İçeriğe geç

Alman Sonbaharı Kitap Alıntıları – Stig Dagerman

Stig Dagerman kitaplarından Alman Sonbaharı kitap alıntıları sizlerle…

Alman Sonbaharı Kitap Alıntıları

&“&”

“Gittikçe umudunu daha çok kaybediyor..”
“Evet elbette yaşamak zorunda insan… Ve elbette her şeye alışmalı.. “
“Kendi çektiği acıların insanı başkalarının acısına karşı körleştirdiği de akıldan çıkartılmamalı..”
“Kişinin kendi hak ettiği acı, haksız olanı kadar zor taşınır..”
“Konuşulan hiçbir şey, konuşulmayan kadar yüklü bir tehdit içermez..”
Acı ancak yalnızca anıya dönüştüğünde yazılabilir.
korkunun olduğu yerde özgürlük yoktur. özgürlük olmadan demokrasi olmaz.
celladın merhameti boynu hızlı yahut isabetli vurmasıdır.
Konuşulan hiçbir şey konuşulmayan kadar yüklü bir tehdit içermez.
Görünmez acıyla karşılaştırıldığında, görünür acı utangaç, mahçup ve sessizdir."
Bütün yıkılan şehirlerin yanı sıra harabelerini parayla gösteren bir şehir var: Eski güzel şato kalıntıları yıkıntılar çağının şeytani bir parodisi gibi yükselen, korunmuş Heidelberg."
Açlık sınırında yaşayan insanlar önceliği demokrasiye değil, o sınırdan mümkün olduğu kadar uzaklaşmaya veriyorlar."
Gerçekten aç biri, eğer bütünüyle çaresiz değilse, kendi açlığından dolayı kendisini suçlamaz, yardım edebilecek durumdakilerden yakınır. Açlığı nedensellik arayışına da terfi etmez, sürekli aç olanın en yanında duranların dışındakilerle bağ kuracak hali yoktur, yani onlardan yakınır, daha önce geçimini sağlamasına el veren bir rejimi yıkanlardan, kendisini alışkın olduğu geçim düzeyinden yoksun bırakanlardan."
Bütün sorun itaatin zorunlu bir ilke olarak kabul edilip edilmemesi. Bunu bir kez kabul edersek, çok geçmeden, itaat talep eden devletin en iğrenç şeylere bile itaate zorlayacak araçlara sahip olduğunu da görürüz. Devlet koşulsuz itaat ister."
Aç insanın politik tutumunu açlıkla birlikte analiz etmemek bir çeşit şantajdır."
Önemliydiler, belki sessizliklerine rağmen değil de sessizliklerinden ötürü; çünkü konuşulan hiçbir şey, konuşulmayan kadar yüklü bir tehdit içermez."
Bütün diğer teselliler tüketildiğinde, saçma sapan da olsa yeni bir teselli bulmanın peşine düşüyor insanoğlu. Bir yabancının pek sık karşılaştığı şeylerden biri, halkın kendisinden, yaşadıkları şehrin Almanya’nın diğer bütün şehirlerinden çok daha fazla yakılıp yıkıldığını, yerle bir edildiğini, kasılıp kavrulduğunu onaylamasını istemesi. Bu kederden teselli bulmak değil, bizzat kederin teselli olması. Eğer başka taraflarda daha feci durumlarla karşılaştığınızı söylerseniz mutsuzluğa kapılıyorlar." 1946, Almanya
Dünyada hiçbir şey, soğuk bir sabahta, bombalanmış bir şehrin kocaman, boş bir sokağı kadar yalnız ve terk edilmiş değildir."
Devlet koşulsuz itaat ister."
Bodrumlarda yaşayan Almanlara, “Hitler zamanında durumunuz daha mı iyiydi?”, diye sorarsanız, “evet”, diye yanıtlıyorlar. Boğulmak üzere olan birine “iskelede dikilirken daha mı iyiydin?” diye sorarsanız, o da “evet”, diyecektir. Günde ancak iki dilim ekmek yiyebilen aç birine, “beş dilim yutarken daha mı iyiydin?” diye sorarsanız, hiç kuşkusuz, “evet”, cevabı alırsınız.

Bu zor sonbaharda Alman halkının ideolojik pozisyonuyla ilgili yapılacak her analiz, eğer insanların yaşamaya mahküm edildikleri ortam hakkında yeterince açık bir resim vermiyorsa, temelden yanlış olur; analizin sınırlarının mutlaka bu günü, yaşananların karakterini belirleyen ve sefaletin en koyusunu da kapsayacak şekilde genişletilmesi gerekir.

“Hitler zamanında daha mı iyiydiniz?” diye soran gazeteci. Aldığı cevaplarla öfkeden iki büklüm olup iğrenme ve nefret duygusuyla iğrenç kokan odadan hemen geri çekilir, kiraladığı İngiliz otomobiline yahut Amerikan cipine biner, yarım saat sonra basın otelinin barına oturur, bir kadeh şarap yahut bir bardak gerçek Alman birası eşliğinde, “Almanya’da Nazizm Yaşıyor” başlığıyla gözlemlerini yazar.
Biz Nazi aforizması, celladın merhameti boynu hızlı yahut isabetli vurmasıdır, der."
Trenler, bütün bir sonbahar doğudan batıya göçmen taşımıştı. Perişan, aç ve istenmeyen bu insanlar, istasyonlardaki karanlık, iğrenç kokulu sığınaklara yahut yerle bir edilmiş Alman şehirlerinde yenilginin anıtları gibi yükselen, penceresiz, dört köşeli gazometrelere benzeyen sığınaklara doluşmuştu. Kaderlerine sessizce boyun eğmiş de sessizce otururmuş gibi görünen bu sözümona önemsiz insanlar, Alman sonbaharına karanlık bir öfkenin damgasını vuruyorlardı."
Edebiyatla acı arasında ne kadar mesafe var? Acının sa­natına, yakınlığına yahut gücüne mi bağlı bu mesafe? Ateşin yansımasından çıkan acı ile şiir arasındaki mesafe, ateşin içinden çıkan acı ile şiir arasındaki mesafeden daha mı az? Zaman ve mekandaki en yakın örnek gösteriyor ki şiirle, o uzak, o görünmez acı arasında dolaysız bir ilişki var, hatta başkalarıyla birlikte acı çekmenin, şiddetle sözcük hasreti çeken bir çeşit şiir formu olduğunu bile söyleyebiliriz. O do­laysız, görünür acı, dolaylı, görünmez olandan başka şeylerin yanı sıra sözcük hasreti çekmemesiyle ayrılır, en azından acının çekildiği anda.
Dünyada hiçbir şey, soğuk bir sabahta, bombalan­mış bir şehrin kocaman, boş bir sokağı kadar yalnız ve terk edilmiş değildir
Savaş kötü bir pedagogtur.
Devlet koşulsuz itaat ister.
Bodrumlarda yaşayan Almanlara, &‘Hitler zamanında durumunuz daha mı iyiydi?’, diye sorarsanız, &‘evet’ diye yanıtlıyorlar. Boğulmak üzere olan birine &‘iskelede dikilirken daha mı iyiydin?’ diye sorarsanız, o da &‘evet’ diyecektir.
Bir Nazi aforizması, celladın boynu hızlı yahut isabetli vurmasıdır, der.
Sadede gelirsek, bütün sorun itaatin zorunlu bir ilke olarak kabul edilip edilmemesi. Bunu bir kez kabul edersek, çok geçmeden, itaat talep eden devletin en iğrenç şeylere bile itaate zorlayacak araçlara sahip olduğunu da görürüz. Devlet koşulsuz itaat ister.
hayatta kalmalarını, yaşamak için çok az ama ölmek için çok daha az neden var, diye açıklıyorlar.
Önemliydiler, belki sessizliklerine rağmen değil de sessizliklerinden ötürü; çünkü konuşulan hiçbir şey, konuşulmayan kadar yüklü bir tehdit içermez.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
yalnızca stuttgart’ta 120.000 insan mahkeme edilecek.
Siz, nazilerin lehine hiçbir şey yapmadığınızı belirtecek, suçsuz yere yargılanmaktan şikayet edeceksiniz.
ben cevap vereceğim:
Führer’e koşulsuz inanç ve itaat sözü verdiniz. bu suç değil mi? hiç tanımadığınız bir adam körü körüne bağlılık yemini ettiniz. her yıl parti aidatı ödediniz. bunlar suç değil mi?
almanlar. böylesi bir kaderi hiçbir gençlik yaşamadı. 18’inde bütün dünyayı fethettiler ve 22’sinde her şeyi kaybettiler.
Açlık sınırında yaşayan insanlar önceliği demokrasiye değil, o sınırdan mümkün olduğu kadar uzaklaşmaya veriyorlar.
Bodrumlarda yaşayan Almanlara, &‘Hitler zamanında durumunuz daha mı iyiydi?’, diye sorarsanız, &‘evet’ diye yanıtlıyorlar. Boğulmak üzere olan birine &‘iskelede dikilirken daha mı iyiydin?’ diye sorarsanız, o da &‘evet’ diyecektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir