Arthur Schopenhauer kitaplarından Akıl Sağlığı kitap alıntıları sizlerle…
Akıl Sağlığı Kitap Alıntıları
Dışımızdaki maddi dünya için ışık neyse içimizdeki bilinç dünyası için zihin de odur. çünkü ışık bir araya geldiklerinde tutuşup parlayan yanabilir cisim ile oksijen için neyse, zihin de büyük ölçüde irade için ve keza aslında nesnel ve dolaysız biçimde kavranan iradeden ibaret olan organizma için odur. ve nasıl ki bu ışık daha parlak ve yanan cismin dumanı ile daha az karışık ise zihin de daha saf, Neşet ettiği iradeden daha tam ayrışmıştır. Hatta daha cesur bir mecaz ile söylenebilir ki bildiğiniz haliyle Hayat bir yanma sürecidir ve bu süreç içerisinde gerçekleşen ışığın gelişimi zihindir.
Zira nasıl ki maddi olarak boşlukta hareket edemiyorsak zihni olarak da esir içerisinde yüzemeyiz.
Bir manipülasyon çağında yaşıyoruz ve artık boş bulunup dolduruşa gelmemek, sinsi bir tezgahın safdil kurbanları olmamak için her şeyi ihtiyatla karşılıyor, her şeye temkinle yaklaşıyoruz.
Sonsuzluk sonu olmayan bir zaman tevalisi değil fakat ebedi bir şimdidir.
Onlar aklın istidat ve kabiliyetinden kuşku duymuyor, ama onu kendine ışık ya da kılavuz edinen insanın zayıflıklarından korkuyorlardı.
Farklı olan ancak farklı olan tarafından hissedilir.
Fakat etrafını çepeçevre dolaşıp yola çıktığımız noktaya diğer taraftan gelinceye kadar hiçbir şeyi bütünüyle ve tam olarak bilemeyiz.
Fakat bir varlığın mevcudiyet düzeyini belirleyen bilinç derecesidir. Zira her türlũ dolaysız varoluş özneldir; nesnel varoluş bir başkasının bilincinde mevcuttur ve bu sebepten ötürü sadece bu başkası içindir; dolayısıyla gayet dolaylıdır. Varlıklar iradeleriyle, bu onların hepsi için ortak unsur olduğu kadarıyla, birbirlerine benzer oldukları kadar bilinç düzeyleri bakımından birbirilerinden farklıdırlar.
Fakat tabiat tıpkı geri kalan her şeyde olduğu gibi beynin şümulünün genişletilip mükemmelleştirilmesinde ve böylelikle bilgi melekelerinin inkişaf ettirilmesinde de bu son adımı sadece artan ihtiyaçların bir sonucu, dolayısıyla iradeye hizmet olarak atar. Bu iradenin insanda hedef edindiği ve eriştiği şey aslında özü itibariyle hayvanda hedef haline getirdiği şey, beslenme ve üreme ile aynıdır ve daha fazlası değildir.
Çünkü bilgi bir sınırlamadan kaynaklanır ve sınırlama sebebiyle zorunlu hale gelir, hedefi de bu sınırları genişletmekti.
O nedenle yapacak bir şeyimizin olmadığı boş vaktimiz olduğunda hemen bir kitaba sarılmamalı, fakat bir kere olsun zihnimizin sakin ve dingin hale gelmesine izin vermeliyiz, o zaman orada er geç iyi bir şeyin doğduğu görülecektir.
Çünkü sözler her zaman başkalarında düşünceler – tasavvurlar, fakat bizde resimler – timsaller uyandırır.
Birinci sınıf kafalar asla kendilerini özel bir bilgi dalına vakfetmezler; çünkü eşyanın bütününe derin bir kavrayış onların gönüllerine çok daha yakındır. Onlar yüzbaşı değil general, çalgıcı değil orkestra şefleridir. Büyük bir kafa eşyanın toplam bütünü içinden belli bir dalın, tek bir sahanın tam olarak ve geri kalanların tümüyle ilişkileri bakımından, fakat sair her şeyi izah dışı bırakarak bilinmesiyle Nasıl tahmin olabilir? Tam tersine büyük bir kafa yüzünü apaçık bütüne çevirir ve çabaları şeylerin tamamına, genel olarak dünyaya yönelir öyle ki hiçbir şey ona yabancı kalmaz. Dolayısıyla o bütün bir ömrünü bir bilgi dalının ufak tefek ayrıntılarıyla tüketemez.
Dışımızdaki maddi dünya için ışık neyse içimizdeki bilinç dünyası için zihin de odur. Çünkü ışık bir araya geldiklerinde tutuşup parlayan yanabilir cisim ile oksijen neyse, zihin de büyük ölçüde irade için ve keza aslı nesnel ve dolaysız biçimde kavranan iradeden ibaret olan organizma için odur. Ve nasıl ki bu ışık daha parlak ve yanan cismin dumanıyla daha az karışık ise zihin de daha saf, neşet ettiği iradeden daha tam ayrışmıştır. Hatta daha cesur bir mecaz ile söylenebilir ki bildiğimiz haliyle hayat bir yanma sürecidir ve bu süreç içerisin gerçekleşen ışığın gelişimi zihindir.
Dolayısıyla şeyleri oldukları haliyle değil fakat ancak göründükleri haliyle biliriz. Bu büyük Kant’ın öğretisidir.
Çünkü gerçekte ben bu hüviyetle öznel olana işaret eder ve bu sebepten ötürü o asla nesneye dönüşmez, yani bilinen her şey karşısında ve onun bir şartı olarak o bilendir. Bütün dillerin bilgeliği ben i bir isim olarak ele almayarak bunu dışa vurur.
Yakın zamana kadar bu topraklarda insan olmak aleni bir şeydi. Şimdilerde insan olmak gibi bir menzili maksudu varsa eğer kişinin bilmeli ki bu ancak sakınarak ve saklanarak olabilecektir. Oysa saklılıkla gizlilikle olan oluş değil yıkıştır.
Akli melekelerimiz her gün biraz daha geriliyor. Neis tezkiye edilmedigi için zeka (intelligentia) köreliyor idrak (perceptio) hangi derekeye inip nereye yükseleceğini bilmedigi için nüfuzu nazardan (acuitas) mahrum kalıyor. Her şey resme boğulduğu için muhayyile (ima ginatio) dumura ugruyor. Hafıza neyin muhafaza edilip neyin iskartaya çıkarılacağı tefrik edilemediği için cevvaliyetini kaybediyor. Muhakeme kabiliyeti (judicium) başta ferdiyet teessüs etmediği için insan soyuna tanınan bir mazhariyet olmaktan çıkıp hızla çok küçük blr azınlığın bir ayrıcalığı hallne geliyor. Murakabe (reflexionem) vicdana (consclentia) vicdan murakabeye baktığı ve bu mütekabiliyet de mevcudiyetle vücut bulduğu ve o da nihayetinde vecit halinde yaşamakla tahakkuk ettigi için kayıplara karışıyor. Nihayet bütün bunların bir arada ahenkle çalışmasını temin edecek olan muvazene hissi sukuta uğruyor çünkü neticede basiret, feraset, fetanet, kiyaset, dirayet, metanet gibi diger meziyetlerin verimlerinden mahrum kalıyor.
Bir manipulation çağında yaşıyoruz ve artık boş bulunup dolduruşa gelmemek, sinsi bir tezgahın safdil kurbanları olmamak için her şeye temkinle yaklaşıyoruz.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Yalanın yalan olarak kalmayıp kendisine gerçek süsü vermeye kalkması, yani sureti haktan görünmeye kalkması yalanın tabiatında vardır. O bunun için daha fazlasını ister. Varlığını idame ettirebilmesi ancak bu suretle olur.
Dünya gerçek için giderek tekinsiz bir yer hâline geliyor.
Yalan ilerliyor.
Önüne çıkanları bir bir önüne katıyor.
‘Siz dönüp çocuklar gibi olmadıkça göklerin melekutuna giremezsiniz’ denildiği ve masumiyet timsali olarak görüldüğü halde yalan çocuklara sıçrıyor. Çocuklar birden büyüyor.
Yalan ilerliyor.
Önüne çıkanları bir bir önüne katıyor.
‘Siz dönüp çocuklar gibi olmadıkça göklerin melekutuna giremezsiniz’ denildiği ve masumiyet timsali olarak görüldüğü halde yalan çocuklara sıçrıyor. Çocuklar birden büyüyor.
Neyse, zorlamayalım. Zorladıkça her şey gibi mana da mütereddit, bir iki bocalamadan sonra yolunu şaşırıp basmakalıp, alelade bir hal alıyor.
– Doğru, bugün hiçbir meselemiz hak ettiği ciddiyette idrak edilemiyor, talep ettiği çözümler yerine hep birtakım hafiflikler sergileniyorsa bunun sebebini işin en başında aramak gerekir
– Bir şeyi ancak en göze batan haliyle görüyor, değilse üstüne basıp geçiyoruz.
– Okunduğu varsayılan bunca şeyin kimseye hayrının dokunmaması da sonunda gidip aynı kök sebebe kavuşmuyor mu?
– Bir şeyi ancak en göze batan haliyle görüyor, değilse üstüne basıp geçiyoruz.
– Okunduğu varsayılan bunca şeyin kimseye hayrının dokunmaması da sonunda gidip aynı kök sebebe kavuşmuyor mu?
Piyasada olan şeyler hemen hemen aynı Eğer emtiaların gelip geçişi ve fiyatların teşekkülü kendi haline bırakılmış olsa şu ülkede bir yığın müptezel şey var ki bırak pazara çıkmayı gün yüzünü bile göremezdi
Çünkü bir sorunun soru olabilmesi için önce sorduğundan haberdar olması, bu haberdarlığın bir zaman sonra halden anlarlığa dönüşmesi gerekir. Bu kendisinin soru olarak sorulmasını bekleyen şeyi durup dinlemekle olacak şeydir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Şimdi anlaşılıyor mu ‘Aydınlanmanın diyalektiği’ nin nasıl çalıştığı?
Bir manipülasyon çağında yaşıyoruz ve artık boş bulunup dolduruşa gelmemek, sinsi bir tezgahın safdil kurbanları olmamak için her şeyi ihyiyatla karşılıyor, her şeye temkinli yaklaşıyoruz. Her şeyde bir muvazza kokusu almayı temkin haline getirdiğimiz ve neyin sahte neyin gerçek olduğunu kolayına kestiremediğimiz için gerçek yolunu gözleyenlerin bile müzaheretinden mahrum kalıyor.
Bir manipülasyon çağında yaşıyoruz ve artık boş bulunup dolduruşa gelmemek, sinsi bir tezgahın safdil kurbanları olmamak için her şeyi ihyiyatla karşılıyor, her şeye temkinli yaklaşıyoruz. Her şeyde bir muvazza kokusu almayı temkin haline getirdiğimiz ve neyin sahte neyin gerçek olduğunu kolayına kestiremediğimiz için gerçek yolunu gözleyenlerin bile müzaheretinden mahrum kalıyor.
Dünün dünyasında yalanın başına gelen bugünkü dünyada gerçeğin kaderi haline geliyor.
bir gün gerçeğe hava kadar, su kadar hasret kalıp boğulacağız.
Hakikate karşı körelen iştiyakımızın hakikatsizliğe aldırış etmeyeceği miydi beklenen?
Hakikate karşı körelen iştiyakımızın hakikatsizliğe aldırış etmeyeceği miydi beklenen?
“Farklı olan ancak farklı olan tarafından hissedilir.“
Dışımızdaki maddi dünya için ışık neyse içimizdeki bilinç dünyası için zihin de odur.
Önümüzü göremediğimiz, gördüklerimizin de hayır mı şer mi olduğunu seçemediğimiz bugünlerde var olan aklımıza mümkün olduğu kadar mukayyet olmamız lazım. Sağlam ve sağlıklı bir akıl bugün bize her zamankinden fazla lazım. Fakat herkes elbirliği etmiş bizi aklımızdan etmek için uğraşıyor.
Ne yapacağız, nasıl yapacağız da aklımıza mukayyet olacağız?
Ne yapacağız, nasıl yapacağız da aklımıza mukayyet olacağız?
Dolayısıyla zaman bütün dünya manzarasının asıl temelini oluşturur.
Kolay değil bunca kalabalık içerisinden ona buna bakmadan, sağa sola değmeden, üzerine herhangi bir şey kondurmadan menziline salimen vasıl oluncaya kadar dosdoğru yolunda yürümek
Öyle günlerden geçiyoruz ki;bütün olumsuz şartlara rağmen ne yapıp edip akıl sağlığımızı korumalıyız.
Artık insanlar birer figüran haline getiriliyor, rol alacakları hadiseler yasa kural tanımaksızın kurgulanıyor
Farklı olan ancak farklı olan tarafından hissedilir.!
”Kim demiş sırf yaşamak hatırına her tür çirkefe mihnet edeceğimi, eğer gerçek yersiz yurtsuz kalacaksa böyle bir dünyada benim yerim yok! ”
Gerçekler berbattır ve hayaller geçici olarak bu berbatlığı örter.
Dünya gerçek için giderek tekinsiz bir yer haline geliyor.
Öyle günlerden geçiyoruz ki bütün olumsuz şartlara rağmen ne yapıp edip akıl sağlığımızı korumalıyız.
On bin kişilik bir mankafalar sürüşü bir araya gelse bir tek zeki ve anlayışlı adam meydana getirmez.
Eşyayı her gün farklı bir ışıkta gördüğümüz ruh halimiz ve meşrebimiz (mizacımız) üzerindeki birçok farklı değişim her zaman bize bu aynı hizmeti sunar. Güzel bir kır manzarası üzerinde sonsuzca çeşitli işık etkileri ile sürekli değişen aydınlanma gibi bunlar da bilincimiz ve düşüncemiz üzerinde etkide bulunarak tekdüzeliğini azaltırlar; öyle ki bu ışık etkisi neticesinde yüz kere de görsek her seferinde manzara bize ayrı bir zevk verir. Nitekim ruh halimiz değiştiğinde aşina olduğumuz şey bize yeni gibi görünür ve bizde taze fikirler ve görüşler uyandırır.
dies diem docet
Bir gün diğerini öğretir.
Bir gün diğerini öğretir.
Anlamlı bir şey düşünmek için en hızlı yolun mantıksız manasız şeyler düşünmemek olduğunu söyleyebiliriz. Yapmamız gereken sadece sahayı sağlam fikirlere açık tutmaktır, beklenen gelecektir.O nedenle yapacak bir şeyimizin olmadığı boş vaktimiz olduğunda hemen bir kitaba sarılmamalı, fakat bir kere olsun zihnimizin sakin ve dingin hale gelmesine izin vermeliyiz, o zaman orada er geç iyi bir şeyin doğduğu görülecektir.
Bir söz eğer onunla bir kavramı değil de zihni bir sureti veya timsali yan yana getirip irtibatlandırırsak hafızada daha sağlam yer edinir. Eğer öğrendiğimiz şeyi her zaman biliyor olsaydık bu güzel bir sey olurdu; fakat böyle değildir. Öğrendiğimiz her şeyin zaman zaman tekrarla tazelenmesi gerekir, aksi halde zaman içerisinde unutulması mukadderdir. Fakat kendi başına tekrar usandırıcı olduğu için her zaman ilave bir şey ögrenmeliyiz.
Göz bir müddet bir nesneye baktıktan sonra zayıflar ve artık herhangi bir şey göremez olur. Benzer şekilde zihin de sürekli aynı şey üzerine düşünmekle daha öte idrak ve tefekkür kabiliyetini kaybeder; giderek körelip durgunlaşır ve allak bullak olur. Bu durumda onu bir müddet bir tarafa bırakmayı bilmeli ve daha sonra yeniden ve daha açık hatlar içinde bulduğumuzda ona geri dönmeliyiz.
Bilgi ve onun gücü, dolayısıyla zihin dahi iradenin tezahürüne ve bu sebepten ötürü ona ancak dolaylı olarak aittir. Dar kafalı ve anlayış yoksunu olanların her zaman belli ölçüde bir küçümsemeyle karşılaşıyor olmaları herhalde kısmen şu durumdan ileri gelebilir: irade onlarda yükünü büyük ölçüde hafifletmiş ve hedefleri için zihni gücün ancak çok küçük bir miktarını üzerine almıştır.
“Artık bu ülkenin hangi meselesi olursa olsun ehlinin eline geçme ve o elden örselenmeden esrarının çözülmesini bulma umudunu ebediyen kaybediyor. Artık bu ülkenin meseleleri ebediyen sahipsiz, ebediyen öksüz kalıyor. Bundan böyle bu ülkede her meselenin kaderi biganelerin önce sağır kapılarını ardından bön bakışlarini himmet umuduyla beyhude yere bekledikten sonra ne mahremiyetine hürmet eden ne esrarına nüfuz edebilen ehliyetsiz ellerde bir mesele haline gelirken dahi görmediğini görmek, zillet içinde sürünmektir.
Öyle günlerden geçiyoruz ki bütün olumsuz şartlara rağmen ne yapıp edip akıl sağlığımızı korumalıyız.
Farklı olan ancak farklı olan tarafından hissedilir.
– ( ) Farklı olan ancak farklı olan tarafından hissedilir
Nerede o ‘fikir ve ifade özgürlüğünü’ ağızlarından düşürmeyenler ?
Aralarından ancak dehşetin , vahşetin sıyrılıp, birtakım saçmalık ve tuhaflıkların ‘çıkış’ yapabilecegi kadar etrafı gürültüye kargaşaya boğ bununla da yetinme ‘reklam propaganda ‘ adı altında birtakım hususi mecraları gayet özel kimselere tahsis et sonra da fikir ve ifade özgürlüğü bayraktarlığını kimseye bırakma. Bu taşları bağlayıp köpekleri serbest bırakmak değil de ne ?
Aralarından ancak dehşetin , vahşetin sıyrılıp, birtakım saçmalık ve tuhaflıkların ‘çıkış’ yapabilecegi kadar etrafı gürültüye kargaşaya boğ bununla da yetinme ‘reklam propaganda ‘ adı altında birtakım hususi mecraları gayet özel kimselere tahsis et sonra da fikir ve ifade özgürlüğü bayraktarlığını kimseye bırakma. Bu taşları bağlayıp köpekleri serbest bırakmak değil de ne ?
Müşterisiz mal zayidir
Bundan dolayı bilgi şeyler arasındaki ilişkiler – münasebetler ile sınırlıdır ve bu kadan münferit irade için yeterlidir çünkü o sadece ona hizmet için ortaya çıkmıştır. Zira daha önce gösterildiği üzere zihin tabiatı şart koşar, onun içinde barınır, ona alttir ve bu yüzden ona bûtü- nüyle yabancı bir şey olarak ve böylece onun bütün iç özünü mutlak, nesnel ve bütün olarak hazmetmek üzere tablatın karşısına yerleştirilemez. Talihin yardımıyla zihln tablattaki her şeyi anlayabilir fakat tabiatın kendisini, hiç olmazsa dolaysız olarak, anlayamaz.
Şimdi nasıl ki hakiki deha bedeli mukabil taşkın ateşll mizaçla ödenmesi gereken zihnin mutlak kuvvetine ve zindeligine dayanırsa askeri ve mülki erkanın içlerinden çıktığı gündelik hayatta (ameli tatbiki işlerde) büyük faikıyet zihnin izafi kuvvetine, onun en yüksek derecesine dayanır. Bu dereceye duygulann çok büyük bir çalkantısı ve beraberinde çok büyük bir karakter coşkunluğu olmaksızın ulaşılabilir ki bu sayede o kendisini fırtınada bile tutmaya muvaffak olur. Burada kifayetli – kabiliyetli ve incelikli bir anlayışla birlikte büyük irade sebatı ve zihin sakinliği yeterlidir ve bunun ötesine geçen her şeyin zararlı bir etkisi olur, çünkü çok büyük bir zihni Inkişaf doğrudan karakter sağlamlığı ve irade metanetinin önünü tıkar. Bundan dolayı bu tür mümtazlık o kadar sıra dışı değildir ve nadirliği diğerine nazaran yüz kat daha azdır. O nedenle büyük komutanlar ve devlet adamlarının, harici şartlann faallyetleri İçin elverişl olması halinde hemen her dönemde çıktıkları görülür.
