Mahmut Makal kitaplarından Anımsı Acımsı kitap alıntıları sizlerle…
Anımsı Acımsı Kitap Alıntıları
&“&”
Köy enstitüleri en çok kitap giren ve en çok kitap eskitilen eğitim kurumlarıydı.
İnsanların düşüncesiz olduğunu söyledi sonra. &”Ulan dört hikaye yazdık. Sanki bir bok yemişiz gibi, &”Meşhursun meşhursun!&” diye yakamı bırakmazlar. Samimi olmadıklarını gözlerinden okuyorum hergelelerin. Kaçmaktan başka çare bulamıyorum..&” Ününden sıkıldığı belliydi. Belki isteyen olsa değil bedava, üstesiyle verirdi ününü.
İnsan alışan hayvandır, demiyor mu Dostoyevski?
Din ticaretiyle komünizm ticaretinden başka ne bilir bizim politikacılar?
&”Politikaya atılan kişide insanlık damarı kurur, akıl stop eder&” derler.
Beyni ve yüreği Atatürk inkılabının ışığı ile nurlanmış köylü çocukları, istikbalimizin büyük güvenidirler.
Bizim insanımız, bizim öğretmenimiz, yeniden kıyılamayacak kadar kıyılmıştır.
Ben, bu memleketin meselelerinin yalnız bu memleketin insanları tarafından halledileceğine inanıyorum. Dışarıdan gelen ısmarlama parolalara göre kafamı ayarlayamam.
Okuyun !" derdi. "Okumazsanız uyanamazsınız. Uyanamazsanız, düşünemezsiniz. Düşünemezseniz, kurtulamazsınız.&”
Yaşamım çilem demektir, desem de, köyden kalkıp Köy Enstitüsü’ne gitmem kurtuluşun ta kendisi.
Abdülkadir Bulut. Öğretmen şairdir, sanatçı mizaçlıdır. Evinin duvarlarını mahalli el işleriyle süslemiştir. Bir köylü örmesi hasır işleme asmıştır duvara. Hasırın bir kenarına da bir kamyonun çiğnediği kurumuş bir kurbağa ölüsü iliştirmiştir. Yalnız bu kurbağa kurusunun büyük bir suçu vardır.. Ön sol ayağı havaya kalkıktır. Kamyon öyle biçimlendirmiştir. Şimdi bu öğretmen Bakanlık emrindedir ve suç unsuru, duvarda asılı ön sol ayağı havaya kalkık kurbağa ölüsüdür. İlgililer ölü kurbağadan öğretmenin solculuğunu tesbite çalışmaktadırlar.
Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosunda çalışan yüksek kademeli memurlar istifa ettiler. Sebebi: Bütün dünya kütüphanelerini dolduran Rus klasiklerinin yeni baskılarının yapılmasına Adnan Ötüken’in itiraz etmesi, hatta eski baskılarını toplatmaya kalkması. Üstelik bu kitaplar 1940-1947 yılları arasında Bakanlık adına Yayın Müdürü Ötüken tarafından Türkçeye çevirtilip tüm kitaplık ve okullara parasız dağıtılmıştır. Adnan Bey şimdi bazı çevrelere yaranmak için, kraldan daha çok kralcı, kültür düşmanı ve öğretmen kasabı olmuştur. Gorki, Tolstoy, Dostoyevsla’nin eserleri Mozambik kitaplıklarına girerken, bu kitapları Türkiye’ye sokan zat tarafından kitaplıklardan çıkarılmak istenmektedir … Ne günlere kaldık?
Ondokuzuncu yüzyılın bitimine yakın, sanırım 1898’lerde de bir sağırlar okulunun hem de Abdulhamit tarafından açıldığı söylenir. Bu okulun öğrencileri vapurda parmak işaretiyle konuşurken bir vatandaşın dikkatini çekmişler. Adamı sarmış bir merak. Acaba ne konuşurlar ve nece konuşurlar?" Sonra araştıra araştıra bulmuş: Bunlar sağırlar okulunun öğrencileri. Ama ne konuştular? Orası belirsiz. Şeytanlar koltuğuna, cinler kafasına girerler bu vatandaşın, doğru götürürler Abdulhamid’e. Der böyle böyle durum. "Hafazanallah, bu konuşma tarzı halk arasına bir yayılırsa, seyreyle padişahım sen gümbürtüyü. Senin burun, yıldız gibi kelimeleri yasaklaman ne ki bunun yanında. İstedikleri gibi konuşacaklar ve biz kulların, kölelerin de bir şey anlamayacağız. Bizim gibi hafiyelerin bir şey anlamayınca, halin haraptır. Sen bilirsin, var düşün … " Adamın el etek öpüp çıkmasıyla Abdulhamitin emir vermesi bir olur ve bu emir üzerine okulu kapatırlar.
12 Nisan 1978’de 13538 sayılı kararnameyi çıkarttı. Bu kararname ile Bakanlık Müşavirliğine atanıyordum. O vesile ile, sicil bölümünde ortaya çıkardıkları dosyamı gördüm. Bir kişinin zor taşıyacağı kadar ağır ve kucağa sığmayacak kadar kabarıktı … Sicil müdürü Feyzi Özkan’a, masasında duran ve önünü kapatan dosyamda neler olduğunu sordum Bu dosyaya göre, en büyük suçun Cumhuriyet gazetesi okumandır!" dedi.
Konuşmacının kafama takılan cümlesi şu: Evet, oradan dolar akını sürüyor. Yalnızca Şevki Eygi oradayken 415 milyon dolar Topbaşlar aracılığıyla gelmiştir … " Konuşmanın sonundaki soru yanıt bölümünde söz alan Konyalı Ali Yılmaz da şöyle dedi: "1970’1i yıllardan beri, Konya köylerine çuval çuval Arabistanda basılmış dergiler, kitaplar gelir …
O yüzdendir herhalde, Peyami’nin oğlu, yedek subay öğretmenken bir köyde refah içinde öldü (!) …
Peyami deyip de rahmetli Doğan Nadi’yi anmamak olmaz. Ne diyordu Bir Dakika"sında: "Bir küçük gazete: Vakit.
Bir küçük sütun: Bakışlar. Bir küçük muharrir: Peyami Safa.
Ha … Şu Peyami Safa. Hani Serbest Fırka &‘nın en hararetli taraftan olmuştu. Ve Fırka iflas etti.
Ha … Şu Peyami Safa . Hani harpte Almanla rın en hararetli taraftarı olmuştu. Ve Almanlar harbi kaybetti.
Ha … Şu Peyami Safa . Hakkı Tarık Us’u meb’us seçtirmeğe çalışmıştı. Ve Hakkı Tarık boyuna intihabatta kaybetti.
Ha … Şu Peyami Safa. Hani şimdi Halk Partisinin ücretli propagandasını yapmakla meşgul.
… Atatürkçülüğü gerçekçiliğin dışında gören, kendini devrimci bizi devrim karşıtı sayan ve bu kafayla 1950’ye kadar CHP’ye, 1950 sonrası DP’ye yağ çeken Peyami’nin adamlığına inanlar, ahmaklıklarına doymasınlar …
O günlerde, avukat Faik Muzaffer Amaç, Hürriyet Gazetesi’nin önünden geçerken Peyami’nin suratına tükürmüştü. Neden yaptın, diye sorduğumda, Mc Carthy’nin Türkiye temsilcisi olduğundan, demişti.
Kitapların, düşüncelerin sınır tanımadığını, yazarlara, düşünenlere faşist hükümetler pasaport vermese bile düşüncelerin ve kitapların onlardan izin ve pasaport almaya gereksinimleri olmadığını… anlatamazsınız adamlara…
Sağ yobazlığa ne kadar düşmansam, sol yobazlığa da o kadar düşmanım.
Son Bursa yolculuğumuzda uçakta bir genç kadınla tanıştım. Elinde, Bizim Köy" vardı. İmzalamamı rica etti ve dedi ki: "Geçende vapurda gelirken yanımızda bir dilenci vardı. Kılığından iğrenerek yüzüm buruşmuş olacak. Yanımdaki bir hamal: "Hanımefendi, hanımefendi, sen Bizim Köy kitabını okumamışa benziyorsun, oku da anla neler varmış. Dudak bükme elaleme, dedi. Ben de alıp okudum, hamal haklıymış."
Suç muç bahaneydi, herkes biliyordu. Gözdağı vermek için içeri atılıyordu insanlar. Yine avukatım Oktay Rıfat’ın dediği gibi: Her dem sevdalıya kız mız bahane."
Bu topluma akıl ermezdi. Köy Enstitülerini açan da kapayan da aynı kişiler ya da aynı iktidardı. Demek düşündükleri olmamıştı. Ortadan kaldırmak için karalamak gerekiyordu.
Sonra canım, neymiş, Köy Enstitüleri gomonis yuvasıymış. Ordan çıktığıma göre bunun kuşku götürür yanı da yokmuş. Öyle olmasa köylünün konukseverliğini, askerlik severliğini; gönül zenginliğini bırakıp da neden açlığını, yoksulluğunu yazmışım?
Gecenin ortaları ama saatsız, ölçüsüz yaşamımızın tümünde olduğu gibi, bu gece de zamanın neresinde olduğumuzu ölçmek olanaksız.
Sevgili köylü yurttaşlar! Dünyanın başında büyük bir felaket var. Bizi dinimizden imanımızdan etmek istiyorlar.Dinimizi elimizden almak istiyorlar. Bu dini almak isteyenlere "Komünist" denir, komünist! İşte bu da o okuldan yetişti. Yani ki Köy Enstitüsünden … "
Geleneğe uyarak, uçkurumun uçunu bir kuzunun boynuna bağlayıp uzandım sırt sırta yatan kuzuların arasına. Belki de böyle durumlar içindir, kaput donlarımızın örme uçkurlarının belimize üç-dört kez dolanacak uzunlukta olması. Kurt gelir de sürünün bir yanından dalarsa, kuzular ürker ve bağlı olduğum kuzu da sürükleyerek uyandırırdı beni…
O zaman benzini bilmezdik, kokan ya hökümet ya kaymakam
olmalıydı …
Türkiyenin en büyük gerçeği, en akıllımızın hala değirmene yoğurt öğütmeye gittiği, gerçeğidir …
… sanatçı ve düşünür onların hepsinin baş düşmanıdır. Yüzümüze gülmeleri dışında değişen ne var? Hayır çok şey değişti mi, diyorsun?
Bu tozdan ferman okunmayan Türkiye ortamında, bu cici demokrasi ve kötü politikacı furyasında ne kadar sürer bu bilinmez.
Dün (14 Şubat 1978) bir Başbakan Yardımcısıyla konuştum. Artık köyler kalkındı, devlet gübreyi bile köye soktu .. .&” diyordu. Kalkınma anlayışı bu olunca akan sular durur. İki gün önce bir Prof. da aynı görüşü ileri sürüyordu. Bazı sol partilerin başkanları da "artık köye para girdi, Türkiye eski Türkiye değil&” deyip duruyorlar. Şuracıkta laf açılmışken, "ben, eski bağımsız ve bu biçim kalkınmamış Türkiyemi isterim" diye tuttursam ne derler
acaba?…
Ot ve odun olarak erinç içinde yaşar görünenlere aldanmamalı. Onların yaşamak ölmek diye bir sorunları yok. Çünkü ölü doğmuşlardır, kölece sürdürmüşlerdir ölülüklerini.
. Ünlü Fransız eğitimci ve düşünürü George Duhamel şunları yazmıştı: Dünyanın hiçbir yerinde böyle yararlı ve anlamlı kurumlar görmedim." yine ünlü Amerikan eğitkeni John Dewey de şunları yazmıştı: "Tasavvurumdaki okullar Türkiye’de kurulmuştur: Köy Enstitüleridir bu okullar … "
Tanınmış İngiliz tarihçisi Arnold Toynbee ise şöyle yazmıştır: "Köylerinizle kentleriniz arasında uçurum açmışsınız. Birkaç köy enstitüsünü gördükten sonra anladım ki, bu uçurum Köy Enstitüleri ile giderilebilir. Enstitüler, köy ile kent, halk ile aydınlar arasındaki uçurumu doldurmak için bulunmuş pek maharetli bir çare … "
Eşeğin canı yanınca atı geçer derler …
Çözülür" demiş Faust "bu kainatın sırrı"
Ve onunçün çarpılmış Hakkın cezasına,
Demek ki, hikmetinden sual olunmayan Tanrı
Razı değil milletin okuyup yazmasına …
Mathios LUBECK
(Türkçe söyleyen: Can YÜCEL)
Yazıyı ben istemiştim, doğru, dedi. "İçtendim ve yayınlayacaktım. Ama, padişahtan büyük Allah var. Derginin &‘ağa’sı Ahmet Muhip Dranas’tı. &‘Mahmut Makal adı bu dergiye giremez’ diye dayattı. O zaman sana anlatamazdım bunları…
Kişisel üslubunuz pek ilgilendirir Eğitim Bakanlığını. Kendi cehaletlerine bakmadan, sizin nezaketsiz yazmanıza, yazınızın içine aldığınız beyitlerin nezaket kurallarına uymayışına içerlerler…
Ülkemiz, Atatürk’e canım başım feda olsun" deyip öte yandan da besleme derneklere, yani Komünizmle Mücadele Demeği’ne, Milliyetçi Öğretmenler Derneği’ne üye olan kişilerle doludur.
Bizim yemekhanelerimizde dünyanın ekmeği dökülür. Kimse bir şey demez kimseye. Yenmediği için dökülür. Ekmeği iyi kullanmayız, kıymetini bilmeyiz. Ama dökülen Amerikan unundan yapılmış ekmekse iş değişir. Amerikanofiller bitli ekmeğin atıklarından bile yararlanarak puan toplama yolu ararlar. Aynı demirden olan Bakanlık da mal bulmuş Mağribi gibi sarılır bu buluşa…
Bir türlü kavrayamıyorum… Eğer demokrasinin ana prensiplerini anlayamıyor ve ideal hukuka uygun yasaları uygulayamıyorsak kabahat demokratik hukuk devleti düzeninin mi, yoksa bizim midir?
Peyami deyip de rahmetli Doğan Nadi’yi anmamak olmaz. Ne diyordu Bir Dakika"sında: "Bir küçük gazete: Vakit. Bir küçük sütun: Bakışlar. Bir küçük muharrir: Peyami Safa:
Ha… Şu Peyami Safa. Hani Serbest Firka’nın en hararetli taraftarı olmuştu. Ve Fırka iflas etti.
Ha… Şu Peyami Safa. Hani harpte Almanların en hararetli taraftarı olmuştu. Ve Almanlar harbi kaybetti.
Ha… Şu Peyami Safa. Hakkı Tarık Us’u meb’us seçtirmeğe çalışmıştı. Ve Hakkı Tarik boyuna intihabatta kaybetti.
Ha… Şu Peyami Safa. Hani şimdi Halk Partisinin ücretli propagandasını yapmakla meşgul.
Ve hüda bu partinin yardımcısı olsun!
3.7. 1946
Ve hüda bu partinin yardımcısı olamadı, 14 Mayıs 1950’de iktidardan düştü….
Öğretmenleri kıyıma uğratanlar, aslında yaraya tuz biber ekiyorlar. Her zaman olduğu gibi bugün de öğretmen kıyımı sürüyor…
Bir kitap benzerleri gibi vitrinde sararmamışsa, kapış kapış gidiyorsa, bir şeyin propagandasını yapmasındandır…
Suç muç bahaneydi, herkes biliyordu. Gözdağı vermek için içeri atılıyordu insanlar. Yine avukatım Oktay Rıfat’ın dediği gibi : Her daim sevdalıya kız mız bahane."
Sonra canım, neymiş, Köy Enstitüleri gomonis yuvasıymış. Ordan çıktığıma göre bunun kuşku götürür yanı da yokmuş. Öyle olmasa köylünün konukseverliğini, askerlik severliğini, gönül zenginliğini bırakıp da neden açlığını, yoksulluğunu yazmışım?
Ne yapak, ağlayak da gözden mi olak …
Benim içeri girmemle ülkemiz bir komünist daha kazanmıştı. Halk Partisinin 1950-14 Mayıs seçimlerini kazanmasına belki yardımımız olabilirdi. Çünkü beni yalancı çıkarmak, köylerin kalkınmış olduğu düşüncesini ve propagandasını tutturmak istiyorlardı.
Hükümet, hükümet diyorsun, nerede hükümet, nedir hükümet?" diye sorardım anama. Beni bir türküyle yanıtlamıştı bir keresinde:
Kaymakamın kapısına
Hükümetin yapısına
Düşmanımı düşürmesin
Kapı altının kapısına
…
Kapıaltı dedikleri yer, hökümet konağının, yani kaymakamın oturduğu yapının merdivenlerinin altı…
Köyün karşısına düşen ve adı da Karşı" olan tarlalarda patates sökerken doğurmuş anam. Yaşamımın öteki adı olan çilem böyle başlamış. Ama, hemen eklemeliyim: Yaşamım çilem demektir, desem de, köyden kalkıp Köy Enstitüsü’ne gitmem kurtuluşun ta kendisi…
Kış ortasında unu, denesi, bulguru bitenlere köy davulu ile yiyecek toplayanları, otu samanı biten eşeklerin havaya nalları dikişini, yatırlardan çocuk dileyenleri, açlıktan sayrılanan canları biz de gördük de, Makal gibi uyanamadık, Makal gibi yazamadık…Ya yüreksizlikten, ya yeteneksizlikten, ya da acımasızlıktan. Belki de köy enstitülerinde okuyamadık da ondan…
“Okuyun!” derdi. Okumazsanız uyanamazsınız. Uyanamazsanız, düşünemezsiniz. Düşünemezseniz, kurtulamazsınız."
Efendim, bizim Sağırlar Okulu Abdülhamit’in Yıldız Sarayı’nın içinde. Söylediklerine göre, Sarayın Müzikayı Hümayyun ilişkinlerinin barındığı bölüm. Sonradan yapılan değiştirmeler, onarımlara, karşın, yine de bir saray kalıntısı olduğu belli. Endam aynaları, şömineler falan o devri hatırlatıyor girip çıktıkça. Hele bahçedeki çınarlar. Abdülhamit çeşmesinden akan Hamidiye suyu. Ağustos’un sıcağında insanlar sıcaktan patlarken, bu bahçede oturanlar nerdeyse üşürler. Nasıl seçermiş herifler demek istiyorum yani. Bu bahçe daha da genişmiş. Menderes, Barbaros Bulvar’ını Levent’e doğru bu bahçeden çıkarmış da biraz küçülmüş. Ama Abdülhamid’in camisinden Beşiktaş’a doğru ortalık hâlâ boş. Sarayın fersahlarca ötesinden başlarmış evler demek. Efendimizin sarayına yaklaşılmazmış. Yaklaştırılmazmış halk, daha doğrusu.
“Okuyun!” derdi. “Okumazsanız uyanamazsınız Uyanamazsanız, düşünemezsiniz. Düşünemezseniz, kurtulamazsınız…”
Ağabeylerimizin elinde çeşitli dergi ve kitapları göre göre meraklandım ve kitaplığa gittim. Okumak için okul kitaplığından aldığım ilk kitap Gorki’nin “Stepte”si. Ders kitapları dışında karşı karşıya geldiğim ilk yerli yazar da Sabahattin Ali.
Çocuğun konuşmamasını bir hata saymıyorum. Bunlar yüzyıllardan beri sustukları için elbette birdenbire konuşamazlar. Bunlara ilk öğreteceğiniz şey, konuşturmak ve konuşmalarını, düşüncelerini söyleyebilmelerini sağlamak olmalıdır!…
Kış ortasında unu, denesi, bulguru bitenlere köy davulu ile yiyecek toplayanları, otu samanı biten eşeklerin havaya nalları dikişini, yatırlardan çocuk dileyenleri, açlıktan sayrılanan canları biz de gördük de, Makal gibi uyanamadık, Makal gibi yazamadık…Ya yüreksizlikten, ya yeteneksizlikten, ya da acımasızlıktan. Belki de köy enstitülerinde okuyamadık da ondan…