İçeriğe geç

Alıç Ağacı Ile Sohbetler Kitap Alıntıları – Hikmet Birand

Hikmet Birand kitaplarından Alıç Ağacı Ile Sohbetler kitap alıntıları sizlerle…

Alıç Ağacı Ile Sohbetler Kitap Alıntıları

Ey Rosalinde! Orman sana mektubum olsun; halimi bütün ağaçların kabuklarına kazıyacağım.
Hâsılı o, yani toprak doğal düzeni bozulmadıkça, dünyamıza bereket dağıtan cömert şefkatli bir ana gibidir. Üzerine ayağımızı her bastıkça kendisine neler borçlu olduğumuzu saygı ile hatırlamamız gereken bir kutsal varlıktır.
Gel zaman git zaman Anadolu’nun her yerini geze gözetleye anladım ki memleketimizin her kesiminin ayrı bir özelliği, nasıl söyleyeyim, her bölgesinin ayrı bir ruhu var. Öyle bir şey ki ne elle tutulur ne gözle görülür, kimi zaman toprağın altındakş su gibi derinlerde ya da havadaki buğu gibi dağınık ve yükseklerde, kimi zaman yaptığından ettiğinden belli olan bir kuvvet ya da yansımasında ışıldayan bir ışık, kimi yerlerde belki bir buğday başağında, belki bir pamuk kozasında, belki de bir yavşan otunun kokusunda, belki bir köknarın koyu, bir kayının açık yeşilinde, belki bir koyun maviliğinde Çünkü her koyda deniz bir başka mavi. Bu ruh yitirilmemeli, memleketle birlikte ebede kadar yaşamalıdır.
Unutma ki bütün gönül ve gücü ile bir işe sarılan bir Amazon gerçekleşmesine uğraşanın başaramayacağı şey yoktur dünyada.
Eğer insan, toprağın canlı, şefkatli, kutsal bir varlık olduğunu, onun verdiği nimetlerden faydalanmak için yükümlü olduğu sorumluluğu bilirse, bilebilirse, hırsını yenmesini de bilir ve o zaman işte canım topraklar savrulup gitmeden kurtulur.
Gezerken, Anadolu’yu gezerken, alıcı, benimseyici gözlerle bakarsan, yalnız bitki örtüsünü değil, çok şeyler görürsün. Anadolu sadece bir yer (bir coğrafya) anlamı değil, akıp giden zamanın da bir bölümüdür sanki Ne yana baksan, ne yöne yönelsen adım attığın her yer bir oluşun, bir yükselişin, bir alçalış yıkılış ve yeniden yükselişin anılarını yansıtan bir bölüm Gezerken görülecek, görünce şaşılacak, hoşlanacak, sevinecek, övünecek ve Dövünecek neler var Anadolu’da Ama sen bitki örtüsüyle mi ilgileniyor, beni mi merak ediyorsun, nasıl kalmışım yalnız başıma, bir tesadüfle mi bitmişim burada tek başıma?.. Gez dostum gez, görürsün, Anadolu’nun eski rengini de yenisi de her şeyi görür benim buradaki uzletimin nedenini de anlarsın, gez!
Bir dağın böğrünü yeşerten ve 2000 metre kadar yükselen ormanların gelişebilmeleri için gereken toprak çeşidini hazırlamak için daha yükseklerde yetişen küçük atlardan, çayır çimenlerden kaç kuşak, kaç yüzyıl emek harcamıştır. Orman basamağı gelişince, artık denge kurulmuş ve oluşan toprağın kayması, akması da önlenmiş olur. Asıl göz önünde tutulması gereken şudur ki o dağda püskürük kayalardan gelişen bu toprak türleri üzerinde, yüksek basamaklarda yaylaklar, alt basamaklarda da ağaçlar ormanlar yetişir. Orman yakılır ya da kesilir de oraya ekin ekilecek olursa belki bir iki yıl ürün alınır, ama ekin yetiştirmeye elverişli olmayan o toprak da çabucak akıp gideceği için dağ, pek kısa zaman sonra tüyü yolunmuş tavus kuşuna döner.
Hiçbir bitki kendi çiçeğinin tozu ile kendi çiçeğinin tozlanmasını istemez, kendi türünden başka bitkilerin(bireylerin) çiçek tozları ile tozlanma ve döllenmesine dikkat eder.
– Neden kendi çiçek tozu döllenmesini istemez?
– Kendi çiçek tozları ile döllenmeden meydana gelen tohumlar çelimsiz, cılız, bozuk olur da ondan. Buna siz de dikkat eder, yakın hısım akraba arasındaki evlenmeden doğan çocukların cılız, sakat olabileceğini bilirsiniz.
Geçen yüzyıl sonlarına doğru Amerikalılar bizden, iklimi Ege iklimine benzeyen Kaliforniya’ya incir fidanı götürmüş, dikmişler. Fidanlar büyümüş, güzel gürbüz ağaç olmuşlar ama bir türlü meyve tutmamışlar. Amerika’da. Sonra birkaç uzman gelmiş, incirleri incelemişler. Anlamışlar ki dişi çiçeklerin toplanmasında aracılık eden, baba incir çiçeklerinde kuluçka çıkaran küçük sinektir. Baba incir ve sineklerden götürdükten sonradır ki eskiden yetiştirdikleri ağaçlar meyve vermeye başlamışlar
Amerika’ya göçen incirin ve onun meyve tutabilmesi için sonradan götürülen incir sineğinin hikâyesi bu işte ama hâlâ şaşıyorum. Amerika’da bu işi becerecek bir sinek yok muymuş diye!
– Amerika’da çok sinek çeşitleri var ama incir sineği yok, çünkü incir yoktu orada.
(Ama artık var. Ağacı da aldılar sineğini de!..)
Kitabın yazarı Profesör Hikmet Birand 14 Ağustos 1971 tarihinde tüm malvarlığını ve haklarını gençlerin eğitimine katkı sağlamak adına Türk eğitim Vakfı’na bağışlamıştır.
Vasiyetname gereğince kitabın telif hakkı sahibi olan Türk Eğitim Vakfı, Hikmet Birand’ın ismini yaşatmak ve onu her zaman şükranla anmak için adına kurduğu burs fonuyla bugüne kadar 74 üniversite öğrencisine eğitim desteği sağlamıştır
‘’Sevinirsiniz orada,çünkü tabiatın içindesiniz.Orada kendi yaptığımız dünyanın bunaltıcı hayhuyundan,tatsız ıvır zıvırından,bencil kaygılarından,sıkıcı darlığından kurtulur,her
şeyin olduğu gibi olduğu,olduğu gibi gözüktüğü o külfetsiz, gösterişsiz sessiz büyüklükle karşı karşıya gelirsiniz.Orada, o büyüklük içindeki yalnızlıkta,insan kendini bulur,varlığının özündeki asilliği anlar ve kendini erdemliğe adar’’
Biliyorum ki Anadolu’nun eskisi gibi güzel ve şirin olmasını istiyor, bunun için bazı çabalar da gösteriyorsunuz. Yapacağınız şey zor ve karışık değildir. Zorlamayın kendinizi de bizi de. Bizim Anadolu’yu yeşertirken her bölgesi için ayrı ayrı seçtiğimiz, yeşerttiğimiz birliklerin kendi sınırları içinde dirilmelerini, serpilip gelişmelerini sağlayın yeter. Koruyun onları.
Otları, ağaçları, hayvanları, taşı toprağı tanırsak kalkınma olur. İsmet İnönü
Sevinirsiniz orada, çünkü tabiatın içindesiniz. Orada kendi yaptığımız dünyanın bunaltıcı hayhuyundan, tatsız ıvır zıvırından, bencil kaygılardan, sıkıcı darlığından kurtulur, her şeyin olduğu gibi olduğu, olduğu gibi gözüktüğü o külfetsiz, gösterişsiz sessiz büyüklükle karşı karşıya gelirsiniz. Orada, o büyüklük içindeki yalnızlıkta, insan kendini bulur, varlığının özündeki asilliği anlar ve kendini erdemliğe adar.
Thomas Malthus: Zaman gelecek ki dünya insanları besleyemez olacak. Darwin de, eğer böyle hızla ürerlerse bin yıla varmaz insanlar dünyada ayakta duracak yer bulamazlar demiş.
Çünkü hayat bir bakıma sürekli bir madde ve enerji alışverişidir Bu bakımdan hayatı ben açık denize çatlak bir sandal içindeki adamın haline benzetirim Deniz suyu durmadan sandalın içine sızarak dolar sandaldaki adam su toplandıkça batmamak için bir maşrapa ile onu denize boşaltır eğer yiyeceği yoksa bir süre sonra açlıktan dermanı kesilir sandala dolan suyu boşaltamaz olur fakat erzakı var da karnı doyurursa aldığı besinden kazandığı enerji ile faciayı önleyebilir yahut hiç olmazsa geciktirebilir.
Beni İsrail Mısır’dan hicret ederken Sina çölü’nde aç bilaç kaldıkları zaman havadan yağan ve onları açlıktan kurtaran Kudret helvasının da bir liken türü olduğu söylenir doğru mudur bu?
-Evet kudret helvası çöllerde kumlar üzerinde yetişen bir liken türüdür. Bizim güney illerimizde de yetişir. Tatlı bir madde kapsadığı için yenir de. Kum fırtınaları ile havaya savruldukları için fırtınanın hızı kesildiği anda havadan yere dökülürler. Onun için Yahudiler Sina Çölü’nde kendilerini açlıktan kurtaran Kudret helvasının havadan yağdığını sanmışlardır.
Hâsılı o, yani toprak doğal düzeni bozulmadıkça, dünyamıza bereket dağıtan cömert şefkatli bir ana gibidir. Üzerine ayağımızı her bastıkça kendisine neler borçlu olduğumuzu saygı ile hatırlamamız gereken kutsal bir varlıktır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
bir kilometrekarede yaşayan solucanların ağırlığı, nüfusu çok sık memleketlerde bir kilometrekarede yaşayan insanların ağırlığından fazla tutar.
ak bulutun ardına kayan güneşin ışınlarında pırıldayan şeylerin ne olduklarını söyleyebilirim. Onlar gelecek bahar bozkırı yeşertmek için hava yolculuğuna çıkmış olan tohumlardı. Güzün öyledir, yer gök görünen görünmeyen tohumla doludur. Çok çetin bir ödev aldık üzerimize. Siz insanlar da dahil hayvan haşat bütün dünya nüfusunu biz besleyeceğiz çünkü
Her toprak üstünde dilediğin bitkiyi yetiştirmek mümkün değildir.
-Bütün toprak profillerinde böyle üç horizon var mıdır?
-Hayır, bu üç horizon sulak yerlerde oluşan topraklarda vardır. Kurak bölgelerde toprak ve toprak profili oluşumu başkadır. Çünkü kurak bölgelerde toprakta A horizonu ancak yağmur yağdığı zaman ıslanır ve yıkanma, yani aşagıya dogru akım kısa sürer, yağış süresince olur. Ku rak devre girince akım tersine döner. Köklerimiz topraktan suyu çeker, yapraklarımızia havaya buhar halinde uçururuz. Toprak da yüzünden kuruduğu için, üstteki A horizonunda kireç yıkanamaz, kil teşekkül et se de yıkanıp alt katiara geçemez; kolloidler yer değiştiremez, aşağı inemez. Bundan dolayı da bu topraklarda B horizonu teşekkül ede mez. Onun için kurak ve sulak bölge toprakları, profillerinden hemen belli olur. Profillerindeki özelliklere göre ayrılan, farklılaşan toprak çe şitlerine iklim toprak tipleri denir.
Gezerken, Anadolu’yu gezerken, alıcı, benimseyici gözlerle bakarsan, yalnız bitki örtüsünü değil, çok şeyler görürsün. Anadolu sadece bir yer (bir coğrafya) anlamı değil, akıp giden zamanın da bir bölümüdür sanki Ne yana baksan, ne yöne yönelsen adım attığın her yer bir oluşun, bir yükselişin, bir alçalış yıkılış ve yeniden yükselişin anılarını yansıtan bir bölüm Gezerken görülecek, görünce şaşılacak, hoşlanacak, sevinecek, övünecek ve Dövünecek neler var Anadolu’da Ama sen bitki örtüsüyle mi ilgileniyor, beni mi merak ediyorsun, nasıl kalmışım yalnız başıma, bir tesadüfle mi bitmişim burada tek başıma?.. Gez dostum gez, görürsün, Anadolu’nun eski rengini de yenisi de her şeyi görür benim buradaki uzletimin nedenini de anlarsın, gez!
Ne farkları var kültür topraklarının ötekilerden? Onlar da toprak ötekiler de.
– Şüphesiz onlar da eskiden, tabii toprak idiler. Lakin sonra, sizin deyiminizle söyleyeyim, kültüre alındıktan sonra, büyük değişikliklere
uğradılar, farklılaştılar.
– Ne gibi değişiklikler oldu onlarda?
– Pek çok, ama ben sana o değişiklikleri üç grupta hülasa edebilirim. Birincisi o topraklardan siz, ekmek için, önce üzerlerindeki orman
funda, çayır, mera, ne ise, bitki örtüsünün kökünü kazıyarak yok ettiniz. Kültür topraklarında bir çukur kazarsan apaçık iki tabaka gözükür:
Üstteki sürekli olarak işlenen tabaka, altta işlenmeyen ham tabaka. Bu iki tabaka arasındaki sınır, pulluğun kestiği, sıkıştırıp ezdiği alt tabakanın yüzeyidir ve bu sınır, kültür topraklarının bir illetidir. Üst tabakanın kalınlığı, pulluğun işlediği derinliktir. Sizin kültür bitkilerinin kökleri bu toprakta gelişir; besin tuzlarını bu topraktan alır. Alt tabakada da besin tuzları az değildir, lakin onlardan köklerin kolaylıkla faydalanmalarına imkan yoktur.
– Başka çare yoktu ki. O topraklara kültür bitkileri ekmek için üzerindeki bitki örtüsünü sökmek, sürmek gerekiyordu.
– Evet başka türlü yapamazdınız ama, onu korumaya, onun biyolojik dengesinin bozulmamasına da dikkat edebilirdiniz. Bitki örtüsünü yok etmekle toprağın yüzünü açtınız, onu tabiat afetlerinin hışmına terk ettiniz. Sonra sürmekle onu alt üst ettiniz. Siz sürmek için kullan-
dığınız pullukla toprağın 12-15 cm hatta bazen daha derin tabakalarını, yani pulluğun işieyebildiği derinlikteki tabakayı toprak yüzüne, topra-
ğın yüzünden başlayan üst tabaka da alta gelmek üzere alt üst edersiniz. Hem bunu niçin yaparsınız biliyor musunuz?
– Toprağı ekmek için sürdüğümüzü biliyorum fakat, sürerken niçin alt üst ettiğimizi bilmiyorum.
– Anlatmıştım ya sana, toprağın yüzünden, üst tabakasından ince taneler su ile yıkanarak, süzülerek alt tabakalara iner toplanır diye. Siz işte pulluğun işlediği derinliklere toplanan ince taneleri, üstteki iri tanelerle karışsın diye toprağı alt üst eder, böylece de yüzünü, koruyucu örtüsünden yoksun ettiğiniz üst tabakaya yığdığınız ince taneli, gevşe-
tilmiş toprak tabakasını fırtınaların, deli sellerin hışmına terk edersiniz. Buna tarihten önce başladığınız, o zamandan beri de hep böyle yaptığınız için sizin erozyon dediğiniz afet, işiernekte olduğunuz toprakların başını kesti, yani profillerini sildi süpürdü.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Eğer mikroplar olmasaydı, dünya, insan, hayvan, bitki bğtğn canlıların ölüleri ile dolar kalır; korkunç bir açıl mezarlık durumuna düşer, yaşanmaz berbat bir hale gelirdi. Dünyamızda hepimizi besleyen besin maddeleri ve onları oluşturan elementler sandığınız gibi çok değil, çok azdır. İsraf ve ziyan edilirse çabuk tükenirler. Mikroplar, organik cansız artıkları çözüp ayrıştırırken onların terkiplerindeki maddeleri, elementleri toprağa ve havaya geri verirler, o ölü çirkin artıkların bile ziyan olmadan dünyamızda yeniden canlı güzelliklerin türemeleri için yararlı olmalarını sağlarlar.
Yerkabuğu başlıca feldispat, amfibol ve piroksen, kuvarz, mika gibi minerallerden birleşir. Bütün püskürük ve metamorfik kayaların bile şiminde bu mineraller vardır. Bu minerallerden yerkabuğunda miktarca en çok olan da silikatlar, özellikle feldispatlardır. İklim etmenlerinin etkisi ile yüzlerinden kavlayan, çatlayan, ayrılan parçaları su ıslatır; ıslattığı andan itibaren de çok büyük ve çok karışık değişmelere, özellikle kimyasal değişmelere yol açılmış olur. Bu değişmelerin başlangıcı kayaların yüzeyinden esmerleşmeleri ile de belli olur.
Bugün para verip getirdiğiniz tohumlar içinde Anadolu’da kendi kendine yetişenler bile vardır. Yabancılar gelmiş, o bitkilerin tohumlarını toplamış; o tohumlardan sonra soylu çeşitler yetiştimişler, şimdi size satıyorlar. İyi mi?
-Ah yazık, demek cahilliğimizin ceremesini ödüyoruz.
-Kendi kendini tanımak, kendi kusurunu itiraf edebilmek, büyük, erişilmesi pek zor bir olgunluğa, dolayısıyla da artık bize daha büyük bir itibar göstereceğinize, yani bize sahip olacağınıza delalet eder.
Amerika keşfedildikten sonra eski dünyadan yeni dünyaya göçler başlamıştı. Okyanusu aşıp karaya çıkan göçmen kafileleri kıtanın zengin yerlerine yerleşmek için içeriere doğru ilerlediler. Göçmenlerin eşyalarına eski dünyadan takılan gelen bir tohumdan türeyen arsız bir ot, Avrupalı göçmenlerin geçtikleri yollarda, konakladıkları, yerleşlikleri yerlerde, nereye gitmişlerse orada, baş göstermiş. Amerika’nın eski yerlileri kızılderililerin, iyi gözetleyici oldukları için memleketlerinde yeni türeyen bu ot gözlerinden kaçmamış, ona çok hoş bir ad da yakıştırmış lar, beyazların ayak izi adını takmışlar.
İncir Akdenizli bir bitkidir, biliyorsunuz, Akdeniz iklimi ve çevresinde yetişir. Geçen yüzyıl sonlarına doğru Amerikalılar bizden, iklimi Ege iklimine benzeyen Kaliforniya’ya incir fidanı götürmüş, dikmişler. Fidanlar büyümüş, güzel gürbüz ağaç olmuşlar ama bir türlü meyve tutmamışlar. Amerika’dan sonra birkaç uzman gelmiş, incirleri incele mişler. Anlamışlar ki dişi çiçeklerin toztanmasında aracılık eden, baba incir çiçeklerinde kuluçka çıkaran küçük sinektir. Baba incir ve sinek lerden götürdükten sonradır ki eskiden yetiştirdikleri ağaçlar meyve vermeye başlamışlar.
İncir ağacını görmüşsündür belki, ama meyvesini yediğin halde tanıdığını sanmıyorum. Çünkü senin seve seve yediğin şey incirin gerçek meyvesi değildir. Onun meyveleri incir yerken çıt çıt diye dişine doku nan küçük, çekirdek sandığın şeylerdir.
Reklamcılıkta en büyük başarı, görme duygusuna hitap etmekle, müşteriyi görme duygusu ile uyarmakla elde edilir. Sizin şehirlerde renkli levhaları, renkli ışık ilanlarını göz önüne getir. Soruyordun ya demin bana, niçin çıplak tohumların çamların ve hısım akrabalarının çiçekleri gösterişsiz, gözükmezler de bizim çiçeklerimiz uzaklardan bile gözükür diye. Biz çiçeklerimize, yeşil yaprak örgüsü içinden belirecek, göze batacak duruma gelmeleri için başka renkli yapraklar eklemeyi tasarladık. Eşeylik organlarına en yakın yaprakların şeklini, biçimini, rengini değiştirerek çiçeklerimize allı, morlu, sarılı beyaz, rengarenk bir taç giydirdik. Böylece çiçeklerimiz alımlı gösterişli bir hale geldi.

-Faydası oldu mu bunun böcekleri ilgilendirmek için?

-Hem de nasıl! Renkleri seçerken de dikkat etmek gerektiğini; çünkü bazı böceklerin kimi renkleri görmediğini anlamıştık. Beyaz rengi, gece karanlığında daha iyi gözüktüğü için gece kelebeklerine ayırmıştık. Arılar kırmızıya kördürler ama sizin bile göremediğiniz ultraviyoleyi, sarı çeşitlerini, mavimtırak yeşile çalan beyazı çok iyi görüyorlardı. Böceklerin ilgisini çekmek, görme duygularını uyarmak amacı ile aldığımız bu tedbirlerin uzaktan görülmemiz için çok faydalı ve etkili olduğu belli olmuştu. Bize yaklaşan böcekleri yakından da ilgilendirmek için koku alma duyularını da uyarmayı düşündük. Çiçeklerimize çeşit çeşit kokular, esanslar sürdük. Bunun da çok faydası oldu. Bizim milyonlarca yıl önce böcekler için yaptığımız bu katlardan bugün sizinkiler de bol bol faydalanıyorlar! Öyle değil mi?

Çünkü çiçektozunun havaya dağıldıktan sonra bir dişi çiçeğe rastlaması yalnızca tesadüfe bağlıdır. Dişi çiçeğe rastlamadan yere düşen çiçektozu kurur, çürür gider.

Döllenmeyi, ürememiz için o kadar önemli olan bu olayı tam güven altına almanın çok çiçek tozu, havayı doldururcasına çok çiçektozu yapmakla mümkün olacağı anlaşıldı. Onun için çiçek zamanı hele çam ormanlarında havadan kükürt yağıyarmuş gibi yere sarı bir toz yağar. Çoğu yere düşer telef olur ama, mutlaka dişi çiçeklere rastlayan ve onları tozlayan da olur.

-Beniisrail Mısır’dan hicret ederken Sina çölünde aç biilaç kaldıkları zaman, havadan yağan ve onları açlıktan kurtaran kudret helvasının da bir liken türü olduğu söylenir; doğru mudur bu?
-Evet, kudret helvası çöllerde kumlar üzerinde yetişen bir liken türüdür. Bizim güney illerimizde de yetişir. Tatlı bir madde kapsadığı için yenir de. Kum fırtınaları ile havaya savruldukları için fırtınanın hızı ke sildiği anda havadan yere dökülürler. Onun için yahudiler Sina çölünde kendilerini açlıktan kurtaran kudret helvasının havadan yağdığını sanmışlardı.
“Bu sohbetlerde, bizim de sizler gibi canlı bir yaratık olduğumuzu, üzerinde yaşadığımız dünyayı yaşanacak hale getirmek için neler çektiğimizi, binbir çaba ve denemeden sonra bir yaşayış düzeni kurduğumuzu anlattım.”
“ gez gör, Anadolu bir coğrafya parçası değil, akıp giden zamanın da bir parçası sanki Ne yana gitsen, ne yöne baksan, bir yükseliş ve alçalışın anıtlarını, yeni bir oluşumun yansımalarını görürsün.”
“Bu güzel memleket, düşün, ne yalnız senin, ne de benim; aynı zamanda bizden türeyeceklerin, çocuklarımızın, torunlarımızındır. Sonra halimiz nice olur?”
“ toprak, doğal düzeni bozulmadıkça, dünyamıza bereket dağıtan cömert, şefkatli bir ana gibidir. Üzerine ayağımızı her bastıkça kendisine neler borçlu olduğumuzu saygı ile hatırlamamız gereken kutsal bir varlıktır.
-Doğal düzeni bozulmadıkça dediniz. Bozulur mu o düzen, kim bozar onu?
-Bozulur, hem sandığınızdan kolay ve çabuk bozulur. Siz bozarsınız o düzeni!”
“Amerika keşfedildikten sonra eski dünyadan yeni dünyaya göçler başlamıştı. Okyanusu aşıp karaya çıkan göçmen kafileleri kıtanın zengin yerlerine yerleşmek için içerlere doğru ilerlediler. Göçmenlerin eşyalarına eski dünyadan takılarak gelen bir tohumdan türeyen arsız bir ot, Avrupalı göçmenlerin geçtikleri yollarda, konakladıkları, yerleştikleri yerlerde, nereye gitmişlerse orada, baş göstermiş. Amerika’nın eski yerlileri kızılderililerin, iyi gözetleyici oldukları için memleketlerinde yeni türeyen bu ot gözlerinden kaçmamış, ona çok hoş bir ad da yakıştırmışlar, “beyazların ayak izi” adını takmışlar.”
“Hiçbir bitki kendi çiçeğinin tozu ile kendi çiçeğinin tozlanmasını istemez; kendi türünden başka bitkilerin (bireylerin) çiçektozları ile tozlanma ve döllenmesine dikkat eder.
-Neden kendi çiçektozu ile döllenmesini istemez.
-Kendi çiçektozları ile döllenmeden meydana gelen tohumlar çelimsiz, cılız, bozuk olur da ondan. Buna siz de dikkat eder, yakın hısım akraba arasındaki evlenmeden doğan çocukların cılız, sakat olabileceğini bilirsiniz.”
“Maden kömürünün kadrini bilir oldunuz artık. Bu, ona kara elmas adını takmış olmanızdan belli. Maden kömürü de, evrensel önemi iyi bilinen petrol de dolaylı olarak ormanların artığı ve ürünüdür.
Bakalım ormanların, otların, ağaçların kadrini ne zaman bileceksiniz!”
Bir ağaç kesmek bir adam öldürmeye bedelmiş.
..ağaçların birbirine girift dalları, hele yapraklar sanki bir dam gibi ormanın üstünü ve günü kapıyor, güneş ışığı aşağıya sızamıyor, kimi yerlerde gökyüzü görünüyor ve ışığı bir pencereden sızıyormuş gibi ormanın altını aydınlatıyordu.
.. rüzgarlarla savrulan, nehirlerle taşınarak ziyan olan toprak 1 milyon ton tutuyormuş..
Yaşlı dünyamız ne korkunç maceralar geçirmiş.
Büyük yayvan yapraklı bir ağaç, mesela benim üç mislim büyüklüğünde ve 200. 000 kadar yaprağı olan bir kayın ağacı günde 300-400 kilo su tüketir.
İncir Akdenizli bir bitkidir, biliyorsunuz Akdeniz iklim ve çevresinde yetişir. Geçen yüzyıl sonlarına doğru Amerikalılar bizden, iklimi Ege iklimine benzeyen Kaliforniya’ya incir fidanı götürmüş, dikmişler. Fidanlar büyümüş, güzel gürbüz ağaç olmuşlar ama bir türlü meyve tutmamışlar. Amerika’dan sonra birkaç uzman gelmiş, incirleri incelemişler. Anl’amışlar ki dişi çiçeklerin tozlanmasında aracılık eden, baba incir çiçeklerinde kuluçka çıkaran küçük sinektir. Baba incir ve sineklerden götürdükten sonradır ki eskiden yetiştirdikleri ağaçlar meyve vermeye başlamışlar.
Tabiatın yüceliği üzerine büyük düşünce ve sanat adamlarının söyledikleri derin anlamlı güzel sözler, toplansa, bir cilt tutacak kadar çoktur ama Atatürk’ün uykusuz geçen gecelerinin birinde tabiat üstüne düşündüklerini özetleyen sözleri gibi saydam olanı pek azdır. Bir gün bir dostuna der ki Atatürk; Dün gece uykum kaçmıştı. Düşündüm. Birader, tabiat önünde insan bir hiç Ama hiç
Romus ile Romulus’u efsanevi kurt, bir ıncir ağacı altında emzirmiş. Eski cağlarda bile incir çeşitleri arasında seçmeler yapılır ve bizim Ege’den gelenler pek makbul sayılırmış. Onun için Linné, Ege kıyılarının eski adı Caria’dan yararlanarak incire, Ficus caria Karyalı incir adını takmıştır.
Helenistik devirden kalan heykel ve abidelerdeki rölyeflerinden anlaşılıyor ki zeytin ne kadar eski bir kültür ağacıdır. Zeytin ve zeytinlikler Akdeniz’in mavisi gibi kıyı manzalarının belirgin bir unsuru, Akdeniz peyzajlarını tasvir eden ozan ve ressamların vazgeçemedikleri bir motif olmuştur.
Unutma ki bütün gönül ve gücü ile bir işe sarılan bir amacın gerçekleşmesine uğraşanın başaramayacağı şey yoktur dünyada.
Anadolu sadece bir yer (bir coğrafya) anlamı değil, akıp giden zamanın da bir bölümüdür sanki
Gezip görmelisin. Görürsen, benim sana anlatabileceklerimden daha iyi anlar, daha iyi öğrenirsin. Hem görmez, tanımaz, bilmezsen, nasıl seversin, nasıl sevebilirsin memleketini?
Eğer insan, toprağın canlı, şefkatli, kutsal bir varlık olduğunu, onun verdiği nimetlerden faydalanmak için yükümlü olduğu sorumluluğu bilirse, bilebilirse, hırsını yenmesini de bilir ve o zaman işte canım topraklar savrulup gitmeden kurtulur.
Orman, görüyorsun, ağaçların, otların, çalıların, yosunun mantarın, mikrobun, kurdun, kuşun, hasılı başka başka soydan yüzlerce binlerce yaratığın harikulade ahenkli bir düzen içinde birlikte yaşadıkları bir hayat beraberliğidir.
Siz (insanlar) toprağı, evet her şeyin temeli olan toprağı ya bilgisizliğinizden ya da kazanç hırsından çok hırpaladınız, harap ettiniz.
Hâsılı o bir avuç toprak bin bir çeşit küçük yaratığın kaynaştığı bir âlem olur. Leblebi büyüklüğünde bir toprak parçası içinde 10-15 milyon bakteri, 5-6 bin küçük örümcek kurdu, bir o kadar rotator bulunur. Bu kadar canlının bir arada kucak kucağa yaşadığı toprak nasıl cansız olabilir?
.. 150 binden fazla tohumlu bitki ürettik. Bu ne demektir, biliyor musun? Bunun anlamı, bugün dünyada 150 binden fazla çiçek çeşidi var demektir.
Sularda ilk türemiş olan tek hücreli bitkiler eşeysiz ürerlerdi.
Metasekoya
Bir milyon önce dünyanın birçok yerlerinde yaygın olduğu anlaşılan bu ağaç türünden şimdi Çin’de birkaç yüz ağaç sağ kalmıştır ve onlara yaşayan ölüler gözüyle bakılmaktadır. Ne tuhaf değil mi? Bu, ölüsü dirisinden önce bulunan ilk ağaçtır dünyada.
Ginko ağacı
Dünyanın en eski ağaçlarından biridir.
Yıllar, milyonlarca yıllar geçtikçe, eğreltilerden olduğu gibi çıplak tohumlulardan binlerce bitki çeşidi türemiş, kış yaz yeşil ve güzel reçine kokulu ormanları ile 130 milyon yıl Öncesine kadar dünyamızı yeşertmişlerdir.
Eğreltilerin tohumları yoktur.
Gömülen eğrelti ormanları yer altında yarı yanarak kömür haline geldiler.
-Yok muydu o zaman toprak dünyada?
-Şimdi olduğu gibi o zamanlar da kayalar yağışlarla ıslanıyor, güneşle ısınıyor, ıslanıp kurudukça, ısınıp soğudukça toprak hâsıl oluyordu. Ama bu oluş o kadar ağırdı ki yüzlerce, binlerce yılda ancak tırnak kalınlığında bir toprak tabakası teşekkül ediyor, onu da yer sarsıldıkça yel üfürüp sel götürüyor, enginlere denizlere sürüklüyordu. Çatal eğreltiler işte kıyılara sürüklenen topraklar üzerinde gelişmişlerdi.
..600 milyon yıl Önce, yani 300-400 milyon yıllık bir hazırlık döneminden sonra mavimsi yeşil algler ve daha önemlisi, kamçılı yeşil algler türemişlerdi. Sonuncularda sizin klorofil dediğiniz yeşil boya, ince ve güzel bir tertiple plastit denilen küçük tanecikler içine yerleştirilmişti. İşte bu oluş dünyada hayatın gelişmesi için çok önemli bir evrim aşaması idi.
-Neymiş o başardıkları görev?
-Ölüleri kaldırmak! Eğer mikroplar olmasaydı dünya, insan, hayvan bitki, kısaca bütün canlıların ölüleri ile dolar kalır; korkunç bir açık mezarlık durumuna düşer, yaşanamaz berbat bir hale gelirdi.
Evvel zamandan da çok Önce, dünya yuvarlak bir ateş parçası gibi uzayda dönerken, yüzeyi birkabuk bağlamaya başladı. Bu kabuk yavaş yavaş kalınlaştı, kalınlaştıkça da büzüldü, yamru yumru girintili çıkıntılı bir biçime girdi. Engin yerleri sular denizler doldurdu. Yüksek sivrintili yerler kayalaşan kabukla ve dünyamızın göbeğinde hâlâ fokur fokur kaynayan madenlerin sık sık delinen kabuktan fışkıran [avları, külleri ile örtülü idi. Manzara ıssız, vahşi, korkunçtu o zaman. Bir tek canlı yaratık yoktu dünyada. Bin milyon yıl önce ilkin sular canlanmaya, yani sularda canlı oldukları belli olan küçük, gözle görülmeyecek kadar küçük yaratıklar belirmeye başladı. Onlar işte, bugün bile gözlerimizle göremediğimiz ama bildiğimiz mikropların ceddi idiler.
Suların Canlanması Üstüne Sohbet
Sohbetimize başlarken hatırlatayım ki dünyayı canlandıran, şenelten, siz insanlar da dahil, bütün canlılar için barınabilecek bir yurt haline getiren biziz, biz bitkiler Unutma ki bugün bile bizim yetişmediğimiz, yeşertemediğimiz yerlerde canlıların barınmasına imkân yoktur. Sular da öyledir, suları canlandıran, yaşanabilecek bir ortam haline getiren de biziz.
Ne görürseniz güvenebilirsiniz, hepsi hastır gerçektir. Sevinirsiniz orada, çünkü tabiatın içindesiniz. Orada kendi yaptığımız dünyanın bunaltıcı hayhuyundan, tatsız ıvır zıvırından, bencil kaygılarından, sıkıcı darlığından kurtulur, her şeyin olduğu gibi olduğu, olduğu gibi gözüktüğü o külfetsiz, gösterişsiz sessiz büyüklükle karşı karşıya gelirsiniz. Orada, o büyüklük içindeki yalnızlıkta, insan kendini bulur, varlığının Özündeki asilliği anlar ve kendini erdemliğe adar.
Ben Dikmen’e sık giderim, hele eskiden çok sık gider, her gidişimde de Çal Dağı’nın tepesindeki tek ağacı ziyaret ederdim. Gide gele onunla dost ahbap oldum, uzun uzun sohbetler ettim. Neler anlatmadı bana Bu uzun, çok uzun maceralı bir hikâyedir. Biraz kısaltarak anlayabildiğim kadarını ben de size anlatacağım.
Dikmen sırtlarında adım attıkça havaya burcu burcu kokular yayılır. Ne güzel olur Dikmen’de bahar!
Dikmen’in ardındaki Çal Dağı’nın doruğunda yaşlı bir alıç ağacı vardır. Kuru dallarında solgun allı yeşilli paçavralarla nice masum özlemlerin adakları bağlı kalan bir ağaç Ben o ağacı çok severim. Ona “Dikmen alıcı” adını da ben taktım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir