İçeriğe geç

Albertine Kayıp Kitap Alıntıları – Marcel Proust

Marcel Proust kitaplarından Albertine Kayıp kitap alıntıları sizlerle…

Albertine Kayıp Kitap Alıntıları

Bir insanla aramızdaki bağlar sadece zihnimizde mevcuttur. Hafıza zayıfladıkça bu bağları gevşetir; kanmak istediğimiz ve başkalarını aşk, dostluk, kibarlık adına, herkes ne der korkusuyla veya görev duygusuyla inandırdığımız hayale rağmen, tek başımıza var oluruz. İnsanoğlu kendi dışına çıkamayan, başkalarını ancak kendi içinde tanıyabilen ve aksini iddia ettiğinde yalan söyleyen bir yaratıktır.
Duygu dünyamızın çatısını ayakta tutan şey, daima görünmez bir inançtır, bu inanç yok olduğu anda çatı sallanmaya başlar.
her şeyin yıprandığı, her şeyin sönüp gittiği bu âlemde, güzellikten daha çok solan, paramparça olan, daha az iz bıra­kan bir şey varsa, o da kederdir.
Artık sevmediğimiz ve yıllar sonra karşılaştığımız kadınlarla aramızda ölüm yok mudur gerçekten de? Artık bu dünyaya ait değildirler sanki, çünkü aş­kımızın artık var olmaması, onların eski benliğini, bizim de es­ki benliğimizi birer ölüye dönüştürür.
yönetim çok sık değiştiği için ittifak kurmaya cesaret edi­lemeyen ülkeler gibiydi.
ah­laksız diye nitelendirilen kişilerde, ahlaki öfke, diğer insanlardaki kadar güçlüdür, sadece hedefi biraz farklıdır. Üstelik ken­di duyguları söz konusu olmadığında, insanlar, kaçınılması ge­reken ilişkileri, kötü evlilikleri yargılarken, sanki kimi seveceği­mizi seçmekte özgürmüşüz gibi, aşkın oluşturduğu harika se­rapları hesaba katmazlar; oysa bu seraplar, âşık olunan kişiyi, öylesine benzersiz ve eksiksiz biçimde sarmalar ki, bir aşçıyla veya en yakın arkadaşının sevgilisiyle evlenen erkeğin yaptığı delilik , genellikle, hayatı boyunca gerçekleştirdiği yegâne şa­ irane eylemdir.
Çünkü bir aşk tamamen unutulsa bile, onu izleyecek olan aşkın şeklini belirleyebilir.
Tıpkı yaşayan insanlar gibi, ölülerin de bir şeye sevineceğini mi, üzüleceğini mi kestirmek imkânsızdır.
Sonuçta önemli olan, soylu bir evlilik yapmaktır.
çünkü alışkanlıklarımız, hiçbir işimize yaramayacakları yerlerde bile peşimizi bırakmaz;
Aristokrasinin kibarlığının, teklifsiz, dostça ilişkilerinin aldatmacadan ibaret olduğunu çoktan fark etmiş­ken, dışlanmış olmama niçin şaşırıyordum ki?
Geri dönü­şü olmayan yalnızlığım, o kadar yakındaydı ki, benim gözümde başlamıştı ve mutlaktı. Çünkü kendimi yalnız hissediyordum.
gözlerine ve kalbine sahip oldum tek­rar;
arzu ve hüzün karışımı, anlaşılmaz bir duygu kapladı içimi…
Hayata bağlılığımız, başımızdan nasıl atacağımızı bile­mediğimiz eski bir ilişkiden başka bir şey değildir. Gücünü sü­rekliliğinden alır. Ama bu ilişkiyi koparan ölüm, bizi ölümsüz­lük arzusundan kurtarır.
üçüncü kişilerin, hattâ kaderin, bizi bir kadından ayırmak için gösterdiği çaba, bizi o kadına daha sıkı bağlamak­tan başka işe yaramaz.
…eski benliğim kesinlikle öl­müş, yeni benliğim onun yerini tamamen almıştı.
… bir melek kadar güzel, şeytan kadar fesattı,
…arzuladığımız bir şeyi elinde tu­tan kişiye beslediğimiz sevgiyi, o kişi, elinde tuttuğu şeyi sevse de besleriz. Şüphesiz bu durumda, doğrudan ihanete varacak olan bir dostluğa karşı direnmek gerekir.
Eski günler, yavaş yavaş, daha önceki günlerin üzeri­ni örter, sonra da onları izleyen günlerin altına gömülürler.
Daima kendimize zıt olana yönelen arzu, bize acı çektirecek olan kişiyi sevmeye bizi zorladığına göre, aşk basiretin bir kanıtı değil midir?
Yüzmeyi öğrenmek isteyenler de, bir yandan ayaklarının yere basmasını isterler.
Yalan, insanın özünde vardır.
Her düşünce, her kelime, karşıtını içinde barındırır.
Geldiği daha ilk gece
Gururuma yenilmeyince
Dedim ki:’Sev beni
Sevebildiğim sürece.’
Uyudum yanında öyle gönlümce.
Istırabımın ve beraberinde sürüklediği her şeyin ortadan kaybolması, çoğu kez hayatımızda önemli bir yer tutan bir has­talığın geçmesi gibi, bir eksiklik duygusu yaratıyordu.
bunlar, görülme­mek için değil, görüldüklerini görmemek için kafalarını ku­ma gömerler; görülmemeleri zaten imkânsızdır, görüldüğünü görmemek ise, hiç yoktan iyidir, gerisini de şansa bırakırlar,
Ama nasıl ki, nüfuz edemediğimiz bir zihnin düşünceleri, zihnimize ulaşamazsa, sevmediğimiz kişiye yapılan övgüler de kalbimizi fethetmez.
Bazı filozoflara göre, dış dünya yoktur, hayatı­mızı kendi içimizde geliştiririz. Bu doğru olsa da, olmasa da, aşk, en mütevazı başlangıcıyla bile, gerçekliğin bizim için ne kadar önemsiz olduğunun çarpıcı bir örneğidir.
…duygularımızı ne kadar bilsek de, daha de­rindeki anlamlarına inemeyiz; nasıl ki hekim, hastasının anlat­tığı rahatsızlıkların yardımıyla daha derinde, hastanın bilmedi­ği bir nedene ulaşırsa, aynı şekilde, duygularımız, düşünceleri­miz de bir belirti değeri taşır sadece.
Ne yazık ki, insanlar, bizim açımızdan, kendi zihnimizin çok çabuk bozulan koleksiyonlarının sergilendiği levhalardan baş­ka bir şey değildir. Zaten bu yüzden, insanlarla ilgili, düşünce­nin bütün şiddetine sahip planlar yaparız, ama zihin yorulur, hatıra da yok olur
Belli bir yaştan sonra, hatıralarımız o kadar iç içe gi­rer ki, düşündüğümüz şeyin, okuduğumuz kitabın hiçbir öne­mi kalmaz neredeyse. Her yere kendimizden bir şey bırakmışızdır, her şey verimli, her şey tehlikelidir;
içimizde her fikir, ormanda­ ki bir kavşak gibi, o kadar çok değişik yola başlangıç teşkil eder ki, hiç beklemediğim bir anda, karşımda yeni bir hatıra
bulu­yordum.
…beyni artık düşün­meyen, kaslarını harekete geçirmek için uzuvlarına iğne batı­rılan, ölüm döşeğindeki insanlar gibiydim.
Bir acı, sonuna kadar yaşanmadıkça geçmez.
…açmaya başlayan bir tomurcuk gibi, yaprak dökümünün diriltici tazeliğini hissediyordum.
benli­ğim sanki ortadan ikiye bölünmüştü, üst kısmı katılaşmış ve soğumuştu, ama alt kısmı, zihnim çoktandır Albertine’i algıla­maz olmuşken bile, ne zaman bir kıvılcım, o eski akımı içinden geçirse, alev alev yanıyordu.
Tıpkı gelecek gibi, geçmişi de bir hamlede değil, yudum yu­dum içeriz.
Hiçbirimiz, tek bir in­san değilizdir, hepimiz, ahlaki değerleri farklı, çok sayıda insan barındırırız içimizde;
Çünkü çoğu kez, aşık olduğumuzu anlamamız, hatta belki aşık olmamız için, ayrılık gününün gelip çatması gerekir.

Albertine Kayıp, Marcel Proust

sağlıkları yerindeyken ölümü düşünen kişiler de ölümden korkmadıklarını zannederler, aslında yaptıkları, ölümün yaklaşmasıyla değişecek olan bir sağlık halinin ortasına tamamen olumsuz bir düşünceyi sokmaktır.
Bir insan öldükten sonra, eğer sanatçıysa ve eserine kendinden bir şeyler katmışsa, o insanın bir parçasının, yaşama­ya devam edebileceği söylenir bazen. Belki aynı şekilde, bir in­sandan alınıp başka bir insanın kalbine aşılanan sürgün de, alın­dığı insan yok olduktan sonra bile, yaşamaya devam eder.
Kendimi hayatta yolunu kaybetmiş biri olarak gö­rüyordum; sanki uçsuz bucaksız bir sahilde tek başımaydım ve hangi yöne gidersem gideyim, ona asla rastlayamayacaktım.
Kıskançlığın yeteneklerinden biri de, dış gerçeklerin ve duyguların, yüzlerce tahmine açık, bilinmez şeyler olduğunu bi­ze göstermesidir. Sırf aldırmadığımız için, olayları ve insanların ne düşündüğünü tam olarak bildiğimizi zannederiz.
…arzular ne kadar yoğunsa, o kadar şiddetli birer işkenceye dönüşüyor,
Arzu, inancı doğuracak kadar güçlüdür;
Öleceğimiz düşüncesi, ölmekten daha korkunçtur, ama en korkuncu, bir başkasının öldüğü dü­şüncesidir…
Françoise’in gelip, Mademoiselle Albertine gitti, dediği gün Albertine’den ayrılışım, birçok ayrılığın silik bir benzetmesi gibiydi.
Çünkü çoğu kez, âşık olduğumuzu anlamamız, hattâ belki âşık olmamız için, ayrılık gününün gelip çatması gerekir.
Sevilmek istediğimiz için anlaşılmak isteriz ve sevdiğimiz için de, sevilmek isteriz.
…bir kadın, hayatımızda bir mutluluk unsuru değil de, keder vesilesi olduğunda, bizim için daha faydalıdır ve sahip olabileceğimiz hiçbir kadın, o ka­dının, acı çektirmek suretiyle gözlerimizin önüne serdiği ger­çekler kadar değerli değildir.
Ha­tıralarımız bize aittir elbette, ama küçük, gizli kapıları bulunan kimi mülklere benzerler; çoğu kez, bu kapılardan bizim bile ha­berimiz yoktur, bir komşumuz bize bu kapılardan birini açtığın­da, daha önce hiç görmediğimiz bir köşesinden, kendi evimize girmiş oluruz.
…ölümün bütün insanları aynı yaşta yaka­lamadığı düşüncesi, şimdi daha da güçlü bir biçimde yükselmekteydi içimde;
Aşka ait bir izlenim, hayatın diğer izlenimleriyle orantısız­dır, ama diğer izlenimlerin arasında kaybolmuşken, onu fark edemeyiz.
Havadaki değişiklikler içimizde de değişikliğe yol açar.
Ama güneş ışını, bütün yakıcılığıyla hafızama sızmaya de­vam ediyordu.
Zekamız ne kadar keskin olursa olsun, kalbimiz de yer alan tek tek duyguları algılayamaz.
Ancak sahip olduklarımız ölçüsünde var olur, ancak gerçekten yüz yüze geldiğimiz şeylere sahip oluruz; bir­ çok hatıramız, ruh halimiz, düşüncemiz, bizden uzaklara, yolcu­luğa çıkar, onları gözden kaybederiz.
…benliğimiz, her gün bizden habersiz, hattâ bazen bize rağ­men ölür;
Bir hastalık, bir düello ya da kontrolden çıkan bir at, bizi ölümle burun buruna getirecek olsa, ebediyen mahrum olacağımız hayatın, tenselliğin, yabancı ülkelerin tadını çıkara­madığımıza hayıflanırız. Ama tehlike geçtikten sonra, bu hazların hiçbirinin yer almadığı durgun hayatımıza geri döneriz.
İnsan gönlünde yatanların ne kadar azını biliyor!
Görünüşe bakılırsa, zih­nimiz doğal bir panzehir salgılama yetisine sahip ve bu pan­zehir, yaptığımız tahminleri, aralıksız olarak, bize zarar ver­meden imha ediyor;
çünkü bir saniyede, dünyanın çevresinde en fazla sayıda dönüşü tamamlayan şey, elektrik değil, acıdır.
Nefretin artıyordu, benimse sevgim.
Bu dertler, bu bela sana yakışıyordu.
.. .Hiç mi umursamaz oldum ben gururumu?
…bana denizin mavi tepelerinin neşeli güzelliğini hatırlatıyordu.
Ne yazık! Bilhassa geceleri.
Kendini esir saydığı odadan kaçan kuş,
Dönerek çarpar cama, biter ümitsiz uçuş.
İnsanoğlu, kendi dışına çıkamayan, başkalarını ancak kendi içinde tanıyabilen ve aksini iddia ettiğinde yalan söyleyen bir yaratıktır.
mutluluğu manevi arzunun tatmininde aramanın, dümdüz yürüyerek ufka varmaya çalışmak kadar nafile bir uğ­raş olduğunu da seziyordum. Arzu ilerledikçe, gerçek sahiplen­me de giderek uzaklaşır.
…kederim uykuya dalmadan önce bir ara kapattığım, ama akşama kadar önümde açık duracak bir kitap gibi…
‘ İnsan ancak hatırladığı şeyi özleyebilir.’
‘Bir hastalık, bir düello ya da kontrolden çıkan bir at bizi ölümle burun buruna getirecek olsa, ebediyen mahrum olacağımız hayatın, tenselliğin, yabancı ülkelerin tadını çıkaramadığımıza hayıflanırız. Ama tehlike geçtikten sonra, bu hazların hiçbirinin yer almadığı durgun hayatımıza geri döneriz.’
Kendisini yenebilecek tek düşmanın UNUTUŞ olduğunu bir anda kavrayan aşkım, hapsedildiği kafesin içinde , ansızın kendisini yutmaya hazırlanan pitonu gören bir aslan gibi korkudan titredi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir