İçeriğe geç

Allah – Peygamber – Kitap Kitap Alıntıları – Hikmet Kıvılcımlı

Hikmet Kıvılcımlı kitaplarından Allah – Peygamber – Kitap kitap alıntıları sizlerle…

Allah – Peygamber – Kitap Kitap Alıntıları

İnsan Toplumu adım adım gelişirken bir türlü ulaşamadığı amacı gibi kutsallığını kendisinden bir adım önde geliştirip durdu.
Kutsallığını geliştirdikçe ona ulaşacağına tersine kutsallığı kendisinden bir adım öne çıkıyor ve ulaşılmaz bir amaç olarak insanlık kutsallığı (önüne havuç uzatılmış Merkep Efendi gibi ) boyuna koşturuyordu.
Din nedir? İnsan düşünce ve davranışlarının üzerine fırlayıp, insanın kendi düşünce ve davranışlarından çıkıp geldiği halde insanüstü güç haline gelerek doğayı ve insan toplumunu yaratıp güden teorik-pratik bir sistemdir.
Hucurat Suresi ile terbiye kurallarını öğretir. 1- Ey inananlar, Allah’ın ve Elçisinin önüne geçmeyin .
2- ..Seslerinizi peygamberlerin sesinin üzerine çıkar mayın
3- Odaların arkasından (uluorta) sana bağırıp – seslenenlerin çoğu düşüncesiz kimselerdi.
17- İslam olmalarını senin başına kakıyorlar. De ki: Müslüman olmamızı benim başıma kakmayın. Tersine sizi imana ilettiği için Allah’a minnettar olunur. 12- zan’dan çok sakının. Zira Zan’nın bir kısmı günahtır
Muhammed’in Allah’ı bu denli gerçekler içindedir; yeni islam olmuş göçebelere terbiyeyi bile öğretir. Onları azarlar – sever – hoşgörür – cezalandırır. Bu sanıldığının tersine Allah’ı determinizme daha da yaklaştırır; mistiklikten kurtarır. Yüzeysel bir görüş ile sanılabilir ki Allah’ın 99 ismi veya sıfatı basitçe insan’ın özelliklerinden türetilmiştir. Ve Sümer’de bulunan yüzlerce Allah’ın özellikleri geleneklerle İslam’ın tek tanrısının özellikleri (99 isim) haline gelmiştir
Ve lillahi esmail – hüsna fed’uhu biha : En güzel adlar, Allah-ı Teala’nındır. O’na bu adlarda dua edin! Bu sıfatlarla yüklü isimler, Kur’an’da ayetlerle yerli yerinde anılarak geliştirilmiştir . Barbarlıktan medeniyete geçerken, çok tanrı inanışından tek tanrı inanışına da geçiliyordu. Ve bu barbarcıl (tarihsel) devrim ile 20 yıl içinde sıçrama ile gerçekleşiyordu. Barbar’a, Araplarda Bedevi denirdi. Ama hemen hep komüncül gelenekleri güçlüce taşıyorlardı. İnandıklarına çıkarlarına ölümüne sarılırlardı. Ancak beyinleri de yeniliğe o kadar açık tertemizdi. İnanışları vahşi çağlardan kalma totemizme, animizme, ana tanrılara, baba tanrılara, doğa tanrılarına dek uzanan putataparlık idi. Ama Allah ı İbrahim’den nakil ile öğrenmişlerdi Daha kesin hatlarıyla Muhammed çok tanrılığa karşı tek tanrı fikrini benimsemekle kalmadı, bu anlayışı zenginleştirdi. Arap halkı temiz zekasiyla bu üstün tek tanrı fikirlerine sarılmakta geçikmedi. Çünkü pratik çıkarları da bu zengin teorik gelişime paralel gelişiyordu. Tarihi gelişim, Muhammed’in tek tanrı kavrayışındaki zenginliği haklı çıkarınca, Güney Ticaret Yolu üzerindeki Arabistan halkı lehine hızlandıkça, Araplar da gecikmiş olarak tek tanrı inanışlarını Muhammed’in zengin kavrayışınaulaştırdılar. Önce ezberlediler sonra onlarca yıl içinde Allah düşüncelerine tarihsel determinizme yaklaştırdılar. Şüphesiz ki bu hep fakir fukaralar ve komün gelenekleri içinde tutunup kâh iktidar kâh muhalefet olarak gelişti. Azgın tefeci bezirgan ve modern çağın kapitalist islâmlığına karşın günümüze kadar ulaştı. Şimdi günümüzde bu zengin kavrayış, hemen, hiçbir şey ifade etmeksizin de olsa kullanılmıyor bile. İçten-temiz fakir halk çocukları içlerindeki en insancıl kollektif duygularıyla bu isimleri (Allah kavrayışını) özdeştirseler de; bunlar sınıflı toplum cehenneminin sahtekar islam gericiliği içinde savrulup eritilip tüketiliyor; bilinçaltına bastırılıyorlar.
barbarın tanrı anlayışı budur: pratik ihtiyaçlar. Bedir savaşından sonraki ganimet paylaşma kavgalarında yansıyan da budur. Peygamber Allah – toplum yolunda saf maneviyatçı, halk pratik çıkar peşindedir. Ama sentez ayet yaman olur: mülk-ganimet Allah’ın ve peygamberinindir, kavga etmeden aranızda anlaşınız. Kur’an açıkça tarihsel devrim pratiğine girmiştir. O sıcak savaş pratiğinden çıkan sentezler ayetleşir. Teorileşir. Allah sistemi bu işe yarar. Bu yüzden Muhammed’in ve İslam’ın en kalıcı mirası: Kollektivizm-çeşitli adalet hoşgörü merhamet yani humanizm olmuştur. İnandığı Allah’ı bu sistemden uzak düşebilir miydi?
Bilim yaratıcılığını kimselere kaptırmayan üniversitelerimiz, nice proflarımız, uzmanlarımız, laik paşalarımız, bütün rasyonel- bilim titrlerine rağmen, o akıllı – başlı yorumlarının arasına veya ardına yüce yaratıcı (Allah) sözcüğünü eklemeden, bütün inanış ve akılcılıklarını yüce yaratıcı ya yaslamadan edemiyorlar. Neden? Aslında bu sözcüklerin hiç bir zararı yok, kalp ferahlığı verdiği ölçüde yararı bile var. Ama bilinmezlikleri, Allah’a havale ediverişlerimizin gerisinde, yaratıcılıklarımızı körleştirme alışkanlıklarımız da bulunuyor. Allah alışkanlığımız skolastizmi, skolastizm yaratıcılıkları köreltme alışkanlığını besleyip beyinlerimizi dumura uğratıyor. En ateist geçinenlerimiz bile, bu etkiden uzak kalamadıklarını iyice bir düşünseler yakalayabilirler.
Barbarlıktan kalma gelenek-görenekle köylülerimizde- esnaflarımızda yaşayan Batıl itikadlar kara kedi önünden geçmemek, tırnak kesmemek, salı sallanır, çamaşır yıkamamak, elleri bağlamamak, ayak ayak üstüne atıp dinlenmemek, ateşi erkeğin üflememesi gibi inanışları, islamiyet içine girmiş olsa da, kolayca terkedilmişlerdir. Çünkü modern çağın insan aklını ilerleten bilgileri sentezleri karşısında bu tür barbar-vahşi gelenekleri tutunamazlar. Onların totem ve tabulardan kalma gelenekler olduklarını bilinçlerimize çıkarmasak da modern bilgi ve sentezilerimize açıkça ters geldikleri için o alışkanlıkları terkederiz, hatta toplum hayatımızdan kovarız. Çok büyük tepkilerle de karşılaşmayız; uzun boylu tartışmalara bile gerek kalmaz. Hele çoçuklar yeni kuşaklar bunu kendiliğinden silerler. Fakat Allah – Kur’an ve Muhammed öyle midir? Neden? Modern çağın 500 yılı bile O’nu silmek yerine İsrail saldırıları altında güçlendirmiştir. Neden? Atom çağındayız, uzay çağı açıldı. Ama hâlâ Allah-Kur’an ve Muhammed geleneği sürüyor. Ve işin ilginç yanı, onları toplum hayatımızda neredeyse ebedileştirmek isterce adım başına cami- Kur’an kursları açılmasına elbirlik yardım etmekten geri durmuyoruz. Devletin göz yumuşları ve ön ayak oluşları yetmiyormuş gibi burnumuzun dibine kadar sokulan Bağış makbuzlarını kaçımız geri çevirebiliyoruz? Tarikat islamcılığı bile Erbakan (İngiliz-Amerikan) bayraktarlığı altında legalize edildi. Hep Allah-Kur’an-Peygamber: lyi dilekli müslüman toleransından yararlanılarak yapılan bu irtica beslemeleri; bir gün Mustafa Kemal Cumhuriyetimizde olduğu gibi sünnet edilmek zorunda kalınsa bile, Allah-Kur’an Muhammed varlığı toplum hayatımızda yaşamaya devam edecektir. Veya kolay kolay terkedilmeyecektir.
İnsan toplumu, içinde doğup geliştiği evreni yorumlamayı bile düşünemeden, doğrudan doğruya doğanın çocuğu olarak geliştiği anda kendisini kutsallaştırma gidişinin beşiğinde bulmuştur.
Tutkular insanı yeniden ve yeniden öldürüp diriltebilirler. Bu sadece toplumsal değil, aynı zamanda zihinseldir de.
din konusu, sadece toplumun çatısında tıkırdayan bir kültür meselesi değil, insan beyninde düşünce mekanizmalarında işleyen adeta sistemleşmiş canlı bir düşünce biçimidir. Ve insan beyninde kolayca sökülüp atılamayacak derinliklere yapışmış köklere sahiptir. Söküldü sanıldığı yerde, başka bir nesnenin veya konunun Fetişe edilişine: tapımına dönüşmüştür: İnsan şuuru kendisini bilemedikçe ne maddi nesnelerin ne de manevi konuların fetişizmini (tapıncını) aşamaz.
Kur’an herkese, hemen her Ayette akılları kullanmayı, iyi işleri
öğütler durur. Çünkü Peygamberi daima aklını kullanır. Kullanmayanları azarlar, onlar adına üzülür ve onlara derinden acır. Akıl aslında Tarihsel Devrim Kanununa (Determinizme) uyumdan başka bir şey değildir. Ama bu, Allah’ın emri olarak yorumlanma aşamasındadır; Peygamber’in aklının, burada Allah gibi durmasına aldanmamak gerekir; gerçekte asıl akıl, Allah “bilincine” bağlanmış altbilinçle işleyen şiirselleşmiş determinist sezilerdir
İnsan Toplumu oluşuncaya dek yüz binlerce yıl insan türlerinin batıp çıkışı gerekmiştir. Medeniyetin ortaya çıkması için on binlerce yıl gerektiği gibi, Muhammed ve Kur’an’ın temellendirdiği Tarihsel Devrimin gerçekleşmesine kadar geçen Antik Medeniyetler ve Tarihsel Devrimler birikimi için 5500 yıl gerekmiştir. Ve nice olaylar! Evrimin bu birikerek sentezlere ulaşma sabırlılığını kavramak ve o sabırlılığa uyum yapmak için Evrimin Gidiş Kanunlarını bilince çıkarma savaşına girmek gerekir. Uyum’un tek başına yeterince olamayacağı, ne kadar zor olduğu ve ne kadar sabır istediği biraz olsun anlaşılmış olur. Uyum toplumla, doğayla birlikte olur. Bu işi başarmak ise en başta
sabırla durmadan çalışmak; Evrimsel bilinç ve örgütlenmek ister…
Din, aklı ve bilimi baskı altında tuttuğu ölçülerde de bilinçaltına itildi. Zamanı ve yeri geldiğinde de yeni kuşaklarda akıl ve bilim gelişimi olarak patladı. İslam Dini’ni yaratan olayların aslında İslam Tarihsel Devrimi olduğunu söylemeliyiz. Bilim, o Tarihsel Devrim dediğimiz olayların içinde işleyen kanunlardan çıktığına göre, demek ki İslam Dini’nin bilinçaltında akıl ve bilim bastırılmıştır deyişi anlamsız kalmaz. Veya daha zengince bir kavrayışı önermiş oluruz. İşte burada yapmayı denediğimiz birinci iş, Dinin altında yatan Tarihin Madde ve Ruhunu gözlere batırmaktır. Din kabuğu, o Tarihte bilinç yerine geçtiği bilimin kanunlarını yani Evrimi saklı tutuyordu. Hz. Muhammed’in en göksel Ayet ve Hadislerinde bile en yercil Evrim Kanunlarını sezi-öz olarak yakalamak, bu yüzden birbirlerine uzak düşürülmüş olsalar bile yadırganmamalıdır. Çünkü her şey Evrim kanunlarıyla olup biter, hiçbir şey o kanunlardan ayrıca gelişemediğine göre, o kanunları arayıp bulmak en akıllıcasıdır. Yoksa bizler de Antik Tarih’in tersine; Din veya Naklî Bilimler nasıl Aklî Bilimleri bilinçaltına itmişlerse öyle, bugün Aklî Bilimler de Dini veya naklen gelmiş Gelenek Görenekleri bilinçaltına bastırmaya devam
ederler.
Din veya Allah Geleneği, bilinç olarak insanda dillenir, davranışlaşır. Veya o geleneksel bilgiler, yasaklar toplamı, insanda bilinç yerine geçer. Akıl-bilinç gelişimi bilimsel verilerle ve değerlendirmelerle gelişmedi önce. Yasaklarla kendiliğinden gelişti. Bilim sonradan geliştikçe, bilinç bilimsel öğeler kazandı. Ama yine de Evrimin tüm kanunları ele geçmedikçe, bilinç yüzeysel, devresel, çağsal kalmaktan kurtulamadı
Muhammed’den 1200 yıl sonra gelen Marks-Engels aynı şeyi Üretici Güçler temelinde, Kapitalist toplumun gelişim biçimiyle koydu: Modern Sosyalizmi müjdeledi. Ve Marks’tan sonra dünyanın üçte biri sosyalist oldu. Olaylar inatçıydı. Gerçekler neyseler öylece, Gidiş Kanunları bilinmeli ve uyulmalı, aksi takdirde aşırı kayıplarla uymak zorunda kalınırdı. Muhammed geleneksel olarak, her akılcı sentezini veya sentezlerini Allah’a-Dinine bağlayarak ilerliyordu. Aklıyla, nakille gelen din geleneklerini ayıramıyordu henüz; tersine aklını da o skolastik din geleneğine sımsıkıca bağlıyordu. O zamanlar için öyleydi. Ama bütün o batınî mistik gelişim içinde bile aklını köreltmedi. Aklı kullanmayı Allah emri yaptı. Bizim şu akıllıca rasyonalist geçinen kütüphane fareleri uzmanlar, erüdisyon kırkambarları şüphesiz ki Muhammed’i beğenmezler, ama kendileri akılcı makyajlarının altında bin beter skolastiktirler ve yaşamdan koparak kitap kemirirken akıllarını törpülerler aslında; gerçeklerden uçup giderler Bu yüzden, Muhammed, içinde bulunduğu Tarihsel Devrim derslerini Allah kanunu yapıyordu. Bizler, o batıni mistik skolastik kabuğa aldanmadan içindeki özü bulup ortaya çıkarabilirsek dersimizi alabiliriz. “Mülkün ezeli-ebedi sahibi sadece Allah’tır” sözü yabana atılabilir mi? Sınıflı Toplumun yaşanan realitesi ne olursa olsun, Tarihsel Akışa kabaca bakan temiz bir akıl, Allah’ın yani doğanın ve kamunun malını, varlığını yağmalıyorlar demez mi?
Onun ( Muhammed’in) yaratıcı yetenekleri veya beynine düşen olayları çarpıştırıp ders alma gücü, sıradan Mekke-Medine kentlilerinden farklıydı. Halk pratik ihtiyaçlarına göre Allah’ını seçer ve yönelirdi. Muhammed pratik ihtiyaçlarını karşılamasa da onları aşabilecek güce sahipti. Pratik ihtiyaçlar karşısında sızıldanarak erimektense, dünya ahvalini yorumlama yolunda yücelerek ihtiyaçların cenderesinde küçülmeme yollarını açmayı deneyecek güce sahipti. Ama daha genç yaşında pratik geçim-mal mülk ihtiyaçlarını da dürüst ticaret olanaklarını kullanarak karşılamıştı. Manevi yola girişi bu yüzden kolay oldu. Başkaları gibi zenginlik yolunda zalimleşmek yerine, zenginliğini maneviyat yoluna harcayarak, sezdiği büyük zorlu Tarihsel Görevine soyunmasını bildi. Komün insanının pratik ihtiyaçlarının karşılanamaz yoğunlukta nitelik atlayışı, Allah inancını besleyip büyütmüştür. Buna rağmen bu pratik ihtiyaçlarını gidermek için kendisinden daha büyük bir güce sığınma kaçışının altında, içinde yaşadığı doğayı ve toplumu yorumlama (entelektüel) ihtiyaçları da gizlidir elbette. Ama üstte olan pratik ihtiyaçların karşılanma zorunluluğudur. Yorumlama (entelektüel) ihtiyaçlar, alttan alta gelişir. Ve toplumun bazı üyelerinde zamanla gelişerek kültürleşir, eğitimleşir. Bunu basit olarak çocuklarda izleyebiliriz: Çocuklarda Tanrı düşüncesi, genellikle pratik ihtiyaçlarının kolayca karşılanması olasılıklarına tutunarak gelişir. Bir dua, bir yakarışla zorluklardan kurtulmak veya oyuncak, oyun, arkadaş, başarı gibi isteklerinin gerçekleşmesi olanaklarını sunan “Tanrı” fikrini ilk benimseyişin temelleri olur. Yine de bu denli basit ama yakıcı sorunlar altında gizli bir entelektüel ihtiyaç yatar: Yaşanan dünyayı tanımak, yorumlamak; çocuklarda daha derinlerde parlasa da bu eğilim de bulunur.
İşte Muhammed’i kentdaşlarından ayıran fark buradaydı. Komüncül yetenekleri, akrabalarından ve kentdaşlarından daha fazla entelektüeldi. Tanrı ihtiyacı, onda, yaşadığı dünyayı ve çağını yorumlama ihtiyaçlarına daha çok karşılık oldu.
Bedir Savaşı’na kadar olan Ayetler bunu fazlasıyla belli eder: Muhammed o manevi derinliğine karşılık bulmak üzere durmadan düşündüğü Allah, Evren, İnsanlık Sentezlerini, henüz içine girmiş olduğu Tarihsel Devrim sorunlarıyla yani halkın pratik ihtiyaçlarıyla sentezlemekte pek fazla gökçül, samedanî, filozofsal kalır. Medine fukaraları yoksul bezirgânlar ve çevre Bedevileri onu pratik ihtiyaçlarla uyarmakta gecikmezler. Savaş (içten içe ganimet) isterler. Açıkça Muhammed’i ve Allah’ı savaş kararını vermeye zorlarlar. İşte Barbarın Tanrı anlayışı budur: Pratik ihtiyaçlar. Bedir Savaşı’ndan sonraki ganimet paylaşma kavgalarında yansıyan da budur. Peygamber, Allah-Toplum yolunda saf maneviyatçıdır; halk ise pratik çıkar peşindedir. Ama sentez Ayet yaman olur: ( ) Mülk-ganimet Allah’ın ve Peygamberinindir, kavga etmeden aranızda anlaşınız. Kur’an açıkça Tarihsel Devrim pratiğine girmiştir. O sıcak savaş pratiğinden çıkan sentezler Ayetleşir, Teorileşir. Allah Sistemi bu işe yarar. Bu yüzden Muhammed’in ve İslam’ın en kalıcı mirası: Kolektivizm, çeşitli adalet, hoşgörü, merhamet yani Hümanizm olmuştur.
Hiç düşündük mü? Aşiret insanlarından kalma ve İslam düşüncesine girmiş “Batıl İnanış”, “Hurafe” dediğimiz düşünce ve davranışlar, aklımıza ters düştüğü için onları terketmek, hayatımızdan kovmak hemen hepimize doğal gelmiştir. Hatta Kur’an’da da yer alabilmiş Melek, Cin, Şeytan gibi düşünceler bile çoğu Müslümana gerçekçi gelmediği için kabul edilmez veya kabul edilse bile onlar pek ağıza alınmaz; tartışmalarımıza sokulmaz; her Müslüman, Müslümanlığı ölçüsünde bu konunun üzerine gitmemeyi, sansür etmeyi yeğler. Çünkü görünmeyen ama bir ruh gibi içimize girip çıkan bu tür varlıklar, insan aklına gerçekçi gelmez. Fakat bir türlü de açıklanmadığı için ikna edici tartışmalarla bunlar akıllardan kovulamaz. Barbarlıktan kalma Gelenek-Görenekle köylülerimizde, esnaflarımızda yaşayan “Batıl İtikadlar”; kara kedi önünden geçmemek, tırnak kesmemek, salı sallanır, çamaşır yıkamamak, elleri bağlamamak, ayak ayak üstüne atıp dinlenmemek, ateşi erkeğin üflememesi gibi inanışları, İslamiyet içine girmiş olsa da, kolayca terkedilmişlerdir. Çünkü Modern Çağ’ın insan aklını ilerleten bilgileri, sentezleri karşısında bu tür Barbar, Vahşi Gelenekleri tutunamazlar. Onların Totem ve tabulardan kalma gelenekler olduklarını bilinçlerimize çıkarmasak da Modern Bilgi ve Sentezlerimize açıkça ters geldikleri için o alışkanlıkları terkederiz, hatta toplum hayatımızdan kovarız. Çok büyük tepkilerle de karşılaşmayız; uzun boylu tartışmalara bile gerek kalmaz. Hele çocuklar, yeni kuşaklar, bunu kendiliğinden silerler. Fakat Allah, Kur’an ve Muhammed öyle midir? Neden? Modern Çağ’ın 500 yılı bile onu silmek yerine İsrail saldırıları altında güçlendirmiştir. Neden? Atom Çağı’ndayız, Uzay Çağı açıldı. Ama hâlâ Allah, Kur’an ve Muhammed Geleneği sürüyor. Ve işin ilginç yanı, onları toplum hayatımızda neredeyse ebedileştirmek isterce adım başına Cami, Kur’an kursları açılmasına elbirlik yardım etmekten geri durmuyoruz. Devletin göz yumuşları ve önayak oluşları yetmiyormuş gibi burnumuzun dibine kadar sokulan “Bağış” makbuzlarını kaçımız geri çevirebiliyoruz? Tarikat İslamcılığı bile Erbakan (İngiliz-Amerikan) bayraktarlığı altında legalize edildi. Hep Allah, Kur’an, Peygamber [suiistimal edilerek] iyi dilekli Müslüman toleransından yararlanılarak yapılan bu irtica beslemeleri; bir gün Mustafa Kemal Cumhuriyeti’mizde olduğu gibi sünnet edilmek zorunda kalınsa bile, Allah, Kur’an, Muhammed varlığı toplum hayatımızda yaşamaya devam edecektir. Veya kolay kolay terkedilmeyecektir. Takkeleri önümüze koyup bunu adam gibi düşündük mü? İslamiyet neden evrensel bir din olabilmekle kalmamış, Modern Çağ’da bile toplum hayatında doğudan batıya kadar kıtalararası bir din olmayı hâlâ sürdürebiliyor? Arap Dünyası’nda hâlâ laisizm, savunmada ve ricatta dövüşebiliyor. Kapitalizm ve Sosyalizm hâlâ İslamiyet ile melezleşmeden iktidar olamıyor. Laikliğimizle övündüğümüz ülkemizde bile, Meclis papağanları, halk önüne salâvat getirmeden çıkamıyorlar, Laikleri kötüleyip iktidardan alaşağı etmek için hâlâ “Türkçe Ezan” tahrikâtları [kışkırtmaları] işe yarayabiliyor. Neden? Bütün bunlar bir yana. Türkiye’de laisizm tuttu ve kökleşti. Sola karşı irtica Panislamizm, Pantürkizm ile melezleştirilip askerileştirilse bile bizde devlet laik kalır. İşçi Sınıfı ve Ordu Gençliği veya halk çoğunluğu bunun garantisidir.
Ama iş bununla bitemez. Bilinç seferberliği saldırıya geçmedikçe, Allah-Kur’an-Muhammed gerçekliği, altbilinçlerde toplumsal ve kişisel hezeyan ve didişmelerin kaynaklarından biri olmaya devam edecektir. Bu toplumsal ve kişisel verimliliği düşürmekle kalmaz, huzursuz ve mutsuz toplumu ebedileştirmekte başka benzer etkenlerle elbirliği yapar; Üretici Güçlerin dengeli gelişimi (mutlu toplum) gecikir Abartıyor muyuz? Bilim yaratıcılığını kimselere kaptırmayan üniversitelerimiz, nice proflarımız, uzmanlarımız, laik paşalarımız, bütün rasyonel-bilimsel titrlerine [unvanlarına] rağmen, o akıllı-başlı yorumlarının arasına veya ardına “yüce yaratıcı” (Allah) sözcüğünü eklemeden, bütün inanış ve akılcılıklarını “yüce yaratıcı”ya yaslamadan edemiyorlar. Neden? Aslında bu sözcüklerin hiçbir zararı yok, kalp ferahlığı verdiği ölçüde yararı bile var. Ama bilinmezlikleri, Allah’a havale ediverişlerimizin gerisinde, yaratıcılıklarımızı körleştirme alışkanlıklarımız da bulunuyor. Allah alışkanlığımız Skolastisizmi, Skolastisizm yaratıcılıkları köreltme alışkanlığını besleyip beyinlerimizi dumura uğratıyor. En ateist geçinenlerimiz bile, bu etkiden uzak kalamadıklarını iyice bir düşünseler yakalayabilirler. İrtica girdapları hangi ülkede aşılamamış ki?.. En azgın Nazizm evrencil emperyalizm desteğine rağmen Tarihi ne kadar geriye çekebildi? Sonraki hızlanmayı yaratmak üzere Tarihin yayını germekten başka bir işe yaramadı. İrticalar-Nazizmler halledildikten sonra asıl öldürücü tehlikenin, beyinlerdeki skolastik alışkanlık olduğu hâlâ anlaşılmadı. Asıl bunun üzerinde durabilirsek beyinlerde ilerlemeler sağlayabiliriz: Tarihi, Evrimi bir çırpıda kavrayıp işimize bakmalıyız. Evrimin Kanunlarına uygun koşar adım ilerlemeliyiz. Bunun için Allah-Kur’an-Muhammed sempatilerinin gerçek nedenlerine yaklaşıp onların çok üzerinde, onları da kapsayarak ilerleyen, Tarih (Doğa ve Toplumun Evrimi) bilincine ulaşmalıyız..
Muhammed, Komün’ün Kolektif Aksiyon Ruhunu iliklerine dek yaşayan berrak zekâlı, gerçekçi aşiret çocuğuydu. “El-Emin” ünvanını genç yaşta alabilecek kadar dürüst, saf, temizdi. Berrakçık çocuk beynine düşen her olayı sentezlere ulaştırabilme yeteneğini geliştirebilecek evrencil çelişkiler (ticaret yolları) içinde yetişmişti. Bu yeteneğini, her olayı yorumlamaktan ve hükme bağlamaktan çekinmeyen cesaretiyle, Peygamberlik (Tarihsel Devrim) sırasında (23 yıl boyunca) dâhiyane öngörülere ve Ayetlere sıçratmaktan geri durmadı. Bu gerçekçi bilimsel sezilere denk düşen yorum ve kararları, elbette Hz. İbrahim’in Allah Geleneğiyle çelişecekti. Skolastik eski Allah Sistemini apaçık bozamasa da, kendi içinde Allah’ı kavrayışını, yaşadığı ve yorumladığı Tarihsel Devrim olayları paraleline sokarak alabildiğine insancıllaştırdı; Tarihsel Determinizme yaklaştırdı. Yaşadığı çağ, Antik Tarih’in Orijinal Medeniyetlerinin sonunu müjdeliyordu. Bundan sonra, Göçebe Barbarların Medeniyet Rönesansları Çağı açılacak ama bu sadece eskinin yeniden canlanarak bir adım daha ileriye gidilmesini ve Modern Sosyal Devrimler Çağı’nın açılmasını hazırlayacaktı. Bu yüzden Muhammed, Tarihin büyük mirasının yaratığı olarak başka
türlü davranamazdı. Muhammed ve Kur’an’ın olduğu gibi, Tarihin onu yarattığı gibi, yorumlanamaması ise, Tarihin bu büyük mirasına ihanet olur. Olsun denemez. Küçük ihanetlerimizin ve yenilgilerimizin bile, Tarihin bu yanlış yorumlanışlarına; Gidiş Kanunlarına aykırı pozisyon almamıza bağlı kaldığını unutmamalıyız. Kur’an’ın her zaman hatırlattığı gibi, Allah’ın – Toplumun kanunlarına karşı gelmenin her zaman bir cezası vardır
İbrahim ile Muhammed arasında en azından 2500 yıllık bir zaman
farkı bulunur. Bu çağlar farklıdır. Her çağ, toplum biçimleri gelişim kanunlarının yepyeni açılımlara girdiği hatta başkalaştığı bir altüstlüğü veya altüstlükler zincirini kapsar. Oysa İbrahim ile Muhammed zamanı arasında bir çağ değil birkaç çağ farkı vardır.
İbrahim henüz, Antik Tefeci-Bezirgân Medeniyetlerinin LOKAL
aşamasını yaşıyordu. Irak, Mısır, Hint ve Çin Tefeci-Bezirgân Medeniyetleri, kendi içlerinde birbirlerine pek açılamayan, ticaret yollarıyla bağlı ama geliş gidişleri ancak çok zor koşullarda; kervanlarda askercil korumalar altında yapabiliyordu. Aralarında Barbar toplulukların ölümcül bendleri bulunuyordu. Sadece Orta Ticaret Yolu en işlek olanıydı. Kuzey ve Güney Ticaret Yolu pek işlek değildi. Ve Medeniyetler henüz BİTKİCİL denecek yavaşlıkta lokal gelişiyordu. Daha hareketli HAYVANCIL Medeniyetler çağına geçilmemişti. Bu aşama henüz Grek Medeniyeti’yle açılmaya hazırlanıyordu. Oysa Muhammed zamanında Tefeci-Bezirgân Medeniyetleri lokal aşamayı çoktan aşmış, evrencil aşamaya geçmeye hazırlanıyorlardı. İslam Medeniyeti, EVRENSEL Tefeci-Bezirgânlık aşamasını açtı. Muhammed bu aşamayı, Kur’an’ın Arabistan’da iktidar olmasıyla temellendirdi.
Medeniyetler arasındaki Barbar toplulukların Medeniyete (Sınıflı Topluma) çözülüşlerini hızlandırarak ve tabiî ki bu sayede Medeniyetleri de canlandırarak Antik Ticaret Yollarını işlek biçimde birbirlerine ve Medeniyetlere bağladı: Tefeci-Bezirgânlık evrensel çağına ulaştı. Tarihin kontenjanında Medeniyete geçebilecek kent kalmadı. Böylece Hz. Muhammed’in bu Tarihsel görevini kavrayarak “Son Peygamber” öngörüşü gerçek oldu.
Kur’an’daki Allah Sistemi, kendinden hemen önceki İncil ve Tevrat’tan değil, en eski Ortodoks Hz. İbrahim Geleneğinden alınmadır. Çünkü Tevrat ve İncil’in yazıları değil ama Musa ve İsa’ya yansıyan asıl temel ruhu, yine İbrahim Geleneğinden alınmadır. Fakat hepsinin Allah Sistemini yorumlayışı farklı farklıdır. Hepsi bir tek Allah’a inanmakla birlikte yaşadıkları koşullar bakımından Tarihsel görevleri başka başkadır. Ve her insan gibi onlar da kendi çağlarının birikimleriyle düşünüp davranırlar. Bu ölçüde ayrılıklar, adım adım geliştirimler olur.
İnsanlık Tarihinin en yazısız Vahşi Çağlarına ait belgeler bile Evrimsel Yorumları ilerletecek birikimler yaptı. Yine yazısız Barbarlık Çağlarıyla ilgili belgeler, karanlık kalan Antik Medeniyetler Tarihiyle ilgili arkeolojik kazılar, tabletlerin eski çivi yazılarının çözümlenişiyle okunması; bu konulardaki arkeolojik yorumlar, inanılmaz birikimler yaptı. Günümüzdeki iletişim ağının evrencil donanımı ve hızlanışıyla da bu birikimler hemen herkese ulaşabilecek yakınlığa geldi. Bu durumda Evrimcil görüşlerin sıçrama yapmaması düşünülemezdi. İster istemez, bu birikimlerin üzerine oturan Batılı aydınların üniversite çevresinde olsa da din yorumları maddeci bir ivme kazandı. Tevrat ve İncil’in Sümer’deki köklerine kadar inildi. Bu görüşler 12’nci ve 16’ncı Yüzyıllara kadar iniyordu. Daha da geliştirildi.

Ancak bilgilerin üst üste yığılması gerçekten onları bilince çıkarmak anlamına gelmiyordu. Asıl önemli olan Tarihin Gidiş Kanunlarını bulmak ve yorumunu bu kanunlara göre yapmaktı. Ve daha önemlisi hayatı bu kanunlara göre yeni baştan örmekti. Bu zorunluluklara uyulamayınca yazan ve söyleyenlerin kendileri bile ne yazdıklarını ve ne söylediklerini unutabilirlerdi. Doğal olarak hayat, kendi kanunları merkezinde müdahalesiz akıp giderdi. Kültür, kuru bilgiler (kütüphaneler) kırkambarı değildir; ekonomi temelli bir toplum sisteminin o temellerle sımsıkı bağları bulunan çatı hatta gövdeye uzanan katlarıdır. Bu yüzden kuru bilgiler, hayatla ilgisi kalmadığı ölçüde, uçup giderken; hayatın kanunları, bizzat hayatı oluşturduğu için, her insanın iliğine kemiğine bürünerek yaşayıp giderler. İşte kültürün bilince çıkarılması, hayatın kanunlarının bilince çıkarılması temelinde kalıcı adımlar atabilirse ve bilince çıkanlara ayak uydurabilirse ilerletici zaferler kazanabilir. Kültür yeni baştan bir sistem kurabilirse kültür olur..

Dinin altında işleyen Evrimsel Kanunları ortaya koyabilirsek, modern insanın da dinsel bilinçaltını bilince çıkarmaya yardım etmiş oluruz. Bunu Vahşi Çağlara (Mitolojilere) dek götürürsek aklı zincire vuran sayısız din ve kültür kalıntılarından arınmış ve Tarihin kanunlarına uyumu geliştirmiş oluruz.

Hemen herkesin anlayıp kabul edeceği gibi, her Önder veya Peygamber, kendi çağının en otantik (belge değerinde olan, gerçeğe dayanan) yaratığıdır ve ibret alınacak bir örneğidir. Aydınlarımız bunu pekâlâ bilirler, ama iş kendilerine gelince, aydını ve fikir adamlarını Tanrılaştırmaya bayılırlar. Ki kendilerine de bundan pay çıksın. Hz. Muhammed’i abartmaya gerek yok, olduğu gibi ele alınsın! Hayır, ağıza bile alınmaz.

Bunda bir altbilince bastırma yok mu?
Şu kadarını işaret etmekle işe başlayabiliriz:

1- Muhammed’in pek severek söylediği sözü şuydu:
“Ma ene, illa beşerün misliküm”
“Ben sizler gibi insan kişiden başka bir şey değilim.”

2- Muhammed yine üzerine basarak Peygamberlerin sonuncusu olduğunu bildirmiştir:
“Hatemel enbiya.”

Bütün naklî Allahçı gelenekler-mistisizmler bir yana, bu iki sözde;
Muhammed’i Peygamber yapan şeyin, kendi çağından, Tarihten başka bir şey olmadığını sezen dâhiyane akılcılık, determinizmcilik yatar. Din (Bilinç) kabuğu, bu aklı (determinist sezileri) Allah’a bağlasa da; alttan alta altbilinç derinliklerinde olayların gidişini sezerek olaylara uyma eğilimi yer alır..

Evrim dışında hiçbir şey olup bitmediğine göre, söylenen, yazılan
Tanrısal şeylerle gerçekler arasındaki bağı kurmak nasıl olabilir? Tarihin Gidiş Kanunlarını yaşanan çağa uygulamak suretiyle
Muhammed, Naklî Geleneksel Bilimi baştacı edip Aklî Bilimleri
geleneğinin emrine sokarak bilinçaltına bastırdı. Tanrısallaşma Prosesi böyle icap ettiriyordu. Ancak bu tek yanda ambale olursak yine gerçeği kaçırmış oluruz. Muhammed, aklı geleneğin emrine bağlarken, aklın üzerinde din kabuğunu bilinç yerine koyarak akıl gelişimini bir ölçüde zincire vurmuş oluyordu. Ama din geleneğini de akılla yoğurup Evrimsel Determinizme, Tarihin Gidiş Kanunlarına bilmeden yaklaştırıyordu.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Hz. Muhammed de, İbrahim Geleneğiyle büyüdü. Ama aklını sadece o gelenekle törpülemedi. Yaşadığı olayları yorumlayıp yönetmekten geri durmadı. Gelenek aklıyla, realiteyi veya aklıyla yorumladıklarını ayırıp rasyonalizme geçemedi. Onu İbni Haldun 700 yıl sonra takdire şayan bir laisizmle başardı. Muhammed, laisizmini din geleneği içinde bilmeden saklayıp geliştiren Müslüman Cumhuriyetçiler gibi davrandı: İbrahim’in Tektanrıcılığını, Bedevinin Çoktanrıcılığına üstün ve akılcı tuttu. Bununla da kalmadı, işlediği Tarihsel Devrim görevlerinde ve
olaylarında ulaştığı her akılcıl sentezi Ayetleştirip Tektanrı geleneğini geliştirdi
Önce İnsan Toplumu vardır. Allah, İnsan Toplumundan çıktı. Sonra insan, Allah’tan yaratıldı gibi oldu. Allah’ı insan yarattığı halde, insanı yaratanın Allah olduğu sanıldı. Neden? Bu sanmanın altında bir gerçeklik, Doğa ve İnsan Determinizminin payını aramamalı mı? “Her şeyi insan yarattı” dersek insanı ne veya kim yarattı, diye sormamız gerekmiyor mu? İlk Totem Tanrı bu denli önemlidir. Doğaya uzanır. “İnsanı insan yarattı”, sözünde de bir gerçeklik payı var elbette. Ama yine de bu bir kısır döngü olmaz mı? “Doğal Eleşim Yasası” bu denli önemlidir. Genel maddeciler için Allah’ı insanın yarattığı su götürmez bir gerçekliktir. Ama “İnsan nasıl oldu da Allah’ı yarattı?” sorusuna yeterli cevap arandığı, hele hele bulunduğu söylenemez. İkincisi: Allah’ı insan yarattıysa (burada rol oynayan sosyal ve zihinsel-psikolojik mekanizmaların ne olduğu bir yana) “İnsanı kimin ya da neyin yarattığı” sorusuna yeterli cevap arandığı, hele hele bulunduğu söylenebilir mi?
“Allah”ı doğru dürüst çağırışımız şunun şurası Hz. Muhammed’den beridir. Oysa ilk Allahlar, insanlığın neredeyse doğuşundan beridir. Ve değişegelirler.

1- Demek bir Kutsallaştırma Prosesi (süreci) söz konusudur. Totemizm’e kadar uzanır. İnsan Toplumu, içinde doğup geliştiği evreni yorumlamayı bile düşünemeden, doğrudan doğruya doğanın çocuğu alarak geliştiği anda kendisini kutsallaştırma gidişinin beşiğinde bulmuştur. Ama yine de insanın düşünmeden, tasarlamadan yaşadığı bu kutsallaştırma davranışı Totemcilik, kendi evriminin veya evreninin kendiliğinden yorumunu içermiştir. İnsan Toplumunun ilk Totem Tanrıları: Ağaçlar ve Hayvanlar, insanın nereden geldiğinin ölümsüz belgeleri olmuşlardır. Totemizm, Ataya İnanç Dini sayılır. İlk Ata Doğa’dır. Demek ilk insan, doğadan gelişini, kendiliğinden
bir gelişimle ortaya çıkan Totem inanışıyla ifade etmiştir. Bunu bilmeden, istemeden ama altbilinci geliştikçe yapmıştır. Hayvanlar âleminden kopuşmadan bunu yapamazdı. İnsan, hayvandan apayrı bir ruh’a kavuştukça düşüncesi gündelik bellek düzeyinde de olsa gelişmeden yapamadı.

İlk Cinsel Yasak, İnsan Toplumuna ve İnsan Beynine düşer düşmez ilk kutsallaştırma gelişimleri başlamış olmalıydı. Doğa (Bitki ve Hayvanlardan oluşan) Atalar, ilk Totem sentezlerinde kendilerini kesince göstermiş bulunuyorlar. Sonradan bunlar toplum biçimleri gelişip açıldıkça, Ana-Ata, Baba-Ata, Kral-Ata, Devletlû-Saraylı Kral-Ata Tanrılara, hatta sınıf, zümre, meslek, yetenek, Ata Tanrılara ve giderek her şeyi yaratıcı Bir Tek-Ata Tanrı’ya, Allah’a dönüşmüştür ki, bu, Determinizmin en yüksek ifade tarzıdır. Bundan sonra kendisini bilince çıkarma prosesine dönüşeceğinin işaretlerini verir. Konu sanıldığından daha derin köklü ve dal budaklıdır. 200 bin yıl öncelere dek Tarihlenebilen Neanderthal: Ateş İnsanı, ölü gömmeyi biliyordu ve ruhlara, ölümden sonra dirime inanıyordu. Demek Kutsallaştırma Prosesi bu denli gerilere götürülebilir.

Peki, öyleyse neden o kökler, modern insana hiç olmamış gibi görünür?

2- Bu, Büyük Sansür ile gelişmek zorunda kalan Sınıflı Toplum yüzündendir. Kendini ve Tanrısallıklarını yüceltirken, Komün’ü ve inanışlarını sonuna dek yoketmeyi bayraklaştırmıştır. Bu yaman yokedici-köleleştirici gidiş, kendi gücüne denk bir yamanlıkla eski kökleri bilinçlere çıkarıcı ve Üretici Güçlerin modern gelişimine uygunca yeniden canlandırıcı bir zıttına atlayışı getirmeden durabilir miydi? Kutsallaştırma gidişinin son halkası olan İslam Medeniyeti’nin Tefeci-Bezirgân saltanatını bütün kalleşliği ve korkunçluğuyla hortlatan Emeviye Çağı, Peygamberlerin Allah Sistemini hayattan koparıp rafa kaldırdı. Evrencil bezirgânlık sömürüsüne kılıf yaptı. Zaten bu yol Tarihsel Devrimleri olmamışa döndürüşünden beri açılmıştı. Arkadan gelen Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar da aynı proseleri yaşadılar. Modern Kapitalizm ise, Laisizm ile evrensel Tefeci-Bezirgânlığı Allah’ını dünyevi iktidarlarından alaşağı etse de, göksel iktidarına dokunamadığı için, o büyük sansür, Modern Çağ’da da sürüp gitmiş zulüm ve sömürünün aracı haline getirilmiştir. Hele Doğulu Toplumlarda bu gidiş katmerlenmiştir.

3- Bu yüzden kutsallaştırmaların kavranışı ertelenmiş, ilk halka ile son halka birbirlerine karışarak seçilemez hale gelmiştir. Yine de her şeye rağmen 19’uncu Yüzyıl’ın ikinci yarısı ve 20’nci Yüzyıl tümlüğü, Düşünce Devrimleri atılımları bakımından verimli oldu. Her alanda birikimler dolup taştı. İş, sınıflandırmaya kaldı.

4- Böyle bir sınıflandırmada ilk dikkat çeken nokta, madalyonun iki yüzü olan şu gerçeklik oldu:
a- Büyük sansürle gelen gelişimin;
b- İlk halka ile son halkanın aynı temellerden yükseldikleri halde,
tanınmaz hale gelip, düşünen başları bile kurban edecek konfüzyonizme boğulmuş oluşu. Burada son halkadan asılacağız, çünkü prose o son halkada hem kördüğüm edilirken hem de yazılı aydınlatımlara, belgelere ulaşmıştır. Mesela sadece Hâtem-ül Enbiya (Son Peygamber) sözü bile Kutsallaştırma Prosesinin var olduğunu ve sonuna gelindiğini; bundan sonra Allah’ın ve Peygamberinin işlerini insanlara devrettiğini; İnsan Düşüncesinde ve Toplumunda yeni dönüşümler yaşanarak gerçekliğe ulaşıldığının Allah ve Peygamber kelamıyla açıklanışıdır. Bu denli gerçekçi ve öngörülüdür.