Fakat bir varlığın mevcudiyet düzeyini belirleyen bilinç derecesidir. Zira her türlũ dolaysız varoluş özneldir; nesnel varoluş bir başkasının bilincinde mevcuttur ve bu sebepten ötürü sadece bu başkası içindir; dolayısıyla gayet dolaylıdır. Varlıklar iradeleriyle, bu onların hepsi için ortak unsur olduğu kada- rıyla, birbirlerine benzer olduklan kadar bilinç düzeyleri bakımından birbirilerinden farklıdırlar.
Bu gayet kesin ve belirli bir şekilde once insanda ortaya çıkar; bilmenin istemeden saf ayrımı ancak onunla vuku bulur. Bu daha sonra kaldıgı yerden tekrar ele alabilmek için benim burada yerine işaret amacıyla sadece deginip geçtigim önemlí bir noktadır. Fakat tabiat tıpkı geri kalan her şeyde oldugu gibi beynin şümulünün genişletilip mükemmelleştirilmesinde ve böylelikle bilgi melekelerinin inkişaf ettirilmesinde de bu son adımı sadece artan Ihtlyaçların bir sonucu, dolayısıyla iradeye hizmet olarak atar. Bu Iradenin insanda hedef edindiği ve eristigi sey aslinda özü itibarlyle hayvanda hedef haline getirdii gey, beslenme ve üreme ile aynıdır ve daha fazlası degildir.
İrade ancak bunun sayesinden kendisinin farkına vanır çünkü beyin faaliyetinin bu odagı veya bilen kendisini neşet ettigi veyahut zuhur ettiği menşeiyle, yani isteyen şeyle özdeş olarak kavrar ve böylece ben ortaya çıkar. Bununla beraber beyin faaliyetinin bu mihrakı evleviyetle safl bir bilme öznesi olarak kalır ve bu hüvlyetiyle, soguk ve kayıtsız seyircl, Iradenin safi kılavuzu ve müşavir olabilir ve ayrıca dış dünyayı bütünüyle nesnel tarzda Iradeyl ve onun saadetini – felaketini kale almaksızın kavrayabilir.
Fakat sadece dış dünyanın dolaysız kavranılışı veya başka şeylerin bilinci değil fakat ben bilinci de beyin ve onun işlevleri tarafından belirlenir ve şekillenir. Kendi başına irade şuurdan yoksundur ve tezahürlerinin en büyük kısmı itibariyle de böyle kalır. Tali tasavvur dünyası kendisinin bilincine varabilmek için iradeye eklene- cektir, nitekim ışık da ancak kendisini yansıtan cisimler sayesinde görülebilir hale gelir, aksi halde karanlığın içerisinde hiçbir iz bırakmadan kaybolur gider. İrade dış dünya ile ilişkilerini anlama algılama amacıyla canlı varlıkta bir beyin meydana getirdiği için bilgi öznesi ara- cılığıyla onda ilk defa öz bilinç ortaya çıkar ve bu özne (kendi dışındaki) şeyleri varolan, beni de isteyen diye duyar – algılar.
Ne var ki kendi başına ve bu tasavvurdan aynı olarak bu organizma iradedir. Benim açıklamamda kesinlikle bedenin mevcudiyeti, o da cisim veya gerçek nesne ola- rak, ancak bu dünyada var olduğu için peşinen tasavvur dũnyasını şart koşar. Buna karşılık tasavvurun kendisi de aynı ölçüde peşinen bedeni şart koşar çünkü o ancak bedenin bir uzvunun işlevi vasıtasıyla ortaya çıkar. Bütün tezahūrün temelinde bulunan, onda tek başına kendinde varlığa sahip ve asli hüviyette olan münhasıran iradedir; çünkü bu süreç neticesinde tasavvur şekline bürünen, diğer bir ifadeyle, nesnel bir dünyanın, bilinebilir olan alanın tali mevcudiyetinin bir parçası olan iradedir.
Mamafih kendi başına ve tasavvurun dişinda beyln sair her şey gibl iradedir. Başkası-için-var-olmak tasavvur- edilmiş oljmaktır; kendi-başına-var-olmak istemektir. Būtünüyle nesnel yoldan eşyanın iç tablatına asla ulaşa mamamız, fakat dışandan ve tecrübl olarak eğer onlann İç tablatlanını keşfetmek istedigimizde bu için (- btının) ellerimizde her zaman dış (- zahir) haline gellvemes tam da buradan ileri gelmektedir-ağacın özü kady kabugu: hayvanın yüregi kadar postu, yumurtanın beyan ve sansı kadar kabugu. Ne var ki öznel yoldan iç tablat bizim her an erişim alanımız içindedir, çünkü biz onu öncelikle kendimizde Irade olarak buluruz. Ve kendi iç tablatımıza nispet ve mukayese yoluyla geri kalan her şeyin perdesini arala mak bizim için mümkün olmalıdır çünkü bilinmekten, yanl bir zihinde kendini sergilemekten bağımsız olarak bizatihi var olmak ancak bir İsteme olarak tasavvur edilebilir. Şimdi eger zihnin kavranışı
Zihni ele alma tarzının bunun zıttı olan ikincl yolu nesneldir. Bu dışandan hareket eder ve nesnesi olarak kendi bilincimizi değil fakat harici tecrübeyle verl kendilerinin ve dünyanın bilincinde olan varlıklan alır. Şu balde o onların zihinlerinin diğer nitelikleriyle ne tür bir ilişki içerisinde olduğunu, bu zihnin nasıl mümkün, nasıl zorunlu hale geldiğini ve bunun onlara neye mal olduğunu veya ne kazandırdığını araştırır. Bu yaklaşım tarzının bakış açısı tecrübidir; o dünyayı ve canlı varlıklan mutlak verili olarak alır çünkü onlardan yola çıkar. Buna bagli olarak öncelikle zoolojik, anatomik ve fizyolojiktir ve ancak sözü edilen ilk yolla irtibat sayesinde ve onunla elde edilen daha yüksek bakış açısı ile felsefi bir hûviye te kavuşur.
Kendi metafiziġinize göre bizler ancak bellril bir anlamda, tezahûr olarak değil kendinde şey olarak, fertler olarak değil dünyanın deruni Ilkesi olarak, ferdi bilginin özneleri olarak değil sadece yaşama iradesi olarak sonsuz ve ebediyiz. Burada Irade değl sadece akıllı tabiatımız söz konusu; zihinler olarak blzler birer ferdiz ve sınırlıyız; dolayısıyla zihnimiz de böyle bir tablattan payına düşeni alıyor. Hayatımızın maksadı (eger mecazi bir ifadeye başvurmama Izin verilirse) nazari degl amelidir; bilmemiz değll eylememiz sonsuzluga alttir. Zihnimiz eylemlerimlze kılavuzluk etmek ve aynı zamanda Ira- demize bir ayna tutmak için vardır; onun yaptığı tam da budur. Kuvvetle muhtemeldir ki daha fazlası zihni bunun için uygunsuz hale getirirdi. Haddizatında dehanin, bu azıcık zeka fazlasının, sahibinin hayat yolu için nasıl bir ayak bağına dönůştügünü ve her ne kadar işln İç yüzü itibarlyle sonsuz bir lütuf ve saadet olabillir ise de onu nasıl da mutsuz hale getirdiğini zaten görüyoruz.
Bizler gölgeler gibi zamana bağlı, sonlu, gelip geçici, rüya varlıklarız. Böyle varlıklar şeylerin sonsuz, ebedi ve mutlak ilişkilerini kavrayan bir zihinle ne yapabilirdi? Ve böyle bir zihin gelip geçici mevcudiyetimizin önemsiz şartlanna dömmek için üstelik hala onlar için uygunken bir daha bu ilişkilerden elini nasıl çekebilirdi? Çünků bunlar bizim için yegane gerçek ve bizi gerçekten ilgilen- diren ilişkilerdir. Tabiat bize böyle bir zihin bahşetmekle sadece muazzam bir frustra’ ve hata işlemekle kalmaz fakat bizimle maksadına da būtünüyle aykın bir iş yapmış olurdu. Peki ne için yapacaktı bunu? Shakespeare’in söyledigi gibi:
we fools of nature,
So horridly to shake our disposition,
With thoughts beyond the reaches of our souls. (Hamlet, Act I, Sc. 4.)*
we fools of nature,
So horridly to shake our disposition,
With thoughts beyond the reaches of our souls. (Hamlet, Act I, Sc. 4.)*
*(Biz tabiatın maskarıları(nı)
Aklımızın almayacağı düşüncelerle
Korkudan tir tir titremek (için mi)?)
Dolayısıyla münasip olanı değersiz ferdi varoluşumuzu ilgilendiren mevcudiyeti ancak dünyadaki kısa hayat süremizle sınırlı olan ilişkileri kavramaktır sadece. Buna mukabil sadece düşünen bir kimsenin alakasına değen şeyi. ve genel olarak varoluşumuzun izahını ve bir būtün olarak dünyanın şartlarının yorumunu, kısaca hayat-rüyamızın muammasını kavramak zihnimizin takatinin ötesindedir bütün bunlar ona izah edilmiş olsaydı bile kavramaktan aciz kalırdı. Bu böyle ise eģer onu geliştirmeyi ve onunla uğraşmayı zahmete değer bir şey addetmem. Bu eğilip almaya tenezzül etmeyeceģim bir şey benim.
Bilginin bireyselligin (kusurlanyla) lekelenmesi ve bozulmasına ilave olarak öznenin bir defa ve son kez verilmiş meşrebi – mizacı vasıtasıyla şimdi dogrudan iradeden ve onun o andaki halinden, dolayısıyla bilenin ilgileri, tutku- lan ve duygulanndan kaynaklanan bulaşma – bozulma ile karşılaşıyoruz. Bilgimize öznel unsurun ne ölçüde ilave edildiğini tam olarak kestirmek için bir ve aynı hadiseye iki insanın gözleriyle daha sık bakmamız gerekir. Bunlar farklı meşrep – mizaçtan değişik ilgi – çıkarların peşinde olmalıdır. Bu mümkün olmadığı için aynı kimse ve nesnelerin farklı zamanlarda, farklı ruh halleri içinde ve farklı vesilelerle bize ne kadar değişik göründüklerini gözlemlemekle yetinmeliyiz.
Zihin yaygın değil yeğin bir niceliktir; dolayısıyla bu bakımdan bir kimse rahatlıkla on bin kişiye denk olabilir. Hatta on bin kişilik bir mankafalar bir sürüsü bir araya gelse bir tek zeki ve anlayışlı bir adam meydana getiremez.
Şu halde bütün bunlar bizi nihayetinde kalabalıklann çok az düşündüğu, zira düşünmeye ayıracak zamanlarınin olmadığı sonucuna götürür ve elbette bu sebepten ötürü onlar yanılgı ve yanlışlarına uzun bir zaman baglı kalırlar. Beri yandan onlar okur – yazar dünya gibl her gûn değişip duran kanaatlerin rūzgârgülü de degldir, kl bu sonuncular būtün yönleri gösteren bir finldaktır. Bunun böyle olmasına şükretmeliyiz, zira bu hantal kütlelerin süratle hareket ettiklerinl tasavvur etmek dehşet verici blr düşüncedir. Hele bir de dönüp istikametlerini değiştirdikleri takdirde her şeyin nasıl yerle bir edileceğini ve ortadan kaldırılacağını gözlerimizin önünde canlandırıldığımızda bu bilhassa (böyledir).