsaydı başkalarına ve -haşa– Rafizilerce kâfir veya fasık sayılan kimselere nasıl kendi rızasiyle mübayaada (biat etmek) bulunabilirdi!. Onların hizmetlerinde, meclislerinde nasıl bulunabilirdi!. Ve Hazreti Fatımadan olan kızını Hazreti Ömer’e nasıl tezvic edebilir di?. Onun teşkil ettiği şûraya nasıl girebilirdi? İmam Ali’nin kendi hakkındaki bir nassı ölüm korkusuyle gizli tutmuş olduğunu zannetmek de câiz olamaz. O şecaatça bir arslan idi, o kendisini Resulüllâhın huzurunda nice ölümlere maruz bulundurmuştu, onun Cemel ve Siffeyn muharebelerindeki bahâdirlığıda ma’lûmdur.
Ashabı Kiramın ne kadar doğru sözlü, seciyeli, hakkı söylemekten çekinmez, batıla boyun eğmez, mücahededen yılmaz, Resulüllâhın emirlerine itaattan ayrılmaz zatlar olduğu malûmdur. Bilhassa İmam Alinin seciyesi, şecaati, ilm-ü fazileti, mensûb olduğu hanedanı Âlînin kudret ve mehabeti de şüphesizdir. Eğer hilafeti İslâmiye, tarafı Nebevîden İmam Aliye tevcih ve tahsis edilmiş olsa idi sahabei kiram buna asla muhalefet etmezlerdi. Hazreti Ali için de bu hakkını aramak bir vecîbe olurdu. Artık başkalarının hilâfetini nasıl kabul edebilirdi? Halbuki kendisinden evvelki üç halifenin hilâfetini kabul etmiş, kendilerine: «Halifetül’müslimîn, Emirül’mü’minîn, diye hitap eylemiş, kendileriyle teşriki mesaide bulunmuştur.

Hazreti Ali’nin bu hali bir takiyyemi idi?. Haşa!. Öyle yüksek bir zatı cebanetle, seciyyesizlikle, lisanın kalbine uygun olmamasiyle ittihama kim cür’et edebilir?. Böyle bir cür’et, mübâret zatı hakkıyle tanımamaktan ileri gelir.

Velhasıl: Bu Sıffin harbi de esasen bir ictihad, bir hakkın tecellisine hizmet neticesi idi. Bütün bu savaşlar, kıyamlar, Hazreti Alinin muhterem şahsına müteveccih değildi. Belki onun idaresi altında bulunan ihtilâlci kuvvetlere karşı idi. Evet Bütün vicdanlar, Hazreti Osmanın katillerini âleme meydan okur bir tarzda serbest gezip dolaşır gördükçe sızlıyordu. Pek mühim bir hüküm terkedilmiş, Hazreti Ali kendisine hilâfeti temin edenlere bir cemile olmak üzere veya aczinden nâşi bu hususda müsamaha göstermiş gibi sanılıyordu. Bu bir yanlış ictihad olabilirdi. Fakat pek mühim bir hükmi şerînin ifasını temine müteveccih bir ictihad olduğu için sahibleri hakkında mes’uliyeti mûcib olmıyacaktır. Bahusus iki tarafın birbirine afv edeceği de hâiz oldukları pek yüksek hasletlerinden kuvvetle me’muldur.
İmam Ali, bu hükmi şer’inin (Hz. Osman’ın katillerinin bulunması) biran evvel tatbikini şüphe yok ki pek ziyade arzu ederdi. Fakat zaman müsait değildi, hikmeti idare, bunun sonraya bırakılmasını icap ediyordu.

Evet câniler, her taraftan gelip toplanmış bir takım derbederlerdi, bunlara söz anlatmak müşkildi, daha başka ihtilâlIere sebebiyet vermeden kısas hükmünü icra, mümkün görülmüyordu, bunda tehlike melhuz idi. Bu cihetle Hazreti Ali, vaziyetin düzelmesine kadar beklemek mecburiyetini duymuştu. Bu hususta haklı idi, ma’zur idi.