İnsanlık Tarihinin ilerleyişi Devrimlerle olur. 6500 yıllık Antik Tarih
saat düzenliliğinde şaşmayan Tarihsel Devrimlerle ilerlemiştir. 500 yıldır süren Modern Tarih daha bilinçli Sosyal Devrimlerle ilerliyor.
Oysa üzerinde hiç durulmak istenmeyen, İnsan Toplumunun doğadan gelme, ilk doğal ham pırlantası, çekirdeği olan Komüncül Toplum, Tarihin bütün kilitlerini açabilecek BİRİCİK anahtardır. Çünkü en ilk temel çekirdek olması itibarıyla, toplum biçimlerinin bütün gelişim kanunlarını kendi içinde saklar.
Maddiyatın, maneviyatı ezişi ve tüketişi sürmektedir. Demek Modern Proletarya da, Modern Büyük-Küçükburjuvalar gibi, nesnelere tapmanın potansiyel tehdidi ve tehlikesi altında bulunur. Konu bu kadar ciddi ve ebedi gibi görünmektedir.
Stalin ve Mao’ların saraylara taşınmakta gecikmeyişleri tesadüf sayılabilir mi? İrice “Marksist-Leninistler” böyle yaparsa, ufakları kimbilir neler yapmazlar?
Muhammed komünün kolektif aksiyon ruhunu iliklerine dek yaşayan berrak zekalı, gerçekçi aşiret çocuğuydu. El Emin ünvanını genç yaşta alabilecek kadar dürüst, saf, temiz idi. Berracık çocuk beynine düşen her olayı sentezlere ulaştırabilme yeteneğini geliştirebilecek evrencil çelişkiler (ticaret yolları) içinde yetişmişti. Bu yeteneğini, her olayı yorumlamaktan ve hükme bağlamaktan çekinmeyen cesaretiyle, Peygamberlik: Tarihsel devrim sırasında(23 yıl boyunca) dahiyane öngörülere ve ayetlere sıçratmaktan geri durmadı.
İnsancıl olan hiçbir şey bana yabancı kalamaz.
Kral öldü! Yaşasın Kral!
Önce mal mülk de tapınağın ortak malı, ortak kasasıydı. Tefeci- Bezirgan, para ve devlet geliştikçe ortak malların kişilere aşırılma yolları kaçınılmaz olarak kendiliğinden doğar ve yürütülür. Bu yüzden zenginliği Tapınak (Allah) vermiş olur. Ve kişi mülkü de dokunulmazlaşır.
Tarih sınıfların savaşıdır.
Ve ne doğa ne de toplum yasalarını tanırız. Ezip geçtiğimizi sanırız. Ama ezilen biz oluruz.
Üretici güçleri ne denli zincirlerseniz, o denli devrimsel güç kazanır.
Lenin ölüp gidince, arkadan gelenlerin nefisleri, kapitalizmin madde ve ruhunu yenecek gücü gösteremediler.
Aslında her insan tarihin bir yansımasıdır.
Enerjide Güneş’e yönelmemek, toplumda halka yönelmemek sandığımızdan çok büyük cezaları saklar. Doğayı ve toplumu kapitalist çıkarlar uğruna iğdiş ve talan etmek, kişi mülkiyeti azgınlaşmasının yanına kâr kalamaz.
Laikleri kötüleyip iktidardan alaşağı etmek için hâla Türkçe Ezan tahrikâtları (kışkırtmaları) işe yarayabiliyor.
Konumuz Din. Üzerinde en çok spekülasyon (düşünce vurgunculuğu) yapılan alan! Oysa tam tersi olması gerekir. Öyleyse Bilimin en çok kılıç kuşanması gereken alanlardan birisi de Din konusu olmalıdır.
Tek tanrı peygamberleri de aynı geleneğe uydular. Allah ile dağ tepelerinde konuştular, vahiyleşip ahitleştiler.
Kutsallık-tanrısallık anıları, önderlikleri, hatta her şeyiyle dolup taşmış ve muazzam kollektif emeğiyle medeniyete ulaşmış Irak insanı da (sümer) bir zamanlar dağdan gelmiştir. Ve dağı bilinç altında taşımaktadır.
Bu yüzden tanrısını kendisinden yükseğe ziggurata oturtacaktır. Bu giderek barbarın bilinç altıyla birleşerek tanrısallık kabuğuna yerleşir. Dağ kutsallaşmaya başlar.
Komün henüz cinsel yasaksız, totemsiz iken, komünü yaratan neyse tanrısallığı yaratan da odur şüphesiz.
İnsan için yenilmiş yenilmiştir. İnsan beyni yenilmişle pek ilgilenmez. Yenilen yenilmiştir, galiplerle ilgilenir ve peşine düşer. Bizim gibi pek azı, yenilmişlerin, yenilgilerin peşine düşer, hastası olur.
İnsanoğlu nedense daima güce tapmıştır. Buna küçük burjuvalık deyip geçebiliriz. Ama geçmemeliyiz. İnsan neden bilinmeyenlerin üzerine uluslaşmak ister? Bilinmeyenler neden bilinenleri peygamberleştirip ululaştırırlar?
Muhammed zamanında gelişen bilgi ve akıl, bilim sayesinde eski İbrahim geleneğini, ilkel kavramsılığından kurtararak geliştirdi. Ama akıl ve bilim henüz üste çıkabilecek aşamada değildi. Bu yüzden Allah geleneği altına bastırarak geliştirdi.
Erkeklerin ataerkillikle azgınlaşmış olduklarını yakaladığı için “onlar çirkin ve yalan olan söz söylüyorlar” diye onları azarlarken bile yola gelme olanaklarını açık tutar, geleneksel davrananları, temiz kalpli olanları kayırır. Yanlışından dönenlere “Allah bağışlayıcı, affedici” olduğunu hatırlatır ve haksızlığa uğramış ezilen kadının tarafını tutar.
Mücadele suresi hicretin 4. ve 5. yıllarında inmiştir. Mücadelenin kızıştığı, peygamberin realite içinde kıvraklaştığı yıllardır. Ayetler de açıkça yercilleşir, daha açık determinizm kendini gösterir.
El Bais: Yeniden diriltendir.

Yeniden diriliş toplumsal evrimin devr-i daimidir. Kur’an’da boyna yer alan, mala mülke zevke tapan kentlerin yok oluşu ve onların yerine başka toplumların getirilişi yeniden dirilişi anlama zenginliğidir. Ancak evrimin akışında bu olay, kendi iç sorunlarından sosyal devrimle kurtulamayan medeniyetlerin dışardan barbar toplum akınlarıyla yok edilmesi ve yerlerine yeni orjinal medeniyetlerin kurulması biçiminde gerçekleşir.

El Hafid: Yukarıdan aşağıya indirip alçaltır.

İnsanlık tarihinde ölümsüzlük isteyen firavunların çağları bile gelip geçmiştir. Nazizimin sonu ibret vericidir, zirveden çukura düşmüştür. Evrim’in kanunlarına karşı çıkarsak alçalmayla cezalandırılırız.

El kahhar (kahredici, yok edici): Kapitalist kar uğruna doğayı ve toplumu talan etmek sandığımızdan çok büyük ceza saklar.
Muhammed, Komünün kollektif aksiyon ruhunu iliklerine dek yaşayan berrak zekalı, gerçekçi aşiret çocuğuydu. El emin ünvanını genç yaşta alabilecek kadar dürüst, saf, temiz idi. Berrak çocuk beynine düşen her olayı sentezlere ulaştırabilme yeteneğini geliştirebilecek evrencil çelişkiler (ticaret yolları) içinde yetişmişti.
Kuran’daki Allah sistemi, kendinden hemen önceki İncil ve Tevrat’tan değil, en eski Ortodoks Hz. İbrahim geleneğinden alınmadır. Çünkü Tevrat ve İncil’in yazıları değil ama Musa ve İsa’ya yansıyan asıl temel ruh, yine İbrahim geleneğinden alınmadır. Fakat hepsinin Allah sistemini yorumlayışı farklı farklıdır. Hepsi bir tek Allah’a inanmakla birlikte yaşadıkları koşullar bakımından tarihsel görevleri başka başkadır.
İnsanlar kendi tarihini yaparken, geçmişin mirasıyla yaparlar
Hz Muhammed de İbrahim geleneğinin mirasıyla büyüdü. Ama aklını sadede o gelenekle törpülemedi. Yaşadığı olayları yorumlayıp yönetmekten geri durmadı.
Maddeciler için Allah’ı insanın yarattığı su götürmez bir gerçekliktir. Ama insan nasıl oldu da Allah’ı yarattı? Sorusuna yeterli cevap arandığı ve bulunduğu söylenemez. Allah’ı insan yarattıysa insanı kimin yarattığı sorusuna yeterli cevap bulunduğu söylenebilir mi?
İnsanlık tarihinin ilerleyişi devrimlerle olur. 6500 yıllık Antik Tarih saat düzenliliğinde şaşmayan tarihsel devrimlerle ilerlemiştir. 500 yıldır süren modern tarih daha bilinçli sosyal devrimlerle ilerliyor.
Tarihsel devrimler, doğrudan doğruya komün ve komün gelenekleri gücüyle gerçekleşmiştir. Sosyal devrimler, komüncül temellerin bir açılımı ve yeniden üretilmiş biçimi olan modern devrimci sosyal sınıflarla ve halklarla gerçekleşmiştir. Ve bu yüzden daima ilk doğuşları kollektivizmin potasında hayat bulmuştur.
İnsan ve tarih (gelenek-görenek) üretici güçleri manevidirler. Ama maddi olan teknik ve coğrafya üretici güçleriyle denk işlerler.
Denk, matematiksel işlemekle birlikte içlerinde en aktif ve canlı olan insandır. Çünkü bilinç gelişimiyle hepsinden ayrılır. Fakat bu denk işleyişi değiştirmez, sadece üretici güçler yasasının bilinçle güdülüşünü insanın eline vermeyi sonuna denk ister. Bu da denk gidişlerin icabından başka bir şey değildir. Üretici günlerden herhangi birisi abartıldı mı, denklemsel gidişi bozulur ve irili ufaklı krizlerle bu bozukluk kendisini ifade etmeye başlar; devrimlerle düzeltmeye kadar ulaşır.
İnsan toplumunun doğadan gelme, ilk doğal ham pırlantası; çekirdeği olan Komüncül Toplum, tarihin bütün kilitlerini açabilecek biricik anahtardır. Çünkü en ilk temel çekirdek olması itibariyle, toplum biçimlerinin bütün gelişim kanunlarını kendi içinde saklar.
Maddiyatın maneviyatı ezişi ve tüketimi sürmektedir. Demek modern proletarya da büyük-küçük burjuvalar gibi nesnelerin tapıncının potansiyel tehdidi ve tehlikesi altında bulunur. Konu bu kadar ciddi ve ebedi gibi görünmektedir. Stalin ve Mao’ların saraylara taşınmakta gecikmeyişleri tesadüf sayılabilir mi? Büyük Marksist-Leninistler böyle yaparsa, küçükleri kim bilir neler yapmaz.
Marks-Engels de yaşamları boyunca böyle davranmışlardır: Determinizmin teorik, pratik dövüşünde, rahat nefes alıp mutlu olabilmişlerdir; gerisi onlar için boğucu, tiksindiricidir; yolları sıkıntılı, azaplı, işkenceli olsa da onlar için yaşatıcı, yaratıcı, moral fışkırtıcıdır..
Muhammed’in de sıkıştıkça aynı düşünce sentezine, teorisine; Tektanrıya yaslanışı, derinleşmesi bundandır: “Allah bana yeter!”
“Her şeyde bir hayır vardır”, her olayın olumlu ve olumsuz yanları vardır. Kötü, “şer” bir olayda bile hayır, iyilik olumluluk aramak en azından akılcı bir yaklaşımdır
Es-Selâm: Selâm ve Selâmetin tâ kendisidir. Tarihsel Determinizmde, en çözümsüz problemlerin bile çözümü bulunur. Kanunların yayı her yönde ve canlılıkta kurulmuştur; kendisini dayatıp her engeli aşar.
Zilzal [Zelzele] Sûresi, 7 ve 8. ayetler: Kim bir zerre denli iyilik yapmışsa bulacak onu Kim bir zerre denli şerre sapmışsa bulacak onu Kur’an’dan yüzlerce yıl sonra, yaşamını tarihsel maddecilikte savaşarak geçirmiş bizim deyişlerimizle, Kur’an ayetlerinin paralelleşmesi tesadüf sayılabilir mi?
Avrupa ve ABD Finans-Kapitalizmleri, Üretici Güçlerden Tekniği şahbazlastirmakla sadece iç gelişimlerini sağlayacak Sosyal Devrim çocuğunu ana rahminde taşlaştırıp boğazlamadılar, aynı zamanda insan beynini de sentez yapamaz kireçlendirmelere uğrattılar; paranoid-sizoid karakteri-
ni yaygınlaştırdılar ve derinleştirdiler, çelişkilerden keşifçil sentezlerle atlama gücünü baltalayıp uzmancil papağanlığa yarayan bellek kırkambarı yapma özelliğini pohpohladılar.

Ne yazık ki, Lenin’den sonraki Sovyetler de aynı yola girmek zorunda kaldı. Hızlı boy atmak zorunluluğuyla Teknik Gelişimi (emperyalizmden aşağıya düşürmemek uğruna) hızlandırırken İnsan Beyninin Gelişimini unuttular. (Bu tutum), Sosyalizmi insansız işleyen mekanik bir kolektivizm gibi algılayışları
yaygınlaştırıp derinleştirdi. Daha kötüsü bu algılayışların altında kapitalizme benzemek eğilimlerini bilinçaltıyla beslemeyi sürekli arttırdı.

150 milyonluk modern proletarya ve köylülerin, gençlerin gözüne bakarak ezbere yapılan bu ilerleme, aslında bir geriye dönüştü. Demek Tarihsel Determinizmin gelişimini sadece sosyal sınıflar açı-
sindan ele almanın da eksik ve yanıltıcı yanları olabilir. Sosyal sınıfların ve savaşının ortaya çıkıp İnsan Toplumunu binbir serüveniyle göklere
çıkarıp yerlere savuruşu, kâh öldürüp kâh diriltişi şunun şurasında 7000 yıllıktır. Ondan öncesi, ilkel de olsa, sınıfsız Kankardeş insan toplumları mozaiğidir. Ve on binlerce yılı kapsar. Orada sosyal sınıfsız sadece
insan vardır. Ve insan beyni hep o ilkel sınıfsız toplum yaşamıyla düşüp kalkmıştır. Demek ki, insana sadece sosyal sınıflar açısından değil, insan beyninin gelişimi veya Insan Toplumunun gelişiminin kanunları
acısından bakmalıyız. Çünkü sosyal sınıflar gelişimi de o topyekûnluk icinde doğup gelişmiştir. Ve ebedi değildir. Sosyal sınıflar da ölümlüdür. Ama İnsan Toplumu, gezegen sistemimizin ömrü oldukça yaşayabilecek sonsuz gelişimli kanunlara sahiptir

Çoktanrı fikirlerinden Tektanrı fikirlerine geçişte de aslında etkili olan yaşanan toplumsal geçişlerdir. Yaşananlar beyinlerde bilinç ve altbilinçle yansırlar. Ama henüz vakit dolmamışsa, ki dini fikirlerde bu böyle olmuştur, o gün için dini fikirler bilinç gibi
ortaya çıkmıştır. Çünkü eski fikirler olan Çoktanrı yaşantısı ve fikirleri artık yeni toplum biçimleri akışıyla gerilerde bırakılmış, yanlışlıkları komik düzeylerde ifadesini bulmuştur.

Tektanrı fikri mucizevi bir görüs, yönetim ve bilinç gibi durur. Ama gerçek Determinizm, henüz ka-
nunlarıyla olsun tamamen aydınlanmadıkça bu da altbilinç etkilerini icinde bolca taşıyan, o aşamanın bilinç kabuğu olur. Çünkü toplum ve doğanın Evrimsel ilerleyişi eski çok Allah’lı Determinizmi ve fikirleri
bir adım da olsa geride bırakmış, yenmiş ve kendi ifadeleriyle (Tektanrı simgeleriyle) de olsa bilince çıkarmıştır.

Bu, elbette gerçek bilinç değildir. Gerçek bilinç Gidiş Kanunlarının aydınlatılmasıysa, o aydınlatmaya ulaşıncaya kadar Tarihsel Determinizm kendisini bu şekilde aşama aşama ifade etmek üzere etkilerini sürdürecektir. Burada hem bastırılmış olan bilgileri (asıl etki eden gerçek Determinizmi) bilinçlere çıkarmak, gelecek kuşakların işi olarak kalır.

Aslında İnsan Toplumunu determine eden doğacıl ve toplumcul Gidiş Kanunları veya topyekûn Doğa ve İnsan olaylarının akışını ifade eden Tarihsel Determinizm, hem bilinç hem de altbilinç akışımızı belirler. Bu yüzden gerçek anlamda bilince çıkaramadıklarımız, bilinçaltımıza bastırdığımız determinizmlerimiz olur. Yani her insan, bilincinde ol-
duğu gibi, bilinçaltında da Tarihsel Determinizmlerimizi saklar ve işler. Bu yüzden büyü, fal, kehanet, burç, din ve benzeri bilinç simgeleri gibi duran ifadelerimiz, Tarihsel Determinizmin belirli toplumsal geli-
şim aşamalarını yansıttığı gibi, aynı zamanda, bilinçaltımızda bu simgeleri, yorumları söyleten determinizmlerin etkilerini barındırır.

İnsan beyni gelişimi itibariyle, sonradan öğrenmeye muhtaç doğar.
Organik olarak ne denli öğrenmeye yatkın hatta hiçbir canlıda görülemeyen, neredeyse doğar doğmaz düşünmeye ve konuşmaya yetenekli olsa da, sonradan öğrenmek zorunluluğu ile maluldür. İşin garip veya
saşırtıcı yanı, yaşadığı toplum biçimlerinden daha yavaş ve sonradan gelişir. Üretici Güçlerden bilhassa Teknik, toplumları alıp Üsküdar’ı aşırır; insan beyni neredeyse çoğu zaman apışıp kalır. Ama yine de in-
san beyninin kanatlanışı olmaksızın hiçbir gelişim damgalanmamış olamaz.

Bu şaşırtıcı ve ilginç olduğu kadar ibretlerle dolu maceranın, biz konumuz bakımından, yavaş öğrenmelerle dolu yanını; Muhammed’in gelişimi ve Tektanrı fikri açısından ele alalım.
İnsan, beyninin gelişimi açısından öncelikle pratik (öğrenmeye mecbur) bir varlıktır. Ama bunun hemen yanı başında da şaşılacak kertede yani öğrendikçe, teori yapmaya da yatkın bir varlık olduğu ortaya
çıkar. Biraz uyanık ve yetenekli beyin, duru olduğu ölçüde, Medeniyetin kakafonileriyle iğdiş edilmemişse tüylerini diken diken edecek yeni
fikirlere ulaşmadan yapamaz.

Şöyle de diyebiliriz: Medeniyet, yaşanan güncel Determinizmdir.
Ama güncel olan, eski Tarihöncesi Kankardeş Komüncül toplum biçimlerini ve geleneklerini dümen suyuna soksa da onların insan beynindeki etkilerini kolay kolay yok edemez. İşte bu çelişkinin, ilkel Sınıfsız Komüncül Gidiş ile Sınıflı Medeniyet Gidişinin yaman diyalektik güreşinin beyinlerdeki yansımaları, insanın kendisini bile şaşkına çeviren ileri keşifleri, buluşları getirmiştir ve getirecektir.
Beyin’in eski ile yeni Determinizmin bu yaman çarpışmalarıyla ulaştığı sentezler (keşifler), gerçekte sadece topyekûn Tarihsel Gidiş Kanunlarının kendisini ifade edişi olur. O insanı veya insanları; kendisinin elçisi (Resulü) veya Peygamberi (Enbiya’sı) veya iyi Kutsal Kulu (Nebi’si) veya Peygamber yarısı olan Veli’si haline getirir.

Sonunda ne oldu?

Tefeci-Bezirganlik azgınlaşması yarım yüzyıl içinde üste geldi.
Antik Tarih böyle ilerliyordu: Tarihsel Devrimler, ölen Medeniyet cenazesini kaldırıp yerine yenisini kuruyor veya canlandırıyorlardı.
Ve her yeni kuruluş, Tarihi bir adım daha ileriye sürüklüyordu. Islâm Medeniyeti de çöktü. O’nu Anadolu Selçuklulari ve Osmanlılar yeniden canlandırıp 20’nci Yüzyıla kadar taşıdılar. Böylece İslamlik, Güney
Ticaret Yolu’ndan haşmetle ilerleyerek Tefeci-Bezirgânlığın evrensel çağını açıp geliştirmiş oldu.

Ama Muhammed’in o Ilkel Komünist Prensipleri Allah’ın değiştirilemez kutsal buyruğu yapma gücü olmasaydı, İslam’ı tekrar tekrar canlandırıp yaşatacak temiz ülkücü insanlar pek bulunamazdı. Veya
ülkücü gaziler Islam’ı canlandıracaklarına kendilerine uygun düşen başka fikirleri bulup geliştirirlerdi. Tıpkı Muhammed’in yaptığı gibi..

İşte böyle; Avrupa 19’uncu Yüzyıl’da onca dahi” yetiştiren kültür ve Devrim atılımlarına sahne olmuş ama Devrime varamayınca İkinci Enternasyonal Kocakarıları türemişti. Kautsky Kocakarıları, bilerek
bilmeyerek Rusya’da Devrimi öngörüp Lenin’i kendi elleriyle işaret edip yetişmesine olanak vermişlerdi.

Ama Lenin, kendi bildiği yoldan Devrimi başarınca hepsi sosyal emperyalist kesilivermişlerdi. Lenin’in
doğrudan Marks-Engels’i kendi orijinalitesine göre kavrayıp uygulayışı gibi, Muhammed de İbrahim Geleneğini, İsrailoğullarının biriktirişlerinden de yararlanarak doğrudan kendi Hicaz orijinalliği içinde
kavrayıp uygulamıştı.

Toplum ve kişiler kişi mülkiyetine doymadıkça, bu gidiş, bilinçli kolektif sistemlerin icinde bile, akacak kan olarak Tarihin toplumsal damarlarını zorlar durur
Bu durumda Peygamber bilgeliği ne yapsın?..
Sosyal sınıflar ve kişiler, kendilerini Tarihin akıntısına karşı bilincli pozisyon alabilecek seviyeye yükseltmek iradelerini kullanmadıkça; Peygamber veya liderlerle aralarındaki uçurum her iki taraftan da doldurulamadıkça bu trajedi sürecektir.
Muhammed derinden sarsılıp üzülüyordu. Kuracağı yeni İslam Medeniyeti de öncekiler gibi bu arsız maddiyatçılık içinde çökecek miydi?
Sık sık Ayetlerde azarlayarak, korkutarak uyardı. Ama en siddetlisi Enfâl Suresi’yle oldu: Ganimet Allah’ın ve Peygamberinindir.” keskin savaş Komünizmi hükmü bildirilmiştir. Bu hükmü sonradan esnetmek zorunda kalmıştı, çünkü Medeniyet yayılırken kişi mülkü gelişimini gemlemek olanaksız kaldığı gibi, bent-
ledikçe ſönüne engeller koydukça) selleşiyordu. Gözleri doyar da belki maneviyata, İslam’ın dediklerine uyarlardı
Muhammed’in iyi dilekleri, Hülafayı Raşidiyn: Cennetle müjdelenmiş Dört Halife Devri kadar, bir çeyrek yüzyıldan biraz aşırı tuttu.
Mekke’nin Ebu Sufyan Bezirgânları-Tefecileri iktidarı almakta gecikmediler ama yine de Allah’ın Kamunun mallarını özelleştirmeleri kolay olmadı. İslam yavaş yavaş bezirgânlaştırıldı. Muhammed’in “Mülk
Allah’ındır. , prensibi yelle yuf oldu, içi boşaltıldı.
Gerçek değişti mi?
Aradan yüzlerce yıl geçti, azgın bezirgânlık yerini azgın Finans-Kapitalizme bıraktı; dünya malı, Allah malı durmadan kişi mülküne devsirildi, devşiriliyor
Muhammed’den 700 yıl sonra gelen İbni Haldun; Muhammed’in geleneklerle (naklen alıp kendi aklıyla sezdiklerini de geleneklerle Allahcılığa tabi tutarak) koyduklarını, akılla nâkili ayırarak gerçeklerle
koymak zorunda kaldı. Gerçek bir kez daha hatırlatıldı: Mala mülke düsen Medeniyetler, toplumlar çürüyüp batıyorlardı. Kamu Malına, Kolektif Aksiyona, Gelenekle de olsa değer veren, o değeri içinde taşiyan göçebeler, yerleşikler durumlarını bozmadıkça daha canlı ve uzun ömürlü Medeniyetler, devletler geliştiriyorlardı
Muhammed’den 1200 yıl sonra gelen Marks-Engels aynı şeyi Üretici Güçler temelinde, Kapitalist toplumun gelisim biçimiyle koydu Modern Sosyalizmi müjdeledi.
Ve Marks’tan sonra dünyanın üçte biri sosyalist oldu. Olaylar inatçıydı. Gerçekler neyseler öylece, Gidiş Kanunları bilinmeli ve uyulmalı, aksi takdirde aşırı kayıplarla uymak zorunda kalınırdı. Muhammed geleneksel olarak, her akılcı sentezini veya sentezlerini
Allah’a-Dinine bağlayarak ilerliyordu. Aklıyla, nakille gelen din geleneklerini ayıramıyordu henüz; tersine aklını da o skolastik din geleneğine sımsıkıca bağlıyordu. O zamanlar için öyleydi. Ama bütün o batini mistik gelişim içinde bile aklını köreltmedi. Aklı kullanmayı Allah emri yaptı. Bizim şu akıllıca rasyonalist geçinen kütüphane fareleri uzmanlar, erüdisyon kırkambarları şüphesiz ki Muhammed’i beğenmezler,
ama kendileri akılcı makyajlarının altında bin beter skolastiktirler ve yaşamdan koparak kitap kemirirken akıllarını törpülerler aslında; gerçeklerden uçup giderler
Bu yüzden, Muhammed, içinde bulunduğu Tarihsel Devrim derslerini Allah kanunu yapıyordu. Bizler, o batini mistik skolastik kabuğa aldanmadan içindeki özü bulup ortaya çıkarabilirsek dersimizi alabiliriz.
Mülkün ezeli-ebedi sahibi sadece Allah’tır sözü yabana atılabilir mi?
Sınıflı Toplumun yaşanan realitesi ne olursa olsun, Tarihsel Akışa kabaca bakan temiz bir akıl, Allah’ın yani doğanın ve kamunun malını, varlığını yağmalıyorlar demez mi?
Ve çocuklar bile sezmekte gecikmiyorlar. Lakin Sınıflı Toplum çalmayı öğrettiği için eğitim, şimdilik kişi mülkünden yana geliştiriyor..
Evrim, kendine uyum yapmayan her şeyi ve bilhassa insanları binbir mesajıyla her an uyarır. Uyarıyı alamayanlar küçük küçük cezalara çarptırılırlar; uyumsuzlukları artar, yaşamaları sekteye uğrar. Uyum
yeteneklerini geliştiremeyenler seleksiyona uğrarlar. Toplum biçimleri için de aynı şey geçerlidir. Sınıflı Toplum, [Evrimin] bir aşaması olmakla birlikte, Evrimin Kanunlarını (bilince çıkarmak üzere) en fazla
çarpitan ve uyumsuzlukları geliştiren bir aşamadır. Ve yok edilmeyi fazlasıyla hak etmiştir. Bu yok ediş yine Evrimin Kanunlarıyla, Sınıflı Toplumun kendi elleriyle yaptırılacak; Evrime uyum Kanunlarını ele geçirenler uyum yapabilme koşullarını er veya geç örgütlerken buna apaçık karşı duranlar eleneceklerdir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir