İçeriğe geç

Aeneas Kitap Alıntıları – Vergilius

Vergilius kitaplarından Aeneas kitap alıntıları sizlerle…

Aeneas Kitap Alıntıları

Savaşılmaz;yenilmiş,soluğu bitmiş ölülerle
Mutsuzluğu bildiğim için,sefillere yardım etmesini de bilirim.
Yolunu şaşırmak için nereye gidiyorsun?
Yoldur kılavuzun, ardınca git artık sen de.
Oysa, kim kandırabilir seveni?
Hangi yeller, hangi yazgıdır seni buraya sürükleyen?
Yaşıyorum acılar, sıkıntılarla, yaşamı sürüklüyorum.
“Yolunu şaşırmak için nereye gidiyorsun?“
Yerleş boynumun üstüne sevgili baba, taşırım
Omuzlarımda seni, ağır gelmezsin bana.
Mutsuzluğu bildiğim için, sefillere yardım etmesini de bilirim.
Töreye göre, dağınık saçlı, ağıtçı İlion kadınları.
Girince yüksek kapılardan Aeneas yükseldi göğe
Çığlıkları göğüslerini döven, haykıran kadınların,
İnledi bu gürültüyle Aeneas’in konağı.
başını çevreleyen oniki dilimli,
Altın işlemeli başlık, atası güneşin simgesi
“Kıvrık çalgısıyla duyurulan Bacchus oyunlarında, sevişmede,
Donatılmış sofralarda, şarap dolularını boşaltmada,
Gelsin uğurlu gün, kesilsin yağlı adaklar.
Kutsal ormanda şölene, sevişmeye, kıvanca çağrı.”
Aranan tatlı bir ölümdür kanayan yaralar içinde.
Bu arada, yaklaşıyordu Troya ordusu,
Etrüsk önderleri, buyruklarında atlı, yaya birlikleri,
Savaş düzeninde alaylar. Oynayan, kişneyen atlat
Ovayı çınlatan, koşumları titreten, yerleri eşen.
Neden bütün mutsuz yurttaşları, savaşlara, sakıncalara
Sürükleyisin, Latium’a acılar, üzüntüler çektirisin?
Halkın mutluluğudur konu, yazgısıdır, esenliğidir.
Çekinirler söylemeye, yapılması gereken işleri saymaya.
Bıraksın büyüklenmeyi, versin konuşma yetkisi bize de,
Öldürme alışkanlığını, uğursuz kıyımları, kan dökmeyi
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Boynuna sarılmak için uzattım kollarımı üç defa, boş yere kucakladığım hayal sıyrıldı gitti kollarımın arasından üç defa, ince esen bir esinti, uçup giden bir düş gibiydi sanki.
Birden sarar gövdesini sevginin sıcaklığı, işler
İliklerine, kemiklerine yalım, sarsılır sevişme tutkusuyla.
Böyledir şimşek çaktığında gürleyen bulutları yararak
Kıvılcımlanan ışıkların, hızla uçtan uça geçişi de.
Bilirdi kadın güzelliğinin etkisini, yürek oynatışını.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Aslan postuna oturmuş Aeneas, gençlerle
Rahipler, getirdiler sunaklardan kavrulmuş boğa
Ciğerleri, yerleştirdiler sepetlere Ceres’in özenle
Yapılmış armağanı ekmeği, Bacchus içkisini.
Aeneas’la Troyalı gençler yediler bir boğanın
Sırt etlerini, kutsanmış, yıkanmış barsaklarini.
Kara boğalar adar akıtırsan kanlarını
İletir oraya seni, sevecen, tatlı Sibylla.
Beş koyun, beş domuz, eş sayıda sırttı
Kara boğa kesti, şarap saçtı, kutsadı adlarını
Acımasız sevgi, yapmadığın kalmadı, ölümlü gönüllere.
Yine gözyaşı, yine yakarma başlıyor, bir daha girmek
İstiyor, Dido, sevginin boyunduruğu altına,
“Demek, açmadan ağzını, gizleyerek böyle bir yıkımı
Gücün yeter mi sandın ülkemden gitmeye, ne umdun?
Nerde kaldı sevgimiz, sana uzattığım elim,
Ölüme giden Dido, durduramıyor bir acımasızı?”
Söylenti, tüm yıkımların en hızlı yayılanı.
Yazık! Boş bir iş.
Neye yarar adak, öfkeli sunak? Yakarken ince
Bir yalım iliklerini, gönlünde de sinsi bir yara.
Yanar mutsuz Dido, dolaşır kenti baştan başa,
Şaşkın, kendinden geçik.
Kaldırdı Anchises baba şarapla dolu büyük
Süslü bardağı, dikildi yüksek pupasinda geminin
“Çocuktur diye üzülmez mi, anasının yokluğundan, acımaz mi?
Atalarının, baba Aeneas’in, yeğeni Hector’un yiğitliğine,
Geçmişin erdemlerine özenmek isteği duymaz mi?”
Kaldırdım yakarmak için açılan ellerimi
Göklere, yükselttim sesimi de, adak sundum ocağa
Nice gönül yıkarsın, uğursuz
Altın tutkusu!
Ağlıyorum ayrılırken yurt kıyılarından, koylarından,
Troya toprağından, gidiyorum açık denizde oğlumla,
Lucifer, Danaoslar kentin kapılarını tutmuşlar, kalmamış
Kimseye yardım umudu daha, şaşkınlık ortalıkta.
Ne mutsuzluktu bu, yitirdim karım Creusa’yi.
Bilmem nerde şimdi, öldü mü kaldı mi?
Suçlamadığım insan, tanrı kaldı mi? bilmem.
Ne var kentin yıkıntılarında, görmediğin, bundan acı?
Fırlar öne Pyrrhus, dağıtır iki ağızlı baltayla
Kapının eşliğini, söker tunç menteşeleri hızla,
Yunan önderleri, savaş yorgunları,
Yazgı vurgunları, nice yıllar sonra çarpışmadan,
Bir at yaptılar Pallas’in tanrısal becerisiyle,
Örttüler iki böğrünü geçmeli çam tahtalarıyla.
Geri dönüşün sözde bir sungusu, bir adak.
Sonra, gizlice, seçkin savaşçılar yerleştirdiler
Yontunun içine, doldurdular bütün görünmeyen yerleri,
Savaş için donatılmış, seçilmiş erleri.
Kraliçe Dido:
“Kimdir bilmeyen Aeneas soyunu, Troya ilini, uğradığı
Yıkımları, ünlü yiğitlerini, o büyük savaşı, yangını?”
“Durdu, ağlayarak, dedi ki: “Var mi yeryüzünde
Bir yer Achates, çektiğimiz acılarla dolmamış?”
Yürekler acısı Troya’nın yıkımı, daha güzel
Bir yazgıya dönecek sanırdım, avunurdum
Bugün bile değişmemiş erlerin kötü yazgısı
Yükselir sulardan insan çığlıkları, halat gıcırtıları.
Kaçırır bulutlar güneşi, göğü Troyalıların
Gözlerinden, örter denizi koyu karanlık birden.
Doldurur uzayı gökgürültüleri, şimşekler, yıldırımlar
Parlar boşluk, ölüm görünür yiğitlere.
karşılık görmeyen sevdalıların
acısıyla ilgilenen, adil ve affetmeyen
bir ululuk varsa eğer, ona yalvarıyordu.
Ah haşin Aşk! Neler yaptırmazsın sen insanlara ! Denenmedik hiçbir şey koymasın diye ölmeden, mutsuz Dido’nun tek çaresi gözyaşları yine, yalvarıp yakaracak yine, ya dize gelerek gururunu sevdası uğrunda feda edecek.
Ama kim kandırabilir ki seven bir kadını?
Ne küreklerinizle tarayacak deniziniz,
ne de arayacak Ausonia ovalan var,
sizler aradıkça önünüzden kaçıp giden !
Öyleyse sen anlat, dedi, Pyrrhus, var git
sen, babam Peleus’oğlunun habercisi olarak,
anlat ona bunları, berbat işlerimi benim!
Yozdu, de, oğlun Neoptolemusl, unutma sakın!
Geber şimdi!
kurtuluştan umut kesmek, yenilmişler için
tek kurtuluş umududur!
Tam dört defa takıldı at kapının eşiğine,
tam dört defa silah sesleri geldi böğürlerinden.
Devam ettik yine de, dikkatsiz, kör gibi şaşkın !
Siz tanık olun bana, dedi sönmeyen ışıklar,
tanık olun bana, karşı gelinmez istenceniz,
kaçtığım sunak, lanetli bıçak, kurban olarak
taşıdığım kurdeleler, bana tanık olun ki,
bütün kutsal bağlarımı Greklerden koparmak da,
onlardan nefret etmek de mubahtır benim için,
gizli saklı ne varsa ortaya koymak da mubah!
Bağlı değilim artık yurduma hiçbir yasayla,
yeter ki gerçeği söyleyip yararlı olursam,
sözünde dur sen, koru seni koruyanı Troia!
Güvenmeyin bu ata, Troia’lılar, aldanmayın!
Ne olursa olsun, bir armağan verse bile ben,
Yunan milletinden korkarım!
! Irmaklar denizlere
aktıkça, gölgeler dolandıkça koyaklarını
dağların ve gökler ışık verdikçe yıldızlara 1
ünün, adın, övgülerin yaşayacak her zaman,
kaderin beni çağırdığını her yerde!
Seni yaratan
çağa ne mutlu
Yurdunu satmış altınla, vermiş yönetimi tirana
Acı çekmektense yürürüm üstüne ölümün
Ne kaldı bana yapacak, ne gösterdi bana yazgı.
Dayanın, direnin
Daha güzel bir gelecek için, çabalayın.
Ruhumuz kaygılardan bin bir parçaya bölünür.
Boynuna sarılmak için uzattım kollarımı üç defa, boş yere kucakladığım hayal sıyrıldı gitti kollarımın arasından üç defa, ince esen bir esinti, uçup giden bir düş gibiydi sanki.
Boynuna sarılmak için uzattım kollarımı üç defa, boş yere kucakladığım hayal sıyrıldı gitti kollarımın arasından üç defa, ince esen bir esinti, uçup giden bir düş gibiydi sanki.
Nasıl duru gökte kimi zaman kuyruklu yıldız
ya da yakıcı Sirius kana, yasa bularsa
gökleri, tıpkı öyleydi: Mutsuz ölümlülere
bu yıldızın doğuşu susuzluğu, hastalığı
getirir; acıya boğar uğursuz ışığıyla
Düşündüm, bekledim geleceğini günün birinde,
Nice gün saydım, umudum kesilmedi, daralmadım,
Nice karalar, denizler dolaştım, nereye gittimse
Sendin gönlümün aradığı, beklediği, kaygısı.
Circe etkili otlarıyla, insanken bir hayvan
kılığına sokmuştur, aynı vahşi hayvanların
yüzünü de bedenini de vermiştir onlara.
Boynuna sarılmak için uzattım kollarımı üç defa, boş yere kucakladığım hayal sıyrıldı gitti kollarımın arasından üç defa, ince esen bir esinti, uçup giden bir düş gibiydi sanki.
Boynuna sarılmak için uzattım kollarımı üç defa, boş yere kucakladığım hayal sıyrıldı gitti kollarımın arasından üç defa, ince esen bir esinti, uçup giden bir düş gibiydi sanki.
???
Boynuna sarılmak için uzattım kollarımı üç defa, boş yere kucakladığım hayal sıyrıldı gitti kollarımın arasından üç defa, ince esen bir esinti, uçup giden bir düş gibiydi sanki.
Korkudur açığa vuran alçak ruhları. Ah, yazık!
Boynuna sarılmak için uzattım kollarımı üç defa,
boş yere kucakladığım hayal sıyrıldı gitti kollarımın arasından üç defa, ince esen
bir esinti, uçup giden bir düş gibiydi sanki.
Anlattı o zaman: ‘Ey İlium Kaderlerinin
elinde hırpalanmış oğul! Yalnız Cassandra’ydı
şu başımıza gelenleri açıklayan bana;
şimdi anımsıyorum: ‘Bu acılar soyumuzun boynuna borçtur,’ derdi.
Üççatallı yabasıyla suları köklerinden söken
Neptunus, temellerini oynatıyor yerinden,
devirip atıyor doruğundan koskoca kenti!
‘Ey Troialıların ışığı, sönmez umudu Troia’nın!
Niçin bu kadar geciktin? Hangi kıyılardan
geliyorsun yollarını gözlediğimiz Hector!’
Nice yıllar geçince,
bir at yaptılar Pallas’ın tanrısal sanatıyla,
dağ gibi bir at; örttüler ki iki yanını atın
iç içe geçmiş hepsi çam ağacından kalaslarla.
Bir söylenti yayıldı, dönüş için adak diye.
Meğer karanlık böğürlerine atın gizlice,
kurayla seçilmiş yiğitlerini saklamışlar,
derin, geniş karnını doldurmuşlar tıkabasa,
silahlı erlerle iki yandan, dibine kadar.
Kaderler katar önüne bu insanları, yıllar yılı
dolaştırır durur denizlerde: Öyle güçtü
bu iş; Roma soyunu yaratmak, öyle zor!
Gidişim nereye? Neredeyim? Kaçışım nereye? Dönecek miyim?
Yüreğinde sessiz bir yarayla yaşamakta.
Gece geç vakte kadar Aeneas’la uzun uzun konuşur mutsuz Dido, yudum yudum içer aşkı.
Gününü bekler kişi. Kısadır kişinin yaşamı. Dönmez geri geçen süre
Etiketler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir