İçeriğe geç

Alemdağda Var Bir Yılan / Az Şekerli Kitap Alıntıları – Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik Abasıyanık kitaplarından Alemdağda Var Bir Yılan / Az Şekerli kitap alıntıları sizlerle…

Alemdağda Var Bir Yılan / Az Şekerli Kitap Alıntıları

Yaz günleri o yanıma uzanınca rahat bir uy­kuya dalardım. Rüyamda hiçbir şeyi görürdüm. Hiçbir şeyi. Hiçbir şey kadar güzel şey var mı? Varsa ver bir lokma. Şu saatte.
O ma­saya otursam o masaya. İnsanlar gelse otursa çift çift kadınlı erkekli. Ben tek başıma. Milyon­lar içinde tek başıma. Acı gitgide acıyor. Kavun acısı gibi, zehir gibi bir acı. Kaybettikten sonra bulduğumuz şey. Nedir o bil? Nedir o bil?
Kaybetmeden bulamadığımız;
– Sabahleyin uyanır uyanmaz aklımda idin.
Güldüm.
Kalktım.
Bunu anlatmaya sana geldim.
Ne dersin..?
Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor.
Oğlum patlak göz. Ben insanoğlu. Sen hay-
vanoğlu. Bundan milyonlarca sene evvel, her iki-
miz de kurttuk, solucandık, tek hücreli mahluk-
tuk. Ondan evvel boşlukta bir tozduk. Sonra
bak, işte bu hale geldik. Bundan sonra belki böy-
le kalırız. Belki değişiriz. Ama böyle kalmayalım.
Siz de bedbahtsınız, biz de. Evlerde uyuyanlar,
ipekler içinde uyuyanlar, kadın koynuncia uyu-
yanlar, soba başında kıvrılmış babiler de var.
Lastikten kemikleri, topları var. Hanımları atar
koşup getirirler. Sabahları kapıcılar gezmeye çı-
karırlar. Insanlar var, sevdiklerini almışlar şu sa-
atte koyunlarına, dalmışlar iki kişilik rüyalarına.
Pekala ne yapalım? Ama sen Zeyrek yokuşunda
kuyruksuz, tüysüz, uyuz, soğuktan titreyen bir
sokak köpeği; ben Panco’nun arkadaşı, başka
hiçbir şey değil, yağınura vurmuş, uykusuz, canı
burnunda, yüreği Ağaççileği sokağında, kafası
Bomanti tramvay durağından yüz metre uzakta
kirli bir yastıkta bir adamcağızım. Ne yapalım.
Günün birinde dostluklardan, insanlardan ve
hayvanlardan ve ağaçlardan ve kuşlardan ve çi-
menlerden yapılmış vazife hissi ile çarpan yürek-
lerle dolu bir alemde yaşayacağımızı düşünelim.
Bir ahlakımız olacak ki, hiçbir kitap daha yazma-
dı. Bir ahlakımız, bugün yaptıklarımıza, yapacak-
larımıza, düşündüklerimize, düşüneceklerimize
hayretler içinde bakan bir ahlakımız. O zaman
seninle daha uzun dostluklar ederiz patlak göz.
“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”
Senden sonra anlaşılır ancak
Boşluğu her şeyin
Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde
Ben onsuz edemem
Her taze heyecan, zevkine doğru dürüst varılamayan bir güzellik taşır.
Sizi övmek için ne kadar büyük bir şair olmasını isterdim.
Bu dekor, dakikadan dakikaya, saatten saate, hatta bomboş olduğu zaman bile aynı olmadan değişecek. Ben bu değişen manzarayı seyredecek seni akşamlara kadar bekleyeceğim.
Balzac’ın hakkı yok: O diyor ki, Aşk, şuuraltı bile olsa yine bir hesap kitap işidir. Burjuvalar arasında doğru. Fakat benim ne şuurüstü, ne şuuraltı hiçbir hesabım yok. Hesapsızlıklarla doluyum. Sevgilim hesap ediyorsa, zararı yok ben hesap etmiyorum.
Benim meziyetlerim de varmış; hiç bilmediğim, aklıma getirmediğim, kendimden bir başkasını sevebilirmişim.
Keder ve sevinç; ah kelimeler! Ne müthiş şeysiniz, ne müthiş!
Gelmeyeceğini çok iyi biliyorum. Onu beklemek, bilhassa güzel
Selamlaştık herkes gibi. Gülüştük herkes gibi. Yürüdüm.
Beğenmedim. Ömrü seyahate, aşkı bir durağa, sevgiliyi yolcuya benzetmek de ne oluyor?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Aşk nedir, diye düşünmüyorum. Galiba Stendhal, insanların en mühim, en büyük icadı, diyor.
Doğrusu bu, doğrusu bu ama, elimde değilse ondan söz açmamak
Böyle bir vakayı rüyada da görsem yine başımdan geçmiş sayılır. Başımdan geçmemiş olsa içimden, rüyamdan, hülyamdan geçer miydi?
Nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin!.. Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena.
Kuş anlattı ise herhalde iyi şeyler anlatmıştır. Kuşlar kötü şey anlatır mı?
Ne sen onu, ne o seni anlıyor. Belki anlamak ikinizin de işine gelmiyor.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Canım çekiyor diye öpemem seni güzel çocuk!
Bütün gün, ne ettiğimi bilmeden dolaştım. Çoktandır ne yaptığımı bilmiyorum.
Nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin!.. Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena.
Hani bazı, kulağınızın dibinde çok tanıdığınız bir ses, isminizi çağırıverir. Olur değil mi? Pek enderdir. Belki de kendi kafanızın içinden sizin sevdiğiniz, hatırladığınız bir ses, ses olmadan sizi çağırmıştır. Olabilir.
Yoluma devam ederken:
– Hişt, hişt! dedi.
Dönüp bakmak istedim. Belki de çok istediğim için dönüp bakamadım. Olabilir.
Otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekâlâ bir meseledir. Kim demiş mesele değildir, diye? Budalalık! Ya yağmur yağsaydı Ya otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsaydı Olsaydı o zaman mesele olurdu, işte.
Nasıl olsa bir gün, kafasında, senin için daha çok histen doğan hayranlık duygusu silinip gidecektir.
Ölüden ölüye fark yok; canlıdan canlıya fark var.
Bende hiç akıl yok muymuş?..
Günaha girmemek için fazla düşünmemeli.
Kaç para ederdi denizde mehtap!
Yıllar da durulmayan istasyonlardan geçer gibi geçiliyor be!
Beni gördüğün zaman gülümseyiver. Aldırma! Tiyatro da n’oluyormuş? Dünyada dostluk vardır be! O da ölmedi ya!
Sen yine o aynalı sinemada yanıma oturan küçük çocuksun sokakta gördüğüm zaman. Ama yüreğimi bir şey, bir demirden avuç da sıkmıyor değil hani. Aman boş ver!
Gelir karşıma geçer. Ne söylerim ona? O bana ne der? Hiçbir şey hatırlamam.
Beklersem gelmez ki Beklemesem gelir mi? Umut vardır. Beklemediğim zaman umut vardır.
Her hoşuma giden yüze, gözlerimi açarak bakarmışım.
Sabahleyin uyanır uyanmaz aklımda idin. Güldüm. Kalktım. Bunu anlatmaya sana geldim. Ne dersin?
Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.
Sanki ben her akşam onunlaymışım gibi, bir yalnızlık duyuyorum.
Hiçbir şey kadar güzel şey var mı? Varsa ver bir lokma. Şu saatte. Hiçbir şey, ölüm gibi güzeldir.
Yüreğinin üstünde bir şey varmış gibi değil mi? Yalan. Mutlak bir yerde okudun. Yahut biri anlattı. Yahut aklında böyle kalmış. Yüreğinin üstünde bir şey yok.
Seni bir daha göremeyecek miyim? dedim.
Kızdı.
O benim bileceğim şey! dedi.
İki gün sonra yirmi kişiye: O benim bileceğim şey, ne manaya gelir diye sordum. Hiçbiri doğru dürüst bir mana veremedi.
Ama artık benim sana kadar yetiştirecek ne sesim ne halim kalmıştı.
Bundan sonra belki böyle kalırız. Belki değişiriz. Ama böyle kalmayalım.
Seviyormuş Sevgi karın doyurur mu?
Bir güzel şey görsem ona göstermezsem, gösteremediğim için zevk alamazdım güzel şeyden.
İnsanlar bana bir laf söylerdi. O ne cevap verebilir, diye düşünürdüm.
Günün birinde dostluklardan,insanlardan ve hayvanlardan ve ağaçlardan ve kuşlardan ve çimenlerden yapılmış vazife hissi ile çarpan yüreklerle dolu bir âlemde yaşayacağımızı düşünelim. Bir ahlâkımız olacak ki,hiçbir kitap daha yazmadı.Bir ahlâkımız,bugün yaptıklarımıza,yapacaklarımıza,düşündüklerimize,düşüneceklerimize hayretler içinde bakan bir ahlâkımız.O zaman seninle daha uzun dostluklar ederiz patlak göz.O zaman hiç merak etme
“Hişt Hişt: Nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten…Gelsin de nereden gelirse gelsin..! Bir ‘hişt hişt!’ sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları… -Hişt hişt! Hişt hişt! Hişt hişt!”
Günün birinde dostluklardan,insanlardan ve hayvanlardan ve ağaçlardan ve kuşlardan ve çimenlerden yapılmış vazife hissi ile çarpan yüreklerle dolu bir âlemde yaşayacağımızı düşünelim. Bir ahlâkımız olacak ki,hiçbir kitap daha yazmadı.Bir ahlâkımız,bugün yaptıklarımıza,yapacaklarımıza,düşündüklerimize,düşüneceklerimize hayretler içinde bakan bir ahlâkımız.O zaman seninle daha uzun dostluklar ederiz patlak göz.O zaman hiç merak etme
Benzerlerine pek yakında rastlanacağına göre, demek daha virüsüne antibiyotikler tesir etmiyor. O halde, bu korkunç hastalık insan nesillerinden binde birine çaresiz yapışacak. Korkunç sıfatıyle sıfatladığıma bakmayın! Bu hastalık yalnız tutulmayanlar için öyledir. Tutulanlar için tadına varılamaz, korkunç surette zevkli bir hastalıktır. Evet, pek zevklidir. O kadar zevklidir ki, bir dakika bu hastalığa tutulduğunuzu düşünseniz, artık tramvaylara, otobüslere, trenlere bedava binersiniz. Söylev üstüne söylev verirsiniz, gündem müzakere edersiniz, encümenlere girip çıkarsınız, bakanlarla merhabalaşır, kartvizitler gönderir, kartvizitler alırsınız. Hülasa, bir dakika bir milletvekilinin yerine kendinizi koyar, rahat edersiniz. Artık bu hastalığın ismi anlaşıldı: Milletvekilliği hastalığı.
Kıraathaneye gitmemiş bir üniversitelinin tahsilini yarım sayarım. Bu, dekansız, doçentsiz, bütçesiz, fakültesiz, tamamen muhtar üniversitelerin tavla şakırtıları arasında; gören bir göz, işiten bir kulak bir memleketin insanlarının nabzını tutabilir.
Keder ve sevinç ; ah kelimeler! Ne müthiş
şeysiniz, ne müthiş! Şu anda her kelimenin manasının o basit gerisinde neler saklı olduğunu
anlıyorum. İnsanoğluna her kelime nelere malolmamış
Acaba asıl Istanbul; özlenen, daha bir saat ötelerden bile özlenen, hayallerimizin, rüyalarımızın ve hatıralarımızın lstanbul’u mudur?
Ben, sandallar içinde bir sandal, denizler içinde bir deniz, insanlar içinde bir insan.
Bir saadet denizi içinde felaketlerden kurtulmuş perişan bir sandal gibiyim. Yelkenler paramparça, sandal su içinde.
İyi sebepler çirkin neticeler, kötü sebepler güzel neticeler doğurmuyor mu? Doğurur. İyi sebeplerle birini ararsanız, kötü bir netice verirse aradığınız, sizin onu aramanızın sebebinin iyilik olduğuna yüzde kaç inanabilir?
İşte karşı karşıyasın. Haydi bakalım. Söyle
söyleyeceğini. De diyeceğini. Dinler de. Tatlı
tatlı dinler de. Sevgiden söz aç. Ne çıkar; o seni
anlarsa değil, sen onu anlarsan bir şeyler olacak.
Ah bu yasaklar! Kendi kendimize, başkasının bize, bizim başkalarına, devletin tebaasına, tebaanın devletine, belediyenin hemşerisine, hemşerinin belediyeye koyduğu, koyacağı yasaklar!..

Yasaklarla çevrili bir dünyada yaşamasak,
yasaksız yaşayamazdık.

Otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekala bir meseledir. Kim demiş mesele değildir, diye? Budalalık!
Ya yağmur yağsaydı Ya otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsaydı Olsaydı o zaman mesele olurdu, işte.
Umut vardır. Beklemediğim zaman umut vardır.
Yalnızlıktan başka nasıl kurtulunur? Yalnız ölmek mi? Hayır, insanların içinde, milyonun içinde iki ölü. Üç ölü. Dört ölü, beş ölü. Bırak ölüleri saymayı.
Ondan evvel boşlukta bir tozduk. Sonra bak, işte bu hale geldik. Bundan sonra belki böyle kalırız. Belki değişiriz.
Hayır, ben aşka dair konuşmamalıyım. Yalnızlık kuyuma taş düşmemeli.
Gelmeyeceğini pek iyi biliyorum. Fakat o gelecek diye beklemek Yahut yalnızca beklemek
Ah bu yasaklar!
Kendi kendimize, başkasının bize, bizim başkalarına
Birahane, eski birahane.
Masalar eski masalar.
Dünya, başka dünya.
Sen, başka adam.
Ama ben, hep oyum be Yani usta!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir