Halikarnas Balıkçısı kitaplarından Anadolu Tanrıları kitap alıntıları sizlerle…
Anadolu Tanrıları Kitap Alıntıları
Artemis yalnız bir kez sever. Anadolu’da, Karya’da Beşparmak, yani Latmos Dağlarında, delikanlı çoban Endymion’u uykuda görüp aşık olur. Endymion ebedi uykuya mahkum olur. Yaşamanın zevki nedir, ıstırabı nedir bilmez. Ölümün gadrine uğraması imkansızdır. Artemis ona ay ışığı olarak gelir. Endymion da tanrıçayı rüyasında görür.
“Biz bir yandan Batı kültürünü benimsemeye kalkışırız. Batı ise klasik kültürünü benimser ve kendisini o asıldan bilir. Ama biz, vaktiyle Anadolu’da yaşamış olan atalarımızın yarattığı o kültürü yadırgar ve yabansarız. Dudaktan olcırak Batılılaşmaktan söz ederiz. Ne var ki, Anadolu’daki eski kültürün sözü geçtikçe, ‘Adam sen de! Yunan kültürü!’ diye omuz silker ve konuyu baştan Savarız. Bunun nedeni, Batının, kendisini sütbesüt klasik aslından, bizi ise barbar aslından, Asyatik sayması, bizim de Batının bu kanısına içten içe katılmamızdır. Evet, bu noktayı ağzımızla ikrar etmiyor, ama kalbimizle tasdik ediyoruz. Zaten, böyle olmasa, Batıyı taklit etmemize gerek kalmazdı. Bu duyguya bir tepki ve bu hale bir protesto olarak, her şeyın Turk olduğunu ispata, teselli kabilinden de, kazanmış olduğumuz eski zaferlerle övünmeye kalkışıyoruz.”
Biz, batıdan elektrik lambasını, buzdolabını, kent planını alınca, artıı batılı ve modern olduk sanıyoruz. Oysa batılı zihniyet, o ampulden daha iyisini ve daha ilerisini yapmaya savaşan zihniyettir.
Eski insanlarca bitkilerin topraktan yetişmesi fensel bir konu sayılmazdı, onlarca tarım tamamiyle bir dinsel nitelikteydi. Toprağın verimsizliği, onun kısırlığına, gübre noksanına veya toprağın kazınmasına bağlı değildi onlarca bu hal tanrılara küfür edilmiş veya tanrılara karşı bir günah işlemiş olmasından ileri geliyordu.
Atina şehrin en faydalı şey yaratmak için Athena ile Poseidon arasında yapılan yarışmada, Poseidon atı yaratır, Athena da zeytin ağacını yaratarak yarışmayı kazanır ve Atina kentinin koruyucusu olur.
Çoğu kez Aphrodite çıplak olarak temsil edilir; çünkü güzellik örtülmez.
Kybele, yeryüzünü temsil eder. Kronos, Kybele’nin ona doğurduğu çocukların hepsini yer, yutardı. Kronos bir anlama göre zaman demektir. Zaman ise yarattığı her şeyi yok eder.
Artemis yalnız bir kere sever, Anadolu’da, Karya’da Beşparmak yani Latmos dağlarında, delikanlı çoban Endymion’u uykuda görüp âşık olur. Endymion ebedî uykuya mahkûm olur. Yaşamanın zevki nedir, ıstırabı nedir bilmez. Ölümün gadrine uğraması imkânsızdır. Artemis ona ay ışığı olarak gelir. Endymion da tanrıçayı rüyasında görür.
Sarı saçlılık ya da kara gözlülük tartışması, bazı toparlak gözlü, miyop ve gözlüklü, burun uçları kalkık ve yaşları geçkin Anglosakson misislerinin sırtlarına uzun yenli İonya peplosları giyerek, zarif İonya dansları ediyoruz diye ortada sıçramaları kadar gülünçtür.
“ ‘Ne olacak? Gâvur putu! Yabancı şeyler’ dedik. O eski mimarlık ve heykeltıraşlık anıtlarından çok daha önemli olarak, onlardan kalma bir de kültür zenginliği vardır.”
“Akhilleus’un Hamburg’dan, Artemis’in de Paris’ten geldiğini iddia etmek, Apollon’un Alpoğlan’dan, Artemis’in de Erdoğmuş’tan gelme olduklarını ileri süren bazı aşırı Türkçüleri bile yaya bırakır.”
“Avrupalıların İsa’dan iki bin yıl önce bir uygarlık ya da kültür yaratmış olmaları olanaksızdır. Çünkü onlar, ancak Rönesans çağında uyanabildiler ve bu uyanışları da kuzeyden değil, güneyden geldi.”
“Bu gidişle zavallı öksüz Anadolu’ya, ilaç için olsun, bir Tanrı bile kalmayacaktır.”
“Batıda küçük çocuklara, Yunan efsaneleri diye, Anadolu efsanelerini okutup anlatırlar.”
“Bu gerçeğin anlaşılması -özellikle duygu alanına geçirilmesi- zihniyet ve ruhsal halet bakımından birçok hayırlı ve güzel sonuçlara ve değişikliklere neden olabilir.”
“ biz, o uygarlığın, yani klasik uygarlığın gerçek vârisleriyiz. Çünkü o kültür Anadolu’da doğup gelişmiştir. Anadolu’dan Yunanistan’a geçmiştir.”
En erken çağlarda, tanrılara insanlar kurban edilirdi. İlkçağ sünnetinde üreme organının bütünü kurban edilirdi. Sonraları bu da yumuşatıldı. Günümüzde daha yumuşak bir sünnet yöntemi yerleşti. Sünnetin, iklim gereği, eski Mısır’da bile yapıldığı ileri sürülür. Hiç de mantıksal olmayıp tamamıyla dinsel ve gelenek güdücü olan o yüzyılda, rasyonel bir düşünüş aramak boştur. O çağlarda, bu gibi eylemlerin hepsi de dinsel olurdu. Bugün, ılımlı biçimde bile, sünnet dinsel bir işlemdir. Bir itikada, bir dine girme, kısacası bir inisiyasyon törenidir. İbranî tarihine ait olan İncil’in baş tarafında, Hazreti İbrahim zamanında yapılmakta olduğu söylenir. Gene İncil’de, Hazreti Yakup, din önerdiği kavimlere, sünneti ilk koşul koşar. Bu dine giriş töreninin pek eski olduğu, sünnetin çok eski zamanlarda Güneydoğu Anadolu’da keskin çakmak taşları ile yapılmasından bellidir.
Anadolu’da kerametli sayılan birçok dağlar ve tepeler vardır. Kocaya varmak isteyen kızlar, oralara çıkarlar. «Bahtım! Kocaya gidecek vaktim!» diye bağırır. Bunların vaktiyle Kybele’ye kutsal olan dağlar olmaları olasılığı büyüktür. Bunların biri de, Afyon kentinin ortasında yükselen ve üzerinde Keykubad’ın hisarı bulunan tepedir. Tepeden bağıran kızların sesleri kentten duyulur. Kızlar oraya çekinmeden gittiklerine ve bütün kentin işiteceği surette bağırdıklarına göre, onların bu hareketi ayıp sayılmıyor demektir. Böyle bir davranışın ayıp sayılmaması için, tepelerin ve bu davranışın dinsel bir nitelikte olması gerekir. Eskiden dinsel fuhuş bile, dinsel olduğu için, bir ahlaksızlık değil, bir erdem sayılırdı. Anadolu’da böyle tepelere Kısmet Tepesi, Kısmet Taşı, Kısmet Dağı denilir.
Daha iyisini ve ilerisini yapma isteğinin, yani yaratıcı atılışın kökünde tecessüs ve merak duygusu vardır. Bu duygu, hiçbir pratik sonucu amaç edinmez. Yalnız öğrenmek ister ve araştırır. Pratik sonuç, keşiften çok sonra gelir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Avrupalıların İsa’dan iki bin yıl önce bir uygarlık ya da kültür yaratmış olmaları olanaksızdı. Çünkü onlar, ancak Rönesans çağında uyanabildiler ve bu uyanışları da kuzeyden değil, güneyden geldi. Oraya da doğudan geçmişti. Akhilleus’un Hamburg’dan, Artemis’in de Paris’ten geldiğini iddia etmek, Apollon’un Alpoğlan’dan, Artemis’in de Erdoğmuş’tan gelme olduklarını ileri süren bazı aşırı Türkçüleri bile yaya bırakır.
Eskiden, asalet iddia edilince, mutlaka, bir tanrının soyundan gelindiği ileri sürülürdü. Son zamanların sultanları bile, yeryüzünde Allah’ın gölgesi olduklarını iddia ederlerdi ya.
Bir ağaca şimşek çarpıp da ağaç yıkılınca, eskilerce, birisi mutlaka ağaca savaş baltasını fırlatmış demekti.
Yepyeni günü geçmiş günün bir olayına tamamıyla kurban etmekle, güzelim yepyeni güne yazık edilmiş olur.
Tanrıça Athena’ya alt bir efsane, zeytinin Yunanistan’a nasıl geldiğini ima etmesi bakımından önemlidir. Tanrıça Athena ile Denizler Tanrısı Poseidon, Atina kentinin koruyuculuğu için, yarışmaya girişirler. Kente en faydalı şeyi getiren, muzaffer sayılacaktır. Poseidon atı, Athena ise zeytin ağacını getirir. Athena kazanır ve kentin koruyucusu olur. O zamanın megaron denilen, iki gözlü evlerinin alt odalarında pencere yoktu. O karanlıkta Poseidon’un atını oynatacak değil, kandil yakacaklardı. Zaten Yunanistan’da zeytin, azlığı yüzünden, kutsal bir hal almıştı. Yarışlarda kazananların alınlarına, zeytin dalı çelengi konulurdu.
Doğru degilse,iyi uydurulmuş bir yalandır.
Rönesans çağında uyanabildiler ve bu uyanışları da kuzeyden değil, güneyden geldi. Oraya da doğudan geçmişti.
(Türkler şalvarı Anadolu’da buldular ve orada buldukları giyimi kabul ettiler.) Şalvar, Minoen fresklerindeki erkeklerde pek belli olarak görülür.
Pantolon, şalvarın pek değişmiş bir şeklidir. Pantolonu ata binmek için İskitler uydurdular. Asya steplerinden gelen Moğollar ve Türkler pantolon giyerlerdi.
Daphne
Defne, Trakofrigya dilinde, güneşin yükselmesiyle kaçan şafak pembeliğidir.
Biz bir yandan Batı kültürünü benimsemeye kalkışırız. Batı ise klasik kültürünü benimser ve kendisini o asıldan bilir. Ama biz, vaktiyle Anadolu’da yaşamış olan atalarımızın yarattığı o kültürü yadırgar ve yabansarız. Dudaktan olarak Batılılaşmaktan sözederiz. Ne var ki, Anadolu’daki eski kültürün sözü geçtikçe,»Adam sen de! Yunan kültürü!» diye omuz silker ve konuyu baştan savarız. Bunun nedeni, Batının, kendisini sütbesüt klasik aslından, bizi ise barbar aslından, Asyatik sayması, bizim de Batının bu kanısına İçten içe katılmamızdır.
Anadolu Tanrıları, Halikarnas Balıkçısı
Pantolon, şalvarın pek değişmiş bir şekli-
dir. Pantolonu ata binmek için îskitler uydur-
dular. Asya steplerinden gelen Moğollar ve
Türkler, pantolon giyerdi.
Kendisinin altından imal ettiği, her ne arzu ederse onlara yaptırdığı, insan biçiminde robot işçileri vardır. Kyklops denilen işçileri, Etna yanardağının yeraltı karanlığında, ona yardım ederler. Hephaistos’un yeri, şu veya bu yanardağın altındadır. Yanardağların ateşleri, sözde, onun yaktığı ocaktan çıkar. Demircilerin ve benzeri işçilerin piridir, Aphrodite’nin kocasıdır.
Sözümona, Zeus, Metis adında bir kadını yutar, çünkü onun, kendisinden —yani Zeus’tan— daha kudretli bir oğlan doğuracağını duymuştur. Bunun üzerine Zeus’un çatlayan alnından Athena pürsilah fırlayıp çıkar. Zeus’un alnını, kimisine göre Hephaistos, kimisine göre de insanlara yardım için Olympos’tan kutsal ateşi çalıp insanlara getiren Prometheus balta ile yarmıştir; Athena çıksın diye.
Ares savaş tanrısıdır. Zeus ve karısı Hera’dan doğmuştur. Homeros onu, «Ey kanlı cani!» diye nitelendirir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hermes’in babası Zeus ve anası Atlas’ın kızı Maia’dır.
Tanrı zarif ve atik bir delikanlıdır. Tanrıların en kurnazıdır, hırsızların
piridir ve aynı zamanda da ticaretin, pazar yer-
lerinin tanrısıdır. Bu tanrı, öteki bütün Olymposlu tanrılarin habercisidir. Aynı zamanda ölüleri alt dünyaya götüren kılavuzdur. Olymposlu tanrıların en çok taraflısıdır. Doğduktan bir iki saat son-
ra, beşikten çıkıp Apollon’un çaldığı liri icat
ederek çalmıştır.
Aphrodite’nin sevgilisi Adonis’dir. Bu genç, her ilkbahar dirilir, her sonbahar ölür ya da bir yaban domuzu tarafından öldürülür. Anadolu’da dağlarda kışın biten anemonlar ya da kırmızı laleler, Adonis’in kan damarlarıdır. Çoğu kez Aphrodite, çıplak olarak temsil edilir.
Güzellik ve sevgi tanrıçasıdır. Şendir, gülüşü
pek sever. Bir söylentiye göre Zeus ve Dione’-
den, başka bir söylentiye göre de deniz köpü-
ğünden doğmuştur. Demirci ve işçi tannsı, topal ve çirkin Hephaistos’un karısıdır.
Artemis, ApoIIon’un kızkardeşldir. O da Leto’dan, yani Gece’den doğmuştur. Apollon Güneş, Artemis de Ay’dır. Artemis avcıdır, peri kızlarıyla birlikte avlanır,En büyük tapınağı Anadolu’da, Efes’te,dünyanın yedi hârikasından biri ve îonya mimarisinin başyapıtı olan Artemision idi. Kendisi gençlik ve doğumun tanrıçası olduğu için, Büyük İskender doğarken, Efes’ten Makedonya’ya gitmiş. Tannçasız kalan tapmağı da işte
o gece yanmış.
Zeus’un kardeşidir ve denizlerin tanrısıdır. Zeus kılıklıdır,
ama onda Zeus’un vakar ve sükûneti yoktur. Çoğukez huysuz olarak gösterilir. Elinde Zeus gibi şimşek tutmaz da, üç çatallı bir zıpkın taşır. Karısı, Okyanus’un torunu Amphitrite’dir. En büyük tapmağı ve en çok kutlulandığı yer, Anadolu’da Milet ile Efes arasında, Mykale burnunda idi. Burası, îonyalılann dinsel merkezi idi. Poseidon denizlerle olduğu kadar, atlarla da ilgilidir. Denizde sükûn ve fırtına onun emrindedir. İnsanlara atı veren odur. Aynı zamanda da yer depremlerinin tanrısıdır. Denizde dalgalan sürdüğü gibi, yeryüzünde de toprak dalgalarını yürütür.
Zeus göklere, kardeşi Poseidon denizlere ve öteki kardeşi Hades de yeraltı ölüler ülkesine, yani ahrete egemen olur. Başlıca tanrılar bu ikisidir ve hep birlikte Olympos dağında yaşa-
dıkları için de bunlara Olymposlular denilir.
Rhea, Zeus adlı bir oğlunu, Girit’te îda dağının Dikte denilen bir mağarasında doğurur ve babası Kronos tarafından yutulmaması için onu orada gizler. Hem yeryüzünün, hem de tanrıların anası olduğu için Rhea yani Kybele, Tanrıların Anası ünvaninı alır.
Greklerce, dünyayı tanrılar yaratmadı, tanrı-
lardan önce de dünya vardı. Ama evren karan-
lıktan ve kargaşalıktan ibaretti. Tanrılar, dün-
yanın evlatları, Titan denilen iriyan devlerdi.
Birçok serüvenlerden sonra, bu Titan’ların
ikisi kalıyor: Kybele (Grekçesi Rhea) ve onun
kocası Kronos. Kybele, yeryüzünü temsil eder. Kronos, Kybele’nin ona doğurduğu çocukların hepsini yer, yutardı.
Osmanlı devleti sırasında, dünyanın yedi harikasının yedisi de Osmanlı toprakları içinde idi. O mirasın elle tutulur sanat kalıntıları, babalarının mallarıymış gibi, şimdi. Batının çeşitlimüzelerindedir. «Ne olacak? Gâvur putu! Yabancı şeyler» dedik. O eski mimarlık ve
heykeltıraşlık anıtlarından çok daha önemli
olarak, onlardan kalma bir de kültür zengin-
liği vardır. Onu da, bizim başımıza kondur-
madan, «Adam sen de! Vazgeç! Asklepios,
aftospiyos, kıtıpiyos Yunan kültürü.» diye.
Biz, Batıdan elektrik lambasını, buzdolabını,
kent planını alınca, artık Batılı ve modern olduk sanıyoruz. Oysa Batılı zihniyet, o ampulden daha iyisini ve daha ilerisini yapmaya savaşan zihniyettir.
AvrupalIların Isa’dan İki bin yıl önce bir uy-
garlık ya da kültür yaratmış olmaları olanaksızdı. Çünkü onlar, ancak Rönesans çağında uyanabildiler ve bu uyanışları da kuzeyden değil, güneyden geldi. Oraya da doğudan geçmişti.
Güzellik ve sevgi tanrıçasıdır. Şendir, gülüşü pek sever. Bir söylentiye göre Zeus ve Dione’den, başka bir söylentiye göre de deniz köpüğünden doğmuştur. Aphrodite adı, her ne kadar köpük anlamına gelen «aphros»a benziyorsa da, bu sözün köpük’ten gelmediği ve Grekçe olmadığı anlaşılmıştır. Kendisinin iki özelliği vardır : Aphrodite Urania, temiz sevgilerin tanrıçasıdır. Aphrodite Pandemos ile fuhuşun tanrıçasıdır. Demirci ve işçi tanrısı, topal ve çirkin Hephaistos’un karısıdır. Kocasını Ares ile aldatır. Hephaistos, ikisini de suçüstü halinde bir altın ağa sararak, Olympos’ta tanrılara gösterir. Tanrıların gülüşü sonsuzluklara kadar gürler.
Artemis, ApoIIon’un kızkardeşidir. O da Leto’dan, yani Gece’den doğmuştur. Apollon Güneş, Artemis de Ay’dır. Artemis avcıdır, peri kızlarıyla birlikte avlanır, işte bundan dolayı yaban ve ücra yerlerin sahibidir. Üçlek bir tanrıçadır. Güzel gecelerde gökte Selene, yeryüzünde Artemis, fırtınalı karanlık gecelerde bulutlar ardına saklanan Hekate’dir. Alt dünyanın tanrıçasıdır. Bu özelliğiyle şom bir tanrıçadır. Bakire olduğu için, başmda bir hilâl taşır. Ona selvi ağacı ve bütün yabanî hayvanlar, özellikle geyik kutsaldır.
Apollon, Grek tanrılarının en Greki sayılır. Kendisi hastalıkları iyi edicidir. Gümüş yayın eşsiz kullanıcısıdır, uzaklara ok atıcıdır. Aynı zamanda, müzik ve güzel sanatların dokuz perisinin kılavuzudur. Altın lirin (yedi telli harpın) çalıcısıdır. Yıldızlar, Apollon’un harpının tatlı ve kudretli uyumuyla, sonsuz boşlukta dönüp dolaşırlar. Onun liri dınglayınca, yeryüzünde müzik, şiir, türkü, mimarî ve vahiy, onun tanrısal düzenine uyarlar. İşte böylece, güzel sanatlar kutsal olurlar.
Zeus’un kardeşidir ve denizlerin tanrısıdır. Zeus kılıklıdır,
ama onda Zeus’un vakar ve sükûneti yoktur. Çoğu kez huysuz olarak gösterilir. Elinde Zeus gibi şimşek tutmaz da, üç çatallı bir zıpkın (tridan) taşır. Karısı, Okyanus’un torunu Amphitrite’dir. En büyük tapmağı ve en çok kutlulandığı yer, Anadolu’da Milet ile Efes arasında, Mykale burnunda idi. Burası, İonyalıların dinsel merkezi idi. Poseidon denizlerle olduğu kadar, atlarla da ilgilidir. Denizde sükûn ve fırtına onun emrindedir. İnsanlara atı veren odur. Aynı zamanda da yer depremlerinin tanrısıdır. Denizde dalgalan sürdüğü gibi, yeryüzünde de toprak dalgalarını yürütür.
Hitabetin, ancak gerçeği ispat içerisinde, gerçeğin bir yardımcısı olarak değeri olabilir. Oysa hitabet, her şeyden bağımsız bir sanat olarak Atina’da revaç buldu. Birçok gençlerin birçok yılları, retorik diye, bu işi öğrenmek için ziyan edildi.
Yunanistan’ın en büyük hatibi, Demosthenes’in –Büyük İskender zamanında– güzel hitabetinin kaça mâl olduğunu tarih yazar. Bu adam biraz daha konuşsaydı, ortada, Yunanistan adına bir şey kalmazdı.
Kybele, Mekke’ye de götürülüp, putu Kabe’ye konuldu. Ondan dolayı Kabe yönüne, Kybele’nin adından Kıble dendi. Zaten Kybele’nin çevresinde tavaf edilirdi.
Festivalin dördüncü bölümü martın yirmi beşinde kutlanırdı. Buna Hilaria denirdi. O gün Attis ölümden dirilirdi. İlkbahar da o gün başlardı. Paskalya şenlikleri ve Hristo Anesti yani İsa’nın dirilişi ve ondan önceki perhizler, Attis’in ölümü ve yeni baştan dirilmesinden başka bir şey değildir.
Tahtacılar ve onlar gibi Anadolu’nun bazen pek eski kabileleri, her ilkbaharda, köyün en yakışıklı delikanlısını giydirip kuşattıktan sonra, ev ev gezdirirlerdi. Bu delikanlı Tammuz’un doğuşunu ve kadınlarca simgelenen Kibele ile kavuşmasını taklit ederlerdi. BU delikanlıya Damızlık denilirdi. Bu söz Tammuzluk’tan gelmedir. Yani damızlık, ister insan, ister hayvan olsun, Temmuz ve Attis’i temsil etmektedir.
Romalılar ile Kartacalılar arasında büyük Drepanum deniz savaşından önce Augurlar (kahinler), Romalı amirale savaşa girişmemesini, çünkü kutsal kuşların yem yememekte olduklarını bildirdiler. Romalı amiral, Yem yemiyorlarsa su içsinler diye cevapladı, kuşların hepsini denize attırdı.
Lykia’da soy saptaması için, Girit’te olduğu gibi, asıl ana ve nine ve ninenin ninesinin adı sayılırdı. Baba ve ata değil.
İlk çağın dört büyük ressamından üçü Anadolulu, biri de İtalyan’dır.
Eski tarihin en büyük ressamı Apelles Anadolu’da Kolophonlu’dur. Başlıca eserlerinden biri Aphrodite Anadyomene dir. Ressam Parrhasios Efesli’dir, Polygnotos Thasoslu’dur.
Osmanlı devleti sırasında, dünyanın yedi harikasının yedisi de Osmanlı toprakları içinde idi. O mirasın elle tutulur sanat kalıntıları, babalarının mallarıymış gibi, şimdi, batının çeşitli müzelerindedir. Ne olacak? Gavur putu! Yabancı şeyler dedik.
En erken çağlarda, tanrılara insanlar kurban edilirdi. İlkçağ sünnetinde üreme organının bütünü kurban edilirdi.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.