Beri taraftan bir çok ashabı kiram, eâzimi ümmet de kısas hükmünün derhal tatbikini bir vecîbe görüyorlardı. Bu hususta İmam Alinin müsamahada bulunduğuna zahib olmuşlardı. Hatta aşerei mübeşşereden Zübeyir ile Talha Hazretleri İmam Aliye bey’at etmiş oldukları halde bu müsamahadan dolayı münfail olmuşlar, hükmi şer’înin biran evvel icrasını te’min için muhalefete başlamışlardı. Abdullah ibni Zübeyir Hazretleri đe muhterem halası zümre tarafına imale etmiş, bu baptaki içtihatleri saikasiyle tarihi islamda hüzün ve kederle mukayyet olan Cemel vakası meydana gelmiştir.

Fakat bu vak’a neticesinde galib olan Hazreti Alinin şehid olan Zübeyr ve Talha Hazretleri için gözyaşları döktüğü ve Hazreti Âişe validemizi kemalı ihtiram ve i’zaz ile Medinei Münevvereye iade ettiği malûmdur.

Bu acı vak’a, bir hüsni niyet, bir ictihad neticesi olduğu için iki taraf da indallah mes’ul olmayacaktır. Zaten iki tarafta birbirini -Allahü alem- çoktan afvetmiş bulunmaktadırlar. Ridvanullahi aleyhim ecmaîn.

Resuli Ekrem Efendimiz Ebubekir Ömer ve Osman Hazretleriyle Uhut tepesini ederken yer sarsıntısı olmakla: Dur Uhut! senin üzerinde bir Peygamber ile bir Sıddık, iki de şehid bulunmaktadır buyurmuş ve bu iki şehidin Hazreti Ömer ile Hazreti Osman olduğu bil’âhara tahakkuk etmişti.
Artık hiç câiz olur mu ki, şimdiki müslümanlar, kendilerinden asırlarca evvel gelip geçmiş, nesilleri kesilmiş olan din kardeşlerini hayr ile yad etmesinler, onların haklarında suizanna ve meçhul, mevzu veya müevvel, muhassas delillere, hikâyelere tâbi olarak yanlış hükümler versinler, çoktanberi rahmanın rahmetine kavuşmuş olan o muhterem dindaşlarımıza karşı kalblerinde kin tutsunlar, dilleri de bu kine tercüman olsun!.
Resuli (Sallâllâhü aleyhi vesellem) Efendimizin ehli beytine, Âl ve evlâdına candan hürmet ve muhabbet etmek, onları her vechile tebcil ve tevkıre çalışmak, onların ulviyetini, nezahatını bilip itirafta bulunmak, bütün müslümanlar için bir vazifedir. Bizim selâmet ve saadetimiz onlara ittiba ile kaimdir.

Evet Ehli beyti nübüvvetin meseli, Nuh Aleyhisselâmın sefinesi gibidir. Bu sefineye rakip olan tufandan necat bulduğu gibi Ehli beyte tabi’ olan da hüsrandan halas olur. Haktaalâ, cümlemize kemaliyle mütabaat nasip buyursun.

Şifa’i şerifte bütün siyer kitaplarında mufassalan yazılmış olduğu üzere Nebiyyi Zişan Efendimiz, pek geniş yürekli, pek sabırlı ve tahammüllü idi, halk ile muaşeret ve musahabet hususunda nasın en kerimi idi. fahiş lâkırdılardan ve nasın kusurlarını teftiş teşhirden pek ziyade kaçınırdi, bir kimsenin islâha muhtaç bir halini haber alsa adını tasrih etmek sizin: «Şöyle yapılıyormuş, o muvafık değildir, onu terk etmeli.» tarzında işaret buyururlardı, bağırıp çağırmazdı, lüzumsuz yere kimseyi medhü-senada bulunmazdı, bütün sözleri birer hakikate tercüman idi, mazeret dermeyan edenlerin özürlerini kabul buyururdu.
Resuli Ekrem (Sallâllâhü aleyhi ve sellem) Hazretleri, herkes ile güzel görüşürdü, hiç bir kimsenin söylerken sözünü kesmezdi, hiçbir kimseye karşı kalbini kıracak bir söz söylemezdi, herkesi en memnun olacağı adıyle, lâkabiyle yadederdi, bu suretle hem muhataplarına ikram etmiş, hem de başkalarına bir edep dersi vermiş, hem de Ashabı kiramı hakkında ne yolda muamele lüzumuna işaret buyurmuş olurdu.
Artık şüphe yok ki, Peygamberi Âlişanımızın vücudu bütün âlemlere en büyük bir rahmettir. Evet Onun dünya hayatı böyle bir rahmet olduğu gibi ahiret hayatı da yine onun neşrettiği hakikat nurlarından müstefit olan insanlar için bir rahmet bulunmuştur. Nitekim bir hadisi şerifte: Sizin için hayatım da, mevtim de büyük bir hayırdır buyurulmuştur.

Filhakika dünyada bulundukça beşeriyeti irşat ve tenvire çalışmış, herkesi selâmet ve saadete eriştirmeyi bir gaye bilmiş, kendisine tâbi’ olanları meleklerden daha yüksek bir kemal mertebesine eriştirmiştir. Ebediyyet âlemine intikalden sonra da ümmetinin şefaatcısı, uhrevî hamisi bulunmuştur. Ümmeti merhumesi, ahirette onun rehîki kevserinden kana kana içecek, onun şefaatile mahşerin dehşetinden, bir çok uhrevî mes’uliyetlerden kurtulacak, bir nice ilâhî nimetlere, manevî tecellilere nâil olacaklardır. Artık onun mücessem, bir hayır, muazzam bir rahmet, mukaddes bir vücut olduğunda kim tereddüt edebilir?

Kerim, rahim hâlikimizin Salâtüselâmı o Peygamberi âlişanın bilcümle mübarek âl ve ashabının pâk ruhlarına da olsun ki, her biri bizler için bir hidayet yıldızı, bir saadet rehberi olarak yollarımızı aydınlatmış, İslâm dininin nihayetsiz feyizlerinden her tarafı müstefit kılmak için mücahede sahalarına atılmış, yüksek dinimizin semavî hükümlerini şark ve gârba yaymış, tanıtmış kudsal isimleriyle mübeccel hörmet ve muhabbetleriyle asfiyaı ümmetin kalplerini daima tezyîn etmekte bulunmuşlardır.
Binaenaleyh her hangi bir kimsenin ahvalini, aşkınını evvelce keşif ve ta’yin etmek kolay değil belki de mümkün değildir. Bu cihetle de hiçbir kimse böyle bir keşf ve tayin ile mükellef ,bundan dolayı mesul olamaz.
حیاتی خیر لکم و موتی خیر لکم
Sizin için hayatım da, mevtim de büyük bir hayırdır.
Hadis-i Şerif
Allah Tealâ Hazretlerine nihayetsiz hamd-ü senâ olsun ki, bizleri en büyük peygamberin ümmetinden bulunmak şerefine erdirmiş, bizleri mukaddes İslâm dininin yüksek hükümleriyle tenvir ederek dünyada da, ahirette de selâmet ve saadetimize vesile olacak vecibeler ile mükellef kılmıştır.
Bir hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur:
Ashabımın hoş görülmeyen hallerini söylemeyiniz sonra onlara karşı kalpleriniz ihtilafa düşer. Ashabımın güzel hallerini yadediniz ta ki onlara karşı kalplerinizde bir itilaf husule gelsin.
Deylemi, ibnuneccar kenzulummal muntehabi s:34.
Benim ashabım gökteki yıldızlar gibidirler, her hangisine bakıp istidlali tarik etseniz hidayetyab olursunuz.
Ashabımın hepsinde de bir hayır vardır.
Ashabı kirama dil uzatanların yarın ahirette mahkeme-i kübra ilahiyyede nasıl cevap verecekleri düşündükçe titrerim.
Ileride muhakkak bir takım hâdiseler zuhur edecektir. Bu ümmet, ictimai bir vahdet halinde iken bunun bu varlığını her kim dağıtmak, perişan etmek kasdinde bulunursa onu kılıçlarınızla vurup yola getiriniz.
حیاتی خیر لکم و موتی خیر لکم
Sizin için hayatım da, mevtim de büyük bir hayırdır.
Hadis-i Şerif

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir