Mary Fulbrook kitaplarından Almanya’nın Kısa Tarihi kitap alıntıları sizlerle…
Almanya’nın Kısa Tarihi Kitap Alıntıları
Lodz gettosundaki Yahudiler, Aralık 1941’den itibaren, egzoz boruları dumanı tekrar aracın içine verecek şekilde bükülmüş kapalı kamyonetlere konularak Lodz’un yaklaşık altmış beş kilometre kuzeybatısındaki Chelmno’ya (Kulmhof) götürülüyorlardı. Aracın içine tıkılmış olanların çığlıkları kesildiğinde şoförler arabayı durduruyor ve cesetler ormandaki toplu mezarlara atılıyordu. Fakat bunun da görece ”etkisiz ” bir öldürme yolu olduğu anlaşıldı: On binlerce insanı öldürebilirdi ve öldürdü de, ama milyonları ortadan kaldıramazdı.
Yahudiler toplanıp ormana götürülüyor, burada onlara toplu mezarlar kazdırılıyor, çıplak bir halde sıraya diziliyor ve ardından öldürülüp mezarlara atılıyorlardı.
Revizyonist ve yayılmacı dış politikası için ordunun desteğine ihtiyaç duyduğunun farkında olan Hitler, 30 Haziran 1934’te ”uzun bıçaklar gecesi ” denen şeyi başlattı ve bu gecede SA liderlerinin yanı sıra Hitler’in gözden çıkardığı (aralarında Schleicher ve Gregor Strasser’in de olduğu) bir çok kişi öldürüldü. Bu toplu cinayet, geriye dönük olarak 3 Temmuz 1934’te kabul edilen bir yasayla ”yasallaştırıldı ”.
30 Ocak 1934’te, Hitler’in şansölye olarak atanmasından bir yıl sonra, Reichsrat (yasama meclisi) kaldırıldı ve federal sistem sona erdirildi.
7 Nisan 1933 tarihli ”profesyonel kamu hizmetlerinin yenilenmesi yasası ”yla kamu hizmetleri hem Nazizmin siyasal muhaliflerinden hem de Yahudilerden arındırıldı.
1933 yazının başında NSDAP dışındaki partiler yasadışı ilan edildi
Hitler, 23 Mart akşamı komünistlerin ve yirmi bir sosyal demokratın Reichstag’a girmesini engelleyerek, İzin Yasası’nın geçmesini sağladı.
..sanayi ve tarım çıkar grupları, yaşlı cumhurbaşkanına yeni koalisyon kabinesine şansölye olarak Hitler’i ataması için büyük baskı uyguladılar. Bu sonradan görme ”Bohemyalı onbaşı ”yı küçümseyen Hindenburg, ocak ayının sonunda, isteksizce de olsa teslim oldu. Hitler 30 Ocak 1933’te Almanya’nın anayasal olarak atanmış şansölyesiydi.
1 Ocak 1834’teyse toplam 23 milyonluk bir nüfusu barındıran 18 devletin dahil olduğu Alman Gümrük Birliği (Deutcher Zollverein) kuruldu.
Aydınlanma Nedir? adlı denemesinde Kant, Aydınlanma’yı insanın bağımsız ve eleştirel düşünmek üzere aklını kullanmaya cesaret etmesi, başkasının otoritesinin vesayetini kabullenmeyi reddetmesi olarak tanımlamıştır.
Marx’a göre, ” Asya toplumları ” büyük ölçüde durağanken, Batı Avrupa tarihi dinamikti. Kabile toplumunun ilkel komünizimden antik topluma ve feodalizme, oradan da modern kapitalizme doğru bir dizi aşama uzanıyordu. İnsanlık tarihinin bu en uç aşamasında, sınıf mücadeleleri en yalın haliyle, zenginleşmiş bir kapitalist burjuvazi ile giderek genişlemiş ve fazlasıyla ( henüz yoksullaşmamış da olsa görece olarak) eziyet görmüş sınıf bilincine sahip proletarya arasındaki mücadele haline gelmişti.
Marx, Hegel’in idealizminin yerine yeni bir maddecilik getirdi. ” Dünya tini ” tarihsel dinamiğin ipucunu artık sağlamıyordu; onun yerine insanlar, gerçek insani varlıklar kendi tarihlerini yaratıyorlardı; ama Marx’ın da sezgi gücüyle belirttiği gibi, bunları kendi seçtikleri koşullarda yapmıyorlardı. Üreme ve yeniden üretme faaliyetlerinde bulunan insanlar arasında gelişen toplumsal ilişkiler, sınıf ilişkilerini tanımlıyordu.
Marx, genç Hegelciler olarak bilinen ve Hegel’in biraz asi sayılabilecek eski öğrencilerinin düşünceleriyle bir süre oyalandıktan sonra, Feuerbach gibi Hegel eleştirmenlerinin düşüncelerinin etkisiyle yolunu kesin bir şekilde ayrıldı ve Hegel’in idealist felsefesini tam anlamıyla altüst etti.
Hegel’in felsefesi, belki de en önemli etkisini, Karl Marx’ın ( 1818-83) düşüncesindeki dönüşümünde ve hem deneye dayalı toplumsal bilim hem de siyasal sosyalizmde daha sonra yaşanan gelişmelerde dolaylı bir şekilde sağlamıştı.
1816-17’deki ” açlık yılları ”ndan 1820’lerin buhranına dek görülen tarımsal krizlere rağmen, politik ilgisizlik Viyana Kongresi’nden sonraki yaklaşık on yıllık bir süre boyunca yaşanan baskıcı koşullara hakim göründü.
Alman toplumu, emeğin hareketliliğinin artışıyla birlikte, bir sınıf toplumuna dönüşme sürecinde olsa da, henüz kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu bir toplum olmaktan çok uzaktı.
Almanya bir tarım toplumundan gelişmekte olan bir sanayi kapitalizmi merkezine dönüşürken; Avrupa’daki devletler arasında yaşanan rekabet de dünya üzerindeki ssömürgeler için imparatorluk güçlerinin rekabeti halini alacaktı.
1815 Viyana Kongresi’nden I. Dünya Savaşı’nın sonuna, Alman İmparatorluğu’nun 1918’deki çöküşüne dek geçen yıllar, hem Almanya’da hem de genel olarak Avrupa’da temel değişikliklere sahne olmuştur.
1815’te Almanya 1648 Almanyasından belirgin şekilde farklı bir yer olsa da, dıştan bakıldığında pek de farklı değildi. Hala toprakları büyük ölçüde tarıma dayalı olan, köylerin, dalgalanan otakların ve derin ormanların, orta çağ kentleri ve kalelerin, prens saraylarının, görkemli kiliseler ve manastırların ülkesiydi.
Genelde Alman entelektüellerinin Fransız Devrimi’ne başlangıçta yakınlık duyduğu ve devrim teröre dönüştükçe ondan dehşetle uzaklaştıkları varsayılır. Öyleyse, en azından bir sonraki yüzyıl boyunca, uzun süren ve derin bir devrim korkusunun Alman siyasal kültürünün peşini bırakmamış olduğu da varsayılmalı.
Prusya özellikle Ren ve Vestfalya eyaletlerini istemeden de olsa elde ederek kazançlı çıkmıştı. Bu durum, Prusya’yı Fransa ve Rusya arasında önemli bir güç haline getirmek üzere tasarlanmıştı.
Kutsal Roma İmparatorluğu’nun yerine bir Alman Konfederasyonu ( Deutscher Bund) kuruldu. Konfederasyon 38 devletten oluşuyordu. ( 1817’den sonra 39) monarşi ve 4 özgür şehir. Konfederasyon’un sınırları temelde Kutsal Roma İmparatorluğu’yla aynıydı.
Alman toplumu, emeğin hareketliliğinin artışıyla birlikte, bir sınıf toplumuna dönüşme sürecinde olsa da, henüz kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu bir toplum olmaktan çok uzaktı.