Friedrich Engels kitaplarından Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devlet Kökeni kitap alıntıları sizlerle…
Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devlet Kökeni Kitap Alıntıları
işte toplumdan doğan, ama onun üstünde yer alan ve gitgide ona yabancılaşan bu güç, devlettir.
Eğer sadece aşk üzerine kurulu evlilik ahlaki ise, sadece aşkın devam ettiği evlilik ahlaki demektir.
İlk iş bölümü, erkekle kadın arasında, çocuk yapmak için iş bölümüdür.
Evlilikte erkeğin egemenliği/üstünlüğü onun ekonomik üstünlüğünün basit bir sonucudur ve bunun ortadan kalkmasıyla o da kendiliğinden ortadan kalkar.
Modern tek eşli aile; kadının açık ya da gizli ev köleliği üzerine kurulmuştur.
Baba, oğul, kardeş gibi adlandırmalar, basit onursal sanlar değil, kendileriyle birlikte çok belirli, çok ciddi karşılıklı ödevler getiren sanlardır; öyle ki, bu karşılıklı ödevlerin bütünü, bu halklardaki toplumsal örgütlenmenin özlü bir bölümünü oluşturur.
Kitaplarda yazdığı gibi avcılıktan başka hiçbir şey yapmayan, yani yalnızca avla beslenen halklar hiç var olmamışlardır.
Toplumun başlangıcında kadının, erkeğin kölesi olduğu düşüncesi 17.yüzyıl Aydınlanma Çağı’ndan bize kalan en saçma fikirlerden biridir.
Üç bin beş yüz yıldır özel mülkiyetin ancak mülkiyetin ihlal edilmesi yoluyla korunabildiği bir gerçektir.
onu alelade fahişeden ayıran tek şey, vücudunu, ücretli kadın işçi olarak parça başına kiralamayıp, bir seferde tamamen köleliğe satmasıdır.
Erkek ailenin içinde burjuvadır. Kadın proletaryayı temsil eder.
Aile tarihi, Bachofen’in Analık Hukuku adlı kitabının yayınlanmasıyla, 1861’de başlar.
Bir sınıftan yana her iyilik diğeri için kötülüktür, bir sınıf için her yeni özgürleşme bir diğeri için yeni bir baskıdır.
Barbarlık çağı için demir kılıç ve uygarlık için ateşli silah neyse,yabanıllık için ok ve yay odur; her sorunu çözen silah.
“Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı-koca evliliği içindeki gelişmesiyle; ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla düşümdeştir.”
Mülkiyet edinmek, tuzlu su içmek misali, içtikçe susatan susadıkça içirten, sonu gelmez bir kanserdir.
Özel mülkiyet, ancak mülkiyete saldırarak varlığını sürdürebilmiştir
(Bugün, onlarca kağıt toplama işçisi, evlerine yapılan baskınla gözaltına alındı. Birilerine yeni rantlar sağlamak için. İşte bu alıntı bunun nedenini anlatır)
Uygarlığın temelini bir sınıfın bir başka sınıf tarafından sömürülmesi oluşturduğu için, uygarlığın tüm gelişimi de sürekli bir çelişki içinde sürer. Üretimdeki her ilerleme aynı zamanda ezilen sınıfın yani büyük çoğunluğun koşullarında bir gerilemedir.
Özgürleşmesi ancak kadının büyük, toplumsal ölçekte üretime katılabilmesiyle ve ev işini ancak büyük ölçülerde üstlenmesiyle mümkün olacaktır.
İlk büyük toplumsal işbölümünden toplumun iki sınıf halinde ilk büyük bölünüşü doğdu. Bu sınıflar efendiler ve köleler, sömürenler ve sömürülenlerdi.
Bir kadının rızasını hayatlarında hiçbir zaman para yada diğer toplumsal güç karşılığında elde etmek zorunda kalmamış bir erkek kuşağı ve ne kendini aşk dışında herhangi bir düşünceyle bir erkeğe vermiş ne de sevdiği erkeğe kendini vermeyi ekonomik sonuçlarından korkarak reddetmiş bir kadın kuşağı. Bu insanlar geldiğinde bugün yapmaları gerektiğine inanılan şeyi hiç umursamayacakalr
Toplumun başlangıcında kadının erkeğin kölesi olduğu, 18. yüzyıl aydınlanmasından günümüze kalmış en saçma düşüncelerden biridir. Tüm yabanıllarda, alt ve orta aşamalardaki tüm barbarlarda, kısmen de üst aşamadaki barbarlarda kadının yalnızca özgür değil, son derece saygın bir konumu vardır. Çiftlenme evliliğindeki konumuna ise Seneka-İrokuaları arasında uzun yıllar misyonerlik yapan Arthur Wright tanıklık ediyor:
Ailelerine gelince, henüz eski uzun evlerde (birden fazla ailenin komünist ev idaresi) oturdukları dönemde orada daima bir klan (bir soy) hüküm sürerdi, öyle ki kadınlar kocalarını başka klanlardan (soylardan) alırlardı Genellikle eve kadın tarafı hükmederdi; stoklar ortaktı; ortak stoğa katkısını koymakta tembel ya da beceriksiz davranan talihsiz kocanın ya da sevgilinin vay haline! Evde kaç çocuğu ya da kendine ait ne kadar malı olduğuna hiç bakılmadan, her an çıkınını toplayıp gitmesi emredilebilirdi. Bu emre karşı da koyamazdı; ev ona zindan edilirdi, kendi klanına (soyuna) geri dönmekten ya da çoğu durumda olduğu gibi, başka bir klanda yeni bir evlilik yapmaktan başka seçeneği yoktu. Kadınların klanların (soyların) içinde ve başka her yerde büyük bir güçleri vardı. Zaman zaman bir reisi görevden aldıkları ve sıradan bir savaşçı mertebesine indirdikleri de olurdu.
Geleneksel düşünce, yalnızca tekeşli evliliği, bunun yanı sıra bir erkeğin çokkarılılığını, olsun olsun bir kadının çokkocalılığını biliyor ve ahlâkçı bir cahile yakışır biçimde davranıp pratiğin, resmî toplumun buyurduğu bu sınırları sessizce ama utanmadan ihlal ettiği konusunu susarak geçiştiriyor. Buna karşılık, ilkel durumların incelenmesi bizi erkeklerin çokkarılılık, kadınların da çokkocalılık yaşadığı ve bu yüzden ortak çocukların da eşlerin hepsine birden ait kabul edildiği durumlara götürüyor; bu durumlar da yine tekeşli evlilikle birlikte tamamen ortadan kalkana dek, bir dizi değişiklikten geçmişlerdir. Bu değişiklikler, ortak evlilik bağının kapsadığı ve başlangıçta çok geniş olan çemberin gitgide daraldığı ve sonunda yalnızca, bugün hâkim olan tekeşli çifte yer verecek tarzda gerçekleşmişlerdir.
“Aile,” diyor Morgan, “etkin unsurdur; asla durağan değildir, toplum alt bir koşuldan daha yüksek bir konuma ilerledikçe o da alt bir biçimden daha yüksek bir biçime doğru ilerler. Buna karşılık, akrabalık sistemleri edilgindir; yalnızca uzun zaman aralıklarında ailenin zamanın akışı içinde yaptığı ilerlemeyi kaydeder ve ancak aile kökten değiştikten sonra kökten değişir.”
“Öte yandan,” diye ekliyor Marx, “genel olarak siyasi, hukuki, dinî, felsefi sistemlerde de durum aynıdır.” Aile varlığını sürdürürken, akrabalık sistemi kemikleşir ve bu sistem bir alışkanlık halinde devam ederken, aile onun içinde serpilir.
Yabanıllık ağırlıklı olarak insanın hazır doğal ürünlere sahip olduğu dönemdir, insanlığın yapay ürünleri ağırlıklı olarak bu sahiplenmenin yardımcı araçlarıdır. Barbarlık hayvancılığın ve tarlalarda tarım yapmanın öğrenildiği dönemdir, doğal ürünlerin üretimini insan faaliyetiyle artırma yöntemlerinin öğrenildiği dönem. Uygarlık. insanın doğa ürünlerini daha iyi işlemeyi öğrendiği, asıl endüstri ve sanat dönemi.
Ezilen sınıf,yani gerçekte proletarya, kendi kendini kurtarmak için yeteri kadar olgunlaşmadıkça, çoğunlukla, varolan toplumsal rejimi, olanaklı tek rejim olarak düşünecek ve siyasal bakımdan söylemek gerekirse , kapitalist sınıfın kuyruğunu, onun aşırı sol kanadını oluşturacaktır.
Erkek ailenin içinde burjuvadır, kadın ise proletaryayı temsil eder.
Analık hukukunun yıkılması, kadın cinsinin dünya tarihindeki yenilgisiydi. Erkek evde de kumandayı eline aldı, kadın değersizleştirildi, köleleştirildi, erkeğin zevkinin kölesi ve salt bir çocuk üretim aracı kılındı. Kadının özellikle Yunanların Kahramanlar Çağı’nda ve daha çok klasik dönemde öne çıkan bu alçaltılmış konumu, zamanla sevimlileştirilmiş ve maskelenmiş, yer yer daha yumuşak bir biçime büründürülmüş ama hiçbir şekilde ortadan kalkmamıştır.
O zaman kadının özgürleşmesinin ilk önkoşulunun bütün bir kadın cinsinin kamusal endüstriye yeniden sokulması olduğu görülecektir.
Erkek ailenin içinde burjuvadır. Kadın proletaryayı temsil eder.
Her ilerleme aynı zamanda görece bir gerilemedir, birilerinin refahı ve gelişmesi diğerlerinin acı çekmesi ve ezilmesi üzerinden gerçekleşir.
Analık hukukunun yıkılması kadın cinsinin dünya tarihindeki yenilgisidir.
Sözde hürmetlerle kuşatılan ve her türlü gerçek çalışmaya yabancılaşmış olan uygarlık hanımefendisi, kendi halkında gerçek bir hanımefendi olarak kabul edilen ve karakteri gereği de öyle biri olan kadın, barbarlığın sıkı çalışan kadınından daha düşük bir toplumsal konuma sahiptir.
Analık hukukunun yıkılması, kadın cinsinin büyük tarihsel yenilgisi oldu. Evde bile yönetimi elde tutan erkek oldu ; kadın aşağılandı, köleleşti ve erkeğin keyif ve çocuk doğurma aleti haline geldi.
Özgürleşmesi ancak kadının büyük, toplumsal ölçekte üretime katılabilmesiyle ve ev işini ancak önemsiz ölçülerde üstlenmesiyle mümkün olacaktır.
Aile içinde ki işbölümü erkek ile kadın arasındaki mülkiyet dağılımını düzenlemişti. Bu işbölümleri aynı kalmıştı ama yine de şimdiye kadar ki ev içi ilişkiyi tepetaklak etmişti, bunun tek nedeni aile dışındaki işbölümünün farklılaşmış olmasıydı. Kadının yaptığı ev işi şimdi erkeğin geçim işinin yanında gözden kaybolmuştu. Erkeğin işi herşeydi, kadının işi önemsiz bir katkıydı.
Nüfus seyrek olduğu için her zaman, toprak mülkiyetine dair her türlü kavgayı gereksiz kılacak kadar çok işlenmemiş boş arazi kalmıştır geriye. Ancak yüzlerce yıl sonra, hane kolektifinde yaşayanların sayısı ortak ekonomiyi o zaman ki üretim koşullarında artık olanaksız hale getirecek kadar arttığinda, bu kolektifler dağılmıştı. O zaman dek ortak olan tarlalar ve çayırlar, bundan böyle oluşan tekil hane ekonomileri arasında, bilinen tarzda, başlangıçta belirli bir süreliğine,daha sonra nihai olarak paylaşılmıştı. Ormanlar,otlaklar ve sular ortak kalmıştı.
Bir suç için ya kefaret ya da intikam alınır, ikisi birden olmaz.
Her ilerleme aynı zamanda görece bir gerilemedir, birilerinin refahı ve gelişmesi diğerlerinin acı çekmesi ve ezilmesi üzerinde gerçekleşir.
Kölelik, antik dünyaya özgü ilk sömürü biçimidir; onu Ortaçağ’da serflik, yakın dönemde de ücretli çalışma izlemiştir. Bunlar uygarlığın üç büyük aşaması açısından karakteristik olan, üç büyük kölelik biçimidir; açık kölelik ve yakın dönemdeki örtülü kölelik daima yan yana var olur.
Kadının, toplum yaşamının başlangıcında, erkeğin kölesi olduğu yolundaki fikir, bize aydınlıklar yüzyılından kalan en saçma fikirlerden biridir
Bu toplumun çalışan üyeleri hiçbir şey elde edemezken, her şeyi elde edebilen üyeleri hiç çalışmamaktadırlar
Sözde hürmetlerle kuşatılan ve her türlü gerçek çalışmaya yabancılaşmış olan uygarlık henımefendisi, kendi halkında gerçek bir hanımefendi( lady,frowa,kadın= kadın efendi) olarak kabul edilen ve karakteri gereği de öyle biri olan kadın, barbarlığın sıkı çalışan kadınından daha düşük bir toplumsal konuma sahiptir.
Yeni uygar toplumu, sınıflı toplumu başlatan şeyler, -açgözlülük, zevk düşkünlüğü, cimrilik, ortak mülkiyetin bencil yağması gibi- en aşağılık çıkarlardır.
Modern karı-koca ailesi, açık ya da gizli, kadının evsel köleliliği üzerine kurulmuştur.
Karı-koca evliliği, uygarlaşmış toplumun hücre-biçimidir.
Öyleyse karı-koca evliliği tarihe asla erkekle kadının karşılıklı uzlaşması olarak girmez ve hele en yüksek evlenme biçimi olarak asla kabul edilemez. Tersine: bir cinsin öbürü tarafından uyruk altına alınması olarak bütün tarih-öncesinin o zamana kadar bilmediği, iki cins arasındaki bir çatışmanın açığa vurulması olarak ortaya çıkar.
Başlangıçta, familia sözcüğü, günümüzdeki dar kafalı burjuvaların duygusallık ve karı-koca cilvelerinden yapılma aile anlayışını dile getirmez; Romalılarda, her şeyden önce hatta karı koca ile bunların çocukları için değil, yalnızca köleler için kullanılır. Famulus evcil köle anlamına gelir ve familia, bir tek adama ait bulunan kölelerin bütünü demektir. Daha Gaius zamanında, familia, id est patrimonium (yani miras payı) vasiyetle bırakılıyordu. Deyim, Romalılar tarafından, içinde, başkanın, kadın, çocuklar ve belirli sayıda köleyi babalık otoritesi altında tuttuğu ve hepsi üzerinde yaşatmak ya da öldürmek hakkına sahip bulunduğu yeni bir toplumsal örgütü belirtmek için türetildi.
Almanların Roma dünyasına aşıladıkları yaşama enerjisi veren ve yaşam kazandıran ne varsa, barbarlıktı. Aslında ölmek üzere olan bir uygarlıktan mustarip bir dünyayı yalnızca barbarlar gençleştirebilirler. Ve Almanların Kavimler Göçü’nden önce yükseldikleri ve içinde sivrildikleri barbarlığın en üst aşaması, bu süreç için özellikle en uygun aşamaydı. Bu da her şeyi açıklıyor.
Tanrıların batışını ve kıyameti konu edinen eski İskandinav destanı Völuspa’daki bir pasaj daha nettir; çünkü yaklaşık 800 yıl sonrasına aittir. Şimdi Bang ve Bugge tarafından artık kanıtlandığı gibi, kahinin Hristiyan unsurlarla da iç içe geçmiş bu görüsünde büyük felaketi önceleyen genel yozlaşma ve bozulma dönemi hakkında şöyle deniliyor:
Erkek kardeşler birbirleriyle çatışacak ve birbirlerinin katili olacaklar; kız kardeş çocukları, kabileyi dağıtacak.
Her ilerleme aynı zamanda görece bir gerilemedir, birilerinin refahı ve gelişmesi diğerlerinin acı çekmesi ve ezilmesi üzerinden gerçekleşir
Evlilikte erkeğin egemenliği/üstünlüğü onun ekonomik üstünlüğünün basit bir sonucudur ve bunun ortadan kalkmasıyla o da kendiliğinden ortadan kalkar.
İlk iş bölümü, erkek ile kadın arasında çocuk üretmek için yapılmıştır
Toplumun başlangıcında kadının erkeğin kölesi olduğu, 18. yüzyıl aydınlanmasından günümüze kalmış en saçma düşüncelerden biridir. Tüm yabanıllarda, alt ve orta aşamalardaki tüm barbarlarda, kısmen de üst aşamadaki barbarlarda kadının yalnızca özgür değil, son derece saygın bir konumu vardır.
Sürü, hayvanlarda gözlemleyebileceğimiz en yüksek sosyal gruptur.
Bir zıtlık, karşı kutup olmadan var olamaz; tıpkı bir elmanın yarısını yedikten sonra elde artık bütün bir elma kalmaması gibi.
Mülkiyet eşitsizliğinin yükselmesiyle birlikte, yani daha barbarlığın üst aşamasınds, ücretli emek yavaş yavaş köle emeğinin yerini alır ve bununla eşzamanlı olarak ve bununla bağdaşan bir biçimde, özgür kadınların bir meslek olarak fuhuş yapması, köle kadının kendini baskı sonucunda vermesinin yerini alır.
evlenme kararlaştırılırken, son sözü nasıl olur da aşk söyleyebilir?
Ayrıca mülk sahibi sınıfın hiçbir şeye sahip olmayan sınıfı sömürme hakkını ve onun üzerindeki egemenliğini de sürdürüp götüren bir kurum. Ve bu kurum çıkageldi. Devlet icat oldu.
Tek-eşlilik, hiç bir şekilde, bireysel cinsel aşkın meyvesi olmadı; evlilikler, geçmişte olduğu gibi, gene büyükler tarafından kararlaştırıldıklarına göre, tek-eşlilikle bireysel cinsel aşkın hiçbir ilişkisi yoktu. Bu doğal koşullar üzerine değil, iktisadi koşullar [yani, özel mülkiyetin, ilkel ve kendiliğinden ortaklaşa mülkiyet üzerindeki yengisi] üzerine kurulmuş ilk aile biçimi oldu.
Bir kaç erkek kardeş bir kadına ortaklaşa sahip olabiliyorlardı, arkadaşının karısından hoşlanan biri, onunla bu kadını paylaşabiliyordu.
Famulus ev kölesi demektir ve familia bir adama ait kölelerin toplamı anlamına gelir.
Analık hukukunun yıkılması, kadın cinsinin dünya tarihindeki yenilgisiydi. Erkek evde kumandayı eline aldı, kadın değersizleştirildi, köleleştirildi, erkeğin zevkinin kölesi ve salt bir çocuk üretimi aracı kılındı.
Aile, yetiştirilen hayvanlar kadar hızlı çoğalmıyorlardı. Sürüye göz kulak olmak için daha çok insan gerekiyordu; savaşta tutsak olarak alınan düşmanlar bu işe yaradı, üstelik hayvanlar gibi çoğaltılabiliyorlardı.
Geleneksel cinsel ilişkiler eski orman-kökenli naif karakterinden ne kadar uzaklaştıysalar, kadınlara karşı bir o kadar aşağılayıcı ve baskıcı davranmaya başladılar; kadınlar da bir tür kurtuluş olarak inatla bekâreti koruma, yalnızca bir erkekle bir süreliğine ya da kalıcı olarak evlenme hakkını istemeye başladılar.
Genç erkek, arkadaşlarının yardımıyla bir kızı esir alır ya da kaçırırsa, kız, tüm arkadaşlar tarafından sırayla cinsel olarak kullanılır ve sonrasında kaçmaya teşvik eden genç adamın karısı kabul edilir. Bunun tersine, esir alınan kadın adamdan kaçar ve bir başka erkek tarafından yakalanırsa, bu ikinci adamın karısı olur ve birinci adam ayrıcalığını kaybeder.
erkek ailenin içinde burjuvadır, kadın proletaryayı temsil eder.
ilk iş bölümü, erkek ile kadın arasında çocuk üretmek için yapılmıştır
yetişkin erkeklerin birbirlerine tahammül etmesi, kıskançlıktan azade olmak, hayvanın insana dönüşmesinin yegâne ortamını oluşturan daha büyük ve daha kalıcı grupların kurulmasının ilk koşuluydu.
Kandaş olmayan gensler arasındaki evlenmelerden, beden bakımından olduğu kadar, kafa bakımından da daha sağlam bir soy çıkar; gelişmekte olan iki aşiret birleşince, yeni kafatasları ve yeni beyinler, iki aşiretin de yeteneklerine sahip olana kadar, doğal bir biçimde gelişirler.
Böylece, gens biçiminde örgütlenmiş bulunan aşiretler, geri kalmış aşiretlere üstün gelecek, ya da onları kendilerine benzetecekti.
Grup halinde ailenin bütün biçimleri içinde, bir çocuğun babasının kim olduğu kesinlikle bilinemez, ama anasının kim olduğu kuşkuya yer kalmayacak bir biçimde bilinebilir. Bir ana, her ne kadar ailenin bütün çocuklarını kendi çocukları olarak çağırır ve onlara karşı analık görevleriyle yükümlü bulunsa da, gene de kendi öz çocuklarını öbürleri arasından ayırdeder. Öyleyse, grup halinde evlilik varoldukça, soyağacının yalnızca ana tarafından gösterilebileceği açıktır; demek ki bu durumda, yalnızca kadın-soy-zinciri tanınmaktadır. Gerçekten, bütün yabanıl vr barbarlığın aşağı aşamasında bulunan halklardaki durum budur ve bunu ilk bulgulamış olmak da, Bachofen’in ikinci büyük meziyetidir.
Aile hareketli öğedir, diyor Morgan, asla duraklama halinde değildir; toplum aşağı bir dereceden daha yüksek bir dereceye geliştiği ölçüde, aile de aşağı bir biçimden daha yukarı bir biçime geçer. Buna karşılık, akrabalık sistemleri hareketsizdir; ailenin zaman boyunca sağladığı gelişmeleri, akrabalık sistemleri ancak uzun aralıklarla sağlarlar ve ancak aile köklü bir dönüşüm gösterdiği zaman akrabalık sistemleri de köklü bir dönüşüme uğrarlar.
Marx, buna şunu ekler: Ve genel olarak, siyasal, hukuksal, dinsel ve felsefi sistemler için de durum aynıdır.
Bachofen, Aiskhylos’un Oresteia’sını kahramanlık döneminde, batmakta olan analık hukuku ile doğmakta olan utkun babalık hukuku arasındaki savaşın dramatik bir anlatımı olarak gösterir.
Devlet sınıfsal çelişkileri dizginleme ihtiyacından, ama aynı zamanda bu sınıfların çatışmasının tam ortasında doğduğu için, esasen en güçlü, ekonomik açıdan egemen sınıfın devletidir; bu sınıf devlet aracılığıyla politik açıdan da egemen sınıf olur ve böylelikle ezilen sınıfı bastırmak ve sömürmek için yeni bir araç elde etmiş olur. Böylece, antik devlet her şeyden önce kölecilerin, köleleri bastırma devletiydi; feodal devlet aristokrasinin serfleri ve kendine tabi köylüleri bastırma organıydı ve modern temsilî devlet de ücretli emeğin sermaye tarafından sömürülmesinin aracıdır.