İçeriğe geç

Aklıselim Kitap Alıntıları – Nicholas Epley

Nicholas Epley kitaplarından Aklıselim kitap alıntıları sizlerle…

Aklıselim Kitap Alıntıları

&“&”

Doktorlar da düşüncelerini anlatmanın ve hatalarını kabul etmenin, en büyük korkularından birini -dava edilmeyi- azalttığını keşfetmiştir. 2001’de Michigan Üniversitesi Hastaneleri, hastalarla yapılan toplantılarda doktorların tıbbi hatalarını açıkça kabul ettiği, bu hataya neyin neden olduğunu açıkladığı, sonra da adil bir telafi önerdiği tıbbi hatayı açıklama programı" başlattı. Önceki altı yıl boyunca uygulanan gizlilik politikasıyla kıyaslandığında, bu açıkça özür dileme sistemi mesleki hata davalarını yarıya indirmiş (yılda 39’dan yılda 17’ye) ve çözüm süresini yaklaşık yüzde 30 (1.36 yıldan 0.95 yıla) düşürmüştü.“ Bu sonuçları dile getiren başhekime göre: “Herkes açıklama yapmanın sorumluluğu çok artıracağından endişe duyar ama burada özel ve bağımsız bir şekilde açıklama programı oluşturarak, hastalarının mahkemelere ve haksız muamele davalarına başvurmaktan kaçınmasına yardimcı olan, başkalarının tahmin ettiği gibi birdenbire yükselen taleplere ve masraflara maruz kalmayan bir kuruluş var."! Gerçek şu ki, bu program toplam sorumluluk maliyetlerini yaklaşık yüzde 60 oranında azaltmıştı. Doktorların nasıl bir hata yaptıklarını açıklamalarına izin vermek yerine, doktorların ne düşündüğünü hastaların hayal etmesini beklemek ya da bunu öğrenmek için dava açmalarına neden olmak daha büyük bir sorundu.
Buna benzer bir deneyde, gönüllüler ya çok olumlu ya da çok olumsuz bir duygusal deneyimini anlatan birini dinler. Anlatıcılar deneyimi anlatırken ne kadar olumlu ya da olumsuz duygular hissettiklerini, önlerindeki ölçek üzerinde yer alan bir kaydırma butonunu hareket ettirerek dile getirir. Gönüllüler anlatıcının her an ne hissettiğini tahmin etmek için aynı kaydırma butonunu kullanır. Bir gönüllü anlaticının ne hissettiğini ne kadar doğru anlarsa, ölçek üzerindeki hareketleri o kadar yakınlaşacaktır.
Araştırmacılar gönüllülerin doğruluk oranını hesapladığında, anlatıcıyı sadece duyanlara kıyasla onu sadece görenlerin önemli ölçüde daha az doğru anladığını bulurlar. Yani duygular öncelikle konuşmacının sesiyle aktarılır. Anlatıcıyı sadece görebilenlerin doğruluk oranı yine de rastgele tahminden daha yüksektir ama çok da yüksek değildir.
Beden dili konuşur, ama sadece fisıltıyla.
Duyarsız davranışların nedeni duyarsız zihinlerdir.
Kadınların erkeklerden daha duygusal olduğunu söyleyen yaygın bir klişeyi ele alalım. Baktığınız hemen hemen her yerde bunun kanıtını görebilirsiniz. Kadınlar erkeklerden daha çok gülümser, daha sık ağlar ve daha çok kahkaha atar. Görünüşe göre kadınlar erkeklerden daha çok şey hissetmektedir: ne de olsa erkekler ağlamaz. Ama bu farklılığın, hissedilen duyguları mı yoksa başkalarına gösterilen duyguları mı yansıttığını anlamak için hepimizin ihtiyacı olan şey, ortalama bir erkeğin ya da ortalama bir kadının işbaşındaki zihinlerine doğrudan ulaşmaktır. Neyse ki duygusal deneyimler, pahalı laboratuvar cihazlarıyla yakalanabilen fizyolojik izler bırakır. İnsanlar bu cihaza bağlandığında, araştırmalar duygusal şeyleri çağrıştıran aynı sahneleri seyreden erkeklerin ve kadınların ortalama olarak aynı yoğunlukta olan aynı duygusal tepkileri verdiklerini doğrulamaktadır. Erkeklerin ve kadınların farklı olduğu nokta, duygularını dışavurma şekilleridir; kadınlar erkeklerden daha fazla dışavurmaktadır. Ama insanlar bu erkekleri ve kadınları seyrettiğinde, kadınlar duygularını erkeklerden daha çok gösterdiği için kadınların daha duygusal olduğu sonucuna varırlar. Burada klişeler yanlış yönlendirmede bulunur çünkü görünmeyen deneyimlerden ziyade görebildiğimiz deneyimleri temel alır.
Kulaklarınızın arasındaki 1300 gramlık et parçası, geometrik şekillerin ortalama özelliklerini hiç ter dökmeden yarım saniyede hesaplayabilir. Diğer insanları düşünürken beynimizin muhteşem istatistikçisini yoldan çıkaran şey nedir?

Bu sorunun kısa cevabı, karar bilimcisi Robin Hogarth’in acımasız çevre" diye adlandırdığı, muhteşem istatistikçinize hatalı veriler sunan bir yerde yaşıyor olmamızdır. Klişelerimizin nerede yanlış yaptığını anlamak noktasında önem taşıyan üç acımasız yöntem var: çok az bilgi edinmek, grupları farklılıklarına göre tanımlamak ve grup farklılıklarının gerçek nedenlerini doğrudan gözlemleyememek."

Beyninizin bir gruptan otomatik olarak seçip çıkardığı şey, içindeki farklı bireyler değil, genel bir değerlendirmedir. Siz daha büyük daire grubuna bakmakla meşgulken, beyniniz grubun ortalama çapını hesaplamakla ve bu görüntüyü yarım saniyeden daha kısa bir süre içerisinde hafızanıza göndermekle meşguldür. İstatistik eğitimi almanıza, matematik kitabına başvurmanıza, Googleda araştırmanıza gerek yok. Hafızanız yanılabilir ama aptal değildir.
Bir araştırmada, gönüllüler deneye ya rahat bir şekilde içeride otururken ya da kışın ortasında buz gibi bir otobüs durağında otururken katıldılar. Sonra bir kış yürüyüşünde kaybolmuş olan, politik açıdan liberal ya da muhafazakar biriyle ilgili bir hikâye okuyup, bu kişinin en büyük sorununun açlık mı, susuzluk mu yoksa soğuk mu olacağına dair tahminde bulundular. Gönüllüler, yürüyüşe çıkan kişinin düşüncelerini ve duygularını tahmin ederken benmerkezci davrandılar; ama sadece bu kişi kendi politik görüşlerini paylaştığı zaman. Yani, buz gibi otobüs durağında oturanlar, benzer politik inançlara sahip olan kişinin yiyecekten ve sudan çok soğuğu umursayacağını, açlığa ve susuzluğa kıyasla soğuğu çekilmez bulacağını ve yeterince su ya da yiyecek getirmediği için değil yanına yeterince sicak tutacak kıyafetler getirmediği için pişmanlık duyacağını düşündüler. Ne var ki, bu kişi farklı politik görüşlere sahip olduğunda, gönüllülerin kendi duygularının bu kişinin ruh haline yönelik tahminleri üzerinde hiçbir etkisi yoktu. Benimkine" benzemeyen görüşlere sahip olmak demek, “benimkine" benzemeyen duygulara ve endişelere sahip olmak demekti.
Mercek sorunuyla baş etmeye çalışmak, su işkencesine maruz kaldığınızı, uykusuz bırakıldığınızı, fakir olduğunuzu ya da yıllarca hücre cezası çektiğinizi hayal etmek, kendinizinkinden tamamen farklı olan bir durumda bulunmanın nasıl bir şey olduğunu anlamanızı sağlayamaz. Hepimiz diğer insanlara başkalarının yerine geçmedikleri sürece onları yargılamanın ne kadar tehlikeli olduğunu anlatırız, ama aynı şeyi kendimiz yaparken kolayca görmezden geliriz. Başka birinin bakış açısını hayal etmeye çalışarak mercek sorununu alt edemezsiniz. Bizzat o bakış açısına sahip olarak ya da doğrudan o bakış açısına sahip birini dinleyerek baş edersiniz. Håkimlerin, üzerinde düşündükleri bir uygulamayı net bir şekilde değerlendirmeden önce, radikal bir adım atarak o uygulamayı tecrübe etmeleri gerekebilir.
Muğlak aracılardan faydalanan insanlar açık iletişim kurduklarını düşünürler çünkü ne demek istediklerini bilirler, alıcılar ise demek istenilen şeyi doğru anlayamazlar ama mesajı doğru yorumladıklarından emindirler; her ikisi de diğer tarafın bu kadar aptal olabilmesine şaşırır kalır.

Başka bir zihni anlamaya çalıştığınız koşullar belirsizleştikçe, bakış açınızın etkisi artar. İş arkadaşınızı, rakibinizi ya da çocuklarınızı gerçekten anlamak istiyorsanız, başka bir kişinin zihni hakkında size sadece modern Roschach testini sunan modern iletişim araçlarına bel bağlamayın. Twitter, derin düşüncelerinizin ve geniş bakış açınızın başkaları tarafından anlaşılmasını sağlamaz. Ancak ne kadar aptal olduğunuza ilişkin hâlihazırdaki düşüncelerini teyit etmelerini sağlar.

Her birimiz kendimize özgü uzmanlık alanlarına sahibiz ama çok aşina olduğumuz bir konuda hepimiz uzmanız: kendimiz Her gün kendimizle yaşıyor, çalışıyor ve uyuyoruz. Sabahları nasıl göründüğümüzü, kendimizi dün nasıl hissettiğimizi, beş yil sonra ne yapacağımızı biliyoruz. Popomuzun o pantolondan ziyade şu pantolonda daha iyi göründüğünü, çoğu arkadaşımızdan daha çekici olduğumuzu biliyoruz ama umduğumuz kadar formda değiliz. Bu gerçek, başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğünü anlama konusunda neden böylesine hayret verici bir zorluk yaşıyor olabileceğinizi açıklamaya yardımcı olur.
…kendi deneyimimiz öyle olabildiğimizi ileri sürse de pek azımızın çok meşhur olduğudur; başkaları tarafından beklediğimiz kadar dikkatli bir şekilde incelenmiyoruz. Casablanca’nın başlarında, Peter Lorre bir parça onaylanmak için Humphrey Bogarta bakıp, Benden nefret ediyorsun, değil mi?" diyerek bu dersi yaşayarak öğreniyor. “Seni düşünecek vaktim olsaydı muhtemelen ederdim" diye cevaplıyor Bogart. Bence Casablanca’daki bu anı bizzat yaşamak hepimiz için faydalı olacaktır.
Popüler iç dekorasyon platfor- mu Decorno’nun yazarı Elaine Miller, İnsanlar delicesine kendini düşünüyor" diyerek, başkalarına iç dekorasyonlarıyla doğru bir imaj sunmak için dikkat edilen toplumsal davranışları açıklıyor. “İnsanlar sanki sürekli izleniyormuş gibi davranıyor. Evleri bile bir gösteri gibi."
Hepimiz zaman zaman o noktaya geliriz. Buzlu bir yolda kayıp, düşmenin acısından çok utanmanın acısıyla canınız yanmış olabilir mi? Ya da bir toplantıda aptalca bir şey söyleyip, arkanızdan herkesin fısıltıyla dalga geçtiğinden emin oldunuz mu? Ya da yeni ama önemli bir tanıdığınızın ismini unutup, feci şekilde mahcup oldunuz mu? Aslında bütün dünya bir sahne olabilir o sahnenin tam ortasında olduğumuzu düşünmek kolaydır. Bu durum sadece dünyadaki etkimizi gözümüzde büyütmemize degil, aynı zamanda başkalarının varlığımızı ne ölçüde önemsediğini de abartmamıza yol açabilir.
İş arkadaşlarım ve ben, bir dizi deneyde yalnız olmayan insanlara kıyasla kendisini kronik olarak yalnız hisseden, bu yüzden başkalarıyla ilişki kurmaya daha fazla ilgi gösterenlerin, Clocky gibi kolayca insani özellikler yüklenen eşyaları bir zihni varmış gibi değerlendirme, tabiatın bir hedefi ya da niyeti olduğuna inanma ve evcil hayvanlarının bilinçli olduğunu (düşünceli ve anlayışlı gibi) düşünme olasılığının daha yüksek olduğunu bulduk. Ayrıca deneylerde insanların yalnız hissetmesini sağlamak, en azından kısa süreliğine Tanrı’ya -yukarıda bizi izleyen bir zihne- olan inançlarını artırıyordu." Assisili Francis’ten Budist keşişlere kadar son derece dindar insanların çoğunun, görünmez bir Tanrı’nın zihniyle bağlantıya geçmek için kendilerini her şeyden tecrit etmeleri hiç de tesadüf değildir. İnsanların bir grup içinde dua ederken değil de tek başına dua ederken Tanrı ile daha yakın bir bağ kurulduğunu hissetmesi de tesadüf değildir.
Zihinler, hem başkalarıyla kurduğumuz yakın ilişkiler hem de başkalarıyla ilişki kurmak için bulunduğumuz girişimler sayesinde ortaya çıkabilir.
Hiç kimse kendiliğinden el sallamaz ama hemen hemen herkes el sallamanıza yanıt verir.
İnsanların size el sallayacağına güvenerek daha sık el sallasanız hayatınız daha keyifli olmaz mı? Yanı başınızdaki komşularınıza akılsız nesneler gibi muamele etmek yerine onların zihniyle daha sık bağlantıya geçseniz daha mutlu olmaz mısınız? Kendiniz için bunları ortaya çıkarın.
Trendeki yol arkadaşlarım anormal değil. Otobüsle ve taksiyle yolculuk eden insanlarda da aynı sonuçlara rastladık. Aslına bakılırsa, taksi şoförüyle konuşmanın olumlu etkisi özellikle büyüktür. Belki de taksi şoförleri ilginç ve farklı bir sosyal çevreden geldikleri için en azından yolculuğunuz boyunca keyifli bir
sohbet arkadaşı olurlar. Bunu bildiğim için artık Washington’daki Etiyopyalı, Philadelphiadaki Afganistanlı, New York’taki Sierra Leone’li ve kendi şehrim Chicagodaki zorlu kent koşullarından gelen taksi şoförleriyle sohbet ediyorum. Dinlediğim hikâyeler çok etkileyici, yaptığımız sohbetler hemen hemen her zaman ilgi çekici ve yaşadığım deneyim sadece camdan dışarıya bakmaktan daima daha iyi. Aynı şey uçaklar, ofislerin bekleme odaları ve artık işe gidip geldiğim trenim için de geçerli. Başkalarının zihniyle bağlantıya geçme beceriniz, beyninizin en önemli becerilerinden biridir. Bunu gerçekten kullanırsanız daha mutlu olursunuz.
Aristo, insanoğlu doğası gereği sosyal bir hayvandır" demişti ama Aristo her sabah işe gitmek için benimle birlikte trene hiç binmemişti. Sabah yedi kırk beş’te beni Chicagơʻnun Güney Yakası’ndaki evimden Hyde Park’taki ofisime götüren trene binerim. Biniş ritüeli gayet istikrarlıdır: Yolcuların çoğu tek başına biner ve ikişerli olarak sıralanmış koltuklardan birini boş bırakıp, pencere boyunca tek sıra halinde yüzleri öne gelecek şekilde ellerinden geldiğince birbirlerine uzak otururlar. Bir sonraki durakta, trene daha fazla kişi biner ve koridor boyunca uzanan her sıradaki ikinci koltuğu doldururlar. Bu durumda insanlarla yeni komşuları arasında sadece milimetreler (ya da daha az) vardır ki bu noktada birbirlerini tamamen görmezden gelirler. Sosyal hayvanlar olduğu varsayılan bu insanlar, yüzleri kitaplarina, iPhone’larına ya da bağlantıyı koparmaya yarayan diğer araçlara yapışmış bir şekilde, on beş adımlık bir yerde üç düzine insanla birlikte OPFK’larını hiç devreye sokmadan otuz dakika geçirirler. Dünyanın her yerindeki trenlerin yanı sıra uçaklarda, dinlenme odalarında ve doktorların bekleme salonlarında aynı oturma düzenini gördüm. Her bir durumda insanlar yanlarındaki kişiyi görmezden gelerek, onlara yanı başında duran bir abajurmuş gibi davranırlar. Sosyal hayvanlar mı? Gerçekten mi?
Siyasi liderler karşı tarafın üyelerini vahşi hayvanlar ya da akılsız nesneler olarak değil de tam bir insan olarak görselerdi, anlaşmazlıklar daha akıllıca çözüme kavuşturulur muydu? Bu tür davranışlara destek veren ya da karşı çıkan ve devlet adamlarını oylayarak seçen halk olarak bizler, onları OPFK’mızı tam anlamiyla devreye sokarak değerlendirdik mi?
Şiddete eğilimli failler, kendi gruplarına karşı aşırı empati duyarlar, bu da doğal olarak muhalif grupları beklenenden daha fazla küçümsemelerine neden olur. Kişinin kendisine yönelik sonuçlarına aldırmadan kendi grubuna ya da amacına hizmet etmek için aşırı özverili davranması olarak bilinen kısıtlı bir altruizm sergilerler. John McCain’in ABD başkanı olmak için yürüttüğü kampanyada dile getirdiği sözün altında tam da bu güdü yatmaktadır: "Bütün insanlar kendi çıkarlarından üstün bir amaca hizmet etmek istemiştir." Kısıtlı altruizm, bizi yakın olduğumuz kişilere yardım etmeye ve tehdit edenlerle savaşmaya sevk eder. Ailenin, kardeşliğin, birlik ve beraberliğin dilinden konuşur. Bir canlı bombanın babası şöyle demiştir: “Oğlum bir amaç uğruna ölmedi, sevdiği insanlar için öldü." Sevgi, genellikle teröristlere atfedilen bir güdü değildir.
Duyular ve çıkarımlar arasındaki bu farkın, doktorların zihnini bariz bir şekilde etkilediğini görebilirsiniz. Aynen sizin tekrarlanan bir deneyime alışmanız gibi, zamanla doktorlar da doğal olarak hastalarının sıkıntısına ve acısına karşı duyarsızlaşırlar ama hastalarının ne zaman aci çekip çekmediğini anlama becerisini kaybetmezler. Empati hissini azaltmak, kötü bir şey olmanın ötesinde tıbbi uygulamalar açısından gereklidir. Başka birine enjeksiyon yapmaya çalıştığımızda bizlerin eli ayağı birbirine karışacaktır. Bir doktor başka biri acı içindeyken bunu yaşamayabilir ama o kişinin acı çektiğini hiç zorluk çekmeden anlayabilir.
Başka birinin davranışlarını taklit etmek ile onun duygularını deneyimlemek arasındaki bağlantı, başkalarının zihnini anlama açısından çok önemlidir. Bir araştırmacı, başka birinin yüz ifadesini taklit etme becerinizi etkisiz kılsa (dudaklarınızın arasında bir kalem tutmanızı isteyerek ya da yüzünüze botoks enjekte ederek"), başkasının hissettiği duyguyu anlama kabiliyetiniz önemli oranda düşer. Botoks, kırışıklıklarınızla birlikte sosyal duyularınızı da köreltir. Yaptırmayı düşünenlerin dikkatine.
Doktorlar -işleri başkalarına insanca muamele etmek olanlar- bile hastalarının zihinleriyle bağlantı kuramayabilir; özellikle de hastaları kendilerinden farklı gördüklerinde. Mesela, 1990’ların başlarına kadar bebeklerin anestezisiz ameliyat edilmesi rutin bir uygulamaydı. Neden? Çünkü dönemde doktorlar, bebeklerin insan beyninin önemli bir görevi olan acıyı hissettiğine inanmıyordu. Dr. Mary Ellen Avery, Yenidoğanlarda Acı başlıklı yazısının girişinde Bizden yaşça daha büyük doktorlar yenidoğan bebeklerin acı hissetmeyeceğine dair bizlere ne kadar çok güvence vermiş. Bebekler engellendiklerinde ve uygulanan işlemler sırasında ağlarlar ama &‘bu farklı bir şeydir" diye yazmıştı. Doktorlar uzun süredir bebekleri biyolojik açıdan insan olarak kabul etmekte ama bebekleri ancak son yirmi yıldır psikolojik açıdan insan olarak görmektedir.
İnsanların belki de düşündükleri kadar harika olmadıklarını görmenin yanı sıra onların belki de düşündüğüm kadar hatalı olmadığını görüyorum. Her zaman saygılı ve nazik olduğumu fark etmekle birlikte içsel olarak kesinlikle öfke doluyum…. Gerçekten biraz alçakgönüllü olmayı ve başkalarına daha fazla müsamaha göstermeyi başarabilsek ne güzel olurdu
Araba kullanırken sizden daha yavaş giden herkesin aptal, sizden daha hızlı giden herkesin manyak olduğunu hiç fark ettiniz mi?"
Psikoloji tarihindeki en meşhur deneylerden biri, Stanley Milgram’ın otoriteye itaat hakkında yaptığı araştırmadır. Birçoğumuz iyi kalpli bağımsız düşünürler olduğumuza inanırız, bu yüzden bir deneyde başka bir kişiye onu öldürmeye yetecek kadar elektrik şoku vermemiz söylenmiş olsa, çoğumuz bunu kabul etmeyeceğini düşünecektir. Gerçekten de, Milgram’ın farklı gruptan insanlara uyguladığı ankette, hiç kimse başka birine 300 volttan fazla elektrik vermeye razı olacağını öngörmemiş, çoğu kişi de elektrik vermeyi çok daha çabuk bırakacağına inanmıştır. Hal böyleyken Milgram hazırladığı deneyde insanlardan aynen böyle davranmalarını istemiş, 300 volt elektrik vermeyi herkesin kabul ettiğini ve diğer kişinin bu deneyimden dolayı ölebileceği noktayı çoktan aşan 450 voltluk bir düğmeye tam olarak yüzde 62.6’sının bastığını bulmuştur.
Çekiciliğin en önemli belirleyici etkenlerinden biri, bebek sahibi olmak icin formda ve sağlıklı partnerler bulmaya yaradığı bin yıldır kanıtlanan bir uyarı işaretidir. Bunun ne olduğunu biliyor musunuz? İri kaslar mı? Kocaman gülümsemeler mi? Büyük göğüsler mi? Evet, bazıları için öyle ama dünyanın her yerinde çok daha tutarlı olan bir şey daha var:
iki taraflı simetri. Yani vücudunuzun sol ve sağ tarafının ne derecede aynı olduğu. Biliyorum, çekici görünüyor, değil mi? Bunun için çok fazla bilinçli dikkate gerek yoktur çünkü beyniniz simetriyi değerlendirmede o kadar iyidir ki çekicilik duygunuzu hemen o anda yapılandırır. İçgözlem, bu zihinsel inşa sürecini tamamen gözden kaçırır. Bu nedenle, insanlara bir süper modeli neden çekici bulduklarını sorarsanız, sizi temin ederim uzman psikologlar dışında hiç kimse “simetri demeyecektir.
Karşı tarafın içinde bulunduğu koşullarla ilgili izleniminiz hatalıysa, kendinizi o koşulların içinde düşünmek yanlış anlamayı artırabilir.
Bilgi lanettir çünkü bir kez onu elde ettiniz mi, ona sahip olmamanın neye benzediğini hayal edemezsiniz.
Psikologlara göre mesafe sadece fiziksel bir uzaklık değildir. Aynı zamanda psikolojik bir uzaklıktır; bir kişiyle yakın ilişki kurduğunuzu hissetme düzeyinizdir.
Burada* vurgulanan nokta, kendi deneyimimiz öyle olabildiğimizi ileri sürse de pek azımızın meşhur olduğudur, başkaları tarafından beklediğimiz kadar dikkatli bir şekilde incelenmiyoruz. Casablanca’nın başlarında, Peter Lorre bir parça onaylanmak için Humphrey Bogart’a bakıp Benden nefret ediyorsun, değil mi?" diyerek bu dersi yaşanarak öğreniyor. "Seni düşünecek vaktim olsaydı muhtemelen ederdim." diye cevaplıyor Bogart.
Bu el seninkiyle aynı renkte değil. Ama elimi kesersem, acı hissederim. Sen de elini kesersen acı hissedersin. Elimden akan kan seninkiyle aynı renkte olacak. Ben bir insanım.
Başkalarının zihni hakkında akıl yürütürken yaptığımız hataların hepsinin temel sonucu aynıdır: bu zihinlerin karmaşıklığını, derinliğini, detayını ve zenginliğini hafife almak.
Başka birinin zihninden ne geçtiğini anlamak istiyorsak, insani hislerimizin yapabileceği en iyi şey çıkarımlarımızdan çok kulaklarımıza güvenmek olabilir.
Bu el seninkiyle aynı renkte değil. Ama elimi kesersem, acı hissederim. Sen de elini kesersen acı hissedersin. Elimden akan kan seninkiyle aynı renkte olacak. Ben bir insanım."
Araştırmalar duygusal şeyleri çağrıştıran aynı sahneleri seyreden erkeklerin ve kadınların ortalama olarak aynı yoğunlukta olan duygusal tepkileri verdiklerini doğrulamaktadır. Erkeklerin ve kadınların farklı olduğu nokta, duygularını dışa vurma şekilleridir; kadınlar erkeklerden daha fazla dışavurmaktadır. Ama insanlar bu erkekleri ve kadınları seyrettiğinde, kadınlar duygularını erkeklerden daha çok gösterdiği için kadınların daha duygusal olduğu sonucuna varırlar. Burada klişeler yanlış yönlendirmede bulunur çünkü görünmeyen deneyimlerden ziyade görebildiğimiz deneyimleri temel alır.
Yegane gerçek keşif yolculuğu, Yegane ebedi gençlik kaynağı yabancı diyarlara gitmek değil başka gözlere sahip olmak ,dünyaya başka gözlerle bakmaktır.
Yalnızlık sadece sıkıcı bir durum değildir, aynı zamanda sağlığınız için de zararlıdır. Sosyal yalnızlık, kalp durması ve ölüm açısından sigara içmekten bile daha büyük bir risk faktörüdür.
Zihninizin gözünde taşıdığınız kendi imgeniz, aynada görünen görüntünüzden ziyade en azından bir dereceye kadar kendinizi ilgili oluşturduğunuz çağrışımların bir fonksiyonudur. Çekilen fotoğraflarınızın çoğunun neden çok kötü gibi göründüğünü şimdi anlıyorsunuzdur.
Carl Jung “ Her birimizin içinde tanımadığımız başka biri var.” demişti.
Gözlerinizi kapattığınızda etrafta hiçbir şeyin olmadığına karar vermek gibi, başka birinin zihni hakkında akıl yürütme becerimizi devreye sokmamak da başkalarına karşı kayıtsız davranmamıza neden olmakla kalmaz, aynı zamanda diğer insanların oldukça akılsız olduğunu düşünmemize yol açabilir.
Bu gezegende yaşayan diğer canlıların zihinsel becerileri ile kıyaslandığında, beyinlerimizi süper güçlü yapan şey aslında altıncı hissimizdır. Buradaki sorun, bu hissi duyduğumuz güvenin gerçek becerimizin çok ötesine geçmesidir.
Başkalarına Yönelik anlayışınızı geliştirmenin anahtarı becerinizin mükemmeli yakalayamadığı noktayı tespit etmektir
İnsanlara bir süper modeli neden çekici bulduklarını sorarsanız sizi temin ederim uzman psikolog dışında hiç kimse “simetri” demeyecektir.
Araba kullanırken sizden daha yavaş giden herkesin aptal, sizden daha hızlı giden herkesin manyak olduğunu hiç fark ettiniz mi?"
Asıl sorun, başkalarının zihninden geçenleri, hatta kendi zihnimizi bile gerçekte olduğundan daha iyi anladığımızı düşünmemizdir"
Bu el seninkiyle aynı renkte değil. Ama elimi kesersem, acı hissederim. Sen de elini kesersen acı hissedersin. Elimden akan kan seninkiyle aynı renkte olacak. Ben bir insanım."
“Günlük hayatlarımız, başkalarının ne düşündüğü, ne hissettiği, ne istediği ve neye inandıkları hakkında yaptığımız öngörüler tarafından yönlendirilir. Halis altıncı hissiniz iş başındadır. Siz bir zihin okuyucusunuz.”
Araba kullanırken sizden daha yavaş giden herkesin aptal, sizden daha hızlı giden herkesin manyak olduğunu hiç fark ettiniz mi?"

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir