Neil Gaiman kitaplarından Anansi Boys kitap alıntıları sizlerle…
Anansi Boys Kitap Alıntıları
Ne de olsa önce söz vardı ve söz dediğinizin bir melodisi olurdu. Dünya bu şekilde yaratıldı, boşluk bu şekilde bölümlere ayrıldı, topraklar ve yıldızlar ve düşler ve küçük tanrılar ve hayvanlar bu şekilde dünyaya geldi.
Öyküler de ağlar gibidir,her bir iplik diğerine bağlanır ve siz öyküleri takip ede ede merkeze ulaşırsınız. Çünkü merkez sondur. Her insan bir öyküdeki ipliktir.
Bir teoriye göre, dünyada yaşayan beş yüz gerçek insan vardır ve hepsi birbirini tanır. Bu teoriye göre, bu beşyüz kişi,bir anlamda başrol oyuncularıdır,diğer insanlarsa figüranlar. Ve bu doğrudur, ya da olduğu kadarıyla doğrudur. Gerçekteyse dünya binlerce beş yüz kişilik insan grubundan müteşekkildir ve bunların hepsi ya hep birbiriyle karşılasır ya da birbirlerinden kaçmaya çalışırken, aynı anda Vancouver’daki alakasız bir çay evinde buluşmuş olduklarını görüp, şaşırırlar. Bu bir tesadüf değildir. Bu süreçte bir kaçınılmazlık söz konusudur. Dünya, bireyleri ve nezaket kurallarını hiç takmadan böyle işler.
İnsanın doğumdan ölüme kadar sürdürdüğü yaşam dışında hiçbir şey yoktu.
Hiçbir şey olmadı. Hiçbir şey olmamayı sürdürdü. Biraz daha hiçbir şey. Hiçbir şeyin geri dönüşü. Hiçbir şeyin oğlu. Hiçbir şey görev başında. Hiçbir şey ve Abbott ve Costello kurt adama karşı
Her yaşama, bazen gölge düşer,
Efsanevi yerler vardır. Her biri, kendine has biçimde var olur. Bunlardan bazıları, dünyanın üzerinde bir katmandır; diğerleriyse dünyanın altında, sanki bir astar boya gibi var olurlar.
Dağlar vardır. Dağlar, dünyanın sonunun sınırlarını çizen uçurumlara ulaşmadan evvel varacağınız kayalık yerlerdir. Bu dağlarda mağaralar vardır; ilk insanlar dünya üzerinde yürümeye başlamadan evvel bile içinde yaşayanların olduğu derim mağaralardır bunlar.
O mağaralarda, hâlâ yaşam vardır.
Dağlar vardır. Dağlar, dünyanın sonunun sınırlarını çizen uçurumlara ulaşmadan evvel varacağınız kayalık yerlerdir. Bu dağlarda mağaralar vardır; ilk insanlar dünya üzerinde yürümeye başlamadan evvel bile içinde yaşayanların olduğu derim mağaralardır bunlar.
O mağaralarda, hâlâ yaşam vardır.
Şarkıların anlattıkları olaylar ve insanlar,toprağa,düşe ve yokluğa karıştıktan çok sonra bile yaşamaya devam ederler. Şarkıların gücü budur.
🕸 ölü olmak da, hayattaki diğer şeyler gibi olsa gerek. Bir kısmını yaşarken öğrenirsin, geri kalanını da uydurursun.
Paylaşılan acı, kardeşim, ikiye katlanmaz, yarıya iner.
Together the man and the boy danced their way back up the sand o the house, singing a wordless song that they made up as they went along, and which lingered in the air even after they had gone in for breakfast.
-He reminds me of you, she said to Charlie, when you were a little boy.
+ You knew me then?
-She smiled. You and your father used to walk down the beach, back then. Your father, said. He was quite some gentleman, she sighed.
+ You knew me then?
-She smiled. You and your father used to walk down the beach, back then. Your father, said. He was quite some gentleman, she sighed.
Charlie’s a singer these days. He’s lost a lot of the softness. He’s a lean man, now, with a trademark fedora hat. He has lots of different fedoras, in different colours; his favourite one is green.
I am Charlie, he sang. I am Anansi’s son. Listen as I sing my song. Listen to my life.
-The creature laughed, scornfully. I, it said, am frightened of nothing.
+Nothing?
– Nothing, it said.
+Are you extremely frightened of nothing?
– Absolutely terrified of it, admitted the Dragon.
+ You know, said Charlie., I have nothing in my pockets. Would you like to see it?
– No, said Dragon, uncomfortably, I most definitely would not.
+Nothing?
– Nothing, it said.
+Are you extremely frightened of nothing?
– Absolutely terrified of it, admitted the Dragon.
+ You know, said Charlie., I have nothing in my pockets. Would you like to see it?
– No, said Dragon, uncomfortably, I most definitely would not.
You may be all these things, Tiger, but so what? All the stories there ever were are Anansi’s. Nobody tells Tiger stories.
You talk too much, she said, and shook her head. No more talking.
Then she reached into his mouth with her sharp talons, and with one wrenching movement she tore out his tongue.
Then she reached into his mouth with her sharp talons, and with one wrenching movement she tore out his tongue.
I’m sure you’ll reach a hundred and five, said Fat Charlie, uneasily.
Don’t you say that! she said. She looked alarmed. Don’t! Your family do enough trouble already. Don’t you go making things happen.
Don’t you say that! she said. She looked alarmed. Don’t! Your family do enough trouble already. Don’t you go making things happen.
I break him off from you. All the tricksiness. All the wickedness. All the devilry. All that.
The wall of birds swirled and transformed, became a whirlwind of birds, heading for the statue of Eros and the man beneath it. Fat Charlie ran to into a doorway and watched as the base of the dark tornado slammed into Spider. Fat Charlie imagined he could hear his brother screaming over the deafening whirr of wings. Maybe he could.
In the stories, Anansi is a spider, but he is also a man. It is not hard to keep two things in your head at the same time. Even a child could do it.
Sometimes he is good, sometimes he is bad. He is never evil. Mostly, you are on Anansi’s side. This is because Anansi owns all stories.
In the palm of his hand, black and crushed out of shape, and wet with sweat, Fat Charlie was holding a feather. He remembered, then. He remembered all of it.
It was the Bird Woman, he said.
It was the Bird Woman, he said.
I give you Anansi’s bloodline.
I am Tiger. Your father injured me in a hundred ways and he insulted me in a thousand ways. Tiger does not forget.
Walk on, Anansi’s boy, Snake said, his voice a dry rattle. Your whole damn family nothing but trouble. I ain’t gettin’ mixed up in your messes.
We can’t make him go away, said Mrs Dunwiddy, her old brown eyes almost black behind her pebble-thich spectacles. But we can send you to somebody who can.
Starfish, said his father, musing. When you cut one in half, they just grow into two new starfish.
.when anyone asked him who he was, he would say I’m Fat Charlie Nancy, and he’d say it in his god-voice, which would make whatever he said practically true.
How do you take your coffee?
Dark as night, sweet as sin.
Dark as night, sweet as sin.
Fat Charlie was not entirely sure how to greet a potentially imaginary brother he had not previously believed in. So they stood there, one on one side of the door, one on the other, until his brother said, You can call me Spider. You going to invite me in?
If you see my brother, said Fat Charlie to the spider, tell him he ought to come by and say hello.
That’s an Anansi story.
‘Course, all stories are Anansi stories. Even this one.
‘Course, all stories are Anansi stories. Even this one.
Anansi stories go back as long as people been telling each other stories.
Back when he was a god, she told him. Back then, they called him Anansi.
That’s the trouble with you young people. You think because you ain’t been here long, you know everything. In my life I already forget more than you ever know. You don’t know nothin’ about your father, you don’t know nothin’ about your family. I tell you your father is a god, you don’t even ask me what god I talking about.
If you need him, just tell a spider. He’ll come running.
Well, it’s true. He was crap. A rotten husband and a rotten father.
Of course he was! said Mrs Higgler fiercely, But you can’t judge him like you would judge a man. You got to remember, Fat Charlie, that your father was a god.
Of course he was! said Mrs Higgler fiercely, But you can’t judge him like you would judge a man. You got to remember, Fat Charlie, that your father was a god.
You couldn’t hate him. And the way he look at her-damn, if he did ever look at me like that I could have died happy.
You must have known him when he was a boy.
Mrs Higgler hesitated. She seemed to be remembering. Then she said, very quietly, I knew him when I was a girl.
Mrs Higgler hesitated. She seemed to be remembering. Then she said, very quietly, I knew him when I was a girl.
Mrs Dunwiddy was old, and she looked it. There were geological ages that were probably younger than Mrs Dunwiddy.
I was never what you would call close to my father, said Fat Charlie. I suppose we didn’t really know how.
It’s not something you think about, when my dad starts to work you over. He’s the finest liar you’ll ever meet. He’s convincing.
It was, he knew, irrationally, because his father had given him the nickname, and when his father gave things names, they stuck.
It begins, as most things begin, with a song.
Öyküler de ağlar gibidir, her bir iplik diğerine bağlanır ve siz öyküleri takip ede ede merkeze ulaşırsınız. Çünkü merkez sondur..
Çoğu şeyin başladığı gibi, bu da bir şarkıyla başlar.
Kahveni nasıl istersin?
Gece kadar koyu, günah kadar tatlı.
Gece kadar koyu, günah kadar tatlı.
Var olan ve var olacak her kişinin bir şarkısı vardır. Birinin yazdığı bir şarkı değildir bu. Kendine ait bir melodisi vardır. Çok az insan kendi şarkısını söyler. Birçoğumuz, seslerimizin şarkımızın hakkını veremeyeceğini, ya da şarkımızın sözlerinin çok aptalca, ya da çok dürüst, ya da çok garip olduğunu düşünürüz. Dolayısıyla insanlar şarkılarını söylemek yerine, onu yaşarlar.
Kadın burnunu çekti. Siz gençlerin derdi bu işte, dedi. Dünyada çok uzun zaman geçirmemiş olduğunuz için her şeyi bildiğinizi sanıyorsunuz. Oysa senin hayatın boyunca öğrenmiş olduğundan daha fazlasını unuttum ben
Öyküler de ağlar gibidir, her bir iplik diğerine bağlanır ve siz öyküleri takip ede ede merkeze ulaşırsınız. Çünkü merkez sondur. Her insan bir öyküdeki ipliktir.
Dünyada yaşayan beş yüz gerçek insan vardır ve hepsi birbirini tanır.
Var olan ve var olacak her kişinin kendi şarkısı vardır. Birinin yazdığı bir şarkı değildir. Kendine ait bir melodisi vardır. Çok az insan kendi şarkısını söyler. Bir çoğumuz, seslerimizin şarkımızın hakkını veremeyeceğini, ya da şarkımızın sözlerinin çok aptalca, ya da çok dürüst, ya da çok garip olduğunu düşünürüz. Dolayısıyla insanlar şarkılarını söylemek yerine, onu yaşarlar.
Keder, saman nezlesi mevsimindeki polenler gibi çöktü üzerimize. Payımıza karanlık düştü, tek dostumuz ise bahtsızlığımız.
Var olan ve var olacak her kişinin bir şarkısı vardır. Birinin yazdığı bir şarkı değildir bu. Kendine ait bir melodisi vardır. Çok az insan kendi şarkısını söyler. Birçoğumuz, seslerimizin şarkımızın hakkını veremeyeceğini, ya da şarkımızın sözlerinin çok aptalca, ya da çok dürüst, ya da çok garip olduğunu düşünürüz. Dolayısıyla insanlar şarkılarını söylemek yerine, onu yaşarlar.
İnsanları güldürmekle bir yere varamazsın diye açıkladı Kaplan. Dışarıda büyük, ciddi bir dünya var, gülünecek bir şey de yok. Hiçbir zaman da olmadı.
Aklına takılmış bir şey vardı, ama ne olduğunu gün boyunca bir tür hatırlayamadım. Bir şeyleri kaybetti. Bir şeyleri yanlış yere koydu. Bir şeyleri unuttu. Bir defasında da masasının başında otururken şarkı söylemeye başladı; neşeli olduğundan değil, şarkı söylememesi gerektiğini unuttuğundan.
Eğer izin verirse, bu düşünce onu günün geri kalanında rahatsız edecekti; tıpkı dişlerinin arasına sıkışan bir diş ipliği veya çapkın ve zampara kelimeleri arasındaki farkın tam olarak ne olduğu sorusu gibi, bu düşünce de orada öylece duracak ve sinirlerini bozacaktı.
O bir tanrı değildi. Babamdı.
Her ikisi de olmak mümkün. dedi kadın. Olur böyle şeyler.
Sanki bir deliyle tartışmak gibi, diye düşündü Şişko Charlie. En iyisinin susmak olduğunu fark etti
Her ikisi de olmak mümkün. dedi kadın. Olur böyle şeyler.
Sanki bir deliyle tartışmak gibi, diye düşündü Şişko Charlie. En iyisinin susmak olduğunu fark etti
Kahveni nasıl istersin?
Gece kadar koyu, günah kadar tatlı.
Gece kadar koyu, günah kadar tatlı.
Ama aramızda bir kırgınlık var. dedi Şişko Charlie. Hatta bir değil, bir sürü kırgınlık var.
‘Hiçbir şey olmadı. Hiçbir şey olmamayı sürdürdü. Biraz daha hiçbir şey. Hiçbir şeyin geri dönüşü. Hiçbir şeyin oğlu. Hiçbir şey görev başında. ‘
Öyküler de ağlar gibidir, her bir iplik diğerine bağlanır ve siz öyküleri takip ede ede merkeze ulaşırsınız.Çünkü merkez sondur.Her insan bir öyküdeki ipliktir.
Dünya hep aynı dünya olabilir, ama duvar kağıdı değişir.
İnsanlar çevrelerindeki şarkıların ve hikayelerin şekillerini alırlar, özellikle de kendi şarkıları yoksa.
İmkansız şeyler olur.Olduklarında çoğu insan onlarla bir şekilde başa çıkar.Her zamanki gibi bugün de, yerkürenin üzerinde, aşağı yukarı beş bin insanın başına milyonda bir yaşanan bir şey gelecek ve içlerinden bir tanesi bile gözleriyle gördükleri şeye inanmazlık etmeyecek.Birçoğu, kendi dilinde, ”Ne garip dünya, değil mi? ” anlamına gelen bir şey diyecek ve yoluna devam edecek.
Şarkılar kalıcıdır. Şarkılar süreklidir. Bir şarkı doğru söylendiğinde, imparatorları maskara eder, hanedanları devirir. Şarkıların anlattıkları olaylar ve insanlar, toprağa, düşe ve yokluğa karıştıktan çok sonra bile yaşamaya devam ederler. Şarkıların gücü budur.
Çoğu şeyin başladığı gibi, bu da bir şarkıyla başlar.
Gece kadar siyah, günah kadar tatlı.
“Kahvenizi nasıl alırsınız?”
“Gece kadar koyu, günah kadar tatlı”
“Gece kadar koyu, günah kadar tatlı”