Dücane Cündioğlu kitaplarından Arasokakların Tarihi kitap alıntıları sizlerle…
Arasokakların Tarihi Kitap Alıntıları
Hatırlanacağı üzere İlber Ortaylı, kendisine sorulan Tarihi bilmek çok gerekli mi?” türünden bir suale şöyle cevap vermişti:
– Bu Kaşınmak gerekli mi?” diye sormaya benziyor. İnsan kaşınması gerektiğinde kaşınır. İnsanın kaşınmasını engelleyemezsiniz. Tarihi bilme ihtiyacı, tıpkı kaşınmak ihtiyacı gibidir. Çünkü insanoğlu geçmişini bilmek ister; tarihinde nelerin olup bittiğini öğrenmek ister.
Düşünüyorum da acaba niçin tarihi öğrenmek konusunda bu denli isteksiz bir millet haline getirildik?
Tarihi öğrenmek kaşınmak kadar tabii bir şey ise, niçin bu kadar tabii bir şey, tabii bir biçimde gerçekleşemiyor ve gereklilik meselesi hâlâ bir sualin mevzûu yapılabiliyor?
Herhalde şundan: Kaşınmak tabii bir ihtiyaçtır ve insan ihtiyaç duyduğunda kaşınır. Bu doğru. Ancak kaşınacak mahal yaralı ise, kaşınmak yarayı tahrib eder ve istenmeyen sonuçlara yol açar. Demek ki kaşınmanın tabii bir ihtiyaç olması, onun zorunlu bir ihtiyaç olarak nitelenmesine engel.
Tarihi öğrenmenin de tabii bir ihtiyaç olması, onun zorunlu bir ihtiyac olması demek değil. Yaralı bir vücudun kaşınması ne kadaryanlışsa, sorunlu bir mâzinin öğrenilmesi de o kadar yanlış addediliyor olmalı ki bu ülkede tarih, birtakım işlemlerden geçirilmeksizin öğrenim konusu olamıyor.
Her hatırat, tarih denen koca binanın inşasında kullanılan bir yapı taşı gibidir. Tek başlarına ele alındıklarında bir kıymet taşımaları da bundandır. Binanın tümü gözönünde bulundurulmadıkça veya kendilerini anlamlı kılacak diğer unsurlarla birlikte değerlendirilmedikçe bu yapı taşlarına hak ettikleri değeri vermek çok güçtür, hatta imkânsızdır. Binaenaleyh hatırat kitaplarıyla ünsiyet kurmakta zorlananlar, dünyaya (tarihe) ilgisizlikleri nedeniyle zorlanırlar.
Bilmek gerekir ki anacaddelere ancak ara sokaklardan çıkılır.
Kıyafet devrimi denen şey fesi, sarığı, çarşafı atmaktan ibaret değildi. Bütün bürokrasi milli bayramlarda ve balolarda İngiliz lordları gibi frak ya da smokin giymek zorundaydılar. Bir gün önce çarşaflı, yüzü peçeli gezen eşleri, 1920’lerin Paris modası tuvaletlerle baloya gitmeli, erkeklerle dans etmeliydiler. Esnaf, genel olarak halk, devrimin bu yanının dışında kaldı. Eşraf da öyle. Bürokrosinin alt katmanı, küçük memurların eşlerine tuvalet almaya, kendilerine frak, smokin diktirmeye güçlere yetmezdi. Böylece devrim , ancak Kemalist bürokrasinin üst katmanlarınca eksiksiz benimsenebildi. ( )
Ulusal olanı inkâr etmeden bir senteze varmaktı doğru yol. Batı’nın bir süreç sonucu vardığı sentezi olduğu gibi almaya kalkışmak değil. Bugün Nobel Ödülü’nü kazanan Japon bilim adamı, İsveç kralının geleneksel davetine ulusal giysilerini giymiş eşiyle katılıyor. Japonların çağdaş uygarlık düzeyine’ ulaştıktan başka ötekileri geçmesinin sırrını biraz da bu örnekte aramak gerek.
Gençler hatırat yazmazlar, yazamazlar; zira gençlerin hatırlayabilecekleri ve/veya yazabilecekleri miktarda bir mazileri yoktur.
Hatırat yazmak, evvelen yaşlıların işidir; yani yazmak istediklerinde işe yarayabilecek hatıralara sahip olanların.
Saniyen, geçmişleriyle, daha doğrusu kendileriyle hesaplaşmak, mazilerinin muhasebesini yapmak zaruretini duyanların.
Sâlisen, mağlupların, siyaset içinde değil, hayat karşısında mağlup olanların, mağlup olmaya değecek bir hayatı yaşamış olanların.
bir zamanlar bu ülkede gençler hep kendi iyilerini okurlar; kötülerin semtine uğramazlar, onları da semtlerine uğratmazlardı. söz gelimi necip fazıl’ı veya peyami safa’yı okuyan, seven, yazdığı her satırı takip eden bir genç, nâzım hikmet’i okumaz, tanımaz, okumaya, tanımaya ihtiyaç da duymazdı. kemal tahir’i, ahmed hamdi tanpınar’ı tanımak ise hem güçtü, hem özel gayret istiyordu.
Aptallar cennetinde yaşayanların mutluluğunu kıskanma. Çünkü o ancak bir aptala mutluluk gibi gelir.
İnsan doğru bir karar verebilmek için inceden inceye hayli düşünüyor da sonunda yine yanlış karar veriyor..
Hiçbir düşünme, tecrübe yerine kaim olamaz..
Kitaplara düşkün olmadan ilme düşkünlük olmaz.
“Geçmiş,geçmişi olanlar için geçmez.”
Genç yaşlarımda “okumak insanı olgunlaştırır” diye okumuştum. Olgunlaşmak ölmekmiş oysa.
Her hatırat, tarih denen koca binanın inşasında kullanılan bir yapı taşı gibidir. Tek başlarına ele alındıklarında bir kıymet taşımamalarıda bundandır. Binanın tümü göz önünde bulundurulmadıkça veya kendilerini anlamlı kılacak diğer unsurlarla birlikte değerlendirilmedikçe bu yapı taşlarına hak ettikleri değeri vermek çok güçtür, hatta imkansızdır. Binaenaleyh hatırat kitaplarıyla ünsiyet kurmakta zorlananlar, dünyaya (tarihe) ilgisizlikleri nedeniyle zorlanırlar.
Bilmek gerekir ki ana caddelere ancak ara sokaklardan çıkılır.
Genç yaşlarımda okumak insanı olgunlaştırır diye okumuştum. Olgunlaşmak ölmekmiş oysa.
Felsefenin ve sanatın gücü, felsefecinin ve sanatçının uyumsuzluğu sayesinde güç haline gelir
İnsanoğlu yaşadığı bir acıyı hep daha büyük bir acıyla sonlandırmak ister.
Çoçukken istek duyduğu meslek emeklilik.
Kitaplara düşkün olmadan ilme düşkünlük olmaz.