Seneca kitaplarından Ahlak Mektupları kitap alıntıları sizlerle…
Ahlak Mektupları Kitap Alıntıları
Para diler yakınları için; sanki insanlığın en iyi şeyi buymuş gibi
Bir şeyler umduğumuz sürece şereflinin, iyinin peşindeyiz; eğer suçlu olmak daha büyük bir şeyler vaat ederse karşı cepheye geçmeye hazırız.
En sonunda ahlakımız öylesine alçaldı ki, fakirlik bir beddua, bir küfür haline geldi. zengin, fakiri hor görürken fakir de zenginden nefret etmekte.
Zina yapanlarla yakınlığın, şehvetini ateşleyecek sadece. Kusurlarından kurtulmak istiyorsan kusurlu örneklerden uzak durmalısın.
Yaşamak ihtirasından kurtaralım kendimizi; günü gelince nasıl olsa katlanmak zorunda kalacağımız şeye ne zaman katlanacağımız önemli değildir. Önemli olan iyi yaşamaktır, uzun yaşamak değil! Çok kez de uzun yaşamamak iyi Yaşamının koşuludur.
Kader, kişiyi cezadan kurtarabilir ancak kimseyi korkudan kurtaramaz.
Hey ulu tanrılar! Bir tek mide kaç kişiyi seferber ediyor!
Tattığımız aşırı zevklerin, mübah sınırını aşan isteklerimizin karşılığını işte böyle [hastalık çekerek] ödeyeceğiz.
Küçücük bir evden göğe uçabilir insan, yeter ki ayağa kalk.
İyi nedir o halde? Hakikatin bilgisidir. Kötü nedir? Hakikati bilmemek.
Herkes affeder ama kimse yardım etmez
Sadelikle dile gelir gerçek
Ben dünyanın bir köşesi için doğmadım;
Koskoca dünya,yurdumdur benim..
Koskoca dünya,yurdumdur benim..
Herkes kendi ahlakını kendi yaratır..
Böyledir bu iş-yaşamak ertelendimi,hızla akıp geçer
Hayatımı yaşayayım, onu geçirmeyeyim.
Çünkü kim bir şeyi elde etmek istediği sürece kendine çok büyük görünen o şeyle yetinir? Kutluluk, haris insanların düşündüğü gibi, yükseklerdedir sanıyorsun. Oysa onu elde eden için önemsizdir ve alçaktadır. Bu yüzden kimseyi doyurmaz, tatmin etmez. Can attığın şeyleri, senden uzakta olduğu için yüce sanıyorsun; oysa onlara erişen kişi için yer seviyesindedirler. O kişi daha yücelere çıkmak istemiyorsa yalancı desinler bana! Senin doruk dediğin şey bir basamaklıktır. Gerçeği bilmemek herkese işkence eder. Söylentilerle şaşırtılıp sözde iyi’lere sürükleniyor insanlar; daha sonra, istediklerini elde edip de çok acı çekince bakıyorlar ki, bunlar birer kötü, birer boş istek ya da umduklarından daha değersiz şeylermiş. Büyük bir kitle ise uzaktan göz kamaştıran şeylere bayılır; halk önemli, değerli sanılan şeyleri iyi sanır.
Aslında kusurlarımız bizimle birlikte doğuyorlar diye sanıyorsan aldanırsın. Daha sonraları çıktılar ve ruhumuza işlediler. Bu yüzden sık sık yapılan uyarılar, etrafımızda gürüldeyen kanıları, görüşleri kovup atsın. Doğa bizi hiçbir kusura eğilimli yaratmamıştır. Çünkü doğa insanları tertemiz, özgür yaratmıştır. Bizim hırsımızı uyandıracak hiçbir şeyi açıkta koymamıştır. Altını, gümüşü, uğrunda çiğnendiğimiz, ezildiğimiz her şeyi ayaklarımızın altına atmış; onları çiğneyelim, üstlerine basalım diye.
Bilge, kendine yeterli olsa bile, yine de dostu olsun ister. Dostluk etmekten başka bir nedeni olmasa bile, dostluktaki böylesi büyük erdem yüzüstü kalmasın diye dostu olsun ister ve Epikuros’un şu mektubunda söylediği gibi, Hastayken başucunda beklesin, zincirlere vurulduğu, fakir düştüğü zaman dostu yardımına koşsun diye değil; kendisi, hasta dostunun başucunda beklesin, düşman gözetimi altındaki dostunu kurtarsın diye dost edinir.
Umudu korku izler. Bu iki duygunun birbirini izlemesine şaşma. İkisinin ruhu da kararsızdır, ikisi de geleceğin bekleyişi içinde endişelidir. İkisinin de en büyük nedeni, bugüne uymamamızdan, düşüncelerimizi hep ileriye atmamızdan ileri gelir. Bu yüzden insan türünün en büyük nimeti olan ileriyi görme niteliği, bir kötülüğe dönüşmüştür. Vahşi hayvanlar gördükleri tehlikelerden kaçarlar. Kaçıp kurtuldukları zaman da güven duygusu içindedirler artık. Oysa bize hem gelecek hem de geçmiş işkence eder. Elimizin altındaki birçok nimet zarar verir bize: Bellek, korkunun işkencesini geri getirir, öngörme onun önüne geçer. Hiç kimse sadece o günün sorunları yüzünden mutsuz değildir ki!
Şimdiyse yüreğimizin büyük bir kısmı korkular içinde!
Önce gereksiz şeyleri istemekle başlar işe, sonra zararlı olanları, en sonunda beden öyle bir ruh oturtur ki, onun doymaz hırsı uğruna köleliğe çağırır bedeni.
Bu konuda asıl önemli olan, senin için başkalarının ne düşündüğü değil, senin kendin için edindiğin kanıdır.
Çok yapı, hem de dağlar gibi yapı yaptığınız halfe siz hala birer beden ve küçücük varlıklarsınız! Bu kadar yatak odası neye yarar? Bir tek odada yatıyorsunuz Nasılsa! İçinde bulunmadığınız hiçbir yer sizin değildir ki!
Hastalıklar, devlet işleri, özel işlerin, günlük işlerin, uykun senin ne kadar zamanın alıyor? Bir hesaba vur ömrünü, bu kadar çok iş için zamanın var mı acaba?
Ölmekteyiz her gün. Her gün yaşamımızın bir parçası kopup gidiyor bizden. Biz büyümekteyken bile geriliyor yaşamımız. Bebekliğimizi yitirdik, çocukluğumuzu yitirdik, sonra da gençliğimizi. Bugüne değin nice zaman geçtiyse, yok oldu gitti hepsi. Yaşadığımız bugünü de ölümle ortaklaşa yaşıyoruz.
İşi başından aşmış, varlığının kölesi olmuş bir insanın en büyük hatası şudur: Kendisinin dost olmadığı insanları dost sanır kendine. İyiliklerini, insanları dost edinmeye yetecek kadar etkili sayar; oysa insanlar birine ne kadar borçlu olurlarsa, ondan o kadar nefret ederler. Küçük bir borç minnet, büyük borç nefret doğurur.
Sana hiçbir şey yetmediği sürece, sende başkalarına yetmeyeceksin.
Açlık az şeyle giderilir; asıl pahalıya mal olan mızmız bir boğazdır.
Doğanın arzuları sınırlıdır. Yanlış bir kanıdan doğan arzularsa dur durak bilmezler. Hatalı biri için tükenen hiçbir şey yoktur. Yol yürüyen için bir son vardır, yolunu şaşıran için sonsuzluktur sınır. O halde kendini boş şeylerden kurtar. Aradığın şey doğal bir istek midir, yoksa kör bir istek mi diye anlamak istersen, bu istek bir yerde durabilir mi diye bir bak bakalım. Çok yol alan için daha yürüyecek çok yol kalmışsa, bil ki o yol doğal bir şey değildir.
Verdiğimiz kararları korumak, şerefli olan kararı almaktan daha zor bir iştir. Ayak diremeli, sürekli bir çalışma ile ona güç katmalı ki, iyi niyet sonunda bir sağduyu haline dönüşsün.
Gösteriş merakı bir gün modası geçecek, kendini aşacak bir yenilik ortaya attı mı, antika yerine konuluyor eskileri.
Öylesine kibarlaştık ki, kıymetli taşlardan başka bir şeyin üstünde yürümek istemiyoruz
Bak bugün, benim son günüm; son olmasa bile, son günüme yakın bir gün.
İnsan her şeyden kuşkulanırsa hiçbir yaşama nedeni kalmaz, hiçbir felaketin sınırı olmaz. Kimi zaman bir öngörü yetişsin imdadına, kimi zaman da apaçık gelen korkuyu ruhunun gücüyle sök at içinden! Hiç olmazsa bir güçsüzlüğü yine bir güçsüzlükle yen, korkuyu bir umutla azalt. Her korkulan şey nasıl kesin değilse, endişe duyduğumuz konuların yatışması, umutlarımızın kırılması da kesin olabilir. O halde umudunu da korkunu da iyice bir tart, belirsiz olan her şeyi kendinden yana yaz. Yeğ tuttuğun şeye inan. Eğer korku daha ağır basarsa, hiçbir zaman onun yanında olma, altüst olmaktan kurtar kendini. Içinden hep şöyle geçir: Ölümlülerin büyük bir kısmı hiçbir felakete uğramamışken, uğrayacakları da kesin değilken yanıp yakılırlar, koşuşur dururlar. Çünkü bir defa kaptırdı mı kendini, hiç kimse kendini tutamaz, korkusunu gerçeğe indirgeyemez.
Kimi zaman da zihin, ortada kötü bir şey bildiren hiçbir belirti olmadan kendi kendine yanlış hayaller kurar. Ya müphem bir sözü kötüye yorar ya da kendine aslında olduğundan daha büyük bir hakaret payı çıkarır. Karşısındaki adamın ne kadar öfkeli olduğunu değil de, öfkeli bir adamın ne yapabileceğini düşünür.
kötü kaderin bile cilvesi vardır.
Başkasının kanısına hemen uyuveriyoruz, bizi korkuya düşüren nedenleri eleştirmiyoruz, aslını araştırmıyoruz ama titriyoruz korkudan ve tersyüz oluyoruz, tıpkı bir sürünün kaldırdığı tozu dumanı görünce korkan ya da bilinmeyen bir kişinin çıkardığı bir söylenti yüzünden ürküp ordugâhtan kaçan askerler gibiyiz. O boş söylentiler, nasıl olup da daha çok panik yaratıyor bilemiyorum; çünkü gerçeğin bir ölçüsü, bir sınırı vardır. Bilinmeyenden gelen her bilgi, bir tahmine, ürkek bir ruhun keyfine göre değerlendirilir. Hiçbir korku, panik yaratan kuşku kadar zararlı, gemlenemez değildir. Öteki korkularda mantık yok olur, bu korkuda zihnin olanca yetisi silinir tamamen.
Şu konuda söz ver bana: Seni mutsuzluğuna inandıracak insanlar çevreni sardıkça, ne duyduğunu değil de, ne hissettiğini düşüneceksin; çektiklerine göre karar vereceksin ve kendi halini herkesten çok iyi bildiğin için kendi kendini sorguya çekeceksin: Ne oluyor? Bu adamlar neden acıyorlar bana şimdi? Çırpınmaları için ne var ortada? Sanki felaket bulaşıcıymış gibi, neden bana dokunmaktan bile korkuyorlar? Şu halimde kötü bir şey mi var acaba? Yoksa kötü değil de, adım kötüye çıkarılmış olmasın? Sor kendine Acaba yok yere mi işkence çekiyorum, keder içindeyim? Yoksa kötü olmayan bir şeyi kötü hale koyan ben miyim? Peki, diyorsun, kaygılarımın nedeni yerli yerin de mi, nasıl anlayacağım ? Bu iş için kural şöyle: Ya yaşadığımız gündür bize işkence eden, ya yarın, ya da ikisi birden Bugün için karar vermek kolay. Eğer bedenin özgürse, sağlıklı ise, hiçbir haksızlıktan dolayı acı çekmiyorsa, yarın ne olacak ona bakarız. Ama bugün için bir sorun yok. Öyle ama yarın olabilir, dersen, önce yarınki felaketinin kesin delillerini gözden geçir. Çünkü genellikle kuşkularımız yüzünden acı çekiyoruz.
Vaktinden önce mutsuz olma! Başında dolandığını sanıp korktuğun felaketler belki hiç gelmeyecek başına; hiç olmazsa şimdiye değin gelmedi kesinlikle. O halde kimi korkularımız bize gerektiğinden çok acı veriyor, kimisi de hiç gerekmediği halde. Acımızı ya büyütüyoruz ya vaktinden önce acı çekiyoruz ya da acıyı kendimiz yaratıyoruz.
Sor kendine: Acaba yok yere mi işkence çekiyorum, keder içindeyim? Yoksa kötü olmayan bir şeyi kötü hale koyan ben miyim?
Oysa bize hem gelecek hem de geçmiş işkence eder. Elimizin altındaki birçok nimet zarar verir bize: Bellek, korkunun işkencesini geri getirir, öngörme onun yerine geçer. Hiç kimse sadece o günün sorunları yüzünden mutsuz değildir ki!
.
Korkunun olduğu yerde mutluluk yoktur.
Korkunun olduğu yerde mutluluk yoktur.
Gıda açlığı yatıştırsın, içecekler susuzluğu gidersin, giysi soğuğu geçirmesin, evler kötü havalara karşı sığınak olsun diyedir. Bir ev kerpiçten mi yapılmıştır yoksa yaban soylu alaca mermerden mi; önemli değildir aslında. Bilesin ki insanın üstünü saman da örtebilir, altın yaldızlı tavanlar da; gereksiz bir çabanın süs diye, süsleme diye yarattığı her şeyi hor görün. Hayran olunacak tek şey ruhtur; büyük bir ruh için büyük hiçbir şey yoktur diye düşünün.
Hiçbir nimet, insan ruhu onu yitirmeye hazırlıklı değilse sahibine zevk vermez. Yokluğu aranmayan bir eşyanın yitirilmesine de kolaylıkla katlanır insan.
Zenginliğin sınırı nedir? diye mi soruyorsun? Önce gerekli olana, sonra yeteri kadarına sahip olmaktır.
İnsanlar öylesine akılsız ki, bir kimseden küçücük, değersiz, yerine konabilir bir şey aldılar mı, kendilerinin borçlu sırasına konmasına göz yumuyorlar da, minnettar olunsa bile, karşılığı verilemeyecek tek şeyi, yani zamanı alan insan, hiçbir şekilde borçlu saymıyor kendini.
Aulus Gellius’un,”Şimdi de Seneca’nın bir mektubundan alıntılıyorum”dediği alıntı:
‘Ne kadar altının olduğu önemli mi?Senin olmayan o kadar çok altın var ki!”
Mutlu azınlığa…
İnsani sorunların üstüne yükselen ve kendinden başka kimseyi üstün bulmayan bir ruh.Sen akıllı bir hayvansın.Nedir sendeki iyi?Yetkin akıl.
Evet, öyle yap Lucilius, kendin için kazan kendini. Şimdiye değin senden zorla alınan ya da çalınan, boşa akıp giden zamanına sarıl, iyi kullan onu.
Bu senin ki yaşamak değil,başkalarının yaşamına iştirak etmektir.
Bir de kusurları taşıyanlar vardır.Bunların sözleri çok zarar verir çünkü hemen etkilemeseler bile,tohumlarını ruha ekerler.O kimselerden uzak olduğumuz zaman bile bırakmazlar peşimizi,ilerde kötülüğü canlandıracaklardır içimizde
Bizim gözümüzde hata genelleşti mi,doğrunun yerini tutar.
Bizim felaketlerimizin nedenleri arasında şu da var:aklımıza uyup kendimize bir yön verecek yerde,alışkanlıklara sürüklenip gidiyoruz.
Çünkü ışık huzursuz vicdanlara ağır geliyordu…
“Ne güneşin doğuşunu görürler ne batışını!”Sen ne zaman yaşamak gerektiğini bildiklerini mi sanıyorsun?
Vergilius,Georgica I ,250.
Vergilius,Georgica I ,250.
Acıdan kaçıyorum,kimin için?Kendim için.O halde kendimle ilgileniyorum.
Bir insan için neyin iyi olduğunu anlamadan,yaradılışını iyice incelemeden nasıl bir ahlakı olması gerektiğini nereden bileceksin?
Bu yürek hiçbir zaman,kendinin ölümlü olduğunu düşündüğü zamandan daha tanrısal değildi.
O erdeme erişmiş kimse hiçbir zaman kaderine lanet etmedi,başına gelenleri acıyla karşılamadı;kendisinin bir dünya vatandaşı ve eri olduğunu düşünerek,çilelere emirlere uyar gibi uydu.
Söylentilerle şaşırtılıp sözde iyi’lere sürükleniyor insanlar;daha sonra,istediklerini elde edip de çok acı çekince bakıyorlar ki,bunlar birer kötü,birer boş istek ya da umduklarından daha değersiz şeylermiş.
Gerçeği bilmemek herkese işkence eder.
Asıl zenginlik, ruhsal olgunluktur.
Başkalarının kötülüğünü ele almaktansa,kendi kötülüklerini incelemeli insan,kendini silkmeli.
Senden dilediğim bir şey yok! diyebilmekte ne büyük bir ruh gücü vardır.
Mademki ruh Tanrı’dan gelme bir soluktur, o halde yetenekli, değerli insanlar, ırk, ulus farkı olmadan birbirlerine eşittir. Bu soluk, bir Romalı atlısına da iner, bir köleye, bir azatlıya da. Demek ki insanlar eşittir, çeşitli sınıflandırmalar, değerlendirmeler de insan gururunun ya da haksızlığının yarattığı şeylerdir. İnsanların eşitliği fikri, yeryüzünde bir tek devletin yaratılması gerektiği düşüncesini de içinde taşır. Bu yüzden Seneca kendisini bir Romalı değil, bir dünya vatandaşı olarak görür
Konuşma,ruhun dışa vurmuş düzenidir.
Kimileri de cümlelerini yarıda kesiyor;düşünce havada kalır ve dinleyeni kuşku içinde bırakırsa kendisine minnettar olacağını umuyor
Neden insanlar kimi zaman duygularını abartarak,aslını aşarak,şişirerek anlatmaktan hoşlanıyorlar,kimi zaman da kısa kısa cümleler ve anlattığından daha çoğunu düşündüren muğlak özdeyişler hoşlarına gidiyor?
Mektubunda yazdığın,bana salık verdiğin kişi,güçlü bir insan değil.Kusurlarına kapıp bırakmış kendini,Hem solmuş hem katılaşmış.
Bir insan için yapabileceğin en ağır beddua,”Kendi kendisine düşman olsun!”diye ilenmen olur.
Kötülüğünün bilincinde olan insan,belki güven içindedir,ama huzur içinde olamaz.
En iyisi,bir kenarda sakin yaşamalı insan,başkalarıyla pek az,kendisiyle çok konuşmalı.
Karanlıkta korkunç olan birçok şeyi gün ışığı gülünç hale koyar.
Vergilius,Aeneis VI,272.
Vergilius,Aeneis VI,272.