İçeriğe geç

Akdenizdeki Çöl Kitap Alıntıları – Federico Garcia Lorca

Federico Garcia Lorca kitaplarından Akdenizdeki Çöl kitap alıntıları sizlerle…

Akdenizdeki Çöl Kitap Alıntıları

Kabuğu bizimki kadar sert bir kalp bu,
Ama bir delik açılmayıversin
Nasıl da nisanların kan ve ıtırlarını bağışlıyor herkese
Dallarında defne ağaçlarının
İki çıplak güvercin gördüm,
Biri ötekiydi,
Ama hiç kimse değildi ikisi.
Ben uyurken düşen bombalann hikayesini anlat.
Anlat hikayesini ben uykudayken ıslanan renklerin
Söyle bana, kaç martı uçtu denizin üstünden
Tank tekerleğinin çocuğun rüyasını çiğnediği o hengamede?
Gel ve yalnızlığımın ne kadar büyük olduğunu anlatayım sana.
Ve benim yalnızlığım ım öngörmezdi eskiden, surların gece baskınını
Ve aşkın biricikliği işte bundandır.
Bahçe aydınlıktı
Ve rüzgar esiyordu,
Ve iki adamın sükutu arasından akıyordu gecenin kanı.
Ve düşün ki ne kadar da yalnızdır,
Bir küçük balık, vahşi denizlerin sulanna maruz kalırsa.
Ne kadar da nazik
Hayır, hiçbir şey bizi
varlığımızı kuşatan eşyanın saldırısından kurtaramaz.
Düşünüyorum da
Acının bu kafiyeli terennümü
Sonsuza kadar işitilecek sanki.
Ne kadar küfür varsa sökeceğim, dudaktan.
Yerinden edeceğim ne kadar duvar varsa.
Eşkiyalara sesleneceğim, bakın!
İşte orada bir kervan, heybeleri gülümseyiş dolu
Geleceğim
Ve bir dilenciye vereceğim leylak’ı
Cüzzamlı kadına bir küpe
Bir parça ekmeğim, biraz aklım, iğne ucu kadar da yeteneğim var
Bir annem var ki ağaç yaprağından iyidir
Dostlarım da akan sudan.
Gözleri yıkamalı ve başka bir şekilde bakmalı.
Kelimeleri yıkamalı
Kelime yaratıldığı kendine dönmeli
Kendisi yağmur olup yağmalı inceden inceden
Şemsiyeler kapatılıp
Yağmurun altında, yürünmeli.
Fikirler, hatıralar yağmurun altına sürülmeli!
Bütün insanlarıyla şehrin, yağmurun altına kaçmalı.
Dostu, yağmurun altında görmeli
Yağmurun altında, aşkı aramalı
Bir kadınla, yağmurun altında yatmalı
Yağmurun altında oyun oynamalı
Bir şeyler yazmalı, bir şeyler konuşmalı,
Nilüferi bir yağmurun altında ekmelidir.
Peyderpey ıslanmaktır yaşamak,
Ve sonra yaşamak “şimdi”nin havuzunda suyu üzerine giymektir.
Lorca’nın şiirinde mevsimlerin ışığını, rengini, kokusunu iliklerinize kadar hissedersiniz. Mısralarındaki imgeler, benzetmeler o kadar güçlüdür ki şiire ilişkin bir kalbi olanı sarsar ve dengesini bozar.
Ne kederler çürüttü beklerken
Daha ne kederler çürütecek kim bilir
Başımı kaldırmamı isteyen
Bu velvele, bu feryat?
Hayır, Hayır, Ne olur istemeyin!
İstemeyin benden! Öylece oturup onu izlemeyi
Geçip gitmeli.
Rüzgarın sesi geliyor,
Göçmeli buralardan.
Bırakalım yalnızlık şarkısını söylesin.
Bir şeyler yazsın.
Caddelere çıksın.
Ve ben zambağa siz diyen bir şairi,
Kelimeleri billurdan yapılmış bir kitabı,
Bahardan yaratılmış bir kâğıdı gördüm
Bakışlarını içene kadar
Oturup ağlamak istiyorum.
Uyut beni bir ağaç dalı altında.
Seslen bana,
Sabah madeninin kaşifi geldiğinde.

Ve ben,
Parmaklarının arkasındaki leylakın doğumu ile uyanacağım.

Gel taşın halinden birlikte bir şey anlayalım.
Gel bazı şeyleri erkenden görelim ne olur?
Seslen bana
Senin sesin iyidir.
Hüznün o samimi sonunda yeşeren
Garip otun sesidir senin sesin.
Hayır, vuslat mümkün gözükmüyor.
Her zaman bir uzaklık var işte
Her ne kadar suyun eğriliği,
Gönlü buruk, zayıf nilüferin uykusuna bir yastık ise de
Bir uzaklık var her zaman
Bu gece hiç durmadan gitmeliyim.
Bu gece sadece yalnızlığın gömleğinin sığdığı
Valizimi alıp
Neresi olursa, bir yöne gitmeliyim
Ve öylesine takatsizim ki, gönlüm
Ovanın sonuna, dağın doruğuna kadar koşmak istiyor.
Uzaklarda bir nida, sanki bir şey beni çağırıyor
Kaşan’lıyım.
Mesleğim ressamlık:
Bazen renklerden bir kafes yapar ve size satarım Ve böylece ondaki esir şakayığın şarkısıyla
Dirilir gönlünüzün yalnızlığı.
Yastığım kırlangıç tüylerinden yapılma şarkılarla dolu
Ruhumun benim yılları eksiktir.
Bazı vakitler şevkten öksürmektedir,
Avare ruhum
Tuğla deliklerinde yağmurun tanelerini sayar
Ruhum benim bazen, yol başındaki taşlar kadar hakikati gösterir.
Bir su kenarında
Çıkarıp çarıklarımı
Oturdum, çıplak ayaklarımda sular;
Ben bugün ne kadar da yeşilim.
Onun(Sepehri) şiiri son dönemlerde Holywood sinemasından sonra tek milli ve güçlü sinema olan Yeni İran sinemasına kaynak teşkil etmiştir. İşte bu yüzden artık bütün sinema tarihi kitaplarında adı anılmadan geçilmeyen Minimalist sinema anlamında dünyada artık öncü kabul edilen Abbas Kiarostami ondan yoğun şekilde etkilenmiş ve filmlerinde on­dan istifade etmiştir. Cannes film festivalinde en fazla ödül alan İran filmi “Dostun evi nerede” filminin ismi Sohrab’ın “Adres” şiirinin en önemli mısrasıdır.
Onun(Sepehri) için hayat tabiattaki gibi çok doğal ve sadedir. Modern kent hayatından sıkıldığı zamanlarda alır bohçasını, çay termo­sunu, tepelere, bayırlara çıkardı. Orada kuşların, çimenlerin, rüzgârın asırlardır değişmeyen türküsünü dinler, şiiriyle onla­rın ritmine eşlik ederdi.
Gece mi
Bir sonbahar gecesi
Şüphe doğuran sevgili
Dert ortağı gecelerin
Ağlayan ve uzundu
Helal ve yorgun kalbi
Oradan, o uzaklardan söyle bana
Hangi yıldıza kadardır
Gecelerini aydınlık kılan
Güneş parçası.
Alışkanlığın rafına konulup
Benim, senin unutabileceği bir şey değildir yaşamak.
***
Ey sahilde uzanmış mutlu ve güleç insanlar
İNTİHAR
(Belki de geometriden anlamamanın sebebi buydu.)
Git artık, git buralardan Ignasio!
İçme artık hasretini
O boğa böğürmesi karşısındaki heyecanın
Kursağında kalsın bu kahramanlık
Uyu artık, uç ve sakinleş artık!
Zira, deniz de bir gün elbet ölecektir.
İşte bu musalla taşının başucunda!
Dizginleri kopmuş bu cesedin önünde!
Bir çıkış yolu göstersinler Allah aşkına
Ölüme mahmuzlanan bu yiğide
Neyi soruyorlar? Buruşuk bir sessizliğin hâkimiyetini mi?
Kalan bir tek biziz işte
Seslen bana
Senin sesin iyidir.
Hüznün o samimi sonunda yeşeren
Garip otun sesidir senin sesin.
Aklık yolunda cisimlerin sohbeti
Ne kadar da aydınlık!
Mevsimlerin bağına şimdi bizi hangi yol götürür?
Ben gazellerin kenarından geçiyordum.
Mevsim bereket mevsimiydi.
Ve ayaklarımın altında,
Kum tanecikleri ayak şeklini alıyordu.
Bir kadın bir şey işitti,
Pencere kenanna geldi, mevsime baktı.
Mevsim kendi başlangıcındaydı henüz.
Hoyrat elleri, dakikaların şebnemini
Yumuşakça, ölüm duygusunun teninden kopanyordu
Ben durdum.
Ama hala ağacın altında bekleyen biri var.
Ve şehrin surlan arkasında
Göz kapaklarının ıslak omuzlarında
Hala Kutsal fetih rüyalarının hoş ağırlığını taşıyan
Bir süvari var.
***

Bu keder üzerine ne şiirler söylendi!

***

Ey ‘Veda’ların sabah şarkısı!
Benim omuzlarıma bırak
Körpecikliğin bütün ağırlığını
Zira, ben! Söylemin sıcaklığına düçar oldum.
Hay huy sesleri işitilmekte,
Ve ben cihan rüzgarlarının yalnızlığının tek muhatabıyım.
Ve bütün nehirleri dünyanın, bana öğretir
Mahvoluşun sırrını,
Yalnız bana.
***

Ben güneşle hesaplaşıp geldim.
Nerde bulurum gölgeyi?

***

‘Hala sefer üzreyim
Cihanın sularında bir kayık hayal ediyorum
Ve ben kayıktaki tek yolcu, binlerce yıldır
Kadim leventlerin canlı marşlarını
Söylüyorum mevsim aralıklarına.
Ve süzülüyorum ileriye doğru.
Bu yolculuk nereye taşır beni?
Yarım kalmış bir adımın izi nerde kalacak?
Ayakkabı bağcıktan merhametli ellerce
Çözülecek mi?
Varılacak yer neresi?
Kilim serilecek yer?
Umarsızca oturulacak
Ve huzurla kulak verilecek
Bahçe aydınlıktı
Ve rüzgar esiyordu,
Ve iki adamın sükutu arasından akıyordu gecenin kanı.
Her zaman bir uzaklık var işte
Her ne kadar suyun eğriliği,
Gönlü buruk, zayıf nülüferin uykusuna bir yastık ise de
Bir uzaklık var her zaman.
***

Ne mutlu otlara ki, ışığa aşıklar.

***

Ve düşün ki ne kadar da yalnızdır,
Bir küçük balık, vahşi denizlerin sularına maruz kalırsa.
Ne kadar da nazik ve hazin bir fikir!
Ve artık gece olmuştu.
Kandiller yanmıştı.
Çaylar içiliyordu.
Yolcunun bakışları masaya kesildi
Ne güzel elmalar!
Hayat yalnızlığın neşesidir
Ve ev sahibi sordu,
Güzel yani ne?
Güzel, yani şekillerin aşıkâne tabiri
Ve aşk, yalnız aşk
Seni bir elmanın sıcaklığına tutkun kılar
Yalnız aşk ve aşk,
Hayatın sonsuz derinliklerine götürüp,
Bizi bir kuşa dönüşmenin imkanına kavuşturdu.
Ve kederin şifa şerbeti
Bu içişte, halis bir iksirin sesini vermekte.
Hayır, hiçbir şey bizi
varlığımızı kuşatan eşyanın saldırısından kurtaramaz.
Düşünüyorum da
Acının bu kafiyeli terennümü
Sonsuza kadar işitilecek sanki.
Bu gece hiç durmadan gitmeliyim.
Bu gece, sadece yalnızlık gömleğinin sığdığı valizimi alıp neresi olursa
bir yöne gitmeliyim
Suskunluk dışında hiçbir şeyi kalmamış insanın.
Ve bazen bir harfin damannda, çadır kurmak gerek
Geçip gitmek
Ve bazen, bir dalın ucundan dut yemek gerek .
Nedir bu kadar göz kapaklarına ağırlık veren?
Hem ne kadar ağırdır gönlü coşturacak bir sıcaklık?
Gönlüm bir garip
Acayip garip gönlüm bugün
Hiç bir göz aşk içinde toprağa kilitlenmiş değil
Kimse bir bahçeyi görmekten meczup değil
Bir kargacığı bir mezann tepesindeyken kimse ciddiye almış değil
Geçip gitmeli.
Rüzgarın sesi geliyor,
Göçmeli buralardan
Hey siz ellerinde duygu taşıyan çocuklar!
İşte size oyun yeri
Hayat inanın boş değil!
Yaşamak sevgidir, elmadır hayat, inançtır
Bu gönenmiş toprakta bir şeyin peşindeyim
Belki bir rüyanın
Belki bir ışığın, bir çakılın, bir gülümseyişin belki
Belki de işimiz bizim
Nilüfer ve asır arasında
Peşinden koşmaktır Hakikat sedasının.
Yalın kalalım.
İster bir banka veznesinin önünde ister bir ağacın altında,
Yine de sade kalalım.
Bırakalım yalnızlık şarkısını söylesin.
Bir şeyler yazsın.
Caddelere çıksın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir