İçeriğe geç

Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu Kitap Alıntıları – Salâh Birsel

Salâh Birsel kitaplarından Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu kitap alıntıları sizlerle…

Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu Kitap Alıntıları

Bunun başka türlüsü yoktur. Çünkü insan ya aldığını vermeli, ya hiç almamalı.
Ya alt, ya üst
Ya deve, ya deveci
Ya herrü, ya merrü
Ya yârdan geçmeli, ya serden.
Hep kazanmaya yönelmiş bu ahlâka karşı çıkılıyor, eleştiriliyordu. Ama bir çözüm yolu da bulunamıyordu. Tutunacak dal yoktu. Tedirginlik, özellikle boşluk, hiçlikti yaşanan.
Gel ey vürudunu bir ömür içinde beklediğim.
Ah, o zaman bir kez daha gördüm ve inandım ki bu kirli Bizans yıkıntısı içinde her şey yapmacık ve herkes yalancıdır.
Benim de mi düşüncelerim olacaktı,
Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,
Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?
Çok sevdiğim salatayı bile
Aramaz mı olacaktım?
Ben böyle mi olacaktım?
Çünkü uyku uykunun mayasıdır.
Çünkü uyuyan aslanı kimse uyandırmaz.
Yakup Kadri edebiyat gecesinde, gençlerden yana olduğunu belirten şöyle bir konuşma yapar:

Biz bizden öncekileri beğenmedik. Yeniyi aradık. Sizler de kendinizden öncekileri beğenmeyeceksiniz. Bizi yuhalasanız bile edebiyat bundan kazançlı çıkar.

Demir Özlü’nün Boğuntulu Sokaklar adlı öyküsünden:

Hiçbir insanın hiçbir insanla beraberlik kuramayacağını biliyorum. Bu bağlar çoktan koptu. Bu yalan beraberliklere nasıl inanırım?

Türkân İldeniz, Attilâ İlhan’a “Kaptan” diye seslenir:

Bırak Kaptan rahat bırak ışıklar yansın
Ben de bilmiyorum nerede ineceğimi sorma bana
Kimliğimi hele hiç
Yalan söyleyemem diyorum, yorgunum diyorum sorma başkaca bir şeyler
Suçsuzum, parasızım, kaçağım bütün bildiğim bu beni anla
Anla artık uyuyacağım yerimi göster.

İnkılâpçı Gençlik dergisi / 28 Şubat 1942

Sen şimdi kocanın evinde oturursun
Ve saçların artık eskisi gibi değil
Geceleri yemekten sonra
Çorap söküğü dikersin
Belki de ellerin soğan kokar
Senin kocan bir suratı çirkin adam
Ağzı açık uyur
Ve senin vücudun bozulur çocuk doğurdukça

Bundan böyle mavi olsun
Arıburnu’nun adı
Mavi bir Göz girdi kalbine
Büyüdü kaldı
En güzel ocak ateşleri
Artık ısıtamaz ellerini
Isimlerinin en yakın tanıdık
Söylese işitmezler
Kurt mu, dost mu, düşman mı?
Bilmeyecekler başucuna geleni
Ve artık ne tren, ne gemi
Onları getiremez bir daha..
Sen şimdi kocanın evinde oturursun
Ve saçların artık eskisi gibi değil
Geceleri yemekten sonra
Çorap söküğü dikersin
Belki de ellerin soğan kokar
Senin kocan bir suratı çirkin adam
Ağzı açık uyur
Ve seninin vücudun bozulur çocuk doğurdukça
Çünkü insan ya aldığını vermeli, ya hiç almamalı.
Ya alt, ya üst.
Ya deve, ya deveci.
Ya herrü, ya merrü.
Ya yârdan geçmeli, ya serden.
Ya düdüğünü çalmalı, ya mandırada kalmalı.
Yahya Kemal’in hırpaladığı yazarlardan biri de İsmail Habip’tir. Bir gün bir Bursa yolculuğu yapmış, dönüşte oraya niçin gittiğini soran bir dostuna şu karşılığı vermiştir:
-İsmail Habip, Bursa’ya gidip orayı yazmadan bir göreyim dedim.
Helva demesini de biliriz, halva demesini de:
Mingayri haddin biz de şairiz.
Vakıa asılmadı resmimiz
Bir berber dükkânına bile,
Ve anılmadı ismimiz
Minnacık puntolarla olsun
Fakat biz;
gene şairiz.
Bakmıyor çeşmi-siyah feryade
Yetiş ey gamze yetiş imdade
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ah Beyoğlu, vah Beyoğlu
Yandı da gitti kül oldu?
Bunca parasız oluşunun nedeni ise eline geçen paranın tümünü kitaba yatırmasıdır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir gece yatağında uyuyordun.
Uyanıverdin birden, sessiz dünyaya.
Bir rüyanın parçasıydı gözlerini açan
Ve karanlık içindeydi odan
Seni gören ben değildim.
Mavilikler buluyorum her yerde
Mavi olmuş kara üzüm salkımda
Kara toprak “maviyim” der dünyada
Günler doğar mavi mavi odamda
En güzel ocak ateşleri
Artık ısıtamaz ellerini
İsimlerini en yakın tanıdık
Söylese işitmezler
Kurt mu, dost mu, düşman mı?
Bilmeyecekler başucuna geleni
Ve artık ne tren, ne gemi
Onları getirmez bir daha.
Şunu belleyin: Gerçek sanatçı halktan değişik bir yaratık değildir. O da günlük ekmeği ardından koşan gündelikçinin alınyazısını taşır.
Çünkü ona göre her insanın içinde öykü bulunmaz. Yazara düşen iş, içinde öykü taşıyan insanı kıstırmaktır. Bir kez kıstırdıktan sonra da elini uzatıp onun içinden öyküyü çekip çıkarmaktan başka bir iş kalmaz.
Ben şiir yazarken, bir güzellik yaratmak isterim. Şiir sözcüklerle yazıldığı için, kendiliğinden bir anlam çıkar. Şiir sözcüklerin birleşmesinden gelmiş büyük bir sözcükten başka bir şey değildir.
Çayın rengi ne kadar güzel,
Sabah sabah
Açık havada!
Hava ne kadar güzel!
İnsan, yoksun olduğu şeyin değerini ve anlamını daha iyi anlayabiliyor.
Bir de baktım ki ölmüşüm!
Dünya sönmüş başucumda,
Bir türlü gözümden gitmez.
Ne gurbetlere düşmüşüm!

İsterdim ki avucumda!
Kimse hälim sual etmez.

Sorma nelerden olmuşum,
Nelere etmişim veda;
Böceklere gücüm yetmez

Sessizce
Evimi bekle
Çekirge
İlkbahar
Bütün gün kımıldamayan
Deniz
Çok şeyler
Hatırlatan
Kiraz ağacı
Şiir, ilham perileriyle başbaşa kalınca yazılır. Kültür istemez.
Sanat, ne bir post kavgası, ne eş dost loncası, ne de şöhret basamağıdır. O, bireyin kapris aleti değil, yığınların toplumsal devrimleri kavrayabilen, ilerleme yolunda yeni ve diri hareketleri zorlayan yığınların dinamizmidir.
Bir yüküm var benden ağır
Bir yüküm var beni, taşır.
Adı candır.
Semiha’nın yanında koca Nâzım sanki çocuklaşıyor, coşuyordur. Bir gün karşı kaldırıma geçişini seyretmiş, sonra yanına giderek, “sana uzaktan bakmak, yürüyüşünü görmek hoşuma gidiyor” demiştir.
İnsanların başına gelenler ,değil 10 sayfa 1 sayfa bile tarih bilmemekten doğmaktadır.
Bir yol iki kalp arasında uzundur,
Halbuki şu şiir göründüğünden de kısadır
Şiir, sözcüklerin birleşmesinden gelmiş büyük bir sözcükten başka bir şey değildir.
İnsan, yoksun olduğu şeyin değerini ve anlamını daha iyi anlayabiliyor.
Her sanat eseri öfkeyle başlar, öfkeyle sürgit olur.
Ölmüş o insan ki yaşar hatıralarla.
Şiir, düzyazının bittiği yerde başlar.
Zaten özgürlüğü ozanlarla fahişeler koruyorsa koruyor.
Hepiniz oturdunuz, bakın sanatçı ayakta kaldı.
Eskiler yıkılmadıkça yeniler filiz veremez.
Cenap Şehabettin, Ziya Gökalp’e şöyle seslenir:
– Üstadım öteden beri Arap ve Fars kurallarına göre yapılan tamlamaların dilimizden atılmasını istiyorsunuz. Ama şimdiye değin bu yolda bir edebi eser meydana koymuş olan var mıdır?
– Var, işte bu. (Yakup Kadri’yi gösterir)

Dönüşte Cenap, Yakup Kadri’ye şunları söyler:
– Doğrusu Ziya Bey’in bu Yeni Dil akımıyla bizi nereye götürmek istediğini bir türlü anlamıyorum.

Ah Beyoğlu, vah Beyoğlu
Yandı da gitti kül oldu?
Alafrangalık boncur, bonsuvar
Merhaba der isen alınmaz selam!
Boğaziçi’nin mehtap safalarını görenler, o sulara, o kıyılara içleri sızlamadan bakamazlar artık. Bebek’le Emirgân arası dile gelse de söylese Hava kararınca kayıklar yalılardan ayrılırlardı. Doğu’nun en usta, en büyük musiki üstadları ayışığı altında pırıl pırıl harelenen suların üstünde birbirleriyle yarışa çıkmış gibi coşarlardı. Yüzler ve yüzlerce kayık sanki birbirine girerdi ve kıyılar baygın seslerle inlerdi. Bu sesler hâlâ kulaklarımdadır.
son yolcunun adı attila ilhandı
miyoptu kısa boylu bir adamdı
dostu yoktu yalnızlığı vardı
yazı makinasıyla binmişti
bizimle konuşmaktan çekinmişti
gözlerini görseniz korkardınız
polis’ten kaçıyordu derdiniz
bir cinayet işlemişti derdiniz
halbuki kendinden kaçıyordu
Elit’e gelenlerin en kültürlüsü, en bilgilisi Cemiş Meriç’tir. Fransızcanın elenikasını bilir, gece gündüz de okur. Bu yüzden, gözlerinin gücünü her gün biraz daha yitirmiştir. Ne var, o buna hiç aldırmaz, odasında masanın üstüne sandalyeyi koyar, kendi de sandalyeye çıkarak kitabını, ampule 30 santim uzaklıkta okur. Bunu elektrik ampulünü aşağıya değin iletecek kordona verecek parası olmadığı için yapar. Bunca parasız oluşunun nedeni ise eline geçen paranın tümünü kitaba yatırmasıdır.
Ankara Devlet Konservatuar’dan ayrılırken kendisini kapıya kadar geçiren arkadaşlarına Cahit uzun uzun bakmış, sonra arabaya tam gaz binip de oradan uzaklaşacağı sırada sağ kolunu arkadaşlarına doğru gererek şöyle demiştir: Aktör gidiyor, dekorlar kaldı.
Gelin görün ki, İlhan İstanbul’a geldikten birkaç gün sonra iyiden iyiye parasız kalır ve Haşet’ten büyük paralarla aldığı kitapları bu kez Yüksekkaldırım’daki kitapçılara yok pahasına satar. Ama buna hiç üzülmez, tersine kitaplardan elde ettiği o birkaç günlük mutluluğu her şeyden üstün tutar, ertesi yıl aynı şeyi yapmamak için de kendine söz verir.
İlhan Berk o sıralar Giresun’un Espiye bucağında ilkokul öğretmenidir. Temmuz aylığını aldı mı, bir, iki, üç. Dördünde İstanbul’dadır. Tophane rıhtımına çıkar çıkmaz hemencecik Yüksekkaldırım’a tırmanır ve cumbadak Haşet Kitabevi’ne dalarak bütün parasını Fransızca kitaplara yatırır.
Sait bu kız yüzünden babasının kendine kurduğu işi dağıtmış, kızın akrabalarından, belalılarından, komşularından dayak yemiş, karakollara değin düşmüştür. Bu arada Aleksandra’yla o zamanın parasıyla tam 40.000 pap yemiştir.
Üç yıl sonra da öykünün sonu gelip çatmıştır.
Sait, öykünün sonu adamakıllı alengirli olsun diye de kıza olan yakınlığının iyiyce kangrenleşmesini beklemiştir. Kangreleşmenin kıvamı gelince – bu kıvam Sait’in yüzündeki tırmık izlerinden anlaşılıyordur – onunla evlenmek için karar verir
Büyük bir yazar olduğunu belli etmekten pek ürker. Onu görenler bir balıkçı, bir at hırsızı, bir kestane kepapçısı, bir boyacı, bir emekli memur, bir garson, bir çöpçü, bir sarhoş, bir aylak sanabilir ama yazar olduğunu hiç mi hiç çıkaramaz. Oysa Alangu’ya dediği gibi günün 24 saatini edebiyat adamı olarak yaşar.
Sen şimdi kocanın evinde oturuyorsun
Ve saçların artık eskisi gibi değil
Geceleri yemekten sonra
Çorap söküğü dikersin
Belki de ellerin soğan kokar

Senin kocan bir suratı çirkin adam
Ağzı açık uyur
Ve senin vücudun bozulur çocuk doğurdukça.

Bulut Geçti
İnkılapçı Gençlik Dergisi
28 Şubat 1942

Karadutum, çatal karam, çingenem Nar tanem, nur tanem, bir tanem Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum Günahımsın, vebalimsin.

Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum Gökte ararken yerde bulduğum Karadutum, çatal karam, çingenem Daha nem olacaktın bir tanem Gülen ayvam, ağlayan narımsın Kadınım, kısrağım, karımsın.

Çayın rengi ne kadar güzel,
Sabah sabah
Açık havada!
Hava ne kadar güzel!
Sanat, ne bir post kavgası, ne eş dost loncası, ne de şöhret basamağıdır. O, bireyin kapris aleti değil, yığınların toplumsal devrimlerini kavrayabilen, ilerleme yolunda yeni ve diri hareketleri zorlayan yığınların dinamizmidir. Ve sanatımız, başıboş, cüce yaygaraların sömürüsünden silkinerek kültürle anlaştığı gün DAVA kurtarılmış olacaktır.
Denizi seyreden iki çocuk,
Çocukların gözlerinde uzak!
Uzakta hayal ettiğimiz yaşamak!..
Zaten özgürlüğü ozanlarla fahişeler koruyorsa koruyor
Ah, o zaman bir kez daha gördüm ve inandım ki bu kirli Bizans yıkıntısı içinde her şey yapmacık ve herkes yalancıdır
1927 yılında Resimli Ay dergisinde Nazım Hikmet putları devirirken Namık Kemal ve Tevfik Fikret’in yanı sıra Abdülhak Hamit’i de tahtından indirecek ve Hamit buna büyük gözyaşları dökecektir. Dostlarına da Ben dahi değilim, vahiyim vahi demek zorunda kalacaktır
Namık Kemal ona bilisizler bilisizi, utanmaz, dümbelek şöhret, çömlek tıynet, fitne berduş ve şeddesiz merkep gözüyle bakar
Beyoğlu ‘nun bütün zenginlikleri buradadır. Dondurma yenir, limonata, sütlü kahve içilir. Leylekler masa masa dolaşır. Müşterilerin kendilerine şeker ve bisküvi şöleni çekmesini bekler.
Yemekten sonra yazılarını bitirmek için Petrograd’a dönerler. Birer de kahve ısmarlarlar. Gelin görün ki, yazılar bir türlü bitmek bilmez. Necip Fazıl bir ara şöyle der:
-Allah belanı versin. Karnım doydu, açlık düşüncelerim kayboldu.
Caddelerden İstiklâl Caddesi
Havuzdur da havuzdur
Kadınlar da ördekleri
Dolaşır şıpıdak şıpıdak

İstiklâl Caddesi’nde dükkânlar
İki yandadır da iki yandadır
Vitrinlernen incik boncuk
Şıkırdatır da şıkırdatır

İstiklâl Caddesi dediğin
Antep kilimine benzer
Beyazlar yeşiller karalar
Fırıldaktır da fırıldaktır

Caddelerden İstiklâl Caddesi
Uzundur da uzundur
İstiklâl Caddesi’nde bekârlar
Dolaşır şıpıdak şıpıdak

Sanat halkla birlikte yapılan genel bir törendir.
Sanat, ne bir post kavgası, ne eş dost loncası, ne de şöhret basamağıdır. O, bireyin kapris aleti değil, yığınların toplumsal devrimleri kavrayabilen, ilerleme yolunda yeni ve diri hareketleri zorlayan yığınların dinamizmidir. Ve sanatınız, başıboş, cüce yaygaraların sömürüsünden silkinerek kültürle anlaştığı gün dava kurtarılmış olacaktır.
Bir yüküm var benden ağır
Bir yüküm var beni taşır
Adı candır
Beyoğlu sokaklarının genişlemesi ise XIX.yüzyılla başlar daha önceki yıllarda bu sokaklar daracık mı daracıktır nedir bu genişlemeye ön ayak olan da yangınlardır tünel Galatasaray arasının sağ kesimine saldıran 1831 yangını bu kesimdeki İstiklal Caddesi ‘nin genişletilmesine olanak sağlamıştır taksim ile Galatasaray ‘ın sol kanadı baştanbaşa kül eden 1870 yangını ise caddenin kuzey kesiminin genişletilmesi ve adının da cadde-i kebir olması ile sonuçlanır 1873 yılında Galata ile Beyoğlu arasındaki tünel de yapılmış ve cadde boyunca atlı tramvaylar işletilmeye başlanmıştır Tepebaşı mezarlığı ile Galata surlarının ortadan kaldırılması bundan bir on yıl önceye rastlar 1913 yılında ise elektirikli tramvay Beyoğlu ile Şişli’yi birbirine bağlar geçen yüzyılda elçilik ve konsolosluk binalarından başka zengin Rumlar katolik Ermeniler ve İstanbul’a yerleşmiş yabancıların da çok güzel taş evleri vardır Avrupa’nın ikinci üçüncü derecedeki otollerini andıran birkaç otel taştandır bunların dışındaki evler tahtadan olduğu için Beyoğlu sık sık yangın geçirir bunların en büyükleri 1811-1857 yıllarındaki yangınlardır ama 1870 yangını ötekileri bastırır büyük Beyoğlu yangını (Beyoğlu hariki kebiri)diye anılan bu yangında İngiliz elçilik binası ile üçbin dolaylarında ev ve dükkan yanmıştır İstanbul’un en eski Tiyatrolarından olan naum tiyatrosu da bu yangında kül olmuştur XIX.yüzyılın ortalarında Beyoğlu daha kalabalıklaşmış değildir kadınlara sokaklarda çok az rastlanır gezi yerleri de pek snrldr
Bir gün buraya Atatürk de gelmiştir 1931 yılında ama Yalnız bir kez o da o sıralarda kahvenin sağ yan boşluğunda yer alan kendi büstünü görmek içindir büst Kenan yontuç’un elinden çıkmıştır nisuaz’da Ata’nın geldiğini belirleyen birtakım telaşlı konuşmalarla sevinç belirtileri su yüzüne çıktığı zaman Kenan yontuç da oradadır o da Ata’yı ayakta karşılar Ata’nın yanında kılıç Ali vardır Nuri conker vardır reşit galip vardır otururlar bizim Kenan yontuç’a oturacak yer kalmamıştır Atatürk: hepiniz oturdunuz bakın sanatçı ayakta kaldı Kenan yontuç ayakta kalmasının hiçbir sakıncası olmadığını en güzel en tatlı sözcüklerle anlatır ata’ya o sıralar nisuaz’ın sahibi bir bayandır madam pulitz yüceler yücesi Atatürk kendi eliyle çay getiren madam pulitz’e işlerinin nasıl olduğunu sorar madam pulitz’in balım olsun sinek Bağdat’tan gelir demesi beklenirken o hiç oralı olmaz ve bütün bezirganlar gibi halinden yakınır bu arada dört aydır kira ödeyemediğini de açıklar Atatürk bu madam pulitz’in sözleriyle duygulanmıştır adamlarından birini çağırtır madam pulitz’e dört aylık kira tutarını verdirtir akşam Dolmabahçe de sofra kurulduğu vakit madam pulitz konusu yeniden açılır reşit galip:”paşam doğru yapmadınız “neden siz insanların cebinde ne kadar para var bilir misiniz ben madam pulitz ‘den parasızım Atatürk iyisinden kızmıştır :”kalk git buradan kalkmayacağım o halde ben kalkarım.ata kalkıp gitmiştir ama reşit galip’in kendisine karşı çıkmasından hoşlanmıştır iki ay sonra inönü Atatürk’e yeni bakanlar kurulu listesini sununca Atatürk: milli eğitim için reşit galip’i düşünmez misiniz demiş ve reşit galip milli eğitim bakanı olmuştur
Cemil Meriç Fransızca elenikasını bilir gece gündüz okur bu yüzden gözlerinin gücünü her gün biraz daha yitirmiştir ne var o buna hiç aldırmaz odasında masanın üstüne sandalyeyi koyar kendi de sandalyeye çıkarak kitabını ampüle 30 santim uzaklıkta okur bunu elektrik ampülünü aşağıya değin iletecek kordona verecek parası olmadığı için yapar bunca parasız oluşunun nedeni ise eline geçen paranın tümünü kitaba yatırmasıdır Cemil Meriç klasikleri okur kendisine bir şey sorduğunuz zaman size verdiği karşılığın filanca yazarın filanca kitabın filanca sayfasının filanca satırında olduğunu belirtir söylediğinde de hiç yanılma olmaz ama bu başarıyı daha çok voltaire’in kitablarında sağlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir