Natsuki Ikezawa kitaplarından Ağabeyine Çiçek Taşıyan Kız kitap alıntıları sizlerle…
Ağabeyine Çiçek Taşıyan Kız Kitap Alıntıları
– Ağabeyiniz müebbet hapisle kurtulabilir bu işten.
– Ne? Müebbet mi?
Yaşamak, karşımıza çıkan bütün suları, zaman zaman dibe batsak da yine yüzeye çıkarak aşmaktan ibarettir.
Biz, hepimiz eski insanların eserlerini beceriksizce taklit etmekten başka bir şey yapmıyoruz ki zaten!
Bu bedende bulunan yaşamı sürdürme sisteminin düğmesi usulca kapatılsa ve o andan itibaren bu beden ağır ağır çürüyen bir kütleye dönüşse ne makbul olurdu!
Uyku her zaman sığ. Dengesiz, huzursuz. Çevreden türlü türlü tehditlere maruz kalan “tavşan uykusu”. Yine de geçici bir sığınak. O yüzden uyku sevinç kaynağıdır burada! Ama uzun sürmez. Huzur dolu o bilinçsizlik hali zorbaca alınıverir elimden.
Umutsuzluk, bir toprak kayması esnasında insanların üzerine yığılan büyük toprak kütleleri misali, üzerine yağarak yere yuvarlıyordu seni, yüzünü gözünü kaplıyor, ağzına burnuna giriyordu. Nefes alamıyordun.
Lanet olsun, uyandım işte! Şu an neredeyim? Başıma ne geldi? Bugün nasıl bir gün? Dün nasıl bir gündü? Gerçek, gözüme sokarcasına dayatıyor kendini. Şu döşeme kadar sert ve pis olan gerçek!
Nihayet en feci koşullardaki ülkelerin insanları bile ülkelerini vatansız olmaya yeğlerler. O yüzden milliyetçilik denen bayrağın altında toplanırlar.
Şeyler bir biçimle bağlandıkları, sınırlandıkları için mutsuzdular.
Farklı etnik kökenlerden insanların birbirlerinden farklı benizlerini tek bir renkte birleştirmek faşizmin ideolojik düzeneklerinden biri değil miydi ?
Mahkeme yapılacaktı. Kanun kisvesi altında bir cinayetin işlenmesi soğukkanlılıkla mütalaa edilecekti. Terazinin bir kefesine hayat, diğer kefesine ise ölüm konacak, ağırlıklar ölçülecekti. Biz hayatın olduğu kefeye bulabildiğimiz bütün ağırlıkları koyacak ve kefenin ağır basmasını sağlamaya çalışacaktık.
Amerika denen ülke, Amerikan hükümeti bütün ülkelerde özel bir muamele görür. Bu zaruri bir durumdur.
Devletlerin de bireyler gibi gururları vardır.
Diplomatlarda da aynen tüccarlardaki gibi gereksiz masraflardan, bedellerden kaçınma duyarlılığı vardır.
Her yörenin kendine has güçlü bir ferdiyeti olduğu için ancak diktatörce eğilimleri olan sert bir siyasetçi tarafından idare edilebiliyorlar.
Sadece onlar her şeyin göreceli olduğu, kesin, kat’i, mutlak, hiçbir şeyin var olmadığı sonsuz bir izafiyet aleminden seyrediyorlar manzarayı.
Cesaret öyle kendiliğinden doğal olarak ortaya çıkan bir şey değildir. Ancak ve mutlaka başkalarının desteğiyle oluşabilir. Gurur gibi. Devrimcinin diğer devrimci dostlarına yönelik sadakat hissi gibi. Katillerini, cellatlarını utandırma arzusu gibi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Birey ile toplum arasında bir anlaşmazlık söz konusu olduğu için her iki tarafta da bir hoşnutsuzluk vardır. Ve mahkeme ortaya çıkan hoşnutsuzluğu giderme yetkisine sahiptir. Dolayısıyla sadece hükmünü verir. Bu hükme dair soruları yanıtlamaz.
Ben de katılayım o neş’e dolu yolculuğa
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Aramızdaki savaşın sonsuza kadar sürmesi temennilerimle
İnsana en çok güç veren şeyin güzel anılar olduğunu anlamıştım
Ben dua etmeye başladım.
Sadece, tüm benliğimi boşaltıp mümkün olduğunca uzun ve
bencilce olmayan bir dua söylüyorum içimden.
Kendimi silip başkaları için dua ediyorum.
İçimdeki çıkar arzularını,
hırsları bir kenara atıyorum.
Dünyevi çıkarlardan vazgeçtiğim zaman her şey yolunda gidiyor.
Bedenimi banyo havlusuna sardım,
banyonun tam ortasında dikilmiş bir halde her iki kolumla bedenimi kucakladım.
Yatağın ucuna oturup heyecanlanmış bir çocuğu yatıştırır gibi sağ elimle sol kolumu sıvazladım.
Sonra banyo
havlusunu çözerek aynı şeyi sağ elimle yaptım.
Kendi elimi bir yabancının eli gibi hissediyordum.
Birisi bana dokunuyor, beni avutuyordu.
Yatağa girdim, gözlerimi yumup kendi bedenimi okşadım.
Sessizce ve dingince
Derinliklerden taşıp gelen bir şeyler vardı.
Elimi uzatıp dokundum.
Demek öyle, bana dokunulmasını istiyordum
Bu duyguyu uzun süredir ilk defa hissediyordum.
Hoş bir histi.
Tenim hâlâ nemliydi
Geçenlerde
sevişmeye davet ettiğinde, aslında o kadar da isteksiz değildim.
Hatta işve yapıyordum biraz da. Elimi tuttuğunda biraz daha
şansını zorlasaydın, yani Avrupalı erkekler gibi israrcı olsaydın,
pekâlâ birlikte olabilirdik.
Ingeborg bunları söyledikten sonra alaycı bir edayla yüzüne baktı.
Tüh ya, yazık olmuş,
diye karşılık verdin sen de şakacı bir
tavırla .
Aslında senin aklın dün geceki o haz hissindeydi.
Haz
sana yapışmış, yakandan düşmüyordu adeta.
Üstelik ruhun da
buna uyumlu tepki veriyordu.
Buna direnemiyordun.
Sanki elin
kolun bağlı bir halde cinsel olarak tahrik ediliyordun.
Sadece bakmakla yetinmeyip nedense dokunmak da istedin.
Bedenini yıkarken, tenine dokunmak hoş bir his yaratıyor
Sıcaklığı ellerinle dokunmadan anlayamaz insan.
Hayır, hayır, böyle dememeli; böyle dersem resim çizemez
olurum. Resimde beden ısısını yansıtmak elzemdir çünkü.
Bu kadını çizme ve ona sarılıp yatma arzusu.
Gövdesi, sırtı ve elbisesinin üzerinden seçilebilen omurga çizgisi, kürek kemiğinin
üzerindeki kaslarının kıvrımları, ensesinin yumuşak canlılığı,
kafasını hoş bir şekilde yana eğişi.
Dokunma arzusuyla tuvale
yansıtma arzusu senin kafanda birbirine karışıyordu .
Mahkemeyi gerçekleri açığa çıkaran bir şey olarak algılamayın.Yerinden oynatılamaz bir gerçek varmış da mahkeme de bütün gücü ile bunu açığa çıkarmaya çalışıyormuş gibi bir şey söz konusu değildir. Az önce de söylediğim gibi mahkemede önemli olan neticedir gerisi fuzulidir. Gerçekte nasıl bir şey meydana gelmiş olursa olsun, mahkemenin gerçek olarak saptadığı şey gerçektir!
Bugüne dair endişeler, yarına yönelik korkular. Tüm bunların arasında oturup duran benliğin
Eğer şimdi, şuracıkta seni baştan çıkarmaya yeltensem,
buna cevap verir miydin?
Ingeborg aniden çehresini gevşeterek böyle sordu.
Tabii ki verirdim,
hem de büyük bir zevkle”
Kendini bir anda böyle nitelikli bir sohbetin içinde bulman sevindirmişti seni.
Geçenlerde karşına çıkan kadın irade ve kabiliyetle kendisini donatmış bir kurtarıcıydı. Ona güvenebilirdin.
Bu odaya girdiğimden beri süren gerginliğim bir anda gözyaşı oldu, gözlerimden akmaya başladı. Ağlıyordum.
Ağlamamam, metin olmam gerektiğini biliyordum.
Üstelik ben
öyle salya sümük ağlayıp zırlayarak sonuç almaya çalışan sulugöz biri izlenimini vermek istemiyordum.
Bu her şeyden önce
benim mizacıma aykırıydı.
Ama yine de, ne gözyaşlarım, ne
burnumun akması durmak biliyordu
“O işler öyle kolay değildir diye geçiştirmeye çalışırken,
sadece kendi yüreğinde saklı olduğunu sandığın kişinin adının
bir yabancı tarafından özensiz bir şekilde telaffuz edilişini duymuş bir aşık gibi irkilmiştin.
Kimselere sezdirmeden bağlanmışsınız birbirinize, iyi kötü birçok şey yaşamışsınız, gitgide ıstırap
vermeye başlamış ve sen ölmekle ayrılmak arasındaki iki
seçenekten, zorlukla da olsa ikincisini seçmişsin ve ayrılmışsınız.
Geçen gün banyo günüydü. Gardiyanlar tutukluları gruplar
halinde avluya götürdü, giysilerini çıkarmalarını söylediler ve
hortumla yıkadılar onları.
Pis pis kahkahalar atarak, ısrarla
onun beyaz bedenine sıktılar suyu. Beyazlığına güldüklerini
anlayınca, rezilce bir aşağılık duygusuna kapıldı. Çıplaklık utanç
vericiydi.
Nitekim cılızlıktan kaburga kemikleri görünen çıplak
bedeni başka insanlara gösterilecek nitelikte değildi. Göstermek
isteyeceği bir tek yeri bile yoktu. Gardiyanlardan biri, kasten
makatına sıkıyordu suyu; müstehcen dürtüler içinde olduğuna
şüphe yoktu. Güya meşru bir gerekçesi vardı, orasının bedenin en
kirli yeri olduğunu söylüyor (daha doğrusu sen gardiyanın söy-
lediklerini bu şekilde yorumlamıştın) ve sıkıyordu suyu!
Tazyikli suyun o dayanılmaz gücü. İnsanın canını biraz acıtıyordu,
ama zevkli de bir şeydi.
Hatta burada kaldığı süre içinde en çok zevk aldığı şey buydu.
İnsanın yıkanması hoş bir şeydi.
Kapının yanındaki kulübede bir sister* oturur ve kötü kimselerin içeri girip girmediğini gözlerdi.
Kızlar misafirhaneye dönünce o sister’a uğrayıp kendileri yokken bir erkeğin gelip
mektup, çiçek ya da çikolata bırakıp bırakmadığını sorarlardı
*Japoncaya Ingilizceden giren bu sözcük Katolik manastırlarındaki rahibelere verilen addır. Birinci anlamı kız kardeştir.
Damayanti bir ülkenin prensesi olduğu için evleneceği kişinin belirlenmesi halkın önünde icra ediliyormuş. Sadece fevkalade yakışıklı ve zeki erkekler değil, tanrılardan dördü bile bu adaylar arasındaymış. O derece güzelmiş yani.
İnsanların, Japon kültürü hakkında hiçbir şey bilmedikleri halde, konunun uzmanıymış gibi çokbilmiş bir çehreyle nutuk çekmeye çalışmaları her zaman zıvanadan çıkarır beni.
Yerli halka zalimce davranıyorlardı. Ayrıca, Japon sömürge yönetimi Endonezyalılara zorla Japonca öğreterek anadillerini, Şinto inancını dayatarak ise dinlerini değiştirmeye çalıştı.
Tanrıya dönüşmenin ne olduğunu anladım. Haz bir görüngu değil, varolustur.
Kaya olmak! Kaya olma sevincinin bilincine varmak! Yaşamın hazzı fazla kısa sürüyor. Kaya olmanın hazzı çok daha istikrarlıdir.
Ülkelerini yitirip mülteci konumuna düşmek bütün doğal affetlerden bile daha korkunçtur.
Siz, Tanrı’nin istediğini yerine getirmeye aracılık ettiğinizi falan düşünüyorsunuz ya, işte beni tiksindiren de bu!
Yarı yolda sonlanan muğlak bir seyahat. Tanrının kusurlu eseri: Tetsuro
Çocuk bakımı bir görevdir. Çocuğun ebeveynine vefa borcu olarak görülmez.
Bir taş yığınından farklı olmayan cansız bir kütle. Kemik yığını.
Bu bedende bulunan yaşamı sürdürme sisteminin düğmesi usulca kapatılsa ve o andan itibaren bu beden ağır ağır çürüyen bir kütleye dönüşse ne makbul olurdu!
Mahkemelerin işi , bireyin doğrularıyla toplumun doğruları arasında bir uyuşmazlık meydana geldiğinde , etkili ve herkesin kabul edeceği bir adaletin hangi noktada uygulanacağına karar vermektir
O günden itibaren , küçük hüzün meleği sana musallat olmaya başlamıştı.
Talih karşımıza birçok farklı renkte ipler çıkarır; bunlar birbirine dolanır, bir ara kopsalar da yine bağlanırlar, düğümlenirler birbirlerine. Tıpkı çözgü iplikleri gibi mekik yardımıyla bu rengarenk iplikler birbirine geçirilir ve hayat kumaşı böylece dokunur gider.
Geleceğe dair hiçbir şey düşünmek istemiyorum!
Hiçbir şey düşünmemek için kafamın durmasını istiyorum!
O halde eğer ben değişebilirsem, her şey değişebilirdi.
Dünyada en derin anlama sahip olan şey insan yüzüdür, ne var ki sen karşındaki yüzün anlamını bir türlü çözemiyordun.
Eğer , şimdi, şuracıkta masallardaki gibi bir mucize olsa, kocaman bir cin önümde belirip “ dile benden ne dilersen” dese bana O zamana ..
Yaşamak, karşımıza çıkan bütün suları, zaman zaman dibe batsak da yine yüzeye çıkarak aşmaktan ibarettir.
İçimdeki çıkar arzularını, hırsları bir kenara atıyorum.Dünyevi çıkarlardan vazgeçtiğim zaman her şey yolunda gidiyor.
Talih karşımıza birçok farklı renkte ipler çıkarır ; bunlar birbirine dolanır, bir ara kopsalar da yine bağlanırlar, düğümlenirler birbirlerine.
Asya şudur.
Güzellik büyüdür.
Neticede, doğanın olmadığı yerde hisler körleşiyordu.
Hiç bir şey düşünmemek için kafamın durmasını istiyorum!
İdam hükmü, daha ilan edildiği anda öldürür hükümlüyü.
Yaşamak, karşımıza çıkan bütün suları, zaman zaman dibe batsak da yine yüzeye çıkarak aşmaktan ibarettir.
Eylem bireyin özgür iradesi ve insanlık onurunun sınırları içinde belirlenir.
Evet, kendim olmayan, şu an buradaki kendimden farklı bir ben’e dönüşmek istiyorum.
Canlıların hayatlarında haz ve ıstırap yarı yarıyadır.
Varoluştaki mucize insan hayatıdır.
Kitleler her zaman kurban ister.
En zeki insanların bile kendilerini sakınamayacağı tuzaklar vardır bu dünyada
Dünya hiçbir zaman ölmez.Onu gören, ona bakan, onu seyreden insanlar ölür.