İçeriğe geç

Anna Karenina Kitap Alıntıları – Lev Nikolayeviç Tolstoy

Lev Nikolayeviç Tolstoy’un kitaplarından, Netflix’in de dizisi olan Anna Karenina Kitap Alıntıları sizlerle.

Anna Karenina Kitap Alıntıları

…birini seversen eğer, olmasını istediğin gibi değil, olduğu gibi, her şeyiyle seversin.
Mutlu aileler birbirlerine benzerler. Her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.
Kimse malından mülkünden memnun değildir, ama herkes aklından memnundur..
Seni özgürce ve korkusuzca sevebilmek için neler verebileceğimi bilseydin!
Sahip olduğum şeylere sevindiğim, sahip olmadıklarıma da üzülmediğim için mutluyum.
Kadın dediğin, her şeyin üzerinde döndüğü bir burgudur.
Sekiz yıldır hayatımı mahvetmiş, içimde canlı olan ne varsa her şeyi boğmuştu.
Onu bir kere görsem ve sonra ortadan kaybolsam, ölsem…
Gerçek aşkı tanımak için yanılmalı insan, sonra doğruyu bulmalı.
İnsanlar artık bir arada yaşayamıyor, bu bir gerçek.
İyiliğin bir nedeni varsa, iyilik değildir artık o. Sonucu, yani ödülü varsa iyilik olmaktan çıkmıştır. Öyleyse iyilik, neden ve sonuçlar zincirinin dışındadır.
Sizden nefret edenleri sevin, ama nefret ettiğiniz insanları sevemezsiniz.
…, bakışlar vardır, tavırlar vardır. Yüz yıl yaşasam yüz yıl unutmayacağım.
-Bugün ne kadar garipsin!
-Ben mi? Öyle mi dersin? Garip değilim, ama kötüyüm. Böyle olurum bazen. Canım hep ağlamak ister. Çok aptalca bir şey, ama geçer.
Şu takma saç modası da ne tuhaf şey! diye mırıldandı. Kızının saçını okşayamıyor da, ölmüş pis pis kadınların saçını okşuyor insan.
Ancak onurlu bir erkeğe, onurlu bir kadına hakaret edebilir insan; ama hırsıza hırsız olduğunu söylemek la constatation d’un jait’dir (bir gerçeği saptamak) yalnızca.
Enerjinin temelinde sevgi vardır.
Ağrıyan yeri koparıp atmak istiyor, sonra ağrıyan yerin bizzat kendisi olduğunu hissediyordu.
Ne mutlu dargınları barıştıran insanlara, onlar kurtulacaklardır.
Benim için yaşamın ta kendisi olduğunuzu bilmiyorsunuz sanki, ama ben rahatlık nedir bilmem ve size de veremem. Bütün benliğimi, sevgimi…evet.
Sizi ve kendimi ayrı olarak düşünemiyorum. Siz ve ben, benim için biriz. Ve bundan böyle ne kendim, ne de sizin için rahat olma olasılığı görmüyorum. Umutsuzluk, mutsuzluk olasılığı görüyorum… ya da mutluluk olasılığı görüyorum, hem de ne mutluluk!.. Mutluluk olanaksız mı yoksa?
Biraz ayrılık hep iyidir.
Pişmanlık duymak için vakit hiçbir zaman geç değildir.
Bülbülün karnı masalla doymaz, derler…
Hiçbir zaman umutlanmadım, ama hep bir inanç vardı içimde.
Görüyorsun ya, dedi. Her şeyinle tam bir insansın. Bu senin hem üstün özelliğindir hem eksik yanın. Yaradılışın tam günlük yaşamda her şeyin tam olmasını istiyorsun. Ama olmuyor. Söz gelimi, her işin her zaman amacına uygun biçimde yürütülmesini istediğin devlet hizmetinde bunu bulamadığın için küçük görüyorsun devlet hizmetini. Sonra, bir insanın çalışmasının her zaman bir amacının olmasını, aşk ve aile yaşamının her zaman bir olmasını istiyorsun. Bu da olmuyor… Yaşamın güzelliği, çeşitliliği, olağanüstülüğü gölgelerden, ışıktan
oluşur.
…insan kendi başınayken sıkılmaz.
Tuhaf değil, kötüyüm. Bazen olurum böyle. Ağlamak istiyorum. Çok aptalca bir şey bu. Ama geçer.
Adaletin ne olduğundan habersiz bir insan adalet üzerine ne yazabilir?
Ben hiçbir şey kanıtlamak istemiyorum, sadece yaşamak istiyorum; kendimden başka hiç kimseye kötülük etmeden yaşamak.
İnsanın karısı varsa derdi var demektir; ama sahip olduğu kadın karısı değilse derdi daha da büyüktür.
Bence ne kadar baş varsa o kadar da akıl olduğuna göre, ne kadar kalp varsa bir o kadar da aşk türü vardır.
Mutluluğun ne olduğu hakkında fikirleri yok, bu aşk olmadan bizim için mutluluğun da, mutsuzluğun da, yaşamın da olmayacağını bilmiyorlar.
Yaşam tarzım, sizin hoşunuza gidebilir ya da gitmeyebilir, ama benim için hiç fark etmez, beni tanımak istiyorsanız saygı göstermek zorundasınız.
Benim için yaşamın ta kendisi olduğunuzu bilmiyorsunuz sanki; ama ben rahatlık nedir bilmem ve size de veremem. Bütün benliğimi, sevgimi…evet. Sizi ve kendimi ayrı olarak düşünemiyorum. Siz ve ben, benim için biriz. Ve bundan böyle ne kendim, ne de sizin için rahat olma olasılığı görmüyorum. Umutsuzluk, mutsuzluk olasılığı görüyorum…ya da mutluluk olasılığı görüyorum, hem de ne mutluluk!… Mutluluk olanaksız mı yoksa?
Uzun zamandır ağrıyan dişini çektirmiş bir adamın duygularını hissediyordu. Hasta, çektiği korkunç ağrıdan ve kafasından daha büyük bir şeyin çenesinden çıkartıldığını hissettikten sonra yaşadığı mutluluğa hâlâ inanamayarak, hayatını bunca zamandır zehir etmiş ve bütün dikkatini üzerine toplamış olan şeyin birdenbire artık var olmadığını, yeniden yaşayabileceğini, düşünebileceğini ve ilgilendiği tek şeyin diş ağrısı olmayacağını hisseder.
Görüyorum ki, her şeyi anladın ve değerlendirdin. Hatalarım yüzünden bana acıyorsun.
İnsana akıl, onu huzursuz eden şeylerden kurtulması için verilmiştir.
Eğer iyiliğin bir nedeni varsa, o artık iyilik değildir…
Balığın suda yüzdüğü gibi onun da yalan içinde yüzdüğünü ve bundan zevk aldığını biliyorum. Ama hayır, bu zevki ona vermeyeceğim, beni düşürmek istediği bu yalan ağını parçalayacağım; ne olacaksa olsun. Her şey yalan söylemekten, aldatmaktan daha iyidir!
Varsın olduğum gibi kalayım, ama başkası gibi davranmayayım.
Pişman olmak için asla geç değildir.
Aydınlığın karanlığa karşı kesin zaferi olan şafaktan önceki o sıkıntılı an…
Levin için bu kalabalığın arasında onu tanımak, ısırgan otlarının arasında gül fidanını tanımak kadar kolaydı. Her şey onunla aydınlanıyordu. Çevresine ışık saçan bir gülümsemeydi.
Evet, şöyle söylemem gerekiyordu ona: Köylünün her çeşit yenilikten nefret ettiği için işlerimizin yürümediğini, onu güç kullanarak yola getirmenin gerektiğini söylüyorsunuz. Ne var ki, bu yenilikler olmadan işler hiç yürümeseydi, haklı sayılabilirdiniz. Oysa işler ancak, işçinin kendi alışkanlıklarına göre davrandığı yerlerde iyi yürüyor. Yolda tanıdığım ihtiyar çok iyi yürütüyor işini. Sizin de, bizim de işlerimizden hoşnut olmamamız işçilerin değil, bizim suçlu olduğumuzu gösterir. Çok zamandır kendi bildiğimizi okuyor, işçi emeğinin özelliklerini inceleme zahmetine katlanmadan Avrupalılara benzemeye çalışıyoruz. İşçi gücünü en iyi işçi gücü olarak değil de, içgüdüsüyle Rus köylüsü olarak kabul etmeyi deneyelim, işlerimizi buna göre düzenleyelim. Şöyle demeliydim ona: Düşünün ki, işlerinizi siz de o ihtiyar gibi yürütebilseniz, işçilerinizde işin başarıya ulaşmasına duyulan bir ilgi, bir istek uyandırabilse, sözünü ettiğiniz yeniliklerde işçilerin de kabul edeceği bir orta yol bulabilseniz, toprağınızı yormadan bugün aldığınızın iki, hatta üç katını alırsınız. Elde ettiğinizi ikiye bölün, yarısını işçiye verin. Size düşen pay bugün aldığınızdan çok olacaktır, işçi de daha çok kazanacaktır. Bunu yapmak için ise, çiftlik çalışmalarının düzeyini düşürmek, işçilerin çalışmanın vereceği sonuca ilgi duymalarını sağlamak gerekir. Bunun nasıl yapılacağı sorunun ayrıntısıdır. Ortada gerçek olan bir şey
varsa o da bunun yapılabileceğidir.
Moskova’da köyde geçirdiği son aylar içinde, aradığı yanıtı materyalistlerde bulamayacağı kanısına varınca Eflatun’u,Spinoza’yı, Kant’ı, Schelling’i, Hegel’i, Schopenhauer’i yaşamı maddeci olmayan bir görüşle inceleyen filozofların hepsini
tekrar tekrar okudu.
Okurken ya da kendi başka doktrinleri –özellikle materyalist doktrini– çürüten deliller düşünürken bu filozofların düşünceleri işe yarar görünüyorlardı ona. Ama sorunların çözümünün nasıl olacağını okumaya ya da düşünmeye başlar başlamaz, hep aynı şey oluyordu.Ruh gibi, irade, özgürlük, maddenin özü gibi kesin anlamı olmayan sözcüklerin uzadıkça uzayan açıklamalarından giderek, filozofların ona kurduğu (ya da kendi kendine hazırladığı) söz tuzaklarına bile bile düşerek, bir şeyler anlar gibi oluyordu. Ama düşüncelerin yapay zincirini unutması, yaşamı bırakıp belirli bir düşünce zincirine bağlı kaldığında onu doyuran şeye dönmesi yetiyordu bütün bu yapının iskambil kâğıtlarından bir ev gibi birden yıkılmasına; bu yapının, yaşamda
akıldan önemli bir şeye bağlı kalınmadan, çeşitli anlamlar verilebilecek sözcüklerden kurulduğu gerçeğinin birden açıkça anlaşılmasına.
Eskiden benim bedenimde de, şu otun bedeninde de, şu böceğin bedeninde de fizik, kimya, fizyoloji yasalarına göre maddenin değişiminin olduğunu söylüyordum. Oysa hepimizde, akçaağaçlarda da, bulutlarda da, şu sisli yerlerde de bir gelişim olmaktadır. Nereden nereyedir bu gelişme? Sonsuz bir gelişme ve mücadele… Sonsuzlukta bir yön ve gelişme olabilirmiş gibi! Bu konuda öylesine kafa patlatmama karşın yaşamın anlamını, eğilimlerimin ve duygularımın anlamını anlayamama şaşırıyorum.
Yaşamın anlamını bildiğimi söylüyorum şimdi: Tanrı için, ruhum için yaşamak. Üstelik bu anlam esrarlı ve mucize doludur. Var olan her şeyin anlamı da budur işte. Evet, gurur.
Hiç beklenmedik bir biçimde dilinin ucuna gelen sözcükler döküldü ağzından:
— Tanrım sen acı bize! Bağışla, yardım et!
Tanrı’ya inanmayan Levin yalnız ağzıyla söylemiyordu bunu. Şimdi, o anda, içindeki kuşkuların değil, içinde olduğunu bildiği, aklıyla inanmasının olanaksızlığının bile Tanrı’ya yalvarmasına engel olamayacağını biliyordu. Bunların hepsi yok olmuş, uçup gitmişti ruhundan şimdi. Kendini, ruhunu, sevgisini elinde hissettiği ona yalvarmayıp da kime yalvaracaktı o anda?
Doğrusu ölüm düşüncesinden kurtulabilmiş değilim. Evet, aslında uzun süreden beri bir ölüyüm. Bütün bu yaptıklarım da saçma sapan işlerden başka bir şey değil. Sana gerçeği söylüyorum. Yaptığım çalışmalara çok değer veriyorum ama aslında hayat dediğimiz şeyin küçücük bir gezegenin üzerindeki bir küf zerresinden başka bir şey olmadığını düşünüyorum. Bizim büyük çalışma, fikir, iş dediğimiz şeylerin hepsi de sanki toz topraktan başka bir şey değil.
Bana bakıp içinde bulunduğum durumda mutlu olabilir miyim diye soruyorsun kendine, değil mi? Ne yaparsın! İtiraf etmekten utanıyorum. Ama… bağışlanamayacak ölçüde mutluyum. Sihir dolu bir şey geçti başımdan. Bir kâbustan uyanıp da, o korkunç şeylerin hiçbirinin gerçek olmadığını anladığı anda bir insanın hissettiklerini bilirsin… Uyandım ben kâbustan. Acı dolu, korkunç günlerim geride kaldı. Uzun süredir, özellikle buraya geldiğimden bu yana öyle mutluyum ki!