İçeriğe geç

Ah Mine’l-Aşk Kitap Alıntıları – İskender Pala

İskender Pala kitaplarından Ah Mine’l-Aşk kitap alıntıları sizlerle…

Ah Mine’l-Aşk Kitap Alıntıları

Hep hüsn ü aşka dâir imiş güft ü gûy-ı halk
Dillerde dâsitân imiş esrâr sandığım

Çelebizâde Âsım

Leyse li’l-insâni illâ mâ se’â derken Hudâ
Anlamam hiç meskenetten sen ne beklersin daha

Mehmet Akif Ersoy

Kendi elimle yâre kesip verdiğim kalem
Fetvâ-yı hûn-ı nâ-hakkımı yazdı ibtidâ

[Kendi elimle yontup sevgiliye sunduğum kalem ( yazık ki) ilk önce haksız yere benim ölüm fermanımı yazdı.]

Namaz ki, şeytanın insana en ziyade musallat olduğu demlere vabestir; vesveselerin hadd ü payanı yoktur. İnsanın aklına neler gelmez ki! Kaybolan eşyayı namazda buluruz, çıkaramadığımız isimleri namazda hatırlarız, altında kaldığımız laflara namazda cevaplar uydururuz. Düşünelim hele. Şöyle cenneti sağımıza, cehennemi solumuza koyup da sırat üzerindeymiş gibi kılabildiğimiz kaç namazımız vardır acaba?!
Aşk, yerine göre yol olur yürünür, yerine göre iman olur uyulur. Bazen ateş olup yakar, bazen deniz olup boğar. Sultan olur ülke yönetir, şarap olur sarhoş eder. At olup koşar, kuş olup uçar. Hazine olur viran gönüllerde saklanır, kimya olur hakir topraklan altına dönüştürür. Sır olur saklanır, gonca olur açılır. Gül bahçesi olur kokusuyla âşıkları mest eder, güneş olur âşıklarının ümit meyvelerini olgunlaştırır.
Ay gibisin, belki aydan da güzelsin.
Mende mecnun’dan füzun aşıklık istidadı var.
aşık-ı sadık menem, mecnun’un ancak adı var.
Ey tabip! Aşk derdiyle hoşum. Bana ilaç vermekten elini Çek. Bana ilaç verme ki, benim asıl helakim, senin vereceğin ilaçtır.
En belirgin özelliği aşığa acı ve ızdırap vermesidir. Zulüm ve eziyette aşırı sınırları zorlar, cana kasteder.
Aşık üzüldüğü nispette aşkı artar. Aşk bir denizdir, içine dalmayınca anlaşılmaz, dalınca da kara görünmez.
Hiçbir şey ilk değildir, son da olmayacaktır.
Kara Ali.
Memleketin?
Kara Biga
Nereden geliyorsun?”
Karadeniz’den
Yükün
Kara Boya
Nereye gideceksin?
“Karamürsel’e

“Varışta uğrayacakmısın?
Hayır oraya gemiyi karaya çekeceğim. Karaman’da Karadağolu Karamustafa’yı gördükten sonra, karadan Mekke-I Mükerreme’ye Karadonlu Beyt-ül-Laha yüz süreceğim.
İnşallah oradan yüz akı ile dönersin.
Orasını kara toprağa gömüldükten sonra verilecek karar bilir.”
Memur artık dayanamamış:

Zift mi kesildin be herif?

Gamzedeyim, deva bulmam
Garibim bir yuva bulmam
O selvi boylu sevgilinin ok demrenine benzeyen bakışını tenimden çıkarmaya çalışırlarsa; yaralı gönlüm ( canım ) çıksın, demrine benzeyen bakışı orada kalsın ey Rabbim!
Artık gülü saksılarda bile göremez olduk. Bülbül sesini ise hiç hatırlamıyoruz.
Şayet barış istiyorsan savaşa hazır ol.
Ey sevgili! Kabul edersen eğer, canımı yoluna akıtmak arzusundayım, dedim; yüzüme bin hışımla bakıp, ne canın var ki, dedi.
Aşk kervanının düzüldüğü yolda binlerce tehlikenin korkusunu çekerek kâh mecnun kâh ben döne döne nöbet tutmaktayız.
Kendi elimle yontup sunduğum divit,
İlk önce haksız yere benim ölüm fermanımı yazdı.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Arslanlar bile kahredici pençemde tir tir titrerlerken,
İşte felek beni bir ceylan bakışlıya tutsak edip bıraktı.
Sözün özünü gözet, ince düşün, onda bir söyle.
Değirmen gibi ağzına her ne gelirse hemen öğütme!
Dünyada bütün yaratılmışların yegâne söyleşisi hep güzellik ve aşk üzerineymiş. Meğer benim sır sandığım şey, dillerde destan imiş.
Çelebizâde Âsım
Aşk ,yerine göre yol olunur yürünür, yerine göre iman olur uyulur. Bazen ateş olup yakar, bazen deniz olup boğar. Sultan olur ülke yönetir, şarap olur sarhoş eder. At olup koşar, kuş olup uçar. Hazine olur viran gönüllerde saklanır, kimya olur hakir toprakları altına dönüştürür. Sır olur saklanır, gonca olur açılır. Gül bahçesi olur kokusuyla âşıkları mest eder, güneş olur âşıkların ümit meyvelerini olgunlaştırır.
Ey nazlı yarim, üzerinde gül resimleri bulunan ipek elbise giydin ama, korkarım ki bu elbisedeki güllerin dikenlerinin gölgesi seni incitir
Toplum için yaşayan kâmil insana benzer mum. Kendisi için değil de başkaları için yaşar. Karanlıkta kalmışları aydınlatabilmek için yanar, yakılır, ağlar, erir Yok olmak için yaratılmış gibidir. Hak âşığı ile pek benzerler birbirlerine. Işıkları arttıkça sona yaklaşırlar ve sonda yakalarlar saadeti, huzuru, sükûneti Titreyen alevler ve kabaran gönüller ancak o zaman teskin olunabilirler çünkü; o zaman hayatlarına anlam katmış olurlar.
Zavallı şairin yalnızlığı o derecededir ki mumdan gölge ummakta. Heyhat!..
Aşk, yerine göre yol olur yürünür, yerine göre iman olur uyulur. Bazen ateş olup yakar, bazen deniz olup boğar. Sultan olur ülke yönetir, şarap olur sarhoş eder.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
âh etmemiz aşk’tandır biz aşığız çünkü âh ederiz çünkü âh’ımız aşkımızın muhbiridir Bizim âh larımızın esbabı yalnızca aşktır çünkü biz âh etmeğe geldik
Aşk öyle bir denizdir ki dibi bulunmaz; öyle bir sırdır ki, her gönül kaldırmaz, ehli olmayanlara anlatılmaz.
O hâlde aşığın gözyaşları ne güne duruyor; ömür boyu gülünü sulamayacaksa eğer.
Dünyada bunca gelişler ve gidişler, vuslatlar ve ayrılışlar var iken, her şey gibi söz de elbette kendine bir yol çizecek ve asla yolda kalmayacaktır.
Nerede olursa olsun, bir sözün ebedi olabilmesi için öncelikle edebi olması gerekir.
Zeliha o hâle gelmişti ki çörekotundan ödağacına kadar her şeyin adı Yusuf’tu onun için Yüz binlerce şeyin adını ansa, maksadı da Yusuf’tu onun, dileği de.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Dünyaya gelişin sebebi de zaten aşk değil midir?
Allah’ın bilinmeyi istemesi aşktır ve bu aşk, özün özüdür.
Aşık her şeyden önce şairin ta kendisidir
Şu görmeyen gözlerime şifa olarak sevgilinin yolunun toprağının sürmesi kafidir. Varsın tutya için saba yeli Isfahan yollarını tutsun
Dünyada bunca gelişler ve gidişler vuslatlar ve ayrılışlar var iken her şey gibi söz de elbette kendine bir yol çizecek ve asla yolda kalmayacaktır..
Acaba hangi fâni yoktur ki, bir yol gözlüyor olmasın. Gök kubbenin altında güneşten zerreye, filden karıncaya hangi varlık yoktur ki, bir yolun yolcusu bulunmasınlar?

Herkes bir yolculuk içinde..

Allah’ın yardımı rehber olmadıktan sonra dünyada hiç kimse Hak yolunu bulamaz..
Ah mine’l aşk-ı ve halatihi (Ah, aşkın elinden ve onun hallerinden)
Ahraka kalbi bi-hararatihi (ateşiyle kalbimi yaktı yandırdı..)
Şeyh Galip
Sevgi: İki hece.
Sevgi, sevmek kelimesinden türetilen bütün öteki kelimelerin en güzeli.
Derin uykulara dalmadan önce ilk soru: Sevgilerinizi en son ne zaman hatırlamıştınız ve sevgiyi hak edenleri en son ne zaman?!..
Bir soru daha: Sevgileriniz yalan mıydı yoksa?
Ve son soru: Çorak vadilere yönelmişse sevgimiz, çevremizi kandırmıyorsa sulara, içimizden akan Nil olsa ne?
Dünyada bunca gelişler ve gidişler, vuslatlar ve ayrılışlar var iken her şey gibi söz de elbette kendine bir yol
çizecek ve asla yolda kalmayacaktır. Acaba hangi fani yoktur ki mutlaka bir yol gözlüyor olmasın. Gökkubbenin
altında güneşten zerreye, filden karıncaya hangi varlık yoktur ki bir yolun yolcusu bulunmasınlar?
Herkes bir yolculuk içinde!..
‘.. Meğer benim sır sandığım şey,
dillerde destan imiş.’
Aşık her şeyden önce şairin ta kendisidir
Acaba hangi fâni yoktur ki, bir yol gözlüyor olmasın. Gök kubbenin altında güneşten zerreye, filden karıncaya hangi varlık yoktur ki, bir yolun yolcusu bulunmasınlar?

Herkes bir yolculuk içinde!..

Osmanlı toplumunda söze değer verilir, sözün güzel olması, ulu orta harcanmaması gerektiği her fırsatta vurgulanırdı. ”İnsanda dil bir, kulak ikidir ” sözünü uyduranlar da, bundan Bir söyle, iki dinle! kuralını çıkaranlar da onlardır.
Onlara göre söz, nötr kabul edilir; üst derecesine kelâm ( vahiy,söylev) alt derecesine de lâf ( değersiz, boş lakırdı ) denilirdi
Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek
Giryemi kıldı füzûn eşkimi hûn etti felek
Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek
İnsan bir kere yapılan şeyi tekrar ederse onun harikulâdeliği kalmaz ki.
Türkün kahramanlık çizgisi asla silinememiştir
Şu görmeyen gözlerime şifa olarak sevgilinin yolunun toprağının sürmesi kafidir Varsın tutya için saba yeli Isfahan yollarını tutsun.
Gönül her seher gözyaşı ile cananın yollarını yıkayıp süpürür Sanki bir sadık sabahtır ki parlak güneşin yollarını açar.
Allah’ın yardımı rehber olmadıktan sonra dünyada hiç kimse Hak yolunu bulamaz.
Ağlatmayacaktın yola baktırmayacaktın Ol vadei tekrarbetekrarı unutma.
Ey sevgili Gül bahçesine giden yolda seni seyredebilmek için salınan serviler yolun iki yanında saf saf dizilmiş duruyorlar.
Hani şekerin suda erimesi gibi bir şey.
Herkes bir yolculuk içinde
Dünyada bunca gelişler ve gidişler vuslatlar ve ayrılışlar var iken her şey gibi söz de elbette kendine bir yol çizecek ve asla yolda kalmayacaktır Acaba hangi fani yoktur ki mutlaka bir yol gözlüyor olmasın Gökkubbenin altında güneşten zerreye filden karıncaya hangi varlık yoktur ki bir yolun yolcusu bulunmasınlar
Toplum içinde yaşayan kamil insana benzer mum. Kendisi için değil de başkaları için yaşar. Karanlıkta kalmışları aydınlatabilmek için yanar, yakılır, ağlar, erir
Canıma bir merhaba sundu ezelden çeşm-i yar
Öyle mest oldum ki gayrın merhabasın bilmedim
-Ahmet Paşa
Hiçbir şey ilk değildir, son da olmayacaktır.
Aşk, ilimden üstündür, onsuz iman taş misali kurudur. Aşk ikilikten kurtarır, fânilikten çıkarır, tevhidi gerçekleştirir. Aşk bilineni unutturur, boşaltıp yeniden doldurur. Âşıklar ölesi değildir ve aşk edebîdir. Menfîyi müspete, kötüyü iyiye çeviren yine aşktır. Kuru ağacı yeşerten bir dinamizmin kaynağıdır.
Aşk olunca gönüller birleşir, aşk olunca kıyamet koparcasına hareketlilik olur. Aşk olunca şimşekler çakar, rahmetler yağar. Âlemler kıyama kalkarsa aşktandır. Hastaların şifa bulması aşktandır. Aşk ile döner gökler, aşk ile durur kâinat. Aşk, Mecnun’dan Leyla’ya bir feryat, Mansur’dan dara bir sır, gözden kalbe bir yoldur.
Aşk, yerine göre yol olur yürünür, yerine göre iman olur uyulur. Bazen ateş olup yakar, bazen deniz olup boğar. Sultan olur ülke yönetir, şarap olur sarhoş eder. At olup koşar, kuş olup uçar. Hazine olur viran gönüllerde saklanır, kimya olur hakir topraklan altına dönüştürür. Sır olur saklanır, gonca olur açılır. Gül bahçesi olur kokusuyla âşıkları mest eder, güneş olur âşıklarının ümit meyvelerini olgunlaştırır.
Eflâtun, aşkı Doğumsuz, ölümsüz, artmaz, eksilmez bir güzellik olarak tanımlar.
âh mine’l-aşkı ve hâlâtihî, ahraka kalbî bi-harârâtihî
ah, aşkın elinden ve onun hallerinden; ateşiyle kalbimi yaktı yandırdı
“Âh mine’l-aşkı ve hâlâtihî
Ahraka kalbî bi-harârâtihî”

Şeyh Galip

(Ah, aşkın elinden ve onun hâllerinden; ateşiyle kalbimi yaktı yandırdı )

Allah’ın bilinmeyi istemesi aşktır ve bu aşk, özün özüdür.
Âciz olmuş yıkmağa âhıyla kûhu Kûhken
Neylesin miskin anın aşkı hem ol mikdâr imiş
Dağları delen Ferhat, ahıyla dağı yıkmaktan aciz kalmış. Ne yapsın, zavallının aşkı ancak o kadarmış. (Ben olsam dağ delmeye uğraşmaz, bir Ah! çeker yerle bir ediverirdim.)
Gamından şem’ teg yandım sabâdan sorma ahvâlim
Bu ahvâli şeb-i hicrân benimle yâr olandan sor
Aşkının acısıyla mum gibi yandıklarımı sakın ola ki sana yelinden sorma; onun nasıl bir yanış olduğunu, gel, ayrılık gecesinde benimle beraber yanan dosttan, yani mumdan sor.
*Fuzuli
Divan edebiyatı, söylenilenlerin aksine hayatın ta içinden ses veren bir şiir kafilesine maliktir. Hiçbir şair, içinde yaşadığı dünyaya asla yabancı kalamayacağı için, klasik şiirimizin sermayesi de hayatla irtibatlı bir medeniyet birikimini taşırdı.
Kendi elimle yâre kesip verdiğim kalem
Fetvâ-yı hûn-ı nâhakkımı yazdı ibtidâ
Kendi elimle yontup sevgiliye verdiğim divit, (yazık ki) ilk önce haksız yere benim ölüm fermanımı yazdı.
*Nevres
Varlık aleminde yüz gösteren her söz, her renk, her ses ve her şekil, aslında bir gerçek olmaktan öte gerçek bir güzelliğin taklitleridir.
Sahi, neydi sevgi? Bir çuhayı ipek görebilmek miydi; toprağı amber niyetine koklamak mı? Sureti sirete, arazı cevhere, bedeni ruha köle eylemek miydi sevgi? Sevgi bir iyilik miydi, şefkatli bir cümlecik mi? Neydi sevgi dış mıydı, yoksa iç mi; zahir miydi, yoksa batın mı; kalıp mıydı, yoksa can mı?Var olmak mı, varlıktangeçmek mi? Dünyaya gülmeye mi gelmiştik, ağlamaya mı; ölüyor muyuz, yoksa doğuyor mu? Sevgi neydi?!..
Sevgi bir acıydı herhalde, bir kederdi, kah hüzünle, kah mutlululkla hatırlanan. Belki de sabırdı sevgi,affetmekti, gelecek günler adına. Sevgi sınanmaktı adl-i ilahi’de ve sınavı geçmekti ercesine. Sevgi bir tevbeydi, nasuh kisvesinde; bir dirilişti nefsi öldürerek. Sevgi iyi bir ad bırakmatı fena yurdunda. Ömür geçer de ad kalır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir