İçeriğe geç

Aristotle and Dante Discover the Secrets of the Universe Kitap Alıntıları – Benjamin Alire Sáenz

Benjamin Alire Sáenz kitaplarından Aristotle and Dante Discover the Secrets of the Universe kitap alıntıları sizlerle…

Aristotle and Dante Discover the Secrets of the Universe Kitap Alıntıları

Gençliğim boyunca seni aradım
neyi aradığımı bilmeden.
Nasıl birşey olacağını düşündüm; bir kızı sevmenin, bir kızın nasıl düşündüğünü bilmenin, dünyayı bir kızın gözlerinden görmenin. Belki erkeklerden çok biliyorlardı. Belki erkeklerin asla anlayamayacağı şeyleri anlıyorlardı.
belki de can acısı ile iyileşmenin arasında yaşıyorduk.
Gözleri çöldeki gece göğü gibiydi.
İçinde yaşayan koskocaman bir dünya vardı sanki. O dünyaya dair hiçbir şey bilmiyordum.
evrenin bir başka sırrı. bazen acı nereden geldiği belli olmayan bir fırtına gibiydi. berrak bir yaz sabahı sağanakla bitebiliyordu. şimşekler ve gök gürültüleriyle.
birisinin elini tutmanın nasıl hissettirdiğini merak ettim. evrenin tüm gizemlerinin bazen birinin elinde bulunabileceğine emindim.
bu nasıl bir histi acaba, kendini sevmek? bazı insanlar kendilerini sevmezken neden ötekilerin sevdiğini merak ettim. belki de işler böyle yürüyordu.
tutunamadıklarımızdan yaratılmıştır yıldızlar.
şiirlerin insanlara benzediğini düşündüm. bazı insanlarla daha baştan iyi anlaşıyordunuz. bazılarını anlamıyordunuz ve asla da anlamayacaktınız.
kahkaha da hayatın gizlerimden biriydi.
Ve neden bazı erkeklerin içinde gözyaşları varken bazılarında hiç yoktu?
Dante benim teleskopla gökyüzünü incelememi seyrederken, Günün birinde evrenin tüm sırlarını keşfedeceğim,” diye fısıldadı
Gülümseyişinde hüzün saklıydı. Belki herkes biraz
hüzünlüydü.
“Belki rahip olursun.”
“Rahip olmak için Tanrı’ya inanmak gerek.”
Kelimeler, içinizde yaşadıklarında farklılaşıyordu.
İnsan birazcık kötü olmadan nasıl yaşayabilirdi?
Saf olmak, hava gibi olmak harika olurdu muhtemelen. Aynı anda hem bir şey hem de hiçbir şey olabilirdim. Gerekli ama aynı zamanda görünmez. Herkes bana ihtiyaç duyardı ama kimse beni göremezdi.
Kimseyle konuşasım yoktu. Kendimle konuşasım vardı.
Sanki Dante’nin suratı dünya haritasıymış gibi geldi birden. Karanlığı olmayan bir dünya.
Karanlığı olmayan bir dünya. Ne kadar güzel bir düşünceydi.
Kelimeler, içinizde yaşadıklarında farklılaşıyordu.
Dante’ye kadar başkalarıyla olmak dünyanın en zor işi gibi gelirdi. Fakat Dante konuşmayı, yaşamayı ve hissetmeyi sanki bunlar gayet doğalmış gibi gösteriyordu. Benim dünyamda değillerdi.
Tüm öğleden sonra Dante’nin odasındaki o büyük koltuğa oturdum, o da yatağına uzandı. Ve şiir okudu.

Anlamayı kafaya takmadım. Ne anlama geldiklerini kafama takmadım. Kafama takmadım çünkü asıl önemli olam, Dante’nin sesinin gerçek gibi hissettirmesiydi. Ben de gerçekmişim gibi hissediyordum.

“Ben Dante,” dedi.
Bu sefer daha çok güldüm. “Pardon,” dedim.
“Sorun değil. İnsanlar ismimi duyunca gülüyor hep.”
“Hayır, ondan değil,” dedim. “Benim isimim de Aristo.”
Dante arkadaşım. Onlara hiç arkadaşım olmadığını, gerçek bir arkadaşım olmadığını söylemek istiyordum. Ta ki Dante’ye kadar.
Hiçbir şeyden korkmadığımı söylemiştin. Bu doğru değil. Sen. Senden korkuyorum, Dante. Derin bir nefes aldım. Yine dene, dedim. Öp beni.
“Onu anlıyor musun?”
“Her zaman değil. Ama sevdiğin insanları her an anlamak zorunda değilsin, Ari.”
“Belki de dünyada yolunu bulmak için kelimelere ihtiyaç duymuyordu. Ben öyle değildim. Yani dışarıdan öyleydim, kelimelere ihtiyacım yokmuş gibi davranıyordum. Ama içim öyle değildi.”
“Bazen içimde böyle bir şeyler koşturup duruyor, böyle duygular. Onlarla ne yapacağımı her an bilemeyebiliyorum. Muhtemelen bir anlam ifade etmiyor ama.”

“Normal bence, Ari.”

“O kadar normal olduğunu sanmıyorum.”

“Bir şeyler hissetmek normal.”

“Ama ben kızgınım. Ve bunca kızgınlığın nereden geldiğini hiç bilmiyorum.”

“Ne kadar oturduğumu bilmiyorum. Titremeye başladım. Delirdiğimi biliyordum ama kendime bunu anlatamamıştım. Belki de delirince öyle oluyordu. Anlayamıyordunuz. Ne kendinize ne başkasına. Ve delirmenin en kötü yanı, artık deli olmadığınızda kendinize dair ne düşüneceğinizi bilememekti.”
Sonsuza dek arkadaşı olacaksın, değil mi?
Sonsuza dek.
Ne olursa olsun?.
Ne olursa olsun.
Arkadaşa ihtiyacı var. Herkesin bir arkadaşa ihtiyacı var.
Benim de var, dedim. Bunu daha önce hiç söylememiştim.
Bazen sanki benimle olduğu için mutluymuş gibi ıslık çalıyordu. Belki de dünyada yolunu bulmak için kelimelere ihtiyaç duymuyordu. Ben öyle değildim. Yani dışarıdan öyleydim, kelimelere ihtiyacım yokmuş gibi davranıyordum. Ama içim öyle değildi.
Fakat beni yiyip bitiren en sinir bozucu şey,annemin benden daha çok arkadaşı olmasıydı.Daha üzücü bir şey olabilir miydi ?
Sanki Dante’nin suratı dünya haritasıymış gibi geldi birden. Karanlığı olmayan bir dünya.
Karanlığı olmayan bir dünya. Ne kadar güzel bir düşünceydi.
Edward Hopper’ın Gece Kuşları isimli ünlü bir resmi var. O resme bayılıyorum. Bazen herkesin o resimdeki gibi olduğunu düşünüyorum; herkesin kendi acı veya pişmanlık dolu evreninde kaybolduğunu, herkesin uzak ve bilinmez olduğunu. Resim bana seni hatırlatıyor. Kalbimi kırıyor.
Dante benim teleskopla gökyüzünü incelememi seyrederken, Günün birinde evrenin tüm sırlarını keşfedeceğim. diye fısıldadı.
Bu beni gülümsetti. O kadar sırla ne yapacaksın, Dante?
Ne yapacağımı bulurum. dedi. Belki dünyayı değiştiririm.
Ona inandım.
Gençliğim boyunca seni aradım neyi aradığımı bilmeden
Kelimeler, içinizde yaşadıklarında farklılaşıyordu.
İşte benim problemim bu. İnsanların bana nasıl hissettiklerini söylemelerini istiyorum ama bu iyiliğe aynı şekilde karşılık vermek istediğimden emin değilim.
Hayatım çok ilginç olmayabilir ama en azından meşgulüm. Meşguliyet mutluluk demek değil. Bunu biliyorum. Ama en azından sıkılmıyorum. Sıkılmak en kötüsü.
Sorunum buydu. Bunca zamandır evrenin sırlarını, kendi bedenimin sırlarını çözmeye çalışıyordum. Tüm cevaplar burnumun dibindeydi oysa ben bile farkına varamadan sürekli onlarla savaşmıştım. Dante’yle tanıştığım ilk anda ona aşık olmuştum. Sadece kendime fark ettirmemiş, düşündürmemiş, hissettirmemiştim. Babam haklıydı. Ve annemin söylediği şey doğruydu. Hepimiz kendi savaşlarımızı veriyorduk.
Suskundu. Canını acıtmam.
Canımı acıttın zaten. Söylemek istediğim buydu. Zihnimde dolanıp duran kelimeler bunlardı. Suratına tükürürcesine söylemek istediğim kelimeler. Kelimeler acımasızdı. Ben acımasızdım.
Odadan çıkmak üzereydi. Bir an duraksadı. Sırtı bana dönüktü. Başka kâbus gördün mü?
Hep kâbus görüyorum, dedim.
Hasta değilken bile mi?
Evet.
Kapı eşiğinde duruyordu. Dönüp bana baktı. Hep kayıp mısın?
Çoğunda, evet.
Ve hep beni bulmaya mı çalışıyorsun?
Çoğunlukla galiba kendimi bulmaya çalışıyorum, baba.
Şiirlerin insanlara benzediğini düşündüm. Bazı insanlarla daha baştan iyi anlaşıyordunuz. Bazılarını anlayamıyordunuz ve asla da anlayamayacaktınız.
Kuşları incelesek belki özgür olmayı öğrenirdik.
Beni arıyordun, dedi.
Ona baktım.
Rüyanda. Beni arıyordun.
Ben hep seni arıyorum, diye fısıldadım.
Aklıma Dante gelince onu düşündüm.
Sanki Dante’nin suratı dünya haritasıymış gibi geldi birden.
Karanlığı olmayan bir dünya. Ne kadar güzel bir düşünceydi.
Şiirlerin insanlara benzediğini düşündüm. Bazı insanlarla baştan iyi anlaşıyordunuz. Bazılarını anlayamıyordunuz ve asla da anlayamayacaktınız.
Genelde görünmezdim. Galiba öylesi hoşuma gidiyordu.
Sonra Dante çıkagelmişti.
Kötü bir dünyada yaşayıp da o kötülüğün üzerine nasıl bulaşmadığını anlayamıyordum. İnsan birazcık kötü olmadan nasıl yaşayabilirdi?
Bazen insanlar konuştuğunda, doğruları söylemezler.
Bir parçasının bir daha asla aynı olmayacağını biliyordum.
Kaburgalarından fazlasını çatlatmışlardı.
Sonra başımı yere eğdim. “Dante’yi dövmüşler,” diye fısıldadım. “Tipinden o olduğu anlaşılmıyor bile. Suratını görseniz. Kaburgalarını kırmışlar. Ara sokakta bırakıp gitmişler. Hiçmiş gibi. Çöpmüş gibi. Bokmuş gibi. Hiçmiş gibi. Ve ölseydi umurlarında bile olmazdı.” Ağlamaya başladım. “Konuşmamı mı istiyorsunuz? Konuşayım o zaman. Söylememi mi istiyorsunuz? Söyleyeyim. Başka bir erkekle öpüşüyormuş.”
“Dünyada başka erkeklerle öpüşmeyi seven erkeklerden kötü şeyler var.”
Çok utanıyordum. Onu hafızamın kıyısında tuttuğum için. Çok utanıyordum.
“Dante’den kaçmak yok.”
“Bu ne demek?”
“Bence ne demek biliyorsun. Bir gün birisi sana gelip şey diyecek: ‘O ibneyle niye takılıyorsun ki?’ Eğer arkadaşım olarak yanımda durmayacaksan, Ari, bunu yapamayacaksan, o zaman en iyisi bence… yani bu beni öldürür. Eğer sen gidip de şey yaparsan ölürüm…”
Fakat sevgi bana hep ağır geliyordu. Taşımam gereken bir şey gibi.
Bana sırf Ari olduğum için sarılmalarını istiyordum ve onlar için asla sırf Ari olmayacaktım.
“Niye sarhoş olmak istiyorsun ki?”
“Bir şey hissetmek için.”
“Günün birinde bazı kurallarını çiğnemek zorunda kalacağım, anne.”
“Biliyorum,” dedi. “Bana fark ettirmeden yapmaya çalış, olur mu?”
“Hiç şüphen olmasın, anne.”
“Yüzmek ve sen, Ari. En çok bu iki şeyi seviyorum.”
Dante’nin yüzünde bir ifade vardı. Meleğe benziyordu. Ve benim tek yapmak istediğim, çenesine yumruk atmaktı.
Suskundu. “Canını acıtmam.”
Canımı acıttın zaten. Söylemek istediğim buydu. Zihnimde dolanıp duran kelimeler bunlardı. Suratına tükürürcesine söylemek istediğim kelimeler. Kelimeler acımasızdı. Ben acımasızdım.
Çayımızı içerek verandada oturduk ve yağmuru seyrettik. Gökyüzü neredeyse kapkara olmuştu, sonra dolu yağmaya başladı. O kadar güzel ve korkutucuydu ki… Fırtınaların bilimsel yönünü ve bazen bir fırtınanın nasıl da dünyayı parçalamaya çalışıyormuş gibi göründüğünü ve dünyanın parçalanmayı reddettiğini düşündüm.
Kelimeler bazen yiyeceklere benziyordu, ağzınızda bir tat bırakıyorlardı.
Belki de Dante kendisini gittiği her yere aitmiş gibi gösterebildiğindendi. Bense… Ben hiçbir yere aitmişim gibi hissetmiyordum. Kendi bedenime bile ait hissetmiyordum Özellikle kendi bedenime ait hissetmiyordum zaten. Tanımadığım birine dönüşüyordum. Dönüşüm canımı yakıyordu fakat neden canımı yaktığını bilmiyordum. Ve duygularımla ilgili hiçbir şey anlam ifade etmiyordu.
Eskizde hüzünlü ve yalnız bir şeyler vardı; merak ediyordum da acaba dünyayı böyle mi görüyordu yoksa benim dünyamı mı böyle görüyordu.
Şiir kitabına döndüm. Bir satır okudum ve anlamaya çalıştım: “tutamadıklarımızdan yaratılmıştır yıldızlar.”
Dünya çok sessizdi. Benimle dünya arasında bir bariyer vardı ve bir anlığına , dünyanın beni zaten hiç istemediğini ve bu sefer benden kurtulma fırsatını değerlendirdiğini düşündüm.
Nasıl bir şey olduğunu merak ettim, yani bir kuşun ölümüne ağlayan türde biri olmanın.
Dante’den daha kalpsizdim. Sanırım bu kalpsizliği ondan saklamaya çalışmıştım çünkü beni sevmesini istemiştim. Fakat artık biliyordu. Kalpsiz olduğumu. Ve belki bunda bir sorun yoktu. Belki kalpsiz olduğum gerçeğini, tıpkı onun kalpsiz olmadığı gerçeğini sevdiğim gibi severdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir