Jack London kitaplarından Ağ Diş kitap alıntıları sizlerle…
Ağ Diş Kitap Alıntıları
İçinde iyiliğe ve sevgiye dair hiçbir iz yoktu. Bu tür duygulardan bihaberdi. Bildiği tek kural güçlülere itaat etmek, güçsüzleri ise ezmekti.
Bir insan mağlup olduğunu söylüyorsa yarı yarıya olmuştur.
… sevgi bir eğlenceydi, vahşi, keskin ve heyecan verici bir doyumdu.
Beyaz Diş’in doğasının köklerine ulaşıp iyice zayıflayıp donuklaşan ve neredeyse tamamen yok olmakta olan hayati gizil güçlerine dokunmuştu, nezaketle. Bunlardan biri sevgiydi.
İçgüdülerinin dürtülerini ve mantığının telkinlerini dinlememesi, tecrübelerine karşı gelmesi, şimdiye kadarki hayatının yanlış olduğunu kabul etmesi gerekiyordu.
Annesi, bağlı olduğu sopanın elverdiği ölçüde özgürdü.
Kaderin kendisi gibiydi, o kadar insafsız ve değiştirilemez…
Yaşadığı dünyayı iyi tanımıştı. Mesafeli ve maddiyatçı bir bakış açısı vardı. Ona göre dünya vahşi ve acımasız bir yerdi; sıcaklığın, şefkatin, sevginin ruhun tatlı pırıltısından uzaktı.
İnsanlar karşısındaki güçsüzlüğünü, kendinden daha zayıf yaratıklardan çıkarmaya çalışıyor, böylece kendi varlığını kanıtladığını sanıyordu..
İnsanda, yabani hayatın diğer bütün hayvanlarına egemen olmak için mücadele eden hayvanı görüyordu
Bir şeye güvenmesi için önce o şeyin esas yüzünü öğrenecekti.
Bir kişi kendi doğasına karşı gelirse o doğa mutlaka geri tepecektir.
Su canlı değildi ama hareket ediyordu.
Toprak gibi katı dursa da onda katılıktan eser yoktu.
Toprak gibi katı dursa da onda katılıktan eser yoktu.
Buradan, her şeyin her zaman göründüğü gibi olmadığı oldu sonucunu çıkardı.
Burnunu yukarı dikip bütün
dertlerini anlattı soğuk yıldızlara..
dertlerini anlattı soğuk yıldızlara..
Yaptıklarının nedenlerini araştırma zahmetine kimse girmiyordu. Sadece sonuçlarını görüyorlardı..
Yavru kurt insanlar gibi düşünseydi,
hayatı, doymak bilmez bir iştahı doyurmaya çalışmak olarak özetlerdi.
hayatı, doymak bilmez bir iştahı doyurmaya çalışmak olarak özetlerdi.
Dünyasına anlam veren şeyi gerçekleştiriyor, ne için yaratıldıysa, onu yapıyordu.
Çünkü hayat, ne yapmak için donanımlıysa, en çok onu yaparken zirvesine ulaşır.
Dünyasına anlam veren şeyi gerçekleştiriyor, ne için yaratıldıysa, onu yapıyordu.
Oysa büyümek, hayat demekti.
Ama bundan sonra acıdan kaçtı. Çünkü artık, acının acıttığını biliyordu.
Loş bir dünyası vardı ama henüz bunu bilmiyordu. Çünkü başka bir dünyadan haberi yoktu.
Yenik rakipler ve karın üzerine kanla yazılan aşk hikayesi çoktan unutulup gitmişti bile.
Hoşnutluğun yerine sevgi geçmişti. Ve sevgi, daha önce hiçbir duygunun erişemediği kadar derinlerine inmişti. Buna cevap olarak yine en derinlerinden yeni bir şey geldi: sevgi.
Şuan da önlerindeki mesele aşktı ve aşk, yiyecek bulmaktan daha amansız, daha acımasız bir meseleydi.
İnsan yenildiğini düşünürse, yarı yarıya öyle sayılır.
Issız Diyar hareketi sevmez. Hayat buna karşıdır, çünkü hayat, hareket demektir.
Ne olursa olsun vahşet vahşettir, analık da analık…
..bundan da tanrılar yakınında olduğu zaman sessiz bir şekilde üzülmeyi öğrendi.
Ama vahşi hayat vahşi hayattı. Annelik ise ister vahşi hayatta olsun, ister olmasın annelikti, yırtıcı bir korumacılıktı
Yaşam, yaradılış amacına uygun hareket etmeyi hedefleyenleri,
başarının doruğuna çıkarır
başarının doruğuna çıkarır
Öylesine dalmıştı ki bu işe, mutlu olduğunun bile farkında değildi.
Hayat, başka hayatlarla yaşamını sürdürüyordu. Yiyenler ve yem olanlar vardı. Yasa şöyleydi: YA YERSİN YA DA YEM OLURSUN.
Ceza verme hakkının yalnızca insanların elinde olduğunu, bu hakkın kendilerinden daha güçsüz yaratıklarca kullanılmasına izin verilmediğini böylece öğrenmiş oldu.
”Dişisine kötü davranan tek hayvan insanoğludur.. ”
Şu anda önlerindeki mesele aşktı ve aşk,
yiyecek bulmaktan daha amansız,daha acımasız bir meseleydi.
yiyecek bulmaktan daha amansız,daha acımasız bir meseleydi.
Boz yavrunun büyük dünyadan haberi olmadığı için varoluşunun bu dar sınırları onu hiç sıkmıyordu.
Küçük yavru insanlar gibi dusunebilseydi, yaşamı oburca bir hırs, dünyayı ise avlayanı ve avlananı, yeneni ve yenileni ile bitmek bilmeyen bir kovalamacanın yok eden, sayısız tutkuların tümüyle egemen olduğu, karmarışık, kör, şiddete dayalı, düzensiz, tümüyle raslantilara bağlı, acımasız, plansız ve sürekli bir kargaşa ortamı zannecekti. Ne var ki küçük yavru olayları öyle insanlar gibi ince eleyip sık dokumuyordu.
Yaşama, yine bir başka yaşam can veriyordu.
Yasa, ye, yoksa yem olursun! diyordu.
Yasa, ye, yoksa yem olursun! diyordu.
Başka bir dünya tanımadığı için kendi dünyasının karanlığını fark etmiyordu.
Neden nefret etmesindi ki? Bu soruyu hiç sormadı kendine? Sadece nefret etmeyi biliyor ve nefretin tutkusuyla kendini kaybediyordu.
İnsanların ellerinden çektiği bütün fenalıkları bir günde unutmasına imkan yoktu.
Daha evvel yalnızca kendi cinsine düşman olan Beyaz Diş, artık bütün herkese düşman kesilmiş, vahşiliğinin zirvesine ulaşmıştı.
”Dişisine kötü davranan tek hayvan insanoğludur. ”
Ve bu sevgi tek bir günde de doğmadı. Hoşnutlukla başlayıp yavaş yavaş gelişip şekillendi..
Bütün canlılar gücü sever.
Kaçınılmaz olanla savaşmayacak kadar akıllıydı.
Yalnızlığı konusunda çok kıskançtı ve bunu korumak için sıkça kavga ediyordu.
Yenilgiyi peşinen kabul etmek demek yarı yarıya yenilmek demektir.