İçeriğe geç

Aisopos Masalları Kitap Alıntıları – Nurullah Ataç

Nurullah Ataç kitaplarından Aisopos Masalları kitap alıntıları sizlerle…

Aisopos Masalları Kitap Alıntıları

Bir adamın keçisiyle eşeği varmış. Keçi ona benden iyi bakıyorlar, ona benden daha iyi yediriyorlar. diye eşeği kıskanmış. Bir kurnazlık düşünmüş eşeğe demiş ki: Ne olcak senin bu halin? Bir değirmen taşına koşarlar onu çevirirsin, bir arkana yük vururlar onu taşırsın. Bir gün rahat ettiğin yok. Senin yerinde olsam bi hendeğin yanından geçerken sara hastasıymışım da saram tutmuş gibi yuvarlanıveririm belki bi kaç gün dinlenirim! demiş. Keçi böyle demiş eşek de inanmış. Bi hendeğin yanından geçerken atıvermiş kendini eşek. Bütün vücudu yara bere içinde kalmış eşeğin. Efendisi bi baytar bulmuş getirmiş. Baytar eşeğin ötesine berisine bakmış, en sonunda Bir keçi ciğeri bulup kaynatacaksın suyunu da eşeğe içireceksin, iyileştirmenin başka yolu yok demiş. Adamcağız da bütün işi yapan eşeği iyileşsin diye keçiyi gözden çıkarmış.
Prometheus insanı balçıktan yoğurup bitirdikten sonra boynuna bir heybe asmış, heybenin bir gözüne her insanın kendi kusurlarını, öteki gözüne debaşka insanlann kusurlarını
koymuş. Ama içinde başkalarının kusurları bulunan göz öne, ötekiyse arkaya düşmüş; bunun içindir ki her insan başkalarının kusurlarını kolayca görür de kendininkileri
göremezmiş.
Bir adamın iki kızı varmış, birini bir bahçıvana, ötekini de birçömlekçiye vermiş. Birgün kalkmış, büyük kızına, bahçıvanın karısına konuk gitmiş: “Nasılsınız? işleriniz yolunda mı?” diye sonnuş. Kızı: “Çok şükür, bir eksiğimiz yok; tanrılar bol yagmur yağdırır da bostanırnız sulanırsa başka bir dileğimiz kalmaz” demiş. Az zaman sonra adamcağız ikinci kızına, çömlekçinin karısına gitmiş: “Sen nasılsın? işleriniz yolunda mı?” diye sonnuş. Kızı da: “Çok şükür, iyiyiz, havalar sıcak olur da çömleklerimiz kurursa tanrılardan baş-
ka bir dileyeceğimiz kalmaz” demiş. Bunun üzerine babası: “A kızım! ablan yağmur yagsın diyedua eder. sen yağmasın diye dua edersin; ben hanginizin duasına amin diyeyim?” demiş.
Bir kişi birbirine uymayacak iki işe girişirse ikisini de başaramaz.
Kimi insanlar vardır, iyidir, yumuşaktır; ama bir iftiraya uğradılar mı, öç almak için her kötülüğü kurarlar.
Tembel çocukları da ayıplamayın, suç hep analarında babalarındadır; çocuklarını boş oturmaya alıştırmasınlar.
Bu masal da gösteriyor, müzik çoğu ölümü uzaklaştırır.
Bir çiftçinin bir oğlu varmış, salyangoz yemeği pek severmiş. Bir gün gene salyangoz toplamış, ızgaranın üzerine dizmiş, pişiriyonnuş. Bir de bakmış ki salyangozlar cıyık cıyık bağırışıyor: “Vay alçak hayvanlar!” demiş, eviniz tutuştu yanıyor, siz daha türkü çağırıyorsunuz!” .
Yerinde olmayan her şey bir suç sayılır, bu masal onu gösteriyor.
Insan iyilik gördüğü bir kişiye nankörlük ederse, bir daha başına bir şey geldi mi, artık kimseden yardım ummamalı.
Umut hülyalar kurmaya yarar, ama karın doyurduğunu hiç duymamışız!
İlle kınamak isteyen her işin bir
eksiğini bulur.
Momos: Alay, yerme, kınama tanrısı.
Kel kafalının biri yolda köpeksi feylesof Diogenes’i görmüş, başlamış sövüp saymaya. Diogenes: Ben de sana uyup agzımı mı bozacagım? demiş; tanrılar korusun. Ben senin
saçlarını öveyim: ne iyi etmişler de o kötü kafanın üstünde durmayıp dökülmüşler!”
İnsanın değerlisine değersizine bakmadan hepsine yardım edeyim derseniz, artık size iyi adam demezler, iyiyi kötüden seçemiyor derler.
Bir yıkım oldu mu hemen tanrılara karşı gelip dil uzatmayın; önce kendi suçlarınızı düşünün.
Alışıklık en korkunç şeylere bile çekinmeden baktırır.
İnsanlar arasında da böyledir: yalancılar, ayıplarını yüzlerine vuracak kimse olmadı mı, asıl ozaman başlarlar övünmeye.
Vardır öyle insanlar: sözlerine bakarsan iyidirler ama aslım ararsan, kötülük etmeye çalışırlar.
“Gördüğünüz iyiliği unutmayın, ona karşılık
siz de bir iyilik edin; ama kötüleri de sizden uzaklaştırmanın bir yolunu bulun”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Bu ne kuşudur?” diye sorunca çoban: “Benim biIdiğim alakarga; ama kendisine sorarsan kartalım diyor” demiş.
Kimseyi küçük görmeyin diyor. Ne kadar güçsüz olursa olsun, bir gün gelir, o da sizden öcünü
alır.
Dostluğa hayınlık ettiniz mi, oyun ettiğiniz kimselerin öç almaya güçleri yetmez diye güvenmeyin; onların elinden bir şey gelmese bile, tanrılar o kötülüğü sizin yanınıza komazlar.
O gün bugün kötülükler insanların yanınındadır. saldırıp durur; iyiliklerse gökte oturduklarından, uzun zaman geçer de ondan sonra inerler.
Bu masal da gösteriyor: Bir iyilik mi umuyoruz? Çok bekleriz; ama başımızda dolaşan kötülük çabucak gelip çatar.
Başkasına kötülük için düzen kuran,kendi kuyusunu kazmış olur.
Kimseyi küçük görmeyin,ne kadar güçsüz olursa olsun,bir gün gelir,o da sizden öcünü alır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bazı insanlar da vardır, sağlıklarında dostlarına bile kötülük eder, ancak ölümlerinden herkese iyilik gelir.
Ne kadar uğraşsanız kötüleri yola getiremezsiniz.
Sıkıntı ve güçlükle karışık gelen mutluluğun imrenilecek yanı mı vardır?
Ölüler bile öç
alabilirler; adaleti seven tanrı her şeyi görür, herkesin cezasını da suçuna göre verir.
İnsanlar, acısız geldikten sonra, ölüme de katlanırlar.
Menagyrteslerin, yani toprak tanrıçası Kybele’nin dilenci toyunlarının bir eşekleri varmış, dilenmeye çıktıkları
zaman yürekleri ona yüklerlermiş. Günün birinde eşek yorgunluğa dayanamayıp ölmüş; toyunlar hayvanı
yüzmüşler, derisinden birkaç tane def yapıp çalmaya başlamışlar. Yolda giderken kendileri gibi dilenmeye
çıkmış başka toyunlara raslamışlar. Onların: Hani sizin eşeğiniz? ne oldu? diye sormaları
üzerine: Eşeğimiz öldü, ama sağken ne kadar dayak yiyorsa gene o kadar yiyor demişler.
çoğu bilgisizliğimiz yüzünden asıl düşmanlarımızdan çekinmeyiz de dostlarımızdan kuşku duymaya kalkarız
O kadar terleyip eziyet çektikten sonra kazandığımızı bir de başkalarına kaptırırsak, üzülmez olur muyuz
hiç?
Başkalarının sözüne kanıp da üstünlüklerini kolayca elden çıkaranlar, bir daha kimseyi korkutamaz,
kendilerinden yılmış olanlara bile yenilirler.
İnsan kendinden güçlüsüne bakıp da dövüneceğine kendinden güçsüzüne bakıp avunsun, daha iyidir.
Sivrisineğin biri gitmiş, bir boğanın boynuzuna konmuş. Epeyce oturmuş, gideceği sırada eğilip boğaya
sormuş: Gideyim mi artık? Yoruldun mu? Boğa başını kaldırıp Ayol, ben senin geldiğini duymadım ki
gittiğini duyayım demiş.
Av köpeğinin biri bir tavşan yakalamış, bir ısırır, bir ağzını burnunu yalarmış. Tavşan dayanamamış: Ayol,
ya ısırmayı, ya öpmeyi bırak da dostum musun, düşmanım mısın bir anlayayım demiş.
Bu masal iki yüzlü adama uyar.
Bazı işleri güzellikle yaptıramazsın, ille de zorlamak ister.
Kuğular ölecekleri zaman tatlı tatlı ötermiş derler.
müzik çoğu ölümü uzaklaştırır.
Çok düşman edinen kişiler, başları sıkıya geldi mi, hiç dost bulamazlar.
Mideyle ayaklar bir gün çekişmeye başlamışlar. Biri demiş: Ben daha güçlüyüm ötekiler demiş: Yok, biz
daha güçlüyüz. Kavga uzamış. Ayaklar mideye: Yahu! sen bizden nasıl daha güçlü olursun? görmüyor
musun, seni de biz taşıyoruz demişler. Bunun üzerine mide: Ama, a afendim, demiş, bir şeyi unutuyorsunuz: ben sizi beslemesem siz beni değil, kendinizi bile taşıyamazsınız!
Ordular da öyledir: komutanlar iş bilir insanlar değilse, asker çok olmuş neye yarar?
İnsanlar deveyi ilk gördükleri zaman ödleri kopmuş, o koca boyundan korkup kaçmışlar. Gel zaman git
zaman bakmışlar ki hayvancağızın bir kötülüğü yok, kimseye dokunmuyor, ta yanına kadar sokulmuşlar.
Kızmadığını görünce o kadarla da kalmamış, boynuna bir yular takıp üstüne çocuk bindirmişler.
Sazla zeytin ağacı, hangimiz daha dayanaklıyız diye başlamışlar çekişmeye. Zeytin ağacı: Sen kim
oluyorsun ki! cılız bir şeysin, her yel estikçe iki büklüm olursun! demiş. Saz buna ne desin? hiç sesini
çıkarmamış. Tam o sırada sert bir yel esmeğe başlamış. Saz hayli sallanmış, kaç kez yerlere kapanmış ama
sonunda yakayı kurtarmış; zeytin ağacıysa dayattığından yel onu kökünden söküvermiş.
Olup bitenlere katlanıp güce boyun eğmesini bilen kurtulur, güçlülere karşı koyayım diyenden üstün çıkar.
Askerin biri savaşa gitmiş, kendisiyle birlikte türlü zahmetler çekiyor, tehlikelere atılıyor diye atına iyi bakmış,
her gün bol bol arpa yedirmiş. Ama savaş bittikten sonra hayvanı bayağı işlerde kullanmış, ağır yükler
taşıtmış, arpasını kesip yalnızca saman yedirmiş. Gel zaman git zaman bir savaş daha çıkmış; asker boru
sesini duyunca hemen atını hazırlamış, kendi de silahlarını kuşanıp binmek istemiş. Ama artık atın gücü
yokmuş ki! Her adımda sendeleyip düşüyormuş. Efendisine dönüp: Sen artık git de piyade ol, demiş. Ben
attım, sen beni eşeğe döndürdün; eşeği at edemezsin ki!
Bilisiz bir hekim bir hastaya bakıyormuş. Öteki hekimlerin hepsi: Hastalığı uzun sürer, ama ölmez bu adam
demiş, çıkmış gitmiş. Gel zaman git zaman hasta iyileşmiş, sokağa çıkmış, ama ne de olsa hastalıktan yeni
kalktığı için benzi solukmuş, titreye titreye yürüyormuş. Hekim onu görünce: O! sefa gelmişsin, öteki
dünyadan ne haber? diye sormuş. Hasta: Oradakiler rahat, demiş; Lethe suyunu içtikleri için acı nedir,
tasa nedir bilmiyorlar. Ama geçenlerde duydum. Ölüm ile Hades hekimlere kızmışlar, hastaları ölmeye
bırakmıyorlar diye söylenip duruyorlardı. Hepsini bir deftere yazdılar. Seni de yazacaklardı; ben ayaklarına
kapandım: ‘Kıymayın ona, yalandır onun hekim olduğu, size yanlış bildirmişler’ diye yalvardım, kurtardım
seni.
Bu masal bütün hünerleri güzel güzel sözler söylemek olan hekimleri yeriyor.
Bir adamın evinde bir yarı-tanrı heykeli varmış, her gün ona saçılar saçar, kurbanlar kesermiş. Böylece
birçok para harcamış, az kalmış bütün varını yoğunu verecekmiş. Yarı-tanrı bir gece onun düşüne girmiş,
demiş ki: Ne yapıyorsun, be adam? elindekini avucundakini benim uğruma harcayıp da yoksul düştün mü,
suçu bana bulacaksın!
Çok kimseler öyledir işte: kendileri bir budalalık edip de başlarına bela getirdiler mi, haydi suçu tanrılara
bulurlar.
Herakles bir gün başını almış, dar bir yol boyunca gidiyormuş. Bir de bakmış ki yerde elmaya benzeyen bir
şey var, ayağıyla ezmek istemiş. O şey ezilmemiş, bir kat daha büyümüş. Bunu görünce Herakles bir kez
daha basmış, topuzunu kaldırıp onunla da vurmuş. O şey daha da büyümüş, yolu kapatmış. Herakles o
kadar şaşmış ki topuzu elinden düşüvermiş. O sırada Athena tanrıça gözükmüş, Herakles: Dur, kardeş,
demiş; o ezmek istediğin şey yok mu? ona düzensizlik, kavga, derler; dokunmazsan, olduğu gibi kalır; ama
kaldırayım diye uğraştın mı, büyüyüp gider.
Kavgalar, savaşlar, büyük büyük zararlar doğurur; bu masal onu gösteriyor.
Katırın biri arpayı yemiş yemiş, semirmiş; başlamış zıplamaya. Bir yandan da: Ben at dayıma çekmişim, her
şeyim ona benziyor! dermiş. Ama bir gün katırı koşturmuşlar. Koşu bittikten sonra suratını asmış, birdenbire
aklına babası eşek gelmiş.
Bu masal da gösteriyor: bir insan, işleri yolunda gidip de yükseldi mi, ne oldum delisi olmamalı, aslını
unutmamalı; çünkü güven olmaz bu dünyaya.
Zeus insanları yaratıp biçim verdikten sonra Hermes’i çağırmış: Şunlara akıl dağıt demiş. Hermes aklı
almış, bölmüş, kimsenin payı kimseninkinden aşkın olmasın diye çok çalışmış. Ama işte bunun için kısa
boyluların aklı bütün gövdelerini doldurmuş; uzun boylular ise tam dolamamışlar, bir hayli boş yerleri kalmış.
Bu masal boyca uzun, akılca kısa insanlar için söylenir.
Oğlağın biri evin içine girmiş, bir de bakmış ki kapının önünden bir kurt geçiyor. Ağzını bozmuş, başlamış
sövüp alay etmeye. Kurt başını çevirip: A zavallıcığım! bana sen mi sövüyorsun sanki? O senin bulunduğun
yer sövüyor! demiş.
Bazan bulunduğumuz yerden, bulunduğumuz durumdan cesaret alır da kendimizden güçlülere meydan
okuruz, bu masal işte bunu söylüyor.
Bir gün köpeksi feylesof Diogenes yolculuğa çıkmış, gitmiş, coşkun bir çayın kıyısına varmış. Ne etsem de
karşıya geçebilsem? diye düşünürmüş. Orada bir adam duruyormuş, çayın geçilecek yerlerini bilir, çok
kimseleri de geçirirmiş; Diogenes’in böyle düşündüğünü görünce hemen omzuna almış, karşıya geçirivermiş. Diogenes: Bu adam bana iyilik etti; ne olurdu, benim de param olsaydı da emeğini
ödeseydim! diye üzüle dursun, o adam çayı geçmek isteyen başka bir yolcu görmüş, koşmuş, onu da
geçirmiş. Bunun üzerine Diogenes onun yanına gidip: Sana bir teşekkür edeyim diyordum ya,etmeyeceğim; meğer senin beni geçirmen iyiliğinden, anlayışından değilmiş, sen kendine huy edinmişsin,
kimi görsen yakalayıp suyu geçiriyorsun demiş.
İnsanın değerlisine değersizine bakmadan hepsine yardım edeyim derseniz, artık size iyi adam demezler,
iyiyi kötüden seçemiyor derler.
Kel kafalının biri yolda köpeksi feylesof Diogenes’i görmüş, başlamış sövüp saymaya. Diogenes: Ben de
sana uyup ağzımı mı bozacağım? demiş; tanrılar korusun. Ben senin saçlarını öveyim: ne iyi etmişler de o
kötü kafanın üstünde durmayıp dökülmüşler!
Yılanın biri sürüne sürüne bir çiftçinin oğlunun yanına kadar gitmiş, çocukcağızı öldürmüş. Çiftçinin yüreği
yanmış: Alırım ben öcümü! demiş, baltasını yakaladığı gibi yılanın yuvasının başına gitmiş: Hele çıksın,
ezerim kafasını! demiş. Yılan başını çıkarır çıkarmaz çiftçi baltayı indirmiş, ama hayvan atik, çekilivermiş;
yuvanın üstündeki kaya yarılmış. Çiftçi korkmuş: Şu yılanla dost olayım da bari bana başka bir kötülük
etmesin! demiş. Yılan razı olmamış: Ben bu yarık kayayı, sen oğlunun mezarını görürsün de biz birbirimizle
dostluk edebilir miyiz hiç? demiş.
Bu masal da gösteriyor: büyük kinler barışma kabul etmez.
Çiftçinin biri kışın dolaşırken yerde bir yılan görmüş. Hayvan donmuş, hiç kımıldamıyor. Adamcağız acımış,
yerden kaldırıp koynuna koymuş. Yılan ısınıp kendine gelince yılanlığı da uyanmış. Huylu huyundan vaz
geçer mi? Gördüğü iyiliği düşünmemiş, adamcağızı sokuvermiş. Zavallı çiftçi ölürken: Lâyığımdır benim,
kötüye acınır mı? demiş.
Ne kadar iyilik etseniz, kötüyü yola getiremezsiniz; bu masal onu gösteriyor.
Sığırtmacın biri sürüsünü otlatırken bir dana yitirmiş. Oraya bakmış yok; buraya bakmış, yok. En sonunda:
Şu hırsızı ele geçirirsem, adağım olsun, Zeus’a bir oğlak keseyim demiş. Bir ormana girmiş, bir de ne
görsün, koca bir aslan danayı parçalamış yiyor. Sığırtmacın gözleri korkmuş, ellerini kaldırıp: Hey yüce Zeus! Hırsızı ele geçireyim diye sana bir oğlak adamıştım ya, şimdi beni hırsızın pençesinden kurtarırsan
sana bir boğa keserim demiş.
Bu masal, başlarına bir dert gelmiş insanların durumuna pek uyar: Dertlerine derman ararlar; buldular mı, bu
kez de ondan kurtulmaya bakarlar.
İki öküz bir kağnı çekiyorlarmış. Dingilin durmadan gıcırdadığını duyunca: Sana da ne oluyor? Yükü biz
çekiyoruz, sen bağırıyorsun demişler.
Nice insanlar görürsünüz, zahmeti başkaları çeker, yorgunluğu onlara düşer.
İki kurbağa birbirlerine komşuymuşlar. Biri, herkeslerin geçtiği yoldan uzak, derin bir gölde, öteki ise yolun
üstünde bir bataklıkta otururmuş. Gölde oturan ötekine: Sen de benim yanıma gel, daha rahat edersin,
bizim orada korkulacak bir şey yoktur dermiş, ama bir türlü dinletemezmiş ki! Öteki hep: Nasıl geleyim?
Bizim bataklığa alıştım; bir kez alıştığımız yeri bir daha bırakmak kolay mı der dururmuş. O, alıştığı yerleri
bırakmak istemesin! Bir gün yoldan geçen bir araba onu çiğneyivermiş.
İnsanlar da öyledir: Niceleri vardır, aşağı işlere katlanırlar da, Alışmışız bir kez deyip daha iyisine gitmezler.
Hem pinti, hem de korkak bir adam, altın bir aslan bulmuş, şöyle dermiş: Durumum ne olacak bilemiyorum.
Korkudan çılgına döndüm, ne yapacağımı şaşırdım, bir yandan mal sevdası, bir yandan ödleklik! Hangi
tanrının, hangi şeytanın aklına gelmiş de böyle altından aslan yapmış? Bu benim başıma gelen, ruhumu
sanki ikiye ayırıp o iki parçayı birbirine düşman etti. Biri altını seviyor, öteki altından yapılan şeyden
korkuyor; bir yandan şunu alayım diyorum, bir yandan da kaçmak istiyorum. Bu ne biçim talih ki hem önüme
mal çıkarıyor, hem de almaya komuyor? Bu ne biçim hazine ki insana keyif vermiyor? Hey tanrının kahır
denecek lütfu! Ne edeyim, ne yapayım ben? Hangi çareye başvurayım? Hele gideyim de uşaklarımı
çağırayım. Onlar aslanı yakalar, ben de uzaktan bakarım.
Bu masal, mallarına dokunmaya da, onları kullanmaya da cesaret edemeyen zenginin durumunu gösterir.
Bir adamın evinde tahtadan bir tanrı yontusu varmış; yoksul olduğu için hep ona yalvarır: Bana bir iyilik et
dermiş. Çok yalvarmış, gene bir iyilik görmemiş; en sonunda kafası kızmış, tanrıyı bacağından tuttuğu gibi
duvara çalmış. Tanrının kafası parçalanıp içinden altın dökülmüş. Adamcağız şaşa kalmış, tanrıyı yerden
alıp: Sen amma anlaşılmaz şeymişsin be! Nankörlük bu senin ettiğin; sana o kadar saygı gösterdim, taptım,
bana yardım etmedin; şimdi sana vurdum, ona karşılık bana iyilik ediyorsun demiş.
Bu masal da gösteriyor, kötüye saygı göstermekle bir şey elde edilmez; öylesine vurmak daha kazançlıdır.
Kır saçlı bir adamın, biri genç, biri geçkin iki oynaşı varmış. Yaşlıcası, o adam kendisinden genç olduğu için
utanır, her gelişinde kara saçlarından birkaç teli yolarmış. Genci de yaşlı bir erkeğin koynuna girmekten
sıkıldığı için ak saçları koparırmış. Bunun için arası çok geçmemiş, adamcağızın kafasında bir tel bile
kalmamış.
Öyledir: İki şey birbirine eş olmadı mı, yakışmadı mı sonunda bir kötülük çıkar.
Bir tilki varmış, ömründe aslan görmemiş. Bir gün bakmış, önüne koca bir aslan çıkmış. Daha ilk gördüğü
için öyle bir korkmuş ki az kalsın ölecekmiş. İkinci görüşünde gene korkmuş, ama ilk sefer ki kadar
korkmamış. Üçüncüsünde cesaret edip yanına yaklaşmış, konuşmaktan bile çekinmemiş.
Alışıklık en korkunç şeylere bile çekinmeden baktırır; bu masal onu gösteriyor.
Tilkiyle maymun birlikte yolculuğa çıkmışlar, ama yolda kibarlıktan açıp çekişmeye başlamışlar. Tilki demiş
ben kibarım, maymun demiş ben senden kibarım. Gitmişler, gitmişler, bir mezarlığa varmışlar. Maymun
sağına bakmış, soluna bakmış, derin derin içini çekmiş. Tilki: Ne oldun öyle? diye sormuş. Maymun: Nasıl
çekmem içimi? Şu gördüğün mezarlar yok mu? Her birinin altında yatan benim babamın ya bir kölesi, ya bir
azatlısı! demiş. Tilki: At atabildiğin kadar! Biri kalkıp da yalanını çıkaracak değil ya! demiş.
İnsanlar arasında da böyledir: yalancılar, ayıplarını yüzlerine vuracak kimse olmadı mı, asıl o zaman
başlarlar övünmeye.
Bir gün tilkiler Menderes boyunda toplanmışlar: susamışlar da su içmek istiyorlarmış. Ama su şarıldıya
şarıldıya aktığından korkmuşlar, yaklaşmaya bir türlü cesaret edememişler. Birbirlerini yüreklendirmeye
çalışmışlarsa da olmamış, o köpüren suyun yanına varmayı hiçbiri göze alamamış. İçlerinden birinin
kabadayılığı tutmuş: Bu ne korkaklık be! Aranızda bir tane de mi yiğit yok? demiş, kendisinin de onlar gibi
tabansız olmadığını göstermek için suya atılmış. Akıntı onu almış, ırmağın ta ortasına sürüklemiş. Ötekiler
kıyıdan seslenmişler: Bizi bıraktın da nerelere gidiyorsun? Gel şuraya da nereden tehlikesizce su içebiliriz,
bize bari onu göster diye bağırmışlar. Öteki, kendini akıntıdan kurtaramayacağını anlayınca, yiğitlik gene
kendinde kalsın diye: Hele durun biraz; kentte bir işim var benim, birini göreceğim; dönüşte uğrar, nereden
su içeceğinizi gösteririm size! demiş.
O tilki gibi nice insanlar da vardır, kurum satacağız diye kendilerini tehlikeye atarlar.
Masalcı Aisopos’un bir gün boş vakti varmış; kalkmış, bir tersaneyi gezmeye gitmiş. Orada çalışan işçiler:
Şunu kızdıralım, bakalım ne olacak? deyip alaya başlamışlar. Aisopos dönmüş demiş ki: Eskiden yalnızca
boşlukla su varmış; Zeus bir başka öğe (11) daha belirsin istemiş; adını toprak koymuş, denizi üç kez
içeceksin diye buyurmuş. Toprak bir kez içmiş, dağları ortaya çıkarmış; bir kez daha içmiş, kırlar, ovalar
gözükmüş. Üçüncüsünü içmeye kalkarsa, karışmam ha! size bu dünyada hiçbir iş kalmaz.
Bu masaldan anlaşılıyor: İnsan kendinden ince, kendinden akıllısıyla alaya kalkarsa, öyle bir payını alır ki!
Çoban keçilerini otlağa götürmüş, bir de bakmış ki hayvanlarının arasına yaban keçileri karışmış. Hiç ses
etmemiş, akşam olunca hepsini alıp ağıla götürmüş. Ertesi gün bir fırtına kopmuş. Çoban hayvanlarını dışarı
çıkaramamış, hepsine de içeride bakmak zorunda kalmış. Ama kendi keçilerine birer tutam ot vermiş:
Ölmesinler, yeter! demiş; ötekilerini ise kendisine bağlanıp da kaçmasınlar diye bol ot vererek iyice
beslemiş. Fırtına geçip de hava düzeldikten sonra hepsini almış, çayıra çıkarmış; yaban keçileri dağı
bulunca dağılıp kaçıvermişler. Çoban: Ben size o kadar iyi bakayım da siz böyle kaçıveresiniz! Amma da
nankörmüşsünüz ha! deyince, keçiler dönüp: Biz senden asıl onun için kaçıyoruz ya! Bizi daha dün buldun,
kaç yıllık keçilerinden daha iyi baktın; yarın da başkasını buldun mu, bizi bırakıp onların yüzüne gülersin!
demişler.
Bu masal da gösteriyor: Daha yeni tanıdığın bir adam sana, kırk yıllık arkadaşlarından çok dostluk
gösteriyorsa, sakın kanma onun sevgisine. Bil ki arkadaşlığınız ilerledikten sonra, o başkalarıyla tanışırsa bu
kez de seni bırakır, onların yüzüne güler.
Kötülükler iyilikleri güçsüz bulmuş, yeryüzünden sürmüşler.
YENGEÇLE KIZI
Yengecin biri kızına: Öyle yan yan yürümesene! O ıslak taşlara sürtünmesine! der dururmuş: bir gün kızı
dayanamamış: Anne, demiş, hele sen bir doğru yürü de ben de sana bakıp doğru nasıl yürünür
öğreneyim.
Elâlemi kınayıp ders vermeye kalkmadan önce insan kendi huyunu, kendi yürüyüşünü düzeltmelidir.
ZEUS, PROMETHEUS, ATHENA, MOMOS
Zeus bir boğa yaratmış, Prometheus bir insan yaratmış, Athena tanrıça da bir ev yapmış. Momos’a ( 22)
soralım, hangisi daha güzel oldu? demişler, kalkmışlar, Momos’a gitmişler. Momos kıskanmış onları.
Zeus’a: Bu hayvanı yaratmışsın, ama gözlerini neden boynuzlarına koymadın? varacağı yeri nasıl görsün?
demiş; sonra Prometheus’a dönmüş, insanı göstererek: Sen de bunun yüreğini dışarı çıkarmalıydın ki
kötülüğü gizli kalmasın, ne düşünüyorsa herkesler görüp anlayabilsin demiş. Athena’nın yaptığı evi de
beğenmemiş: Hani bunun tekerlekleri? Olur ki yanına bir kötü gelir; o zaman nasıl kalkıp da uzaklaşır?
demiş. Zeus, Momos’un kıskançlığına kızmış, onu Olympos’tan kovmuş.
Bu masal da gösteriyor: ille kınamak isteyen her işin bir eksiğini bulur.
ZEUS İLE UTANMA
Zeus insanı yarattıktan sonra ona türlü duyguları, düşünceleri de vermiş, ama mayasına utanma katmayı
unutmuş. Acaba neresinden soksam? diye bir hayli düşünmüş: Bari dibinden sokayım! demiş. Utanma
önce razı olmamış: Ben öyle yerlerden giremem diye dayatmış; bakmış ki Zeus zorluyor, dediğini ille
yaptıracak: Peki, demiş, gireyim; ama bir koşulla: Eros buradan girmeyecek; o girerse ben durmaz, o saat
çıkarım. İşte bunun içindir ki ahlak düşkünlerinde utanma olmaz.
Aşk insanı bir kavradı mı, utanmaya yer komaz; bu masal onu gösteriyor.
MARTI KUŞU
Martı kuşu yalnızlığı sever, bunun için de hep denizlerde yaşar. Derler ki insanlardan korunmak için gider,
yuvasını da deniz boyundaki kayalar üzerine kurarmış. Böylece bir martı, yumurtlama vaktinde, bir buruna
gitmiş, suların üzerinde bir kaya bulup oraya yuva kurmuş. Ama yiyecek aramaya çıktığı bir gün yel esmiş,
deniz kudurmuş, ta kayanın tepesine yükselip martının yavrularını boğmuş. Martı dönüp de başına gelenleri
görünce: Eyvahlar olsun! Ben karaların düzenlerinden korkup sulara sığınmıştım; meğer deniz daha
hainmiş! diye ağlayıp inlemiş.
Nice insanlar da vardır, kendilerini düşmanlarından korurlar ama hiç farkına varmadan, düşmandan da daha
tehlikeli dostların eline düşerler.
PUTÇU
Adamın biri tahtadan bir Hermes (2) yontusu yapmış, pazara götürüp satılığa çıkarmış. Bakmış ki alan
olmuyor, ille bir alıcı bulayım diye başlamış bağırmaya: Bu benim sattığım tanrının insana çok iyiliği
dokunur, her işinde kazancını artırır. Oradan biri geçiyormuş, durmuş: Be adam! O kadar iyiliği dokunursa
ne diye satarsın? Sakla da sana iyilik etsin demiş. Putçu: Beklemeye vaktim mi var benim? Ben hemen bir
yardım istiyorum. Oysa ki bu, acele nedir, hiç bilmez: durur durur da ondan sonra eder edeceği yardımı!
demiş.
Bu masal, hep çıkarlarını arayıp tanrıları bile umursamayan kimselerin durumunu gösterir
1
İYİLİKLERLE KÖTÜLÜKLER
Kötülükler iyilikleri güçsüz bulmuş, yeryüzünden sürmüşler. Onlar da ne yapsın? Göğe ağmış, yüce tanrı
Zeus’un (1) önüne çıkmışlar: Bizim durumumuz ne olacak? Bundan sonra insanoğlu için bizim elimizden ne
gelir? diye sormuşlar. Tanrı: Siz artık insanoğluna hepiniz birden gitmeyin, birer birer gidin demiş. O gün
bugün kötülükler insanların yanıbaşındadır, saldırıp durur; iyiliklerse gökte oturduklarından, uzun zaman
geçer de ondan sonra inerler.
Bu masal da gösteriyor: Bir iyilik mi umuyoruz? Çok bekleriz; ama başımızda dolaşan kötülük çabucak gelip çatar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